Bu Blogda Ara

21 Aralık 2011 Çarşamba

Senin düşüncelerine katılmıyorum ama düşüncelerini özgürce ifade edebilmen için hayatımı bile verebilirim ...


Bundan yıllar yıllar önce hatta tam olarak ifade edeyim, tam 222 yıl önce, Fransız halkı evrim geçirmiş, büyük bir bilinçlenme ve aydınlanma hareketiyle başta saray ve kral olmak üzere seçkinlerin denetiminden çıkma başarısını göstermişti. Soylu sınıfı ile burjuvalar arasındaki amansız savaşı burjuvalar kazanmıştı. İhtilalin ve devrimin mottosu ise özgürlüğün tüm alanda olması gerekliliği idi. Dile kolay yüzlerce yıl önce Descartes, Montesquieu, Voltaire, Rousseau, Diderot, d’Alambert ve daha niceleri kol kola girip, omuz omuza yürüyüp düşünce ve ifade özgürlüğü için savaşmışlardı.

Geçen zaman sanırım Fransa’ya yaramamış olacak ki tüm dünyaya özgürlük devrimini ihraç etme başarısını gösteren  Fransa bugün kendisine bu haklı gururu yaşatan atalarıyla ters düşer bir duruma gelmiştir. Başta Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ve Marsilya milletvekili Valerie Boyer olmak üzere daha birçokları, bugün ne acıdır ki Aydınlanma Filozoflarının kemiklerini sızlatan cin fikir icraatlarla ön plana çıkıp, oy tacirliği yapmaktadır.

Her şey aslında 1998 yılında Fransız meclisinin, Sosyalist Parti tarafından verilen tasarıyı oy birliğiyle kabul ederek Ermeni olaylarını ‘soykırım’ olarak tanımasıyla başladı. Fransız Meclisi, tarihçilerin işini de ben yaparım dedi ve meclis çatısı altında subjektif bir ben yaptım ne de güzel oldu tarih yapıp, utanmadan bir de bunu kabul etti. Tabii biz de protesto ettik. Türkiye’de Fransız mallarına boykot başladı. Tepkiler üzerine yasa senatonun gündemine alınmadı. Yeni milenyumda ise işler istediğimiz gibi gitmedi ve Fransız senatosu soykırım yasasını kabul etti. Tabii biz de tepki olarak Paris Büyükelçimizi geri çektik. 2001 yılında ise senatonun kabul ettiği tasarıyı meclis de onayladı ve yasa haline geldi. Böylece Fransa, Ermeni olaylarını ‘soykırım’ olarak tanıyan ilk Avrupa ülkesi oldu. Bir konuya dikkat, o dönemde yasada, bunu inkar edenlere herhangi bir yaptırım öngörülmüyordu.

Sonra ne mi oldu dersiniz?

Balık hafızalı olarak bizler bu yasayı unuttuk. Fransızlarla barıştık. Yeniden Fransız ürünlerini ve üstelik çok daha fazla bir miktarda tüketir olduk. Büyükelçilerimiz de görevlerinin başına döndüler. Avrupa Birliği’ne girmemiz konusunda en büyük sıkıntıları bize çıkaran Fransa ile yine ballı börek olduk.  Kin tutmamak tabii ki çok güzel de, acaba diyorum bizler kin tutmamakla, balık hafızalı olmayı karıştırıyor muyuz?

2006 yılında Sosyalist Parti, ‘Ermeni soykırımını inkar’ tasarısını meclise getirdi. Tasarı 19’a karşı 106 oyla kabul edildi. Bizler tabii yine tepkimizi gösterdik. Türkiye’den yine Fransız şirketlerine yaptırım uygulandı. Elçimiz yine geri çağrıldı. WikiLeaks belgelerinde Sarkozy’nin 29 Mayıs’taki Ankara ziyaretinde Erdoğan’a, “Tasarı hiçbir zaman Senato’da kabul edilmeyecek” sözü verdiği ortaya çıktı. 2008’de Meclis’te kabul edilen tasarı yasalaşması için senatoya geldi. Sarkozy delikanlı çıkıp, sözünün arkasında durdu ve partisinden vekillerin oyları ile tasarı reddedildi.

Peki ya sonra ne oldu diye merak ediyor musunuz?

Genel seçimlerde Sarkozy gerilere düştü. Delikanlılık da bir yere kadar mon cher dedi ve ancak dansözlerde güzel görülebilecek ince bir göbek kıvırması ile bu kez kendi partisi aynı tasarıyı meclis gündemine getirdi. Valerie Boyer tarafından önerilen tasarıya Sosyalist Parti de destek verdir. 22 Aralık Perşembe günü yapılacak oylamada kabul edilmesine ise kesin gözüyle bakılıyor.

Peki ne olacak? Cezanın içeriğini merak ediyorsanız, kısaca onu da anlatayım efendim. Fransa Milli Meclisinde Perşembe günü görüşülecek soykırım iddialarını kabul etmeyenlerin cezalandırılmasıyla ilgili yasa görüşülüp kabul edilmesi durumunda, söz konusu sözde soykırımın inkarı, 1 yıl hapis yatmanıza ve 45 bin Euro para ödemenize neden olacak.

Bizim tek yumruk olarak yapmakta olduğumuz strateji ise öncelikle yasanın Fransa Milli Meclisinde perşembe günü gündeme alınmaması. Bunun için zaten görsel ve yazılı basından da takip edebileceğiniz üzere hemen hemen tüm mecralarda, dört bir koldan, adeta yek bir vücut gibi bunun yaratacağı sıkıntı ve sorunları Fransız makamlara anlatmaya çalışıyoruz. Şimdilik elimizde olan yalnızca nato kafa nato mermer durumları.

Yalnız sırf meclisten geçmiş olması yeterli değil tabii. Tutun ki başarısız olduk yani ilk faz geçildi, yani  bütün bu yapılan ve yapılacak görüşmelere rağmen Fransa ile Türkiye ilişkilerini bu kadar tehlikeye sokacak, son derece iyi ilişkileri başka bir mecraya götürecek yasa meclisten geçti işte o zaman 22 Şubat’a odaklanacağız ve tüm gücümüzle senato da durdurulması ve Meclisin tatile girmesiyle de bu iki yasanın yok olmasını, unutulmasını, bir süre en azından hayatımızdan çıkmasını ümit edeceğiz.

Sonra ne mi oldu?

Tutun ki ümitlerimiz boş çıktı, yani Türkiye, Fransa meclisinin, 1915 olaylarıyla ilgili Ermeni iddialarının reddedilmesini suç sayan yasa teklifini kabul etti. Ne mi olur? Yine aynı  senaryo hayata geçirilir. Paris Büyükelçisi Tahsin Burcuoğlu Ankara'ya geri çekilir. Fransızlarla küsülür, Fransız ürünlerine boykot çağrıları yapılır. Bir süre Lacoste gömlek hediyeleri alınmaz. Fransız Carrefour yerine İsviçre Migros tercih edilir. Sonra da unutulur gider ve her şey eski tas eski hamam olur.

Dışişleri Bakanı Davutoğlu çok yerinde bir tespit de bulundu ve "Bu konu Fransa'nın kendi içerisinde yaşadığı büyük bir çelişkidir" dedi. Gerçekten de Fransız devrimini gerçekleştirmiş bir halkın devamı olarak özgürlükçü liberal bir yaklaşımın topraklarında egemen olması gerekirken yasaklayıcı bir tutumun egemen olmasına çalışmak, Fransa adına üzücü ve bir o kadar da düşündürücüdür. Ana kıtanın merkezindeki bir ülkede, özgürlüklerin doğduğu medeni bir ülkede bu zihniyet hayat bulursa, kim bilir sonrasındaki gelişmeler ne olur diye düşünemeden edemiyor insan.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, takip etmiş olabileceğiniz üzere ver misketlerimi ben seninle artık oynamıyorum tadında daha önce de "Fransa Ermeni Soykırımı tasarısını yasalaştırırsa, Türkiye olarak her platformda Fransa'nın sömürgeciliğini anlatırız" demişti. Dişe diş, kana kan durumları yani. Kişisel fikrim zaten anlatılması gerekiyorsa anlatılması gerektiği, bana dokunmayan yılan bin yaşasın tarzı bir görüşü oldum olası benimseyemedim.

TBMM  Başkanı Cemil  Çiçek ise tehditten kaçınmamış: "Fransa bunun bedelini ağır öder".  Hatta Kanuni’ye atıfta bile bulunarak şanlı geçmişimizi bir kere daha gözler önüne serip bizim kimlerden geldiğimizi unutma Fransa bile demiş.

Başbakanımız ise "Soykırım görmek isteyenler kendi tarihlerine baksın" diye tepkisini göstermiş. 1945 ve 1961 Cezayir, ve 1994 Ruanda hatırlatmalarında bulunmuş. Çok beğendiğim tespitini ise sona saklamış: “Tarih, parlamentolarda yapılan oylamalarla yazılmaz. Tarih, popülizm uğruna, oy toplamak uğruna çarpıtılamaz. Hele hele parlamentolar, tarihin araştırılmasını, incelenmesini, konuşulmasını, tarihi yalanların eleştirilmesini engelleyemez”.

En somut açıklamayı ise Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan yaptı: “bu şekilde giderse, ayın 22'sinde bu hatayı yaparlarsa, 24 Ocak'ta Fransa'da yapılacak Ortak Ekonomi Komisyon toplantısını yapmayacağız. Hükümet olarak, direkt bir boykot, ambargo kelimesini zikretmemekle beraber halkımızın hislerine tercüman olmak zorundayız''. Benzer süper bir açıklama da Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış’tan geldi: "Bu tasarı Türkiye üzerinden bu coğrafyada iş yapmaya çalışan Fransız iş dünyasının sorunudur".

TÜSİAD ve TOBB heyetlerinin Fransa’ya gitmeleri ise bence başlı başına bir fiyasko, tam bir skandal. Hala birilerinin peşlerinden koşuyorlar. Hala ezikler. Otur oturduğun yerde, ne yapacaksan burada yap. Sen çağır, bırak gelenlerle yap toplantını. Yok ama onlar ayaklarına kadar gitmeyi, otele alınmamayı ve elçilikte toplantı yapmayı tercih ediyorlar. İşe ben de bu zihniyeti anlamıyorum.

Olayın ticari tarafına bakacak olursa da Türkiye ile Fransa, 10,5 milyar dolarlık yıllık ikili ticaret var ve Türkiye'de faaliyet gösteren 2000'e yakın Fransız şirketi bulunuyor. Evet yanlış okumadınız 2000 adet.


Gelin bir kaç tanesini hatırlayalım: Otomotiv alanında Renault, Peugeot, Citroen, Elektrik alanında Schneider, Otomotiv yan sanayinde Valeo, Çimento alanında Lafarge, Gıda alanında Danone, Parekende sektöründe Carrefour, Sigorta alanında Axa, Groupama, Finans alanında BNP Paribas, Yiyecek hizmetleri alanında Sodexo, Turizm alanında Accor, Club Med, Kozmetik alanında L'oreal, Avon, Akaryakıt alanında Total Oil.

Tabii kimisi bilinen kimisi pek tanınmayan bir yığın başkaları da mevcut: Acquaverde, Alcatel, Benzac, Benzagel, Benzamycin, Bic, Cacharel, Cartier, Chanel, Champion, Christian Dior, Elle, Evian, Fahrenheit, Gima, Kerastase, Lacoste, Lancome, La Vache Qui Rit, Lec Sportif, Louis Vuitton, Marie Claire, Michelin, Nicoderm, Novalgin, Onduline, Petit Bateau, Pierre Cardin, Rowenta, Sagem, Sheaffer, Studio Line, Legrand, Tefal, Uniroyal, Yves Saint Laurent ...

Bir yandan mal ve hizmetlerin, diğer taraftan da bilgi (Know-How) ve sermayenin ülkeler arasında serbestçe dolaşımı olan Küreselleşmeye ya da daha sık kullanılan ve bilinen ingilizcesi ile Globalizasyona inanıyorum. Tüketicilerin kendisine en uygun ürünü, en iyi fiyata alabilmelerini doğru buluyorum. Konumuz ekonomi ve küreselleşme olmadığından iç üreticinin korunması gerekliliği konularını hiç girmiyorum. Bambaşka bir yazıda, konu hakkında ki görüşlerimi belki ileride yazarım. Ama diyeceğim odur ki Fransız ya da İtalyan, İsviçre ya da İsveç olsun, ülkelerden bağımsız, en uygun ürünleri, üstelik uygun ve erişilebilir fiyatlara  alabiliyor olmayı bir şans olarak görüyorum. Buna karşılık bir ama’m maalesef var.

Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik ideallerinin hayata geçirildiği 1789 Fransız Devrimine yürekten inanıyorum.

“Senin düşüncelerine katılmıyorum ama düşüncelerini özgürce ifade edebilmen için hayatımı bile verebilirim…” diyen Voltaire ile tamamen aynı düşünüyorum.

Yazdığı bir yazıdan dolayı ceza alıp, hapse giren bir yazarın düşüncelerine katılmadığı halde suç olan yazısının altına kendi imzasını atarak suça ortak olmuş ve bunun yüzünden hapis cezası almış Sartre’a sonsuz saygı duyuyor ve dahası ona özeniyorum.

Sartre,eleştirileri pek de sevmeyen Fransa Cumhurbaşkanı Charlés De Gaulle’ün en sert muhalifiydi. Kendisine en sert muhalefeti yapan ve hapse girecek olan yazar Sartre için “Fransa; bugünkü gibi özgür bir ülke olabilmesini Sartre gibi yazarlarının olmasına borçludur…” diyerek yazarın hapse girmesini engellemesini takdir ile karşılıyorum.

Düşüncenin özgürce ifade edilmesinin önüne görünür ve görünmez engeller koyulmasını, farklı düşüncelerin söylenmesinden rahatsız olunmasını, belirledikleri konuları ve kişileri eleştirilmez olarak görülmesini ancak totaliter, dinci ve faşist yönetimlerde görülen anlayışlar olarak görüyorum ve bunu işte kabul edemiyorum... Bir oldu bitti ile tarihçilerin yapacağı işi yapmaları, bir de üstüne üstlük bunun inkarının suç sayılması ve dahası yapanların yanına kar kalması içimi acıtıyor. Bağıra bağıra hayır demek istiyorum ama biliyorum sesim oralara ulaşmayacak. Dikkatlerini çekebilmek için ne yapabilirim diye düşünüyorum ve aklıma boykot dışında bir şey de gelmiyor.

Ben kendi adıma eğer yasa geçerse tek kişilik, sembolik boykotuma başlayacağım. Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik için. İfade özgürlüğü için. Karşılıklı saygı için. Akşam huzurlu uyuyabilmek için.

Yasa dilerim ki geçmez ve özgürlük bir kez daha yara almaz ...

0 yorum:

Yorum Gönder