Blog tutmaya ilk karar verdiğim zaman gidip bu konuyu eşime açmış ve tavsiyede bulunmasını istemiştim. O da bana hiç düşünmeden blogspot.com’u tavsiye etmişti. Hatta ilk başlarda formatı beraber de hazırlayacaktık ama benim önceliklerimin onun önceliklerinin önüne geçmemesine sinirlenerekten takip ettiğiniz bu primitif formatı tek başıma dizayn etmek durumunda kaldım. Tartışma olmasaydı kim bilir nasıl olurdu diye zaman zaman düşünüyor olsam da kendi formatımla aramda zaman içerisinde bir bağlanma yaşanmadığını da söyleyemem. Bugün artık ne gelişmiş sayfalar sunulursa sunulsun ben kendi basit ve yalın sayfamdan vazgeçmem.
Bu işlere biraz daha merak sarınca eşimin tavsiye ettiği site konusunda garantiye oynadığını da anlamış oldum. Blogspot, Türkçe 4 milyondan fazla sayfası bulunan Google’ın ücretsiz blog servisiydi. Sahibi başlı başına bir devdi. Kullanımı da oldukça yaygın ve kolaydı. Nereden bilebilirdi ki Digiturk’ün şikayeti üzerine kapatılacağını ve benim yazılarımın bu şekilde sekteye uğrayacağını. Bildiğiniz ve takip ettiğiniz üzere Digiturk’ün özellikle dizi ve maç yayınlarındaki telif ile yayın haklarını gerekçe göstererek, Mahkemeden ‘kapatma kararı’ aldırdı. Digiturk kendi adına haklı gibi görünse de yine de böyle bir kapatma kararı ile yasakçı bir zihniyete bürünmemeliydi. Evimde hem Lig TV var ve hem de Digiturk Plus. İtiraf etmeliyim ki bu Digiturk yapılanması benim kendi TV dünyamda bir çığır açmıştır. Ben oldukça ama oldukça başarılı da buluyorum ama aldığı bu karar ve uyguladığı bu strateji oldukça yanlıştı. Kurunun yanında yaşlarda yandı ki bu sempati beslediğim kuruma hiç yakışmadı. Dedim ya kendi bakış açılarından haklılar ama teknolojik başka bir çözüm bulup bizleri mağdur etmemeliydiler.
Diğer taraftan ben bir Galatasaray taraftarıyım ve bu sene bizim takımı, başkanını ve başkanın adamlarını seyretmek bana yalnızca acı vermekte.
Bu iki durum birleşince alınamaz denen kararın da alınma zamanı gelmiş oldu ve geçenlerde Lig TV üyeliğimizi sonlardık. Önce hiçbir şey hissetmedim. Hatta nedenini sordukları zaman bu iki olayı neden olarak söyleyince mutlu olup kendimle gururlandım bile. Oğlumla daha çok zaman geçireceğim için de ayrıca mutluydum. Aslında son zamanlarda oğlum maç yayınlarında Gooool diye bağırıp, elini yukarıya doğru kaldırmaya başlamıştı. Benim heyecanıma bir nevi ortak oluyordu ve bu beni çok mutlu ediyordu. Başka kanallardan da maç seyrederekten aynı paylaşımda bulunabiliriz diye bu düşüncelerimi, savuşturup, kendimi sonrasında başarılı bir şekilde avutmaya başardım. Cuma maç saati gelene kadar her şey yolundaydı. Ne zaman ki maç başladı ve ben izleyemedim, içimdeki boşluk büyüyüp yerini acıya bıraktı. Meğer ne kadar zormuş yılların alışkanlığını sonlandırmak. Eskiden ve alışılagelenden vazgeçmek her zaman kolay olmuyordu.
Bu arada hazır değişikliklerden bahsediyorken çok yakın bir zamanda salonda bulunan halıyı da değiştireceğimizi söylemeliyim. Normalde bu proje eşimin projesi. Ben ise bu projeye dışarıdan destek veriyorum. Ama aslında ben alenen onun projesine angaje olmaya çalışıyorum çünkü eşimle halı zevklerimiz hiç uyuşmamakta. Koltuk projesi maalesef benim projemdi ve çok başarılı olmadı. Hoş geçen günlere göre daha bir rahat gelmeye başladı ama geçen günkü yazımdan sonra içimde eski koltuklara karşı oluşmuş kara, simsiyah bir pişmanlık bulunmakta. Her oturduğumda onları hatırlamaya başlıyorum.
Koltuk konusundaki bu gelgitlerim sonrasında eşim de işi sıkı tutuyor ve beni dışarıda bırakmak istiyor. Zaman zaman örnek ve bana göre çok kötü fotoğraflar gösterse de genel de bu projede karanlıkta bırakılıyorum. Benim en baştan beri tercihim Afgan halıları. Eşim ise bunları gereksiz pahalı buluyor. Bir uzlaşma illaki olacak ama şimdilik soğuk hatta gizli bir savaş devam etmekte. Biliyorsunuz yatılı bakıcı konusunda da çekişmemiz onun haberi olmasa da devam etmekte. Sizleri sonra bu iki konuda da bilgilendireceğim.
Bu yazıya konu olan üçüncü değişiklik ise 10 haftalık Öykü Atölyesi ile ilgili. Ben devam etmeme kararı aldım. Nedeni ise bu kursta aradığımı bulamadım. Aslında aradığım neydi onu ben de bilemiyorum ama kesin olan oradakiler değildi. Bana zaman kaybı gibi geliyor düşüncesinden bir türlü kurtulamadım. Ayaklarım ikinci dersten sonra hep geri geri gitti. Artık gitmeme kararı aldılar ve ben onları çok da zorlamak istemiyorum. Kararlarına saygı göstermek bu sıralar işime geliyor.
Uzun zamandır yalnızca kendime ait bir şey yapmamıştım ve o yönden keyifli gelmesini bekliyordum ama gelmedi. Hatta her eve dönüşümde oğlumu az gördüm diye pişmanlık bile hissettim. Sonra bu pişmanlık ile bana kattıklarını karşılaştırdım ve gitmemeye karar verdim.
Kendimi birden eşim karşısında gibi hissettim. Ona da böyle uzun açıklamalar yapma ihtiyacı duymuştum da... Bana kibarca verilen parayı hatırlatıp iştahımı neden bilmem, kel alaka bir şekilde maymunlarınkine benzetti. Düzeyli bir konuşma oldu. Her geçen gün birbirimize biraz daha çok alışıyoruz sanırım.
Kursa gitmemenin açığını ise kitap okuyarak kapatacağım. Gitmeme kararı verdiğim gün Idefix’ten Kafka’dan dört adet, Jean Paul Sartre’dan iki adet, Andre Gide’den, Gustave Flaubert’den, Guy de Maupassant’dan ve Albert Camus’den birer adet olmak üzere toplamda on adet kitap siparişinde bulundum. Bunları ne zaman okuyacağımı henüz ve tam olarak bilememekle beraber, sipariş aşamasının son derece keyifli geçtiğini söyleyebilirim.
Evde değişiklikler son hızıyla devam etmekte. Umarım ki bu değişiklikler esnasındaki heyecanımızı, tüm hayatımıza yaymaya başarabiliriz.
Dilerim ki başımıza gelen tüm yenilik ve değişiklikler, hayatlarımızın çok daha renkli olmasını sağlarlar. Şans perileriniz hep yanınızda olsun!