Bu Blogda Ara

29 Mart 2011 Salı

Evimizdeki değişiklikler 3 - Muhtelif: Lig TV, Halı ve Öykü Atölyesi

Blog tutmaya ilk karar verdiğim zaman gidip bu konuyu eşime açmış ve tavsiyede bulunmasını istemiştim. O da bana hiç düşünmeden blogspot.com’u tavsiye etmişti. Hatta ilk başlarda formatı beraber de hazırlayacaktık ama benim önceliklerimin onun önceliklerinin önüne geçmemesine sinirlenerekten takip ettiğiniz bu primitif formatı tek başıma dizayn etmek durumunda kaldım. Tartışma olmasaydı kim bilir nasıl olurdu diye zaman zaman düşünüyor olsam da kendi formatımla aramda zaman içerisinde bir bağlanma yaşanmadığını da söyleyemem. Bugün artık ne gelişmiş sayfalar sunulursa sunulsun ben kendi basit ve yalın sayfamdan vazgeçmem.

Bu işlere biraz daha merak sarınca eşimin tavsiye ettiği site konusunda garantiye oynadığını da anlamış oldum. Blogspot, Türkçe 4 milyondan fazla sayfası bulunan Google’ın ücretsiz blog servisiydi. Sahibi başlı başına bir devdi. Kullanımı da oldukça yaygın ve kolaydı. Nereden bilebilirdi ki Digiturk’ün şikayeti üzerine kapatılacağını ve benim yazılarımın bu şekilde sekteye uğrayacağını. Bildiğiniz ve takip ettiğiniz üzere Digiturk’ün özellikle dizi ve maç yayınlarındaki telif ile yayın haklarını gerekçe göstererek, Mahkemeden ‘kapatma kararı’ aldırdı. Digiturk kendi adına haklı gibi görünse de yine de böyle bir kapatma kararı ile yasakçı bir zihniyete bürünmemeliydi. Evimde hem Lig TV var ve hem de Digiturk Plus. İtiraf etmeliyim ki bu Digiturk yapılanması benim kendi TV dünyamda bir çığır açmıştır. Ben oldukça ama oldukça başarılı da buluyorum ama aldığı bu karar ve uyguladığı bu strateji oldukça yanlıştı. Kurunun yanında yaşlarda yandı ki bu sempati beslediğim kuruma hiç yakışmadı. Dedim ya kendi bakış açılarından haklılar ama teknolojik başka bir çözüm bulup bizleri mağdur etmemeliydiler.

Diğer taraftan ben bir Galatasaray taraftarıyım ve bu sene bizim takımı, başkanını ve başkanın adamlarını seyretmek bana yalnızca acı vermekte.

Bu iki durum birleşince alınamaz denen  kararın da alınma zamanı gelmiş oldu ve geçenlerde Lig TV üyeliğimizi sonlardık. Önce hiçbir şey hissetmedim. Hatta nedenini sordukları zaman bu iki olayı neden olarak söyleyince mutlu olup kendimle gururlandım bile. Oğlumla daha çok zaman geçireceğim için de ayrıca mutluydum. Aslında son zamanlarda oğlum maç yayınlarında Gooool diye bağırıp, elini yukarıya doğru kaldırmaya başlamıştı. Benim heyecanıma bir nevi ortak oluyordu ve bu beni çok mutlu ediyordu. Başka kanallardan da maç seyrederekten aynı paylaşımda bulunabiliriz diye bu düşüncelerimi, savuşturup, kendimi sonrasında başarılı bir şekilde avutmaya başardım. Cuma maç saati gelene kadar her şey yolundaydı. Ne zaman ki maç başladı ve ben izleyemedim, içimdeki boşluk büyüyüp yerini acıya bıraktı. Meğer ne kadar zormuş yılların alışkanlığını sonlandırmak. Eskiden ve alışılagelenden vazgeçmek her zaman kolay olmuyordu.

Bu arada hazır değişikliklerden bahsediyorken çok yakın bir zamanda salonda bulunan halıyı da değiştireceğimizi söylemeliyim. Normalde bu proje eşimin projesi. Ben ise bu projeye dışarıdan destek veriyorum. Ama aslında ben alenen onun projesine angaje olmaya çalışıyorum çünkü eşimle halı zevklerimiz hiç uyuşmamakta. Koltuk projesi maalesef benim projemdi ve çok başarılı olmadı. Hoş geçen günlere göre daha bir rahat gelmeye başladı ama geçen günkü yazımdan sonra içimde eski koltuklara karşı oluşmuş kara, simsiyah bir pişmanlık bulunmakta. Her oturduğumda onları hatırlamaya başlıyorum.

Koltuk konusundaki bu gelgitlerim sonrasında eşim de işi sıkı tutuyor ve beni dışarıda bırakmak istiyor. Zaman zaman örnek ve bana göre çok kötü fotoğraflar gösterse de genel de bu projede karanlıkta bırakılıyorum. Benim en baştan beri tercihim Afgan halıları. Eşim ise bunları gereksiz pahalı buluyor. Bir uzlaşma illaki olacak ama şimdilik soğuk hatta gizli bir savaş devam etmekte. Biliyorsunuz yatılı bakıcı konusunda da çekişmemiz onun haberi olmasa da devam etmekte. Sizleri sonra bu iki konuda da bilgilendireceğim.

Bu yazıya konu olan üçüncü değişiklik ise 10 haftalık Öykü Atölyesi ile ilgili. Ben devam etmeme kararı aldım. Nedeni ise bu kursta aradığımı bulamadım. Aslında aradığım neydi onu ben de bilemiyorum ama kesin olan oradakiler değildi. Bana zaman kaybı gibi geliyor düşüncesinden bir türlü kurtulamadım. Ayaklarım ikinci dersten sonra hep geri geri gitti. Artık gitmeme kararı aldılar ve ben onları çok da zorlamak istemiyorum. Kararlarına saygı göstermek bu sıralar işime geliyor.

Uzun zamandır yalnızca kendime ait bir şey yapmamıştım ve o yönden keyifli gelmesini bekliyordum ama gelmedi. Hatta her eve dönüşümde oğlumu az gördüm diye pişmanlık bile hissettim. Sonra bu pişmanlık ile bana kattıklarını karşılaştırdım ve gitmemeye karar verdim.

Kendimi birden eşim karşısında gibi hissettim. Ona da böyle uzun açıklamalar yapma ihtiyacı duymuştum da... Bana kibarca verilen parayı hatırlatıp iştahımı neden bilmem, kel alaka bir şekilde maymunlarınkine benzetti. Düzeyli bir konuşma oldu. Her geçen gün birbirimize biraz daha çok alışıyoruz sanırım.

Kursa gitmemenin açığını ise kitap okuyarak kapatacağım. Gitmeme kararı verdiğim gün Idefix’ten Kafka’dan dört adet, Jean Paul Sartre’dan iki adet, Andre Gide’den, Gustave Flaubert’den, Guy de Maupassant’dan ve Albert Camus’den birer adet olmak üzere toplamda on adet kitap siparişinde bulundum. Bunları ne zaman okuyacağımı henüz ve tam olarak bilememekle beraber, sipariş aşamasının son derece keyifli geçtiğini söyleyebilirim.

Evde değişiklikler son hızıyla devam etmekte. Umarım ki bu değişiklikler esnasındaki heyecanımızı, tüm hayatımıza yaymaya başarabiliriz.

Dilerim ki başımıza gelen tüm yenilik ve değişiklikler, hayatlarımızın çok daha renkli olmasını sağlarlar. Şans perileriniz hep yanınızda olsun!

18 Mart 2011 Cuma

Evimizdeki değişiklikler 2 - Bir koltuğun hazin hikayesi

Soğuk bir kış sabahında, sıcacık alışık olduğumuz evimizden, kiraladığımız yeni evimize taşınırken, neredeyse sevmediğimiz tüm eşyaları beraberimizde getirmiştik. Alımı için saatler, büyük emekler ve bolca paralar harcadığımız, tüm yapım aşamalarında bulunduğumuz, biz de anısı olan tüm eşyaları geride bırakmıştık. Geçen yazımı takip edenlerin hatırlayacağı üzere kütüphane, bende bıraktığı hüzün ve özlem adına, bu eşyaların belki de en başında gelenlerindendi.

Bizde ne yazık ki 2 adet vardı :-(
Yanımızda götürdüğümüz eşyalardan bizde olumsuz anlamda en çok iz bırakmış olanı ise, koltuk takımımızdı. Sevdiğin insanla evlenecek olmanın verdiği mutluluk ve heyecan dalgasından körleşmiş olan gözlerimiz ve sulanmış olan beynimizden olsa gerek, zamanında gidip bu süper ürünü seçmiştik. Yanlış bir seçimdi: Bordo renkli, kalın kadife fitilli müthiş koltuklar. Birer zevsizlik örneği dev bir oturma grubu. İlk oturduğumuz evin salonunu öyle bir kaplamışlardı ki salonun her yerine, yere inmeden, oturma grubunun üzerinden ulaşabiliyorduk. 

Satıldıkları yerden önce bizim eve getirildiler. Yaklaşık bir buçuk sene bulundukları yerden kıpırdamadılar çünkü kıpırdayamayacak kadar ağır ve hantaldılar. Bizim için o dönemde önemli olan tek birşey vardı o da yattığın yerden televizyonun rahat ama çok rahat izlenebilmesiydi. Açıkçası ikimizin de bu yönden keyfi yerindeydi. Sonra yurtdışı maceramız başladı. Bu süre içerisinde, iki yıl boyunca bir depoda, kimbilir hangi kötü şartlarda, bizlerin dönüşünü beklediler. Bu sadık bekleyişe kayıtsız kalamazdık. Dönüşümüz sonrasında yeni evimizde yeni yerlerini aldılar. Yeni evin yeniliği, heyecanı ve yine diğer yeni alınan eşyalar arasında onlar çok da dikkat çekmediler ve kaldığımız süre içerisinde bizlerle olmaya devam ettiler. Bugün oturduğumuz eve taşınırken yine bizimle beraber geldiler. Bu yeni dönemde yeni herşeyden ayrılıp, tüm eskilerle bir araya gelmenin travmasını bir yerlerden ya da birşeyler çıkarmalıydık. Koltuklar gözden kaçamayacak kadar büyüktüler ve biz onları kolayca farkettik. Tüm hayal kırıklıklarımızı koltuklardan çıkarmaya başladık. Salonun küçük ve kötü gözükmesinin ana nedeni bulunmuştu.

Kötü bir tesadüf eseri, bir arkadaşımızın artık koltukları değiştirsenize demesiyle de yaşanan tüm olumsuz şeyleri bu koltuklara yüklemeye başladık.  Günah geçisini bulmuştuk ve iyice yüklenmeye başladık. Yılların sadakatini, hizmetlerinin karşılığını hergün aşağlanarak almaya başladılar. Sesleri çıkmıyor, hizmetlerine devam ediyorlardı. Gün içerisinde üzerlerine oturuluyor, bazalarına eşyalar depolanıyor, akşamları da gerektiğinde açıp yatak olarak kullanılıyorlardı. Bir yandan sonuna kadar herşeylerinden istifade ederken bir yandan hakaretler yağdırıyorduk. 3’lü koltuğumuza estetikten yoksun hantal bir yığınsın diye çemkiriyorduk üstelik 2 kişilik eşinin hemen yanında olduğuna aldırış bile etmeden. 

Tüm bunları yazarken birden çok üzüldüğümü farkettim. Meğer ne kadar da kötü insanlarmışız. Hayır ben koltuğumu seviyorum.

Sonra yeni koltuk arayışlarımız başladı. Öğle aralarında, işten erken çıktığımız akşam üzerlerinde, hafta sonlarında, evde olduğumuz zamanlarda ise internet üzerinden sürekli ve amansızca aramaya devam ettik. Birçok yer gezip birçok koltuğa oturduk. Sonunda bir tane 3’lü ve bir tane 2’li beğendik. Mevcut yılların koltuklarının duygularını düşünmeden ve zaman kaybetmeden yeni koltukları sipariş ettik.

IKEA Ektorp
Geçen gün evimize nakledildiler. Şıkır şıkır, pırıl pırıl, bol makyajlı ve şımarık bir şekilde evimizde boy gösterdiler. Eski koltuklarımıza acıyarak ve büyük bir ego patlaması içerisinde göz süzdüler. Onlarla temas etmeye bile tahammülleri yoktu, kirlenebilirlerdi. Eski koltuklarımız ise büyük bir hoşgörü, nezaket ve anlayış içerisinde kendi sonlarını beklediler. Bizler tarafından çizilmiş kaderlerini kabüllendiler. 2’li koltuğumuz, içeride bulunan başka bir koltukla birlikte ihtiyacı olan bir tanıdığımıza verildi. Fikri sorulmadı bile. Düşünceleri ve duyguları dinlenmedi. 3’lü koltuğumuz, 2’lisinden büyük bir sessizlik ve acı içerisinde ayrıldı. Ayrılık sonrası tek kelime etmedi. Halen içerideki boşalan koltuğun yerinde büyük bir keder ve yalnızlık içerisinde oturmakta. Odaya gidip ona bakmaya, üzerine oturmaya bu sıralar açıkçası cesaretim yok. Acısına hürmeten bir süre onu yalnız bırakacağım. En azından bu kadarına hakkı var diye düşünüyorum. Geç de olsa bu sıralar acısını paylaşmaya çalışıyorum.

Yeni gelenler ise eskiyi hem de nasıl aratacaklar gibi. Showroom’da denediğim gibi değiller. Bir kere hiç rahat değiller. Tanıdık da değiller. Aynı değiller. Bir uyum sağlayamadık, tencere kapak ilişkisinden çok uzaklardayız. Meğer farkına bile varmadan ne kadar çok sevmiş ve de ne kadar çok alışmışız o eski hantal, estetik yoksunu ama candan koltuklarımıza. İtiraf etmeliyim ki onları ilk akşam çok aradım. Hiç ama hiç rahat edemedim. Ne birşey dökerim diye yenilerin üzerlerinde birşey yiyebildim, ne de gönlümce uzanabildim. Eğriti birşekilde huzursuz ve rahatsız bir zaman geçirip durdum tüm gece. Tercihler insanların hayatlarını belirliyor. Rahatlığımızı estetik uğruna feda ettiğimizi dün gece gecikmeli olarak anladım.

Ben bu akşamı güzel görünen ama rahat ve candan olmayan bir koltuğa alışmaya çalışarak geçireceğim. Eski 3’lü koltuğumuz ise bundan sonraki hayatını 2’lisini özleyerek geçiriecek. Onları ayırmış olmanın pişmanlığını ise hep içimizde taşıyacağız. Eskisi gibi bir arada bir daha asla olamayacak olmamızı, birlikte geçirdiğimiz güzel anıları ve onların bizleri asla yarı yolda bırakmamış oldukları gerçeğini ise düşünmemeye çalışacağım.

Eskiden vazgeçmek her zaman kolay değildir. Eski alışılagelmiş olandır, rahatlıktır, alışkanlıktır. Yeni her zaman için güzel ve hoş görünse de bazı zorlukları beraberinde getirir. Yeni ayakkabının çekiciliği vurduğu ana kadar geçerlidir ve hazırlıksız yakalanırsanız her zaman arkadan vurulursunuz. Dilerim tüm başınıza gelen yenilikler sizler için yeni birer şans olurlar.

Bu hazin değişiklikten sonra kaybedecek birşeyimiz kalmamıştı. Alınamaz denen  kararın alınma zamanı gelmişti. Müsadenizle bir sonraki yazımda alınan bu karardan bahsedeceğim. 

15 Mart 2011 Salı

Evimizdeki değişiklikler 1 - Herşey oğlum için

Soğuk bir kış günüydü. Oğlum daha yalnızca bir kaç aylıktı. Eşim, annesi ve oğlum, sabahın ilk saatlerini, karşı blokta oturan ve aynı şirkette beraber çalıştığımız komşumuzun evine sığınaraktan geçirmişlerdi. Eşimin babası ve ben ise, sabahın ilk ışıklarından itibaren çalışmaya başlamıştık. Hava çok soğuktu ve donmamak için hareket etmemiz gerekiyordu. Sanki şartmış gibi kışın ortasında biz taşınıyorduk.

Aslında kışın ortasında taşınan kiracılar ev sahiplerinde hep tedirginlik yaratmışlardır. Öyle ya neden insana yaşama sevinci veren bahar aylarında ya da sıcak ve kuru yaz mevsiminde değil de soğuk ve yağışlı bir ortamda taşınıyorlar? Bu taşınma zorunlu bir kaçış olabilir mi mesela? Tüm bu soğuğa ve sulara katlanma çabası, kirayı, aidatları ve tüm diğer harcamaları ödememek için bir kaçış olabilir mi? Babam mesela bu tür ev sahiplerindendir. Kışın gelen kiracıya hep tereddütle, hatta biraz da korkarak bakar. Çok gözü tutmazsa da anlaşmaya varmaz ve evini kiralamaz.

Biz kaçmıyorduk. Dahası bırakıp gittiğimiz ev bizim kendi evimizdi. Her bir planlama ve yapım aşamasına katıldığımız, adeta yerleştirilen her bir tuğlayı takip ettiğimiz biricik evimizden ayrılmak zorunda kalıyorduk. İçini ne özenle, ne mutlulukla, ne heyecanla dekore etmiştik. Kim bilir kaç tane mutfakçı gezmiştik, sayısını bile hatırlamıyorum. Ne model, ne fiyat araştırmaları yapmıştık öyle. Nice XL hücresini bu uğurda doldurup, ne raporlar hazırlamıştık. Hayatımızda bu taşınma ve yerleşme öncesinde adımımızı bile atmadığımız ne farklı yerlere gitmiş, beğendiğimiz mutfak seramiklerini ucuza alabilmek için, üreticilerini bulmuş ve alabilmek için ne diller dökmüştük. İşte tüm bunları hayatımızda hiç tanımadığımız hatta daha önce görmediğimiz birilerine bırakıp gidiyorduk. Evimizi kiraya verirken biz kiraya taşınıyorduk.

Bazen tüm güzellikler bir arada olamayabiliyor. Tercihler insanların hayatlarını belirliyor. Oğlumun doğuşu sonrasında ona bakıcı abla aramaya başladık. Evimiz şehrin yaklaşık olarak bir 30-40 dakika dışındaydı ve yatılı bir kişi istemiyorduk. Aslında ben rahatımın daha az bozulması adına deli gibi yatılı birisini istiyordum ama eşim bu isteğimin ne kadar yanlış olduğunu bana güzelce anlattı ve beni ikna etti. Bizim evde son sözü hep ben söylediğimden ve konuşma ve tartışmaları peki karıcığım diye bitirdiğimden, yatılı bakıcı hayalimde ertelenmiş oldu (ertelenmiş oldu diyorum çünkü artık yer altına indim, gizli gizli ve bu kutsal amaç doğrultusunda faaliyetlerimi sürdürüyorum. Beyin yıkama ya da yaşanan her bir olumsuzluğu buna bağlama gibi korkunç ve zeka ürünü stratejlerime amansızca devam ediyorum, biliyorum birgün zafer benim olacak ve ben yine hiçbir iş yapmadan evde zaman geçirebileceğim).

Zamanımız daralıyordu çünkü eşim kısa bir süre sonra işe başlayacaktı. Bir ara evinin kadını, çocuklarının anası ol tadında işe belirli bir süre ara vermesi yönünde başarısız ikna çalışmalarım olmuş olsa da, bu düşünce ve konuşmalarım çok ses getirmedi. Daha açık bir ifadeyle hiçbir karşılık bulmadı. Evde sesim duyulmamış, adeta kendi kendime söylenip durmuştum. Anladım ki Türk filmleri düşünce yapısı bizim eve tersmiş. Sonuç olarak istediğimiz özelliklerde bir abla bulamadık. Onlar bize gelmiyorlarsa biz onlara gitmeliyiz dedik ve Etilere zorunlu geri dönüş yolculuğu da bu şekilde başlamış oldu. Bir arkadaşımız yurt dışında yaşıyordu ve Etiler’deki evi yeni boşalmıştı. Gidip gördük beğendik ve taşınmaya karar verdik. 

Geride bıraktığımız tanıdık ve sıcak evimizin en çok özlediğim eşyası, çizimine bizzat karıştığım, kurulurken yanında yer aldığım ve kitaplarımı büyük bir özen, mutluluk ve heyecan içerisinde teker teker yerleştirdiğim kütüphanemiz olmuştu. Hani elimde olsa onu yanımda her yere götürecek kadar çok sevmiştim. Tabii ki bulunduğu yerde bıraktım çünkü orası için yapılmıştı. Boydan boya tüm duvarı bütün ihtişamı ile kaplıyor, odaya, eve ve hayatıma değer katıyordu. Onsuz yeni evimize hiç ısınamadım. Gözüm her odada onu aradı. Eksikliğini evde geçirdiğim her bir anımda hissettim. Kitaplar da eski konforlu ve gösterişli yerlerini bırakmışlar, yeni evdeki tüm boşlukları birer sığıntı gibi kaplamışlardı. Bazıları kolisinden bile çıkamamış, balkonda iki sene boyunca başlarına gelecekleri beklemişlerdi. Balkonlarda, odalarda ve hatta banyoda küme küme kitap yığınları oluşmuştu. Ne zaman onları görsem, hem bulundukları yer ve yeni hayat şartları için ve hem de eski dostumu hatırladığımdan üzülüp duruyordum.

Eşimin bana olan düşkünlüğü, bu üzüntülerime daha fazla kayıtsız kalamamasını sağladı ve kütüphane yaptırmaya karar verdi(k). Yavaş yavaş tüm yaşam alanlarını kaplamaya başlayan kitaplarımızın belirgin bir yer darlığına neden olmaya başlamalarının, eşimin bu yönde karar vermesine tesir etmediğini düşünüyorum. Karar tamamen benim için verilmiştir.

Sonrası ise nasıl da keyifli anlardı. Neşeli Günler filminin canlı, melodik ve samimi müziği çalmaya başlamıştı hayatımızda. Önceki kütüphanemizi yapan kişiye haber verdik. Sağ olsun bizleri çok sever, hemen geldi, ölçtü, biçti, fikrimizi aldı, tartıştı ve sonra yeniden kendi bildiğini yaptı. Çok da iyi yaptı. Artık evimizde, evi ev yapan, hayatımıza anlam katan yeni bir eşyamız olmuştu. Özenle yerleştirilmiş kitaplarımız da en az bizim kadar mutlular artık. Onların bu mutluluğu dünyaya bedel. İstediğin zaman, istediğin kitabı, banyoda, odada, salonda aramadan, kolinin üzerlerindeki yükleri kaldırıp, koliyi açıp, onca kitabın arasından bulmaya çalışmadan bulabilmenin tadı ise paha biçilmez.

Bu mutluluk veren değişiklik, diğer başka değişikliklerin de yapılabilir olduğunu bizlere gösterdi. Değişmez denilen bazı değişiklikler, alınamaz denen  bazı karalar alındı hemen sonrasında.Neler olduğunu anlatmaya müsaadenizle bir sonraki yazımda devam edeceğim.

Kitaplarım ve onlara olan düşkünlük ve hassasiyetim oğluma göstereceğim belki de en önemli hayat dersi olacak. Kütüphane bu yolda atılmış çok önemli bir adımdı. Bu vesile ile de beni bu yönde destekleyen eşime teşekkür ve sevgilerimi sunarım.

11 Mart 2011 Cuma

Öykü Atölyesi'nden selam ve sevgiler

10 haftalık Öykü Atölyesi tüm hızıyla devam etmekte, ama açıkçası çok keyif aldığımı söyleyemem. Oğlum ve eşimi zaten tüm gün göremiyorum, bir de hafta da bir gün bile olsa bu vesile ile 3 saat daha az görüyor olmamdan sebep, çalışmalara ayaklarım hep geri geri gidiyor. Tüm bu isteksizliğimin yanına bir de aynı zamanda hem mimar hem genel müdür ve hem de astrolog olan muhlis mizaçlı bayanın çalışmalara son zamanlarda katılmıyor olması, çalışmaların oldukça sönük ve barış dolu bir ortamda geçmesine sebep oluyor ki bu da alışılagelmiş bir durum olmadığından ben de gereksiz bir gerginlik yaratıyor ve dikkatimi derslere veremememe neden oluyor.

Diğer bir sıkıntı yaratan ve beni geren bir konu ise ödevler. Sürekli belirli sınırlar dahilinde yazılar yazmamız isteniyor. Tamam, ben yazmayı zaten çok seviyorum ve zaten sırf bu nedenle bu kursa katılırdım ama durum ödev adı altında istenince, okul yıllarından kalma isyankarlığım ön plana çıkıyor ve yazamıyorum. Şaka değil, istek olmayınca ne yazacak tek bir kelime ne de bunu gerçekleştirebileceğim bir zaman aralığı bulabiliyorum. Dahası ve kötüsü yapmadığım her ödev için yaşıma yakışmayan mazeretler uydurmak zorunda kalıyorum. Sakın ödevlerin okunduğunu ve bize eksik yanlarımızın söylendiğini de düşünmeyin çünkü öyle bir durum yok. Bir kaç kez bu isteği sınıfın çok konuşan elit tabakası dilek belki de rica tadında dile getirdi ama hocamız herkes zaman içerisinde kendi hatalarını fark edecektir, benim okuyup sizleri yönlendirmeme ve düzeltmeme gerek yok ifadeleriyle başarılı bir şekilde bu rica ve dilekleri savuşturdu. 

İlk ders ödevimiz kendimizi tanıtmamızdı. İkinci hafta ödevimiz ise aşağıda sizlere de sunmuş olduğum ipuçlarından hareketle iki sayfalık bir hikaye yazmaktı. İlk derslerin verdiği coşku, motivasyon ve şevkle ben bu iki ödevi de başarılı bir şekilde yaptım. Burada ki başarı kıstasım içerik kesinlikle değil, daha çok ödevi yapmış olmamla ilgili. Zaten bu yaptığım son ödev oldu. Kendimi sizlere zaten daha önceleri tanıtmış olduğumdan o ödevimi hiç yayınlamıyorum. Belki merak etmiş olabilirsiniz diye aşağıda sizlere bu ödevimi sunuyorum. Baştan belirtmeliyim ki içerik derslerdeki karamsarlık ve gerginliğimden sebep çok renkli değildir. Başkaları belki bu ipuçlarından çok daha farklı, renkli ve belki de eğlenceli hikayeler üretmiş olabilirler ama bunu asla bilemeyeceğiz zira hikayeler hakkında teslim sonrası tek kelime edilmiyor, ettirilmiyor. İşte böylesi özgürlükçü, böylesi açık bir kursa katılmış olmanın tarifsiz mutluluğunu ve huzurunu sürüyorum. Mutlaka sinirlendiğim insanlara tavsiye etmeliyim. 

İPUÇLARI
* Genç bir bayan, yaşlı bir adamla erken bir saatte, bir kır kahvesinde, çiçeklerin açıp, kuşların şakıdığı bir mevsimde muhabbet ediyor
* Yaşlı adam çok kederli ve Beni Öp diye mırıldanıyor.

ÖP BENİ

Bir sigara yalnızca bir sigara daha, tüm ihtiyacım olan işte bu” diye düşündü ve karşısındakine nezaketen bile sorma ihtiyacı duymadan artık titremeye başlamış elleriyle paketten zor da olsa bir sigara çıkarıp yaktı. Derin bir nefes çekti ve ağır ağır sanki içindeki tüm dertleri, biriktirdiği tüm zehiri dışarı atar gibi dumanı dışarıya doğru üfledi. Karşısındaki ile göz göze gelmekten kaçınıyordu. Her ikisi de biliyordu ki gözler birbirini bulduğunda içine akıttığı damlalar sel olup artık içine sığmaz hale gelip dışarı akmaya başlayacaklardı.

“O bambaşka biriydi. O kadar farklı, o kadar özel, o kadar kendine özgü biriydi ki, sanki bu kirli dünyaya ait değil, sanki farklı çok daha güzel bir yerlere aitti “dedi zorlanaraktan. Derin bir nefes sonrası artık çatallanmış olan sesi tekrar duyuldu:

“Çıkmadan elinde mantosu, kapıda durmuş, bana bakmıştı. Yaşlı gözleriyle gülümsemeye çalışmış ve sanki gitme kal dememi beklemişti. Karım benim, öylece durmuş beni beklemişti. Ben ise başıma gelecekleri biliyor ama içkinin verdiği cesaret ve aptallıktan sessizliği tercih ediyordum. Gururumun son olarak öne geçtiği bir andı ve zafer anlarım yalnızca saniyeler sürecekti. Kapının kapanma sesi ne kadar acı verebilir hiç bilir misin? Yıllarca o kapanma sesini duydum zihnimde. Her kapanış tekrar tekrar kanattı kalbimi hem de yıllarca”. İçi yeterince dolmuş ve sular dışarı akmaya başlamıştı. Bir kere başladı mı insanın bu akan damlaları durdurması çok zordur. Yaşlı adam ise artık buna çaba harcamaktan çok uzaklarda, bir tanecik karısıyla beraberdi yeniden. Bazı yaşananların sorumluluğunu almak her zaman kolay olmuyordu. Yenilmişti. İlk ve son defa yenilmişti.

“En zoru ilk akşamdır bilir misin?” diye yaşlı gözlerle ona bakan gözlerin tam içine bakıp konuşmasına devam etti. Kokusu hala yataktadır. Gidip yatarsın ve aniden kokusunu duyarsın. Sıçrayarak kalkarsın yataktan. Ağlamaya, çılgınca ağlamaya başlarsın. Yaşama sebebin bizzat senin elinden alınmıştır artık. İçin acır, üşümeye başlarsın. Ana rahminde olduğu gibi uzanırsın yatağa kokudan uzak ücra bir noktaya ama gelir yine de bulur o koku seni. Hıçkırıkların kesilmiştir ama yaşlar akmaya devam eder yatağa ta ki için boşalana, yaşların kuruyana, ruhun seni terk edene kadar. Uykun kaçıyor, yağmur yağıyor ya da düğmen kopuyor diye ağlama krizlerine yakalanırsın. İçindeki burukluk ve hüzün artık en yakın arkadaşların olurlar. Bitmesi için her gün dua ettiğin kabusun kaderin olmuştur artık.

Hayat çok hızlı geçmeye başlar, çok hızlı ve dümdüz. Bu seni çok rahatsız etmeye başlar ama elinden artık hiçbir şey gelmez. Birden nasıl olduğunu bile anlamadan kokusunu hatırlarsın.  İnsan kokuyu hatırlar mı?” diye sorduğunda artık hıçkırıkları ile dışarıdaki baharı kışa çevirmeye başlamıştı bile.

“Sürekli olarak aklına gülümsemesi gelir, ne kadar da güzel gülerdi. Ne kadar üzüntülü de olsan karşılık verirdin o gülümsemeye, kim vermeyebilirdi ki. Gözünün tam içine bakardı ve gülerdi tüm içtenliği ile. Sana bu şekilde kaç kere gülmüştü acaba diye düşünmeden edemezsin. Evin her bir köşesinde onun gülüşü varken eve de giremezsin, en azından ayıkken giremezsin. Kaç şişe devirdiğimi bir zamanlar sayardım, artık onu da bıraktım” dedi gülerekten.  “Ben onu çok özlüyorum. Hani uyanık olup da aslında uyuduğun ya da uykuda olup da aslında uyanık olduğun anlar vardır ya onun gidişi sonrası işte ben öylesi bir andayım. Ne ölüyüm ne de canlı, arafta sıkışmış kalmışım gibi. Sanki asit kullanmış gibi insanlar garip şekillere giriyor karşımda ve sesler yüz binlerce ses kafamda. Şunu yap, bunu yap, arama, ara, mesaj çek, mesaj çekme, ne yapıyor, ne yapmıyor... Sürekli konuşmalar ve tüm bu karmaşada ben sanki korunmuş gibi içinde ama uzaktayım tüm olanların, yaşananların. Yani belki de artık Japonya’daki  kelebeğin kanat çırpışının etkisi altına girmeyecek bir alandayım ama tek bildiğim mutsuz olduğum. Hep aklımda bir keşkem var. Ne yapsan silemediğim bir motta kafamda. Onunla ne zaman kavga etsek, tartışsak kavgalarımızı bitiren iki kelimelik bir emir kipi kullanırdık: Beni öp. Hep de işe yarardı dedi gülerekten. O akşam kapıyı açtığı zaman hep dilimin ucundaydı bu emir. Beni öp diye bağıracaktım ve o gelip beni öpecek ve biz yine biz olacaktık”. Cebinden çıkardığı mendil ile burnunu ve gözyaşlarını sildi. Birden karşısındakini hatırlayıp tüm dışa vurumundan belki de utanıp silik ve sessiz bir şekilde özür diledi. Sonra yine zorlukla bir sigara daha çıkarıp dudaklarına götürdü. Yakmadan içinden alev alev gelen duygularını söze dönüştürdü:

"Diyemedim biliyor musun? Emir kipini kullanamadım, beni öp diyemedim. Mucizeyi gerçekleştiremedim. Kapı kapandı, sesi kulaklarıma erişti. Koş git peşinden yakala ve sarıl, sarıl ve bir daha asla bırakma dedim kendime. İstedim hem de çok istedim ama beynimden gelen bu emri ayaklarım uygulamaya sokmadı, sokamadı. Oysaki biliyorum merdivenlerde yakalayabilir, kaldığımız yerden devam edebilirdik annenle ama olmadı işte. Bana giderken ki gülüşünde aslında bu bekleyiş vardı ama olmadı”.

Yaşlı adamın kızına ilk açılışıydı bu. Bir bahar gününün ilk saatlerinde, bir kaç emeklinin gelip çay içtikleri bu çay bahçesinde yaşlı adam ilk defa içinden geçenleri haykırmıştı. Biricik karısının özlemi içine girerken sıkıntıları, yıllarca biriktirdiği söylemedikleri, pişmanlıkları dışarı çıkmıştı. “O nasıl?” diye sordu göz göze gelmemeye çalışaraktan. Bu soruyu sormaya hiç hakkı yokmuş gibi hissediyordu.

“İyi, çok iyi. Bana hep ne der biliyor musun? ‘Gururunu dipsiz bir kuyuya at, bırak düşmeye hep devam etsin. Onunla işin hiç ama hiç olmasın’. Her sabah uyandığında hayatı sevmeyi, mutlu olmayı seçiyor.’Ben kendi kaderimin efendisi, kendi ruhumun kaptanıyım’ derken o kadar güçlü görünür ki onunla gurur duyarsın. Sunulan nimetlerden ve sahip olduklarından mutlu olmaya çalışıp, her gün evrene bunlar için teşekkürlerini sunar. Annem gerçekten de muhteşem bir kadındır baba, gerçekten de o bambaşkadır.

Baba, artık kendini affet. Hayatı nasıl yaşarsan, hayat da sana onu veriyor. Annem hayatı mutlu, huzurlu ve kendisiyle barışık yaşıyor. Seni sevmekten ise hiç vazgeçmedi. Biliyorum onun hala dualarının en başındasın. Sen onu değil ama o seni hak ediyor. Artık eve gidelim mi?”

*

Güzel bir gülüş, karanlık bir eve giren güneş ışığına benzer derler. Yaşlı kadının evine hiç bu kadar güneş ışığı aynı andan girmemişti.