Bu Blogda Ara

14 Ekim 2014 Salı

Küçük, miniminnacık bir dağ olabilme arzusu

Bugüne kadar sizler ve kendim için 200’e yakın yazı yazmışım. Fena sayılmaz hani. Eskiden olsa çok daha fazla yazabilecek konu bulabilir ve çok daha fazla yazı yazmış olabilirdim ama günümüzde size sebeplerini önceki bir çok yazımda açıkladığım üzere bir çok konuyu yazmamayı tercih ediyorum. Bu durumda da yazacak çok fazla konu bulamıyor ve eskisi kadar üretken olamıyorum. Sizi yazılarımdan mahrum bıraktığım için çok üzgünüm J Ama bazen işte hiç beklenmedik bir olay, duyduğum biz söz, okuduğum önemsiz bir haber, hatta içtiğim bir kadeh şarap size yazacağım yazı ile ilgili bir tetik vazifesini görebiliyor. Bu sabah da öyle oldu. Arkadaşım hafta sonu bir filmin fragmanını seyretmiş ve çok beğenmiş. Beğenmekle kalmamış, benimle paylaşmak da istemiş. İyi ki de istemiş, sayesinde bu yazıyı yazıyorum.

Film henüz vizyonda değil. Bradley Cooper’ın bir filmi. Ben kendisini çok beğenirim. Yakışıklıdır, tatlı bir kişiliktir. Kendisi neden bilmem bana hep içimizden biri gibi gelmiştir. Kısacası kendisini ve filmlerini samimi bulurum ve genel kanım filmlerini hep beğeneceğim yönündedir. Yönetmen ise o eski bir cowboy, o yaşlı bir kurt, o kirli biri Harry, o İyi, Kötü, Çirkin’nin hayatta kalan tek üyesi (iyiler hiç ölmez), o 60'tan fazla filmde oynayan sıra dışı bir aktör, o 30 filmi yönetmiş ve en iyi yönetmen Oscar'ını kazanmış bir yönetmen,o yedi çocuk sahibi bir dev, o Clint Eastwood. Filmin ismi ise American Sniper.

Film Irak’da geçiyor. Çatının üstüne tüm teçhizatı ile kurulmuş bir sniper (Bradley Cooper) etrafı gözlüyor. Çarşaflı bir kadın ve ufacık oğlu sokağa çıkıyorlar. Çarşaflı kadın sanki evin içinde, kimse görmeden veremezmiş gibi, dışarı çıkar çıkmaz, alenen sokak ortasında, çarşafından bir bomba çıkarıp çocuğa veriyor. Çocuk hızla bir yöne doğru koşmaya başlıyor. Hayatta ve filmlerde bazı şeyleri görmemeliyiz, görsek de zihnimizde proses ettirmemeliyiz, yoksa ne hayattan ne de filmlerden keyif alabiliriz. Ben de bu sahneyi, çarşaflı kadının heyecanına kapılıp ne yaptığını bilmemesine verip, mantıklı kabul ediyorum. Bizim Bradley amirlerine ne yapayım diye soruyor heyecan ve aceleyle. Aldığı cevap bu yazının yazılmasına neden olan cevap oluyor: It’s your call.

Çocuk hızla koşuyor ve bir süre sonra menzil dışına çıkmış olacak. Taşıdığı şey ise oyuncak bir kamyon değil, arkadaşlarına zarar verebilecek paylayıcı bir madde. Bir yandan geçmişi geliyor aklına, ufak bir çocuk onun da hayatında var ve bir takım acılar. İzleyici için neler yaşadığı net değil ama ortada ufak çocuklu bir dram yaşandığı kesin. Yani bizim keskin nişancı için çocuk figürü çok önemli. Kesik kesik ağlayan bir kadın, feryat eden başka bir kadın, ölüp tabutlara konulmuş Amerikan askerleri sahneye gelip gelip yok oluyor. Çocuk bir yandan koşmaya devam ediyor. Arkadaşları tamam zarar görmemeli ve görevini yapmalı ama diğer taraftan vuracağı ufacık bir çocuk. Olan zaten hep onlara olmuyor mu? Fragman bizim Bradley’in ne yaptığını göstermeden bir son buluyor. Ya ateş edip vuracak ya da gitmesine izin verecek. Ya ufak bir çocuğu kendi elleri ile öldürmeyecek, yaşamasına izin verecek ve belki bu nedenle bir çok arkadaşının ölümüne neden olacak, bir çok çocuğu babasız ve acılar içinde bırakacak ya da daha gençliğini bile görmeden, ana kuzusu bir oyun çocuğunu, neden taşıdığını ve neler olabileceğini bile anlamadan adeta oyuncak gibi taşıdığı şey yüzünden toprağın altına gönderecek. Ne düşünürseniz düşünün, kim olursanız, hangi taraftan olursanız olun çok zor bir karar. Tamam adamların orada ne işi var diyebilirsiniz ki bence haksız olmazsınız ya da bu zihniyet zaten bu duygusal yanı yumuşak bir karın olarak kullanıyor diyebilirsiniz. Yazının konusu siyasi olmadığından bu yorumlara pek değil hiç girmeyeceğim. Beni ilgilendiren kısım insanoğlunun sınırları. Saniyeler içerisinde böylesi bir karar verip uygulamaya geçirmek zorunda olan biri(leri) de benim gibi nefes alıyor bu hayatta. O(nlar) da yaşıyor, konuşuyor, yemek yiyor, içip, uyuyor bu hayatta, benim gibi osuruktan tayyare hayatlar yaşayanlar da.

Ben hemen hemen her gün sanki çok anlar ve başarılı olacakmışım gibi dolar endeksine, dolar ve euro kurlarına, altının hareketlerine bakarım. Grafikler vardır değişimleri gösteren, saatlik, günlük, haftalık, aylık. Detaya ne kadar inerseniz testere gibi görüntüler elde edersiniz. İnişler, çıkışlar vardır kısa vadelerde. Ama zaman ölçeğini biraz arttırırsanız iniş ve çıkışlar hemen hemen düz bir çizgi halini alır, değişim sanki yokmuş gibi. Fragman sonrası neden bilmem aklıma hemen bu grafik geldi. Benim hayatım ve ben de yarattığı etkiler dakikalık grafikler gibi. İnişler ve çıkışlar oluyor ve bu değişimler beni ziyadesiyle etkiliyor. Kendi adıma ülen ne zor bir hayatım var, ne zor kararlar almak zorunda kalıyorum diye aklımdan geçiriyorum. Zaman zaman yaşadığım zafer ya da pişmanlıklarımla geçmişte, zaman zaman ise endişe ve umutlarımla gelecekte yaşıyorum, ama çoğu kere hep atlıyorum şimdi de olmayı. Bazı adamlar ise hep şimdide olmak zorundalar. Onların gözüyle benim hayat grafiğim sabit düz bir çizgi. Yatay görünümlü bir gün sonu hareketi gibi. İniş de yok çıkış da. Ölmüş bir hayat grafiği gibi. Ama yine de onlar gibi hızlı ve böylesi zor kararları, üstelik bu kadar kısa bir zaman içerisinde almak istemezdim.

Kuzeyimizde, güneyimizde ve maalesef içimizde ne dramlar yaşanıyor. İnsanlar neler çekiyorlar. Bizler eve gelip, duşlarımızı alıp, istediğimiz yemekleri, sıcacık evlerimizde yerken, onlar ölüyorlar. Su bulamıyorlar, üşüyorlar, kafaları kesiliyor, vuruluyorlar, parçalara ayrılıyorlar. Birbirlerinden koparılıyorlar. Yaşam hakları ellerinden alınıyor. Allahım ne büyük bir acı! Birilerinin gizli planları, ajandaları gerçekleşecek diye düşünülmeyen, umursanmayan ve yok olup giden nice canlar. Yalnız savaş da değil. Hastalıklardan, kazalardan ölen nice başka insanlar. Şükretmeliyiz. Allaha dualar etmeliyiz. Endişe diye gördüğümüz, dert diye inlediğimiz, sıkıntı diye içimizde büyüttüğümüz nice şeyler bir çok insan için günün sonundaki yatay hareket grafiği gibi. Allah dağına göre kar verir derler. Ben küçük, miniminnacık bir dağ olduğum için çok ama çok mutluyum. Egosal bir düşünce ile büyük bir dağ olmayı aklımdan bile geçirmek istemem. Sınırlarımı biliyorum ve onun içinde mutlu ve huzurlu olmaya çalışıyorum. Son zamanlarda bir de bunlara şimdi’de kalmayı eklemeye çalışıyorum ama bu başka bir yazının konusu olacak. İnsanları ve kendimi suçlamamaya çalışıyorum. Olacak olan zaten bir şekilde oluyor. Kendime acımıyorum ve kurban rolünü de üstlenmiyorum. Başıma gelenleri kabul etmeye çalışıyorum. Mümkün olduğunca tevekkel olmaya çalışıyorum. Çünkü önemli olanın başıma gelen şeylerin olmadığını ama onlara karşı nasıl tavır takındığım olduğunu biliyorum. Zaman zaman başarıyorum bu şekilde davranmayı ve olmayı zaman zaman ise başaramıyorum ama denemeye hep devam ediyorum.

Ne zaman başımıza ne geleceğini bilemiyoruz. Günün sonunda yataylaşacak konular için üzmeyin kendinizi. Etrafınıza bakın ve yaşadığınız için, sevdiklerinizle birlikte olduğunuz için, duş alıp, yemek yiyebildiğiniz için şükredin. Şükredecek nice konularınızın olması dileklerimle ...