Bu Blogda Ara

1 Temmuz 2014 Salı

Dünya Kupası

Bir süredir eskisi kadar sık ve güncel konulardan yazamadığım malumunuzdur. Nedenini bir önceki mesajımda uzun uzun açıklamaya çalışmıştım. Şartlar açıkçası hiç ama hiç değişmedi. Üstelik daha da ağırlaşarak devam ediyor. Seçimler, tercihler, ihtiraslar ve kişisel çıkar oyunları uzak değil hemen yanı başımızdaki sonbaharda ülkemizde yaşanmamış şeylerin yaşanmasına neden olabilecek gibi görünüyor. Kuzeyimizde ve güneyimizde yaşanan kirli oyunlar ise yalnızca acı vermekte. Birileri daha iyi şartlarda yaşasınlar, standartları aman değişmesin diye nice canlar yitip gidiyor tarih sahnesinden. Tamam tabii ki can candır ama en dayanamadığım çocukların yaşadığı dramlar. İnsan yeter diye bağırmak ve hatta isyan etmek istiyor. Bir şey yapamıyorum, bir şey yapamıyoruz. Ne kadar da acı. Çaresizlik ve çaresizlik seviyesi ile doğru orantılı gelen haberler. Her gün bir başka dram, bir başka iç acıtan haber. Allah yardımcıları olsun.

İş desen hep aynı. Acımasız bir kıyım sistemi, çarklarını döndürmeye ve bizleri modern köleler durumuna getirmeye devam ediyor. Her gün, her hafta ve hatta her ay yaptığım birbirinin kopyası işler. Farkında değil misiniz hep aynı arabaları kullanıyor, aynı benzer yerlere tatillere gidiyor ve hep aynı birbirinin kopyası hayatları yaşamaya devam ediyoruz. Orijinallikten, yaratıcılıktan uzak tekdüze hayatlar. Herkes ya çocuğunu en iyi okulda okutmak için varını dişine takıyor ya ev veya araba kredisini ödemek için veya tüketici kredilerini azaltmak için. Hayattaki amacımız nedir diye bırakın bilmeyi bunu sorabilen bile yok. Düşünün işte o kadar endişelerle dolu bir hayat yaşar vaziyetteyiz. Bu endişe kapsüllerini bizlere aşılayanlar ne kadar da başarılılar. Varsa yoksa geleceğimizi ve hatta şimdimizi güven altına alma çabası ve bu uğurda keyfine varılmadan geçip giden yıllar. İşte bu şartlar altında ben yazamıyorum. İçimden gelmiyor.

Bununla beraber bu sıralarda söylemeden geçemeyeceğim bir eğlencem de yok değil hani: Dünya Kupası. Tamam futbol severim ve keyifle izlerim ama bu konuyu bu satırlara ekleme nedenim bu keyfiyetimden kaynaklanmıyor. Peki neden mi ekledim? Bir dünya kupasını ilk defa oğlumla birlikte seyrediyorum. Nasıl ama nasıl keyifli sizlere anlatamam. Hatta şu kadarını söyleyebilirim; benim için bugüne kadarkilerin en güzeli, en unutulmazı oluyor. Öncelikle kupa öncesi biriktirmeye başladığımız Panininin sticker ve kartlarını neredeyse tamamladık.  Hatta tamamlama işini o kadar abarttık ki en az birer tane daha ilave dosya tamamladık sayılır. Bu nedenle katılımcı takım ve oyuncular hakkında fena sayılmayacak bilgi birikimimiz de oluşmuş oldu. Kim hangi ülkede ve/veya hangi takımda oynar, kim kimden daha iyi oynar, pozisyonları nedir gibi bir çok soruya çok rahat cevap verebilecek bilgilerle donanmış bir şekilde ekran karşısında aldık her defasında yerlerimizi. Hava sıcak olmasına rağmen aynı koltukta yan yana seyrediyor olmamız ise benim için her defasında paha biçilmez bir mutluluk oldu. Doğal olarak favorilerimiz de oluyor her maç öncesi. İnanın kolay kolay hiç bir taraftarın destekleyemeyeceği şekilde destekliyoruz favori takımımızı. Bir gün Brezilyalı oluyoruz bir başka gün Arjantinli. Bir gün Neymar Jr diye bağırıyoruz bir başka gün Messi. Bir gün İniesta ve İspanya için ağlamaklı oluyoruz bir başka gün Uruguay için ucuz atlattık diyoruz. Her gol sonrası önce bulunduğumuz koltuğun üzerine çıkıp zıplamaya başlıyoruz. Hemen akabinde de tshirtlerimizi çıkarıp çılgınca sallıyoruz.  Son olarak da iki dizimizin üzerinde kayıp yumruk show yapıyoruz. 

Geçenlerde İtalya & Uruguay maçı esnasında bir yemek programım vardı. Şirketten çok sevdiğim bir arkadaş başka bir firmaya geçiyordu ve onun için yemekli bir program yapmıştık. Ben bir yandan yemekli programa gitmek çok istiyor ama bir yandan da oğlumla maç seyretme zevkini kaçıracağımdan istemiyordum. Mix feeling yine anlayacağınız. Sonra bir mucize oldu ve bizim evimizi de kapsayan bir alanda elektrikler kesildi. Bedaş ile konuşmam sonrasında elektriğin ancak akşam on gibi geleceğini öğrendim. Tüm akşamı karanlıkta geçirmelerine ve oğlumun maç seyredememesine razı olamazdım. Arkadaşımdan özür diledim ve program yerine evin yolunu tuttum. Maç yayını yapan bir yerde bir yandan afiyetle yemeklerimizi yerken bir yandan da maçı seyrettik. İlk yarı iyi ki gol olmadı yoksa çıplak bir vaziyette tshirt sallamak zorunda kalacak ve bir çok meraklı bakışa maruz kalacaktım. Çok şükür o akşam biz yine çıplak tshirt salladık.

Favorilerimize gelince... Biz de favoriler takımdan ziyade kişilerden kaynaklı belirleniyor. Messi sayesinde Arjantin, Neymar sayesinde Brezilya, Muslera sayesinde Uruguay. Almanya mı Fransa mı? Belki evet şampiyon olacaklar ama eğer Arjantin, Brezilya yada Uruguay’a karşı oynayıp kupayı alırlarsa bilin ki bizim evde zıplama ve tshirt sallama olmayacak. Şili ve Costa Rica ne kadar iyi oynayıp ne kadar sürpriz yaparlarsa yapsınlar bizim için fark etmez. Biz onları sembolize edebilecek kişileri tanımadığımızdan favorilerimiz olamadılar. Bravo iyi çıktı ama artık bir başka kupaya. Şili her ne kadar maç sırasında tutmuyor olsak da çok iyi idi. Tam bir orta saha takımı. Muhtemelen kaleci hariç tüm oyuncuları orta saha oyuncularından devşirme idi. Brezilya’nın defansı iyi idi ama forvet hattı için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.

Diğer taraftan artık biliyorsunuz ki oğlum oldukça erken kalkar. Güneşi üzerine doğurmaz. Böyle olunca da akşam 8-8:30 gibi de doğal olarak uykusu gelir. Uykusu geldiğinde de zaten hep minimum seviyelerde olan dikkat seviyesi de eksilerde seyretmeye başlar. Bu da tehlike demektir. Maçlar başladığından beri ister istemez akşam yatışları maç bitimlerine ötelenmeye başladı. Tehlikenin zırt dediği yerde işte tam burası. Normal maç bitişlerinde yatması bile yaklaşık 45 dakika geç yatması demekken ya maç uzarsa? Hatta ya penaltılara kalırsa? Bu göze alınacak bir durum olamazdı. İlk penaltılara kalınan maç da tehlikeyi önceden gören bir baba olarak daha maçın normal süresi biter bitmez vay be, koskoca Brezilya maçı berabere bitti. Hadi bakalım yatağa diyerek bir oldu bitti ile, zaten uykusu geldiğinden, bir anlık şaşkınlığından yaralanarak onu yatırdık. Ertesi gün ise büyük bir keyifle penaltıları izledik. Akıllı bir çocuk olan oğlum şak diye aslında maçın bitmediğini bu şekilde de anlamış oldu. Geleceğim nokta şu ki maçın son anlarında ilk başta favorim olsun olmasın hiç fark etmez önde olan kimse oğlum için ben onu tutar oldum. Uzun sayılabilecek bir süre Hollanda'da yaşamış bir kişi olarak işte sırf bu sebepten Meksika'yı maçın bir süresinde tuttum. Sonrasında gelen beraberlik golünden sonra ise golü bizim çocuk atmış olmasına rağmen önce içimden küfürler ettim ama sonrasında gelen golle gerçekten de sevinçten deliye döndüm. Anlayacağınız kupada tuttuğumuz takımlar evdeki dengele göre hep değişebilmekte. Fanatik olmamak güzel bir şey.

Bence ama turnuvanın en dikkat çekici yanı kalecilerin başarılarıydı. Aklımda bir sürü ülkenin başarılı kalecileri kalırken aynı durumu başka mevkilerde oynayan oyuncular için söyleyemiyorum. Bu kupa en azından şimdiye kadar ve bana göre kalecilerin kupası oldu gibi. Hepsi birer yıldıza dönüştüler. Julio Cesar’ın yeri ise bir başka. Şili maçında taşıdığı yük hiç de kolay değildi. Düşünün ev sahibi olduğunuz bir turnuvada ve favori iken maç sürpriz bir şekilde penaltılara kalmış. Vücudundaki adrenalin düşünebiliyor musunuz? Penaltı atışları öncesi ağlamaya başlaması zaten bunun tezahürüydü. Çok da başarılı kurtarışlar yaptı. Şili’ye sempati bile beslemeye başlamış olsam da Cesar için çok ama çok sevindim. Bazen bazıları şanslı olurlar. Yıldızlar, gökler, dualar hep ondan yana olur. Cesar için öyle bir gündü.

Para kazanmak, geleceği büyük ölçüde garanti altına almak önemlidir. Gereklidir. Ama bu çok hızlı bir şekilde yapılırsa sorunlar olabilir. Başka bir ifadeyle ruhsal doyum olmadan yalnızca fiziksel bir doyuma ulaşmak iyi değildir. Göze batarsınız, kötü anlamda dikkat çekici olursunuz. Daha doğrusu ne yapacağınızı bilemezsiniz. Oldukça ironik ama doyuma ulaşmak bu kadar kolayken bir anda doyumsuz olursunuz. Yine bu turnuvada gözümüzün içine sokulan bir durum da bu oldu. Neydi o futbolcuların saçları öyle? Hepsi birbirinin kopyası ve bir o kadar da kötü. Birincilik bu konuda bir çok ülkeye gidebilir, o kadar kötü saç modelli futbolcular var. Sosyo-kültürel düzeyi yüksek ve zengin ülkelerin futbolcu saç modelleri gayet bakımlı ve iyi iken futbolda başarılı ama fakir ve gelişmekte olan ülkelerin futbolcu saç modelleri bir o kadar kötü idi. Ben ne yaparsam yakışır zihniyeti bu sefer işlememiş. Yakışmamıştı. Her şeyin başı gerçekten de denge.

İşte böyle. Bir turnuva daha başladı ve sürüyor. Keyfimiz bu anlamda oldukça yerinde. Önemli olan aslında kupa da değil, kupa yalnızca bir araç. Bu araçlardan faydalanıp hatıraları, anıları, güzel dakikaları toplayıp anı kesesine atabilmek asıl başarı. Yoksa gerisi hep boş. Keşke en yukarıda saydıklarım olmasalar ya da daha az olsalar da kesemizi daha rahat doldurabilseydik. Hep sevgiyle, mutlulukla kalın ve anı kesenizi mutlaka ama mutlaka doldurmaya devam edin. Unutmayın ki yıllar sonra elimizde ve bizden sonra sevdiklerimizin hatıralarında yalnızca bu kese kalmış olacak. Doldurabildiğiniz kadar doldurun çünkü siz buna değersiniz.