Bu Blogda Ara

23 Eylül 2011 Cuma

Tasarlanmış bir imparatorluk: Amerika Birleşik Devletleri 7

Pasifik esintileri ...

İlk akla gelen 2 ülke tabii ki günümüzün devi Çin ile kısa geçmiş dönemin dinamosu Japonya. Yine kitap olaylara ve geleceğe Birleşik Devletler perspektifinden bakarak başlamış: Amerikan tehlikesi Japonya ve Çin arasında oluşacak bir ittifakta yatmıyor. Bu iki devlet birbirleriyle çok fazla konuda rekabet halinde ve birbirleriyle yakın ilişki içinde olamayacak kadar derin farkları var. Tarih boyunca Japonya’dan çok çeken Çin’in içindeki kin ve nefret bence de kısa bir sürede bitecek gibi değildir. Hele ki din ile spritüel dünya ile de alakaları pek olmadığından, bir işbirliği bence de yakın zamanda olmayacaktır.

Gelecek on yılda ne Çin ne Japonya bölgesel hegemonya olarak ortaya çıkacak. Tüm ekonomik mucizelerin  yatışması gibi Çin’in ekonomik mucizesi de geçip gidecek ve Çin hızlı büyüme olmadan istikrarı korumaya odaklanacak. Zor dostum zor. Çok iyimsersin. Tamam Çin ihracatının çoğunu size yapıyor ama adamlarda bu aza tamah ve çalışma zorunluluğu olduktan sonra hiç de tahminin çıkmayacaktır. Japonya içte yeniden yapılanmaya gidecek ve dış politikasını küresel çıkarlarıyla eşleştirmeye başlayacak. Ama ABD’nin takip etmesi gereken ülke Japonya olacak. Bir kere Pearl Harbour’u patlattılar ya artık mimlendiler. Ağızlarıyla kuş tutsalar önyargı değişmeyecektir. Hem ne demiş büyük düşünür Albert Einstein amca “önyargıları parçalamak, atomu parçalamaktan zordur…”

Japonya’ya karşı ABD stratejisinin ilk adımı Çin’in dağılmamasını sağlamak olmalı çünkü Çin ne kadar zayıflarsa Japonya hareket etmekte o kadar özgür kalır.

Japonya güç olarak yükselir ve Çin zayıflarken Korelilerin ABD’ye her zamankinden daha çok ihtiyaçları olacak ve ABD iki ülkeyle ilgilenirken seçeneklerini artırmak için Kore’ye güvenecek.

Kore ayrıca önemli bir teknolojik merkez durumuna geldi. Özellikle Çin bu teknolojiye aç olacak ve transfer aşamasında kontrol sahibi olmak ABD’nin Çin üstündeki baskısını artıracak. Kendi açılarından Koreliler özellikle gelecek on yılda kaçınılmaz olan tekrar birleşmenin maddi açılarını ele alırken başlarındaki Kuzey Kore sıkıntısıyla uğraşmak için yardıma ihtiyaç duyacaklar.

ABD’nin bölgede ilişki kuracağı ikinci en önemli yer Avustralya. Tek başına ve güvenli görünüşüne rağmen ekonomisini  desteklemek için Avustralya özellikle gıda maddeleri ve demir cevheri gibi sanayi mineralleri satışında uluslararası ticarete oldukça bağımlı. Bu mallar deniz yoluyla gönderiliyor ve Avustralya’nın deniz trafiğinin güvenliği üstünde kontrolü yok. Bir anlamda, Avustralya damarları vücudunun dışında bulunan bir yaratık gibi, savunmasız ve devamlı risk altında.

Avustralya’nın bu zayıflıkla başa çıkma yolu bir zamanlar İngiltere’nin, şimdiyse ABD’nin oluşturduğu Pasifik’teki egemen donanma gücüyle müttefik olmak. Her ittifakın bir bedeli vardır ve hem İngilizler hem de Amerikalılar, iyiliğe karşı iyilik istediler.

Avustralya’nın savaşlarına katılması. Avustralya Boer Savaşı’nda, iki dünya savaşında, Kore’de ve Vietnam’da ağır kayıplar verdi. 1970 ve 1990 yılları arasında Avustralya bu askeri ortak rolünden geri çekildi ama bu dönemde onların katılımına duyulan talep zaten azdı.

İkinci Dünya Savaşı’nda Avustralya, Kuzey Afrika’ya birlikler göndererek İngiltere’ye hizmet etti. ABD’ye Pasifik sahnesinde ABD birlikleri oluşturması için istasyon görevi yaparak yardımcı oldu. Avustralya’nın sadece iki stratejik seçeneği var. Bir tanesi ittifak görevlerinden geri çekilmek ve çıkarlarına rastgele cevap verileceğini kabullenmek. Diğeri, ittifaka katılmak ve Birleşik Devletler’den daha resmi taahhütler almak. Birincisi daha ucuz ama riskli, ikincisi daha pahalı ama daha güvenilir.

ABD için aynı stratejik önemde olan başka bir yer de, İngilizler tarafından Malezya Yarımadası’nın ucunda, Malakka Boğazı’nı kontrol edecek bir üs olarak yaratılan Singapur.

Singapur coğrafi konumu ve teknoloji endüstrisinden dolayı artık son derece refah içinde yaşayan bağımsız bir kent devlet. Bir müşteri olmanın yanı sıra  egemenliğini korumak için de ABD’ye ihtiyacı var.

ABD Singapur’un kolayca kontrol edemez. Bunun yerine onunla işbirliği yapmalı. Kore ve Avustralya’yla yaptığı gibi, başkanın ittifakı sağlamak için Singapur’a gerektiğinden fazla bonkör davranması gerekir. Bedeli az ve bahis oranları yüksek.

Birçok yönden Hindistan, çok büyük bir Avustralya olarak kabul edilebilir. İki ülke de farklı yollardan olmasına rağmen ekonomik açıdan güçlüler ve bu anlamda oldukça ciddiye alınmaları gerekir. Hindistan’a  demokratik Çin de deniyor, bir yere kadar bu doğru, bölgesel güce bir bedel ödüyor. Hindistan’ın etkileyici ekonomik büyümesinin en büyük sınırlamalarından biri Hindistan’ın ulusal bir hükümeti olmasının  yanında, her eyaletin kendi yasaları olması ve bazılarının ekonomik gelişimi önlemesi. Bu bölgelerin birbirlerine bağlı olmalarının değişik yolları var ama en büyük garantör ordu.

Hindistan üç görevi olan büyük bir ordu barındırıyor. Birinci görevi, Pakistan’ı dengelemek. İkincisi, kuzey sınırını Çin istilasından korumak. En önemlisi, Hindistan ordusunun, Çin ordusu gibi ulusun iç güvenliğini garanti etmesi.

Hintliler, denizlerde Hindistan’ın deniz yollarını korumak ve gücünü yansıtmak amacıyla  Hint Okyanusu’nda önemli bir oyuncu olabilecek bir donanma geliştirmek konusunda isteklilerdi. Ama ABD, Hindistan’ın bu hatlarda ilerlediğini görmek istemiyor. Baba senin gibi bir gücü  adı üstünde senin sularında yani Hint sularında dolaştırır mı? Hint de, Pasifik de, Atlantik de temiz olmalı, arınmış olmalı, boş olmalı, yalnızca onlar olmalı. Çok da iyimsermişsin ...

Hint donanmasının gelişimini ABD çıkarlarını tehdit etme noktasından aşağıda tutabilmek için ABD Hindistan’ın savunma harcamalarını donanma yerine kara kuvvetlerine ve taktik hava kuvvetlerine yönlendirmek için uğraşacak. Gelecek on yılda Hindistan ekonomik olarak öne çıkacak ama tek başına ekonomik güç, ulusal güvenliğe veya Hint Okyanusu’na hükmedecek bir güce dönüşemiyor.

Gelin bir sonraki durağımız farklı bir yer olsun. Bu yerde insanlar dans ediyor, puro içiyor olsunlar. Futbol en az bizim ülkedeki gibi dinden hemen sonra gelsin. Fakir ama gururlu ve kesinlikle eğlenceli insanların toprakları olsun. Salsa ve Tango buralarda doğmuş olsun. Karnaval nasıl olurmuş tüm dünya bu insanlardan öğrensin.

Gelin bu kez de Güney Amerika’ya bir yolculuğa çıkalım. Sonrasında da Kanada üzerinden ülkelere yaptığımız yolculukları tamamlayalım. Ne dersiniz?

15 Eylül 2011 Perşembe

Tasarlanmış bir imparatorluk: Amerika Birleşik Devletleri 7

Avrupa Avrupa duy sesimiziiii ...2

Avrupa Birliği gelecek on yılda yok olmayacak. Serbest Pazar bölgesi olarak kuruldu ve öyle kalacak. Ama dünya sahnesinde büyük oyuncu olabileceği çok uluslu bir devlet halini de almayacak. Devletler arasında askeri güç paylaşacak kadar ortak çıkar yok ve askeri güç olmadan Avrupa “derin güç” olarak yapılan tanıma sahip olamaz. Avrupa Birliği’nin ayakta kalacağından yazarımızın şüphesi yok ama Euro Bölgesi’nin bazı üyeleri ayrılmaz ve diğerleri kontrolün ne kadarını Brüksel bürokrasisine bırakacakları konusunda uyarılarda bulunmazlarsa da şaşırmış.

Gelecek on yılda sular çekildiğinde göze her şeyden çok çarpan şey, Almanya’nın gücü olacak. Zaten başta Birleşik Devletler ve Rusya olmak üzere tüm dünyanın da merak ettiği konu buydu. Yoksa kimse horoz gibi diklenen, kibirli, arogan ama kof Fransa’yı gözlemlediği yok. Sahi horoz sembolizması tam onlara göre olmuş.

Eğer Fransa ve Almanya bir arada dururlarsa Avrupa’nın yer çekimi merkezi olarak kalırlar. Eğer Almanya ve Fransa çarpışırlarsa bu çarpışma Avrupa’nın yapısına zarar verir ve federal devletleri, bölünüp yeni ittifaklara girmeye iter.

İngiltere tarihi, coğrafi ve ekonomik nedenlerden dolayı bu denklemin dışında tutulmakta. Manş Denizi daima Britanya’nın geri çekilip Avrupa hedeflerini seçmesine imkan tanıdı. İngiltere’nin hedefi ulusal güvenliğine tehdit olarak gördüğü birleşik bir Avrupa’yı engellemek oldu her zaman. Ayrıca Fransa ve Almanya’nın yönetimi altındaki Avrupa askeri gücünü katlanılamaz gördü. İngiltere için böyle bir ittifakta küçük ortak olmak ne mantıklı ne de gerekli.

İngiltere’nin Sovyetler’i kendi başına engelleyecek veya Avrupa’da olayları düzenleyecek gücü hiçbir zaman yoktu. ABD’yle ittifak büyük emperyalist gücü görece düşük bir bedelle etkilemesine izin veriyor. Başka bir ifadeyle bir zamanların Güneş Batmayan İmparatorluğu olan Birleşik Krallığın, Birleşik Devletlere kafa tutması ancak Hugh Grant’in İngiltere Başbakanı rolünü oynadığı filmlerde olabilir.

Charles de Gaulle
Fransız-Alman ittifakının kendi sorunları var. Bugün Fransa ve Almanya arasında gerginlik yaratan iki nokta var ve bunlardan ilki ekonomik. Almanya mali açıdan Fransa’ya  oranla çok daha disiplinli, bu da konu maddi işbirliğine geldiğinde iki ülkenin ender olarak uyumlu olduğu anlamına geliyor. İkinci gerginlik savunma politikası etrafında oluşuyor. Fransızlar ve özellikle de Gaulle yanlıları, birleşik bir Avrupa’yı hep ABD’nin karşıtı olarak gördüler. Bu Avrupa için bir savunma entegrasyonu gerektirir ve kaçınılmaz olarak Fransız-Alman kontrolünde bir güç anlamına gelir.

Almanlar elbette Fransa ve Avrupa’yla ittifakın getirilerine değer veriyor ama Fransa’nın ekonomik sorunlarını çözmeye veya Amerikalılara karşı Avrupa askeri gücünün yaratılmasına hiç hevesli değiller. İlkinin yükünü, ikincisininse risklerini istemiyorlar.

Amerikalıları, gördüğümüz gibi Ruslara dair ciddi sorunlara sahipler ama Almanlar ABD’nin Rusya’yı kuşatma çabasında pay sahibi olmak istemediler. Başka bir Soğuk Savaş teşvik etmekten kaçınmaktan ziyade, Almanlar daha önce de gördüğümüz gibi enerji ihtiyaçlarının büyük bir bölümü için Rusya’ya muhtaç durumdalar. Aslında onların Rus enerjisine olan ihtiyaçları Rusların Alman parasına olan ihtiyaçlarından fazla.

Buna ek olarak, nüfus azalması yakında Almanya’nın sanayi kuruluşlarını işçi açığı olarak vuracak, yaşlanan nüfusla bu bir araya gelince ekonomik felaket için bir formül oluşmuş oluyor. Kendi nüfus azalmasıyla bile Rusya’ya taşıyarak kullanabileceği işçi fazlası olacak. Nüfusunu azalmasıyla başa çıkmanın tek yolu göçü teşvik etmek ama Avrupa’da göçler ve ulusal kimlik arasında bir anlaşmazlık söz konusu.

Eğer Almanya fabrikalarına işçi getirmek istemiyorsa fabrikalarını işçilerin olduğu yere taşıyabilir. Rusya da nüfus azalması  yaşıyor ama ana maddelere dayalı zayıf bir ekonomisi olduğundan işçi fazlalığı var, bu demek oluyor ki insanlar ya işsiz ya da iş imkanları az.

Bu arada, Fransa tüm yumurtalarını aynı sepete koymayarak kendisini Avrupa Birliği’nin yanı sına Akdeniz Birliği’ni de kurmayı düşünecek kadar hem bir Kuzey Avrupa gücü hem de Akdeniz gücü olarak konumlandırdı. Fransız düşüncesine göre bu birlik, Güney Avrupa ülkeleri, Kuzey Afrika ülkeleri, İsrail ve Türkiye’yi içermeli. Hani istemeyeceğim tek birlik de Fransa’nın liderliğindeki bu birlik olur. Tam bir curcuna olur.

Gelecek on yılda Almanya bu defa tarihi düşmanı Fransa ve Rusya’yla müttefik olarak Kuzey Avrupa Ovası’ndaki yerini yine alacak. İngiltere ABD’ye daha da fazla yaklaşacak. Eski çember ülkeleri karmaşaları çözmek için tek başlarına bırakılacaklar ama yine çevre-Doğu Avrupa- eylemlerin odağı olacak. Avrupa Birliği, avro gibi iş görmeye devam edecek ama bu kadar fazla merkezkaç gücü varken AB’nin Avrupa’nın düzenleyici ilkesi olması zor görünüyor

Komünizmin yıkılmasından beri geçen zamanda yapılan inanılmaz bir politik ihmal de ABD’nin Avrupa’ya yönelik politik bir strateji oluşturmamış olması. AB’nin ortaya çıkışı ABD tarafından hiçbir zaman bir meydan okuma olarak görülmedi, sorun yaratmayan doğal bir gelişim olarak karşılandı.

11 Eylül’e verilen Amerikan tepkisi Fransız-Alman blokuyla ilk ciddi yarığı açtığında Avrupa’da ciddi bir bölünmeyi de ortaya çıkardı. ABD Afganistan’da eline geçenden çok daha fazla direkt askeri yardım bekliyordu ve Irak savaşı için en azından siyasi koruma istiyordu. Avrupa’nın kalbi, Hollanda dışında, ABD’ye karşı çıktı. Çevre ülkelerin çoğu -özellikle denizler arası ülkeler- en azından başlangıçta ABD’ye destek verdiler. Birleşik Devletler’e destek olan ülkelerin çoğu bunu Amerikan harekatını gerçekten desteklediklerinden değil, Fransız-Alman blokundan rahatsız oldukları için yaptılar. Avrupa’nın ikinci sınıf üyeleri olmak istemiyorlardı ve ABD’yi Fransız ve Almanlara karşı iyi bir karşı ağırlık olarak görüyorlardı.

Gelecek on yılda, Amerikan bakış açısından ideal çözüm Fransız-Alman blokunu bölmek olur ve başkan bu iki ülke arasında olabildiğince büyük bir çatlak yaratmak için uğraşmalı.

Avrupa’daki bu dengeleme hareketi ABD’nin Türkiye’yle ilişkilerini geliştirmesini gerektiriyor. Türkiye’yle güçlü bir ittifak ABD’ye Karadeniz’de etki alanı sağlar ve Fransa’nın Akdeniz’de geliştirmek isteyebileceği stratejilere karşılık vermesine imkan tanır. Bu ittifaka yardım edecek bir konu da Avrupa göç politikası, Avrupalılar Türk göçünden korkmaları sebebiyle Türklerin AB’ye girişlerine engel olacaklar. Türkiye gelecek on yılda kesinlikle daha güçlü olacak ama tek başına hareket etmeye henüz hazır değil. Etrafındaki bölge fazlasıyla dengesiz ve Kafkaslar’daki Rus tehdidi onların ABD’yle güçlü ilişkiler içinde olmalarını gerektirecek. Türkler bundan pek hoşlanmayacaklar ama başka çareleri yok.

ABD bedeli ne olursa olsun, Rusya ve Avrupa yarımadası arasında coğrafi bir alaşım oluşmasını önlemeli çünkü bu, ABD’nin kontrol altında tutmakta zorlanacağı bir güç yaratır.


Gelin bu kezde Pasifikler’e açılalım. Eskinin kapalı kutusu günümüzün devine, Çin’e bakalım, Samurai’ları inceleyelim, Avustralya ile devam edip, Hindistan ile tamamlayalım.

8 Eylül 2011 Perşembe

Tasarlanmış bir imparatorluk: Amerika Birleşik Devletleri 6


Avrupa Avrupa duy sesimiziiii ...1

Hemen konuya belki de balıklama bir şekilde girmek gerekirse gelecek on yıl açısından Avrupa’nın ikilemini iki sorun oluşturuyor: Birincisi bir önceki yazıda olası tehlikesinden bahsettiğimiz yeniden doğan Rusya’yla Avrupa’nın ne tür bir ilişki içinde olacağının belirgin hale getirilmesi. İkincisi Avrupa’nın en dinamik ekonomisi olan Almanya’nın hangi rolü oynayacağının belirlenmesi. Gelin yavaş yavaş incelemeye başlayalım.

Rusya’nın paradoksu –zayıf ekonomi ve büyük askeri güç- ortadan kalkmayacak, Almanya’nın dinamizmi de öyle. Geriye kalan Avrupa devletleri bu iki güçle ilişkilerini birbirleriyle olan ilişkilerin ön koşulu olarak belirlemeliler. Bu sürecin sıkıntısı gelecek on yılda farklı  bir Avrupa’nın doğmasına neden olacak ve birleşik Devletler için büyük bir zorluk ortaya koyacak.Geçen yazıda da belirtmiş olduğum gibi bu tehlikeli yakınlaşma tüm dünya için bir zorluk ve hatta tehlike olur. İşin kötüsü olmazsa kabadayı rejiminin devam edeceği ama olur ise savaşın patlak verebileceği gerçeği. Kötünün iyisini tercih etmek gerekir diye düşünüyorum.

Önce tabii ki biraz tarih ... Her iki dünya savaşı da tekbir senaryoya göre başlatıldı: Almanya, coğrafi konumu yüzünden güvensiz olduğu için şimşek hızıyla Fransa’ya saldırdı. İki olayda da amaç Fransa’yı çabucak yenmek, sonra Rusya’yla ilgilenmekti. 1914’te Almanya Fransa’yı hızlı bir şekilde yenmeyi başaramadı, birlikleri siperlere indi ve çatışma uzatılmış bir savaşa döndü. Almanlar hem doğuda hem de batıda kendilerini Fransa, Britanya ve Rusya’yla aynı anda savaşırken buldu. Bolşevik İhtilali’nin Rusya’yı savaştan çıkartıp Almanya’yı kurtaracak gibi görünmesiyle ABD Avrupa’ya birliklerini gönderdi ve Almanya’nın emellerine ulaşmasını engelleyerek dünya sahnesinde ilk büyük rolünü oynadı. Yalnız burada dikkat çekici unsur, Almanya’nın gözü karalığı ve kaç devlete birden kafa tutabilecek gücü ve cesareti. Bundan sonraki dönemler için beni bu özellikler korkutmaya yetiyor da artıyor açıkçası.

1940’ta Almanya Fransa’yı işgal etmeyi başardı ama yine de Sovyetler Birliği’ni yenemeyeceğini keşfetti. Bunun bir nedeni ABD’nin dramatik çıkışının ikinci perdesiydi. ABD, üç yıl sonra Fransa’ya yapılan İngiliz-Amerikan işgalinin Almanya’nın çeyrek asırda ikinci kez yok edilmesine yardım ettiğini görünceye kadar Sovyetler’i savaşta tutacak yardımlar sağladı. Almanya bölünmüş ve muzafferler tarafından ele geçirilmişti. Ne diyebilirim ki imparatorluk sanatını iyi kavramış ve ona göre stratejilerini iyi uygulamışlar.

Almanya fiziksel olarak harap olmuştu ama hareketleri çok daha önemli bir şeyin yok olmasıyla sonuçlandı. 500 yıl boyunca, Avrupa dünyaya egemen olmuştu. Ağustos 1914’te başlayan kendini yok etme dalgasına kadar Avrupa, Asya ve Afrika’nın birçok bölgesini doğrudan kontrol ediyordu ve dolaylı olarak gezegenin geri kalanına hükmediyordu. Belçika ve Hollanda gibi küçük ülkeler,Kongo veya bugünkü Endonezya kadar geniş alanları kontrol altında tutabiliyorlardı. Afrika’da yaşanan katliamlardan sonrası kendi pisliklerine bakmadan bize laf etmeleri de ayrı bir utanç olsa gerek onlar için ama tabii anlayana ...

Avrupa dünya imparatorluğunun merkezi olmaktan çıkıp üçüncü bir dünya savaşının potansiyel savaş alanı olmaya geçti. Güvenli bölgeleri artık tehlikeli bir bölge.

Gelecek on yılda oynanacak oyunlar için sahneyi iki olay hazırladı. İlki on dokuzuncu yüzyıldaki birleşmesinden beri hep savaşları tetiklemiş olan Almanya’nın Avrupa’daki rolü sorunuydu. İkincisi Avrupa’nın gücünün azalmasıydı. 1960’ların sonuna geldiğinde Sovyetler Birliği dışında hiçbir Avrupa ülkesi gerçek anlamda küresel değildi. Diğerleri, ortak güçleri ABD ve Sovyetler Birliği’nin gücü altında ezilen bölgesel güçlere indirgenmişti.

Tüm Avrupa için entegrasyon, bir yanda Rus tehdidi öte yanda Birleşik Devletler’in yaptığı baskı yüzünden kaçınılmaz bir sonuçtu. Gelecek on yılın kilit konularından biri ABD’nin Avrupa’nın birleşmesini aynı şekilde görmeye devam edip etmeyeceği.

1992’de Maastricht (Maastricht, Hollanda-Almanya sınırında bulunan kesinlikle görülmesi gereken bir küçük şehir – sokakta kışın satılan sıcak kırmızı şarap şiddetle tavsiye edilir) Antlaşması Avrupa Birliği’ni resmen oluşturdu ama bu mefhum aslında eski bir Avrupa rüyasıydı. Geçmişi 1950 başlarına, liderlerinin o zamanlar bile varlığından Avrupa federasyonunun temeli olarak bahsettikleri dar bir odak alanı olan Avrupa Çelik ve Kömür Birliği’ne kadar gidiyor.

Avrupa Birliği fikrinin Soğuk Savaş’ta gelişmesi ve Soğuk Savaş’ın amacına cevap olarak ortaya çıkması rastlantısal ama son derece önemli.

Avrupa Birliği’nin iki amaca hizmet etmesi planlanıyordu. İlki, Almanya’yı Fransa’yla bir araya getirip Almanya sorununu çözmek ve savaş tehdidini azaltmak için Batı Avrupa’nın sınırlı bir federasyona katılmasıydı. İkincisi Doğu Avrupa’nın Avrupa topluluğuna tekrar girişin sağlamak için bir araç oluşturmaktı.

ABD aynı dili konuşan ama diğer konularda son derece farklı olan bağımsız ülkelerin yarattığı bir federasyondu.

Avrupa Birliği’ndeyse konfederasyon modeli tam tersine hala yerinde duruyor ve her ulus devletin egemenliği kendisinde. En temel öncelikler düzeyinde bile Avrupa Birliği otorite iddialarına ve fedakarlık talep etme hakkına ciddi sınırlar koyuyor. Bu birlik yine de ilginç çünkü bütün Avrupa onun parçası değil. Bazı üyeleri aynı para birimini paylaşıyor; diğerleri paylaşamıyor. Birleşik savunma politikası olmadığı gibi, Avrupa ordusu da yok. Dahası, her devletin kendi tarihi, eşsiz kimliği var ve fedakarlık fikrine karşı bireysel yaklaşımları var.

Yani özetle hiçbir şekilde Avrupa Birliği’nin ideallerini korumak için savaşıp ölmeyi teşvik edecek bir temel veya ilham verici bir söylem yok.

Önümüzdeki on yıla bakarsak Almanya’yı engellemek için kurulan hassas dengenin Almanya istediğinden değil, şartla öyle gerektirdiği için dağıldığını görürüz.

Ayrışma 2008 krizinde başladı. 2008 ekonomik krizi vurunca Almanya da başkaları gibi hasar gördü ama ekonomisi şoka dayanacak kadar güçlüydü. İlk yıkım dalgası en şiddetli olarak Sovyet egemenliğinden yeni çıkmış Doğu Avrupa’da hissedildi. O ülkelerin çoğunun bankacılık sistemi Batı Avrupa’da hissedildi. O ülkelerin çoğunun bankacılık sistemi Batı Avrupa ülkelerinde kurulmuş veya bu ülkeler tarafından, özellikle Avusturya, İsveç, İtalya ve aynı zamanda bazı Alman bankalarınca satın alınmıştı. Çek Cumhuriyeti’nde bankacılık sistemi yüzde 96 oranında diğer Avrupa ülkelerine aitti. Avrupa Birliği’nin bu ülkelerin çoğunu kabul ettiği düşünülürse –Çek Cumhuriyeti, Polonya, Slovakya, Macaristan, Romanya, Bulgaristan ayrıca Baltık ulus devletleri olan Letonya, Litvanya ve Estonya- bundan rahatsızlık duyulması için bir neden yok gibiydi. Ama Avrupa Birliği’nin parçası oldukları halde, bu Doğu Avrupa ülkelerinin kendi para birimleri vardı. Bu para birimlerinin değeri sadece avrodan düşük değildi, aynı zamanda faiz oranları da daha yüksekti.

Kendi finans sistemini kontrol etmeyen bir ülke egemenliğini kaybetme yolunda büyük yol kat etmiş demektir. Bu, Avrupa Birliği’nin gelecekteki sorununa işaret ediyor. Almanya gibi daha güçlü ülkeler ekonomik kriz sırasında egemenliklerini koruyup güçlendirdiler, daha zayıf devletler egemenliklerinin azaldığını gördüler. Gelecek on yılda bu dengesizliğe çözüm bulunması gerekecek.

2008 krizindeki bu fikir ayrılığı Avrupa’nın tek bir ülke olmaktan ne kadar uzak olduğunu gerçeğine dikkatleri çekti. Eğer Almanya kurtarma operasyonu isteseydi Avrupa buna uyardı.

1993’teki kuruluşundan 2008’e kadar Avrupa Birliği, emsalsiz bir refahın tadını çıkarttı ve bu refah tamamen çözümlenmemiş sorunları bir süreliğine bastırdı. Politik bir birliğin ölçüsü rekabeti ele alış tarzına bağlıdır.

2008 kriziyle beraber bütün halledilmemiş sorunlar ve onlarla beraber federasyonun yok etmeye niyetlendiği milliyetçilik ortaya çıktı. Almanların büyük çoğunluğu Yunanistan’a yardıma karşı çıktı. Yunanlıların çoğunluğu AB şartlarına boyun eğmektense iflas etmeyi tercih etti ki bunları Almanya’nın şartları olarak görüyorlardı.

Peki önümüzdeki 10 yılda Avrupa’da neler olacak, neler yaşanacak? Birlik dağılacak mı? Yoksa çoktan dağıldı da yalnızca ismi mi kaldı? Almanya – Fransa dikleşmesi/zıtlaşması olacak mı? Kim kazançlı çıkacak? Tüm bunlara karşı denge de denge diye tutturan Birleşik Devletler neler yapacak?Bizim bu ortamdaki yerimiz neresi ve ne olacak?

Çok klişe olacak ama hepsinin ve daha fazlasının cevabını bir sonraki yazıda bulmaya çalışacağız.

Beklerim efendim ...

5 Eylül 2011 Pazartesi

Tasarlanmış bir imparatorluk: Amerika Birleşik Devletleri 5


Rusya’nın dönüşü

Perestroyka, Rusça bilmeyenler için Yeniden Yapılanma :-)  1980'li yıllarda Margret Teacher’ın televizyona çıkıp, SSCB’ni yıktığı için Gorbaçov’a teşekkür ettiğini hatırlıyorum. Sözde ekonomik ve siyasi bir reform hareketi idi. Belki iyi niyetliydi ama 2 kutuplu dünyadan tek kutba inmesine ve birilerinin kabadayı olmasına neden olmuştu. Mihail Gorbaçov tarafından desteklenmiş ve teşvik edilmişti.  Amaç ekonomiyi biraz serbestleştirmek, hantallıktan kurtulmak, kar amaçlı üretim ve refahı arttırmak yoluyla, devletin bütünlüğünü korumaya çalışmaktı ama sonuçta devletin parçalanmasıyla bir son bulmuştu.

Glasnost ise bir anlamda fikir ve ifade özgürlüğü idi. Ekonomik politikaların bütününe verilen addı. Çernobil faciası sonrası toplum ile devletin barışmasıydı. Herkese söz hakkı tanınmasıydı. Asıl amaç ise ortodoks komünist partisi üyelerinden kurtulabilmekti.Kurtuldular hem de ne kurtulma. Ortada toz bile kalmadı.

Önce Perestroyka başarısız oldu, hemen ardından Glasnost patladı ve bir blok, bir kutup hemen ardından yok oldu.

1990’larda SSCB’nin çöküşü, çarların bir araya getirdiği ve komünistlerin bir arada tuttuğu geniş imparatorluğu parçalayarak, 1989’da sahip olduğu  bölgenin bir bölümünü Moskova’nın kontrolüne bıraktı. İmparatorluğun çekirdek bölgesi Moskova Knezliği bölgesi (ve Sibirya) Rusya’nın elinde kalan tek yerdi. Çekirdeği kaldığı sürece, oyun bitmiş sayılmazdı. Ve doğal olarak bitmedi de ...

Rusya ayrılan bölgeler ve ekonomi yıkımı yaşarken, Birleşik Devletler kalan tek küresel güç olarak ortaya çıktı. Gezegeni üstünkörü, neredeyse üşengeç bir şekilde yönetebiliyordu. Ama Sovyetler’in yıkılışı ABD’ye eski rakiplerinin kalbine kazık çakıp yerde kalmasını sağlayacak darbeyi indirmesi için sadece kısıtlı bir zaman vermişti. Bu arogan üslup nedeniyle hani bir şey gizlemeden fikrini söylediği için takdir mi etmeliyim, yoksa sahip olduğu içindeki bu kötülük için üzülmeli miyim bilemedim ama bu cümlenin beni rahatsız ettiği gerçeğini de belirtmeliyim. ABD, Rus sistemine baskı uygulayabilirdi. Bunu yapmak için ayrılıkçıları destekleyebilir veya ekonomik baskı yapabilirdi.

O zamanlar, Rusya’nın bu keşmekeşten nesiller boyunca çıkamayacağı düşünüldüğü için bu çabanın lüzumu yokmuş gibi görünüyordu. Rus gücünden kalanları yok etmek bile gerekli görülmedi çünkü ABD arzu ettiği bölgesel güç dengesini, NATO’yu ve ittifak sistemini doğuya doğru genişleterek elde edebilirdi.

NATO’nun kapısına kadar gelmesiyle, Ruslar doğal olarak tedirgin oldular.25 Nisan 2005’teki ulusa seslenişinde, Putin Sovyetler Birliği’nin düşüşünün “yüzyılın en harika jeopolitik felaketi” olduğunu söyledi.

Bu, düşüşün bazı sonuçlarını geri çevirmek niyetinde olduğunu resmi bir şekilde açıklayışıydı. Rusya artık küresel bir güç olmasa bile, bölgede –Birleşik Devletler’in yokluğunda- fazlasıyla güçlüydü. Irak ve Afganistan’daki savaşları düşünürsek ABD artık yoktu.

Bunun ışığında Putin silahlı kuvvetlerinin imkanlarını geliştirmek için kollarını sıvadı. Ayrıca ticaret mallarının ihracatından sağlanan gelirleri artırarak rejimini daha da güçlendirmek için de harekete geçti.

ABD çok yavaş hareket ederek Irak’ta stratejik dengesini kaybederken Rusların dengelerini bulmalarına izin verdi. Gücünü Rusya çevresine odaklandırıp kuşatma sistemini yerleştirmesi gerektiği anda ABD’nin orduları başka yerdeydi ve Avrupa’daki ittifakları anlamlı olmayacak kadar zayıftı. Böyle yanlış adımları ve kaçan fırsatları önlemek için Amerikan başkanı gelecek on yılda yeni ve tutarlı bir strateji yaratmak zorunda olacak.

Uzun vadede, Rusya zayıf bir ülke. Ben buna katılmıyorum. Farklı iş birlikleriyle çok çabuk güçlenebilir diye düşünüyorum. Putin’in enerji üretimine ve ihracata odaklanması muhteşem bir kısa vadeli araç ama sadece büyük bir ekonomik genişleme için temel oluşturuyorsa işe yarar. Bu daha geniş amaca ulaşmak içinse Rusya’nın  altta yatan  yapısal zayıflığına çözüm bulması gerekir. Ama bu zayıflıklar coğrafi sorunlara kök salmış ve kolayca üstesinden gelinemeyecek durumdalar. Rus nüfusunun azalıyor oluşunu da bir kenara bırakalım, şu anki nüfus dağılımı modern ekonomiyi veya etkili yiyecek dağıtımını imkansızlaştırmasa bile çok zor kılıyor.

Rusya hep ekonomisini aşan bir askeri güç oluşturdu ama bunu sonsuza dek yapamaz. Rusya kısa vadede Almanya’nın Rus enerjisine bağımlılığının ve ABD’nin Orta Doğu’da dikkatinin dağılmasının getirdiği çifte avantajdan yararlanmaya odaklanmalı. Ekonomik sınırlamalar karşısında ayakta durabilecek -bazısı yerel, bazısı yabancı- kalıcı altyapılar kurmaya gayret etmeli.

Gelecek yıllarda manevra yapma şansı olması için, Rusya’nın ABD’yi Avrupa’dan ayırması gerekir. Aynı zamanda ABD’nin Irak, Afganistan ve mümkünse İran’da sıkışıp kalması için elinden gelen her şeyi yapacak. Ruslara göre ABD –cihatçılar savaşı Vietnam gibi: Rusya’yı ABD ordusuyla uğraşma derdinden kurtarıyor ve bu aynı zamanda İran gibi ülkelere yaptırımlar uygulaması için ABD’nin Rus iş birliğine bağımlı kalmasına neden oluyor. Ruslar ABD karşıtı gruplara ve İran, Suriye gibi ülkelere silah göndermekle tehdit ederek Amerikalılarla sonsuza dek oynayabilir. Bu, ABD’yi Rusları ikna etmeye çalışarak olduğu yere kilitler, oysa Rusların tek istediği Amerikalıların kalıcı olarak savaşta sıkışmaları.

Gelecek on yılda Birleşik Devletler’in Rus-Alman anlaşmasına vereceği karşılık yirminci yüzyıldakiyle aynı olmalı. ABD bir Rus-Alman anlaşmasını önlemek ve Rusya’nın etki alanının Avrupa üstünde yaratabileceği sonuçları sınırlamak için elinden gelen her şeyi yapmalı çünkü askeri anlamda güçlü bir Rusya’nın varlığı Avrupa’nın tutumunu değiştiriyor.

Rusya eski Sovyetler Birliği ülkeleri üstündeki hakimiyetini yeniden yapılandırıp güçlendirirken birçok ülkeyi yanına almayı başarabilir. Başlarda ilişki her ne kadar resmiyet dışı olsa da zamanla daha sağlam bir yapıya dönüşecektir çünkü parçalar birbirine başka türlü olamayacak kadar iyi oturuyor. Bu sadece bölgesel değil aynı zamanda küresel güç dengesinde de temel bir değişim yaratır ve sonuçları son derece belirsiz olacak şekilde ABD-Avrupa ilişkileri tarihini yeniden şekillendirir.

Avrupalılar Amerikalılarla ilişkilerini azaltabilir, Ruslarla yeni ve daha avantajlı bir ilişki kurabilir ve yine de stratejik tamponlardan güvenlik politikası olarak yararlanabilirler. Bu ABD için büyük bir risk oluşturur. Gerçekten de bu birliktelik çok güçlü bir birliktelik olur ki bu bizi 3.Dünya savaşına kadar götürür. Almanya’nın dünya savaşı çıkarma konusunda ki özelliğini de düşünecek olursak ve bu gruba Çin’in, İran’nın, ve bu ilkelerin uydularının katılımlarıyla, tam bir dünya gruplaşması sağlanmış olur. Türkiye ne mi yapar? Bilemiyorum ama iki tarafta da yer alması mümkün. Dilerim böyle bir yakınlaşma hiç olmaz.

Polonyalılar hem Almanya hem de Rusya’yla sınırları olup Fransız Atlas kıyısından Rusya’da St. Petersburg’a kadar uzanan Kuzey Avrupa ovalarına sahip oldukları için bulundukları yerin stratejik önemi sebebiyle acı çektiler. Gerçekten de hep ezildiler. Ama Viyana’yı onlar yüzünden alamadığımız düşünülecek olursa neyse yine de bu fikirde olmamalıyım.

İki taraftan da savunmasız olan Polonya’nın Almanlar ve Ruslar neye karar verirse ona uymaktan başka çaresi pek olmayacak. Bu da ABD için bir felaket demektir. Polonya tarihi olarak hem Almanya’nın hem de Rusya’nın tekerine sokulan çomak. Orada sıkıca durmasını sağlamak Amerika’nın çıkarına olur.

ABD’nin acilen Polonya’ya ihtiyacı var çünkü Almanya ve Rusya arasındaki ittifakı dengeleme stratejisi için başka seçenek yok. Gerçekten de zor bir durum. İlk savaşta göz göre göre yine birçok kayıplar verecekleri kesin gibi.

Obama yönetimi işbaşına gelince liderleri Ruslarla ilişkileri “yeniden başlatmak” istediler. Ruslar Soğuk Savaş saldırganlıklarına geri dönmeye niyetleri olmadığını ama işlerin  sadece balistik füze savunma sisteminin Polonya’dan çıkartılması durumunda ileriye gidebileceğini belirttiler. Polonyalılar o sistemi Amerikalıların onlara taahhüdü olarak görüyorlardı. Aslında bu füze sistemi Polonya’yı hiçbir şeyden korumuyordu, aksine onu hedef haline getirmesi daha olasıydı.

Rus sınırının kuzeye kaymasıyla ortaya 3 tarihi devlet olan Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan çıkarken Türkiye’nin sınırları sabit kaldı. ABD için, Rus kademesinin nerede olduğu önemli değil, Kafkaslar’da bir yerlerde olduğu sürece fark etmiyor. Tek felaket sonuç Rusya’nın Türkiye’yi işgal etmesi olurdu ama böyle bir şey düşünülemez. Rus-Türk ittifakı daha gerçekçi bir tehlike.

Türkiye ve Rusya tarihi rakipler. Karadeniz kıyılarında iki imparatorluk, ikisi de Balkanlar’da ve Kafkaslar’da karşı karşıya gelmiş. Daha da önemlisi, Ruslar İstanbul Boğazı’nı Akdeniz’e kapalı çıkış kapıları olarak görüyorlar.

Türkiye gelecek on yılda -özellikle de Rus petrolüne bağımlı olursa- Ruslarla işbirliği yapabilir ama Kafkaslar’daki sınırlarını güneye doğru değiştirmesi veya boğazı herhangi bir şekilde terk etmesi kesinlikle imkansız. Türkiye sadece varlığıyla bile Rusya’ya karşı ABD çıkarlarına hizmet ediyor. Ne büyük bir saadet! Üstü sakal altı bıyık diye buna denir herhalde. Rusların Kafkaslar’ın neresinde durduruldukları konusunda ABD’nin özel bir tercihi olmadığına göre, Gürcistan’a büyük vaatlerde bulunması anlamsız. Gürcistan ABD için az getirisi olan bir yük. Yani Gürcistan’daki ABD stratejisi ortadan kalkmalı. İşte bu belki birçoğuna gerçekçilik gelecek olan arogan üslup beni çok rahatsız ediyor. Heyyy orası da bir ülke. Orada da yaşayan, hayal kuran, seven, üzülen, gülen, dans eden, kitap okuyan, düşünen, insanlar var. Eşya gibi anılmayı hiç haketmiyorlar.

Ermenistan bir Rus müttefiki. Gürcistan’ın güçlü bir ekonomik temeli yok ama Azerbaycan’ın ekonomik kaynakları var ve Amerikan operasyonları için bir platform oluşturabilir. Gelecek on yılda bir geri çekilme stratejisi ve bir de yeniden ittifak kurma stratejisi olmalı. İkisi de yapılabilir. Ama şu andaki strateji uygulanamaz.

Rusya ABD’nin küresel konumunu tehdit etmiyor ama Avrupa ve özellikle Almanya’yla da işbirliği yapma ihtimali on yılın en önemli tehdidini oluşturuyor. Daha tomurcukken kopartılması gereken, uzun vadeli bir tehdit bu. Yine aynı rahatsız edici ton.

Almanya dedik, gelin Avrupa’ya daha yakından bakalım. Sahi böyle bir yakınlaşma, dünyamızı kutuplaşmaya götürebilir mi? Avrupa Birliği kalacak mı? Bizim için bu klübe girmek mi daha iyi olur girmemek mi? Önümüzdeki yazıda cevaplar bulmaya çalışacağız.

Bekleriz efendim ...