Bu Blogda Ara

24 Eylül 2012 Pazartesi

Tercihlerimiz ve hayal ettiklerimiz


Orta yaş bunalımı vs zincirlerimizi kırabilmek

Eşim bu sıralar benim orta yaş bunalımına girdiğimi ve tüm şiddeti ile bu bunalımı yaşadığımı düşünüyor. Kim bilir belki de haklıdır bilemiyorum ama ben açıkçası öyle olduğunu düşünmüyorum. Benimkisi daha çok bugüne kadar yaşamadığım ve negatif öğeler içermeyen bir dönüşüm, geç kalmış ya da belki tam zamanında gerçekleşen bir değişim. Bugünlerde farkındalığım her zamankinden çok daha aktif, olayların hem içinde ve hem de dışında olabiliyor, tüm yaşadıklarıma ve yaşananlara dışarıdan ve hatta yukarıdan bakabiliyorum ya da ben öyle sanıyorum. Bu yeni gelişen yetenek beni doğal olarak tehlikeli sularda yürümeye de yöneltiyor. Beyinlerimizin bile özgür olmadığını düşünmeye başladım mesela bu sıralar. Çok geç kalmışsın dostum diyenlerinizi duyar gibiyim. Amacım ne siyasi bir yazı yazmak ne de bir medya eleştirisinde bulunmak. Yoksa aslında 80 ihtilali sonrası tüm gençliğin nasıl depolitize edildiğini, nasıl tüketime odaklanmış, kaliteli kitap, şiir ve müzik yoksunu bir toplumun hedeflendiğini bugün rahatlıkla görülebilmekte. Cahilleştirme, sıradanlaştırma ve yeşilleştirme operasyonu gayet başarılı bir şekilde uygulandı. Benim amacım çok daha kişisel bir yazı yazmak bugün.

İnsan kendinden sıkılır mı hiç? Sıkılır efendim, inanın sıkılır. Ben mesela bir süredir kendimden sıkılmaya başladım. Düşünün ben kendimden sıkılıyorsam kim bilir başkaları nasıl sıkılıyordur. Peki bu durumun suçlusu ben miyim? Pek tabii ki benim. Suçu ortama, şartlara, imkanlara bağlama yalnızca bir şeylerin arkasına sığınmak olurdu. İnsana özgür irade verildiğine göre - en azından ben buna inandığıma göre - tercih de karar da benim olmuş olmalı ve içinde bulunduğum durumdan da şikayet etme hakkım bu durumda doğal olarak ortadan kalkmakta. Kendimden sıkılmamın en baş nedeni içinde bulunduğum durumu tespit ve işaret ediyor olmama rağmen bu durmadan kurtulmak için harekete geçemiyor olmam aslında. Esasen eşimin yaş bunalımı ve benim ise değişim dediğim olay tam da bu noktada başlamakta. İzah edeyim:

Önce size bir soru: En son ne zaman içten gelerek kahkaha attınız? Ben bir zamanlar karnım ağrıyana kadar gülebilirdim. Öyle büyük zeka ürünü bir espri ya da şaka olması da gerekmezdi hani. Ufak deli saçması şeylere dakikalarca ve yerlere düşene kadar gülerdim, gülerdik. Hem biz buna uygunduk, hem çevremiz ve hem de konu içerikleri. Ne zamandır gülmüyorum oysaki gülmek gülmeyi, sevmek sevmeyi getirir derler, biliyorum ama uygulayamıyorum, peki ama neden?   Yine bir zamanlar şefkatliydim ve şartsız sevgiye inanırdım. Her şeyin iyi yanını görmeye çalışırdım, insancıldım. Hislerimle hareket ederdim ve doğru olanın da bu olduğuna inanırdım. İlişkide mesela kendimce verici olan taraftım, hoş eşim kıymetimi hiç bilmez, ona göre yıpranan ve fedakar olan odur. Neyse yazı kişisel olacaktı, devam ediyorum. Sonraki dönemde bu özelliklere yine sahiptim ama ne yalan söyleyeyim hayatımda artık eskisi kadar etkili ve söz sahibi değillerdi. Onların azalttıkları etki alanlarına başka başka, tanımadığım, yadırgadığım ve dahası hiç alışamadığım özellikler gelip yerleştiler. Daha bir panik, daha bir depresif özellikler sergilemeye başladım. Yaptıklarımı daha çok bir fedakarlık olarak görür oldum. Bunlara ek olarak bir de kendime acıma başladı ki çekilir gibi değildi. Çok şükür ben ve ailem sağlıklıydık, para kazanıyorduk, işte ve evde çoğu zaman mutlu ve huzurlu bir hayat yaşıyorduk ama hani sanki bir yandan da kendimi nemli, yapışkan ve karanlık bir deliğe doğru yolculuk yapıyor gibi hissediyordum. Sessiz çığlıklarım sağır duvarlardan bana yansıyıp duruyordu. Tüm bunlarda bir terslik vardı, olmalıydı.

Yaşadığım, tercih ettiğim hayat da tüm bu hislerimi destekliyordu. Evden işe, işten eve bir hayatım vardı ve neredeyse birbirlerinin kopyasıydı. Monotonluğun ve sıradanlığın gücü ve etki alanı o kadar kuvvetliydi ki ne zamandır hobilerimi bile boşlar olmuştum. Siz de fark ettiniz mi kazançlarınız arttıkça alternatiflerin arttığı gerçeği yalnızca bir illüzyon aslında. Gerçek ise tam tersine belli bir seviyeye kadar artan kazancın alternatifleri yalnızca azalttığı. Domatesi aldığımız yer bile aynıdır bizim. Tercih ettiğimiz tatil yerleri birbirinin aynısıdır. Gidilen yerlerde mutlaka ama mutlaka bize benzer arkadaşlarımızı görürüz. Bizler de birbirimize benzeriz aslında: Bir veya en fazla 2 çocuk sahibi, orta düzey gelir seviyesine sahip, Jetta veya muadili araba kullanan, şarap ve rakı tüketen, büyük çoğunluğu sigara içmeyen ya da bırakmış örnek kabul edilen aileler. Arayışımız ve amacımız hep ortaktır: Güvenlik ve Garanti. Günlük stres, yorgunluk ve yılgınlıktan alternatif aramaya ne zamanımız vardır ne de gücümüz. Oysaki bir zamanlar ne renkli tatillere çıkar, ne maceralar yaşar, ne umursamaz yaşardık. Seçenekleri kısıtlı, beyinleri zincirli yaşayan bizlerin herhangi bir sebepten finansal kazançları azalırsa yaptıkları ilk işlem zincirleri daha da kalınlaştırmak olur koparmak yerine. Kalınlaşan zincir hem çok daha kuvvetlenir ve hem de varlığını çok daha fazla hissettirip çok daha fazla rahatsız etmeye başlar. O kadar ki zaman zaman her şeyi geride bırakıp dünyanın öbür ucuna gitmeyi bile düşlerken bulabilirsiniz kendinizi. Hoş hemen sonrasında geride kalanları nasıl özleyeceğinizi düşünüp bir anda vazgeçersiniz bu hayalinizden. Aslında tüm ihtiyacınız bir tshirt ve kot giyip Starbucks’a ya da Caffe Nero’ya oturmak, içilen bir kahve eşliğinde laptop’unuzdan işinizi yürütebilmektir, amaçsız saatlerce boş boş yürüyebilmektir, geleceği en azından bir saat olsun düşünmemektir. İhtiyacımız olan özgür olabilmektir. Ben demiyorum bahçelerdeki sularla dans edip ıslanalım, elbiselerle denize atlayalım ya da saatlerce balık tutup, kumsallarda gitar çalalım. Ben yalnızca zincirlerimizi ve zorunlu dayatılan şeylerden bir an olsun uzaklaşabilelim diyorum.

Hareketsiz ve hep aynı olan hayatımda eksik olan neydi peki? Öyle ya tüm yukarıda yazmış olduğum özlemlerimi aslında istesem pekala yapabilirdim ama yapmıyordum. Mutluluk mu, huzur mu? Diyelim ki evet ama bunların ikisi de kök neden olamazlardı. Başka eksik olan bir şey vardı, olmalıydı. Sonradan onu da buldum: Heyecan. Benim zincirlerim bana son zamanlarda öylesine ağır gelmeye başladılar ki acımasızca içimdeki heyecanı yok ettiler. 

Uzun zamandır öyle ya da böyle bir şekilde kendimi nedensiz bir baskı altında, kısıtlanmış olarak hissettim durdum. İşte bu kısıtlanmışlık hissi ben de eşimin orta yaş benim ise zincirleri kırma diyebileceğim bir dizi dönüşüm ve değişikliğe neden oldu, oluyor. Farkında olarak ya da olmayarak bir süre çeşit çeşit kendimce depresyonlara girip çıktım. Çoğunda çıkmaya çalıştıkça daha da dibe sürüklendim durdum. Sebebini kimi zaman yıldızlara kimi zaman yaşıma kimi zaman da benim dışımdaki nedenlere bağladım. Sonra farklı düşünmeye başladım. Tüm içinde bulunduğum durumun aslında yapmış olduğum hataların farkına varma, hayatımı süzgeçten geçirip istediğim hayata adım atacak bir fırsat olarak görmeye başladım. Sonra da aşağıda sizlerle paylaşacağım bazı noktaları kendimce belirledim.

Bu bağlamda sizlere naçizane tavsiyelerim öncelikle hayatın sizin hayatınız olduğunu ve keyifli geçirmek ya da sıkıntılar içerisinde boğulmanın hep sizlerin birer tercihi olduğu gerçeğini bilmeniz, hatırlamanız. Buradan hareketle sizi ruhsal yönden daraltan insanlardan uzaklaşmaya başlayın. Hem de hemen. Kendinizi daha fazla sosyal ortamlara atın. Sinemaya, tiyatroya, konserlere gidin. Arkadaşlarınızla gezin ve sorunlardan değil, eğlenceli şeylerden konuşun. Artık dertleri dinlemeyin, hayatın neşeli yönlerini paylaşın. Bizler hep kötü gün dostu olmayı matah sayarız. Bence yanlış. En az o dönemler kadar iyi günlerin de dostu olmaya çalışın ve olun. Bol bol gülün, kahkahalar atın. Ruhsal sıkıntılarınızın belki de çoğunu yine kendinizin yarattığını bilin. Kuruntulardan kurtulmaya çalışın. Sürekli gelecek kaygısı ile yaşamak yerine anı yaşamaya çalışın. İlişkiniz yanlış ise, bırakın. Sürdürmeyin, ayrılın. Bırakmayı bilin. Yeni ve daha mutlu edecek bir ilişki illaki gelecektir, emin olun. Yok eğer ilişkiniz doğru ise ama bazı sorunlar varsa ki illaki olacaktır (dikensiz gül bahçesi ütopyasına inanmak hata olacaktır), bu sorunların da en azından bir kısmının sizin kararsızlığınızdan, kuruntularınızdan veyahut hatalarınızdan kaynaklanıyor olduğunu, olabileceğini biliniz.  Kişilik alanlarınızı yaratın ve sahip çıkın. Bu kadar empati fazla artık. Kurmuş olduğunuz empatinin fazlasının sizden götürdüğünü bilin. Kendinize zaman ayırın. Hobiler edinin. Bol bol hayaller kurun ve bu hayallerinizin peşinden koşun. Kendinizin değerini bilin. Sizden bir tane daha yok bu dünyada. Kendinizi sevin ve dahası gurur duyun ve daha da dahası kendinize güvenin bu güven ilk başlarda size boş bile gelse. Mutluluğunuz varsa sıkıca sarılıp nedenini düşünmeden, sorgulamadan tadını hem de sonuna kadar çıkarın. Size heyecan veren, hayatınıza neşe ve anlam katan ne varsa düşünmeden peşinden gidin, hatta koşun. Unutmayın bu dünyaya en azından ön bilinçli olarak yalnızca bir kere geliyoruz. Hayat bizlerin hayatları. Nasıl olacağına ilişkin kararı da ancak bizler verebiliriz.

Tercihlerimizin hayal dünyamıza giden yollar olması dileklerimle.

17 Eylül 2012 Pazartesi

Bu sabah yağmur var İstanbul’da ...


Yeni yılınız kutlu olsun!

Sabah gözümü açtığım zaman hava hala karanlıktı. Her zaman muzip bir çocuk gibi adeta oğlumla büyük bir yarış içerisinde odama giren güneş ışığından en ufak bir iz yoktu ortada. Hemen saatime baktım. 7’ye gelmekteydi. Yani erken değildi, yani oğlumun sıradan uyanma saati idi ve yine yani her şey normaldi. Sonradan anladım, güneş ile aramıza kara bulutlar girdiğini, İstanbul’umuzun üzerine hüzün dolu yağmur damlacıklarının yağdığını. Pencereden dışarı baktığım zaman gördüğüm aslında yalnızca basit bir yağmur da değildi. Belki veda etme zahmetinde dahi bulunmadan hayatlarımızdan çıkan hercai bir yazdı gördüğüm belki de kapıyı çalmadan evlerimize dalan düşüncesiz ve bir o kadar hüzünlü sonbahar. Aslında tam da zamanıydı bu melankolik değişimin, bu hüzünlü dönüşümün. İlkokul 1.sınıftan hatırladığım duvara asılı tabloda Sonbahar Eylül ile başlardı aynı yazın Haziran ile başlayıp Ağustos ile bitti gibi. Küçücük yaşlardan itibaren bu tablo benim için tek doğru olmuştu. Ne kadar sıcak olursa olsun Eylül benim için her zaman bir Sonbahar ve Mart da bir İlkbahar ayı olmuştu. Ne gittiğim faklı iklimlerdeki ülkeler ne de global ısınma ile değişen mevsimler beynimdeki bu kalıbı değiştirebilmişti.

Yazın sona ermesi ve okulların başlaması neden bilmem ben de hep bir hüzün uyandırmıştır. Üstelik bugün İstanbul’da yağmur var ve 40 yaşına girmeme artık yalnızca sayılı günler kaldı. Bugün ne yeni bir döneme ne de 40’lı yaşlara hazır olmadığım bir günü yaşamaktayım. Yoldayken sürekli aklıma geçmişte yaşadıklarım geliyor ve o günleri aslında ne kadar da çok özlediğimi hissediyorum. Dudağımda çok da kolay akla gelebileceği üzerine MFÖ’nün Bu sabah yağmur var İstanbul’da şarkısı... Gözlerim henüz dolu dolu değil ama hani neredeyse o duruma bile az kalmış, içeriğini bilemediğim bir hüznü yaşamak gibi benimkisi.

Bu sabah yağmur var İstanbul’da 
Gözlerim dolu dolu oluyor bilinmezliğe 
Anne sözü dinler gibi masum 
Ağladım bu sabah 
Günler dayanılmaz oldu 
Senden uzak olunca 
Martılar mahzun oldu onlar bile ağladılar 
Şarkılarda düşünmek seni bana getirmez ki 
Seni bana getirmez ki


Gözlerimi kapadığımda kendimi hala lisede hissediyorum. Allahım ne kadar da güzel yıllardı. Büyük usta Barış Manço’nun Yaz Dostum şarkısının sözleri gibiydi hayat: güzel sevmeyene adam denir mi, selam almayana yiğit denir mi, altı üstü beş metrelik bez için, boşa geçmiş ömre yaşam denir mi? Yaz dostum, yaz ... ve şimdilerde hem o yıllar ve hem de o yıllardaki ben nasıl oluyorda benden bu kadar uzakta olabiliyor anlayamıyorum ama şarkıdaki gibi yazıyorum işte.

Gözümü açıyorum ve yurt dışı yıllarım geliyor aklıma. Sonra evleniyorum. Biricik oğlumuz aramıza, hayatımıza katılıyor. Her yer nasıl da aydınlık, nasıl da parıltılı, nasıl da muhteşem. Daha dün gibiler ve o dünlerden bu yana yıllar geçmiş. Yeni bir döneme girmeme az zaman kaldı ve ben bugün eski dönemlerden hangisi bana daha yakın geliyor onu bile söyleyecek durumda değilim zira hepsi sanki aynı yakınlıkta ya da uzaklıkta gibi.

Belki de hazır olmam da gerekmiyor diğer taraftan, suya balıklama atlamak gibi, bir anda olmalı, bir anda tecrübe edilmeli, edilmek zorunda kalınmalı; rejim için Pazartesi gününü ya da sigarayı bırakmak için elimizdeki paketi bitirmeyi beklememek gibi. Ne Pazartesiyi bekledim ne de paketin bitmesini ama hala canım kaymaklı ekmek kadayıfı çekiyor ve yine hala her sabah evden çıktığımda bir sigara tüttürmeyi hem de deliler gibi. Aslında doğruyu söylemek gerekirse yalnızca havanın yağmurlu olması ya da yaklaşan yaşımdan bağımsız olarak da ben her zaman korkmuşumdur yeniliklerden. Heyecan ve mutluluktan ziyade hüzün dolmuşumdur. Yeniyi kucaklamak, tanışmak, tanımak varken ben eskiyi bırakamamış, ayrılamamışımdır çoğu kere. Hani yeni yıla girerken yaşlı bir eski yıl ve gencecik bir yeni yıl tasviri olur ya sembolik olarak, işte ben hep yaşlı eski yıl için üzülenlerden olmuşumdur. Oysaki artık bir dönem kapanmış ve yerine bir yenisi açılmıştır, Tanrı'nın biz kullarına gönderdiği yeni bir şans gibi.

Belki tamamen şansa belki de çok anlamlı olarak semavi dinlerin en eskisi bugünlerde yeni yılı kutlamakta. Tam bu zamanlarda yeni bir dönem kapanmakta ve yeni bir başlangıca merhaba denilmekte. Bu tür dinsel konular benim ilgi alanıma girdiğinden zamanında araştırmıştım ve bana çok da uzak olmayan bir felsefe ile karşılaşmıştım. Ölüm anı gelene kadar malum hiç kimse hakkında kesin bir hükümde bulunmamayız zira insanlar yaşadıkça, değişmek için özgür irade gücüne sahiptirler yani benim ifademle insanlar kendi kaderlerinin efendisidirler. Biz insanlara nasıl bir hayat verilmiş olursa olsun bizler bunu değiştirmek özgürlüğüne sahibiz. İşte söz konusu kutlanan bu yeni yıl, yeni dönemin kurulma günüdür. Bugünün dualarında ne pişmanlık vardır, ne de günah zira tekrar yaratılma olduğundan ne pişmanlık duyulacak bir geçmiş vardır ne de işlenmiş bir günah. Enerjilerimizi saflaştırma, arındırma anlarıdır. Bugünlerde ileriye dönük dualar edin. Hayattaki amaçlarınızı sorgulayın ve bol bol isteyin. Hayatınızı yeniden kurgulayın. İstediğiniz hayatınızı bir mimar gibi kendiniz kurgulayın ve elinizi korkak da alıştırmayın.

Eskiden vazgeçmek her zaman kolay değildir. Eski alışılagelmiş olandır, rahatlıktır, alışkanlıktır. Yeni her zaman için güzel ve hoş görünse de bazı zorlukları da beraberinde getirir, getirebilir. Daha önceden de yazmıştım, yeni ayakkabının çekiciliği vurduğu ana kadar geçerlidir ve hazırlıksız yakalanırsanız çoğu zaman arkadan vuruverir sizi. Yeni doğan bir bebek büyük mutluluktur ama kimse bu sürecin ne anne ve baba için ne de bebek için kolay olduğunu söyleyemez. Bu dönemde eski ile vedalaşmak için zaman bile harcamayın, yenisini hayal edin, kurgulayın ve isteyin.

Yeni yıl hangi bakış açısından bakmış olursak olalım yeni bir doğuş, yeni bir şans, yeni bir başlangıçtır ve yalnız ve yalnız bizim içindir. Bize düşen bu bilinci içselleştirmemiz ve hazırlıklarımızı tam yapmamızdır.
  
Yeni bir güneşin sizin için de doğmasını ve verilen şansın sizin için en iyisi olacak şekilde kullanmanızı dilerim...  Yeni yılınız kutlu olsun!