Hayatın %10'u ,
başımıza gelenler, diğer %90'ı ise bizim bu başımıza gelenlere nasıl
davrandığımızla gelişir derler. Son zamanlardaki İzmir yazılarımdan
anlayacağınız üzere İstanbul’u artık eskisi gibi sevmiyorum. Aslında kendisini,
mevcut durumu, sürekli tuzak kuran, yoran ve uzak kılan şehri sevmiyorum yoksa
düşlerimde, hayallerimde, zihnimde yaratmış olduğum İstanbul’u sevmeye halen
devam ediyorum. Nazım Hikmet üstadın "yani
sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı?"
mısrasında olduğu gibi adeta bu artık sevmediğim şehrin güzel yanlarını da
görmüyor değilim hani. İlk başta briç kursum mesela. Başlı başına şehrin güzel
bir yanı benim için. Nasıl keyifli devam ettiğimi zaten sizlerle paylaşmıştım.
Şehir bana geçenlerde güzel bir yanını daha gösterdi.

Ben şarabı çok
severim. Tamam rakıyı da, votkayı da ve hatta viski ve burbonu da çok severim
ama şarabı diğerlerinden ayıran bir özelliği vardır. Şarap yalnızca içilen bir
içki değil yaşayan bir organizma kabul edilir. Şarap dikkat edin hep başrolü
kapar. Rakı sofrasının ana konusu rakı değildir (çok severim o ayrı) ama şarap
severler şarap içecekleri zaman ana konu her zaman şarap ve türevleridir. Şarap
kendisi hakkında konuşturtur. Yaşadığınız bir şarap gecesi de dikkat edin
unutulmaz, yıllar geçse de hep hatırlanır. Pahalı hem de çok pahalı olanları da
vardır, ucuz sofra şarabı olanları da. Zengini de içmeden koklar, fakiri de.
Şarap yalnızca bir içki değil bir sanattır. Başlı başına bir hobi, bir
uğraştır. Neredeyse sınırsız seçenekleri, sınırsız tatları vardır. Ben şarabı
içmesini de kültürü ile ilgilenmesini de çok severim.
Şirketten bir
arkadaşım ile laklaklık ederken ortak noktalarımızdan birinin şarap olduğu
ortaya çıktı. Zaten sonrasında da hemen ister istemez samimi olduk. İtiraf
etmek gerekir ki benden çok ama çok üstün bu konuda. Siz bakmayın ortak zevk
dediğime, benim adeta bu konuda yol göstericim oldu. Hemen hemen her gün illaki
bu konuda konuşur olduk. Bir gün gel seni bir yere götüreceğim dedi. Ben de
konu şarap olduğundan hemencecik tamam dedim. Yarım ağız ile eşime de teklif
ettim ve cümle daha bitmeden o da kabul etti. Bir iş çıkışı kendimizi Galata’da
bulduk. Ne zamandır Galata’ya gitmemiş bizler, ağzımız açık bir şekilde burası hangi ara bu kadar değişti, bu kadar
güzelleşti, bu kadar avrupai bir yer oldu demeye başladık. Sonra
gideceğimiz oteli gördük. Aslında gideceğimiz yer otelin altındaki bir şarap
eviydi:
Galata Sensus Şarap ve Peynir Butiği
Galata Sensus Şarap ve Peynir Butiği

İyi şarap pahalı olmak
zorunda değildir! Sloganlarıyla şaraba meraklı herkes ile buluşmayı hedefleyen
romantik bir anlayış ve bu naiflik mekanda fazlasıyla hissediliyor. Yalnız
Galata’da değil, Eskişehir, Marmaris ve Antakya’da da butikleri mevcutmuş.
Ben Sensus’u da
gittiğim zaman içtiğim 2009 yılı Sabrina’yı da çok ama çok sevdim. Çıkarken tek
dileğim buranın çok iyi iş yapması ve kapanmamasıydı. Benim artık süreklilik
içerisinde gideceğim, şarap içip, müzik dinleyeceğim ve kitap okuyacağım bir
yerim var. Tüm şarap severlere duyurulur ve içtenlik ve hararetle tavsiye
edilir.
İstanbul'a gelince mutlaka uğrayacağım Galata Sensus'a. Tam benlikmiş ;)
YanıtlaSilİzmir'de de var mıdır acaba böyle bir şarap ve peynir butiği... Şarapları nefis mekanlar var gittiğimiz ama böyle bir "butik" var mı bilmiyorum Araştırmalı :)
Ben de seninle aynı fikirdeyim, şarap diğer içkilere nazaran daha özeldir, o nedenle içilen anı da özel yapar ;)
Sevgilerimle...
Selam Berna. Mutlaka ama mutlaka gitmeli ve görmelisin. Ben az bile anlattım, o kadar gidilesi bir yer. En azından ben çok keyif aldım. Ben Sabrina diye hatırlıyorum ama Serena'da olabilir, 2009 yılını da mutlaka denemelisin.
YanıtlaSilİzmir'de var mıdır bilemiyorum ama umarım bir şube de orada açılır. Hoş içinde bulunduğumuz konjonktür çok da uygun değil ama belli de olmaz.
Şarabı gerçekten de diğer içki türlerinden ayıran bir tılsımı, bir albenisi var. Hiç bir şey olmasa da hakkında konuşturtuyor :)
Sevgi ve saygılarımla,