Bu Blogda Ara

24 Mart 2015 Salı

Depresyondayım ...

Uzun süredir yazamıyordum. Ama bir sorun neden diye. Tam Banker Bilo gibi oldu :) Evet yazamadım çünkü aklınıza gelebilecek tüm güzel şeyler benim ve ailemin başına geldi. Size yazmadığım süre içerisinde neler mi oldu? Anlatayım efendim ...

Öncelikle terfi ettim. Artık çok daha fazla para kazanıyorum. Arabam değişti. Son model lüks bir arabam oldu bu arada derede. Eşim bilmiyorum anlatmış mıydım ama kendi işini yapmaya başlamıştı. Evet doğru tahmin ettiniz. Geldi mi yağmur gibi geliyor. İşleri bir açıldı, pir açıldı. Yetişemiyor. Hani para sayma makinesi alsa çok da mantıksız olmazdı, o derece. Takdir edeceğiniz üzere tonla paramız olunca hemencecik evi değiştirdik. Bahçe katlı dubleksimiz tam da hayallerimizdeki gibi oldu. Oğlumla bahçesinde top oynama başladık bile. Akşamları ise hemen hemen tüm ailenin katıldığı ve kurulan uzun ve büyük sofralarda uzun saatler süren akşam yemeklerimiz de olmaya başladı. Bu arada bol bol yurt dışına çıkma fırsatlarımız da oldu. Nicedir yeniden Venedik yapalım diyorduk. Hazır Venedik olmuşken Floransa, Verona ve Como da neden olmasın ki dedik. İyi de demişiz yani. Çok ama çok eğlenip, bir o kadar da dinlendik. Paran var huzur var anlayacağınız. Şimdi siz bana işler bu kadar yoğunken siz nasıl bu kadar çok yurt dışına çıkıyorsunuz diye sorabilirsiniz. Size ne kardeşim. Hayal benim hayalim. İstediğim gibi kurarım. İnsan hayal ettiği müddetçe yaşarmış. Bak bir varmış, bir yokmuş, eksi günlerde ... bu masal tadındaki nedenleri bir kenara bırakacak olursak, uzun zamandır yazmadım çünkü depresyondayım. Yukarıda yazılanların pek tabii ki tek bir tanesi bile olmadı. Hayat bana inat, benim istemediğim şekilde ve büyük bir hızla akıp gidiyor. Son 6 haftadır briçe bile gidemedim. Ne kadar kötü olduğumu siz düşünün artık.

Eşim Don Kişot misali almış yanına bir Sancho Panza, yel değirmenlerine karşı açtığı savaşı sürdürmekte. Ahh Cervantes amca neler açtın sen başımıza. Ama en azından çok şükür yakınlarda mezarın bulunmuş. Para kazanacağız diye başladı, bırakın kazanmayı benim kazandıklarımı da bu uğurda harcamaya başladı. Ama kendisi çok umutlu, yel değirmenleri de kimmiş tadında yuvarlanıp gidiyor. Ben mi? Yok be canım, ne terfisi. Sorumluluk arttı, stres arttı, yüküm arttı ama başka artan bir şey olmadı. Bir umuttu yaşatan insanı, aldım elime sazımı diyeceğim de sazım bile yok. Ne kedim var, ne de sazım. Ev aynı ev, yurt dışı ise mazide kalan tatlı bir anı. Her günüm genelde aynı. Şükür diyip geçiyorum ama bunalmadığımı da söyleyemem. Böyle olunca da yazmadım işte. Yazmak içimden gelmedi. Peki ne oldu da şimdi yazdın dediğinizi hisseder gibi oluyorum. Ancak hissedebiliyorum çünkü benim okuyucum mesaj yazmaz. Zinhar mesaj yazmayı kötü bulur. Benim kelimelerimin üzerine kelime yazmayı doğru bulmaz. Yazdım çünkü Ahmet Kutsi Tecer’in şiirinde olduğu gibi (Orda bir köy var, uzakta / O köy bizim köyümüzdür / Gezmesek de, tozmasak da / O köy bizim köyümüzdür) beni okuyan ya da takip edenler mesaj yazmasa da, yorumlar da bulunmayıp, hal hatır sormasa da, beni okumaya ve bir şekilde öyle ya da böyle sahiplenmeye, kendince devam ediyorlar. Belki inanmayacaksınız ama okunma adetleri bırakın azalmayı her geçen gün artıyor. Aman ne olursun sen artık yazma biz öyle ya da böyle senin eski yazılarını okuruz der tadındalar. Ben de durum böyle olunca kendime bu durumu moral yaptım ve yazmaya karar verdim. Ama lütfen bana mesaj atmayın, çünkü artık atsanız da ben cevaplamayacağım. Hodri meydan. Hep ben sizden mesaj bekledim ve bulduğum her defasında koca bir hiç oldu artık sıra ben de. Tamam tamam ancak arka arkaya 3 mesaj yazarsanız ve çok ısrarcı olursanız o da belki cevap yazarım ama hepsi bu kadar.

Gördüğünüz gibi benim depresyonum da işte böylesi light oluyor. Eşim buna rağmen bu halimden memnun değil, alışık da değil. Anti-depresan kullanmamı istiyor. Ben ise William Wallace misali ısrarla ilaç kullanıp, gerçek hayattan kopmayı reddediyorum. Aslında ben yine depresyona girmezdim de her şey üst üste geldi. Ülkenin durumu her bakımdan ortada. Sürekli yaşanan ölümler, öldürmeler, vahşetler zaten bunun en büyük göstergesi. Bize neler oldu hiç anlayamıyorum. Acıma kalmadı, şefkat kalmadı, sevgi, saygı kalmadı, anlayış, sabır kalmadı. İçimizde nasıl ve ne zaman bu kadar öfke biriktirebildik, nelerden bu kadar korkar olduk da bu kadar vahşileşebildik bilemiyorum belki de biliyorum da bilmemezliğe geliyorum ama içim çok kanadı son zamanlarda. Çok ama çok üzüldüm. Takip etmesem de, okumamaya çalışsam da, bir şekilde bu haberler ve her defasında bir şekilde gelip buldular beni. Tüm yitip gidenler ışıklar içinde uyusunlar. Geride kalanlara da sabır ve çok zor olduğunu bilmeme rağmen affedebilme aydınlanması dileyebilirim.

Ekonomik kaos ise ayrı bir renk oldu depresyonumda. Eksik olmasın sayesinde çok para kaybettim. Önemli olan sağlık, giden para olsun dedim de dedim, dedim de dedim ... Oğlum da okulda elinden geleni yaptı bu arada. Bol bol thinking time’lar aldı durdu. Şimdi siz bu da neyin nesi dersiniz. Açıklayayım efendim. Daha yemek yemesini bile yeni yeni becerebilen ufacık miniminnacık çocuklardan yaptıkları hata sonrası bir köşede ve üstelik tüm arkadaşlarının gözleri önünde ve tek başlarına ben nerde yanlış yaptım demesi bekleniyor. Yapılan bir hata sonrası bir masada tek başına oturup, hatasını düşünmesi hedefleniyor. Bizimkisi de bu eğitim düşüncesine inat aldıkça alıyor bu düşünce zamanlarını. Ne annesi ne de babası olarak okulda kuralların dışına pek çıkmamış kişiler olarak haliyle şaşırıp durduk ilk başlarda. Sonra ama anladım, çözdüm bu olayı. Oğlum amcasına benzemişti. Zaten fiziksel olarak benziyor, karakter olarak da benzemişti demek. Kardeşim için ben hep iyi bir rol model olmuşumdur. Hep beni gözlemlemiş ve benim gibi olmamak için uğraş vermiştir. Başarmıştır da çok şükür. Yine şükürler olsun ki oğlum da ona benzemişti. Her şeye rağmen ben yine dayanırdım, depresyona girmezdim de ahhh ulan Rıza gibi, ahh ulan o maç yok mu, beni bitirdi. Galatasaray Fenerbahçe’ye yenilince son dayanak noktamı da kaybettim işte. Başkan güzel söylemiş zaten, gelenek bozulmadı. Belki gelenek bozulmadı ama benim denge iyice bozulmuştu, maç ile tamamen yok oldu gitti.

Siz bakmayın tüm bunları yazdığıma. Ben Çin astrolojisine göre fare’yim ve üstelik su faresi. Her yere ve her ortama uyum sağlarım. Biraz tökezlendiğim ve yolumu şaşırdığım doğru ama çabuk toparlanırım. Bu benim astrolojik genlerimde var. Feng shui’ye göre, bu sene ki tüm fare dostları için belirlenmiş olan motto misali her şeyi sevgi ile kabul edip kucaklıyorum. Oldu anacım sanki çok kolaydı ama bir şekilde öyle de yapacağım. Başıma gelen her şeyin bir neden ile geldiğini ve tüm bu gelenlerin de beni geliştirdiğine inanıyorum. En azından inanmak istiyorum.

Bundan sonraki muhtemel yazım Ahmet Maranki’nin yazılarını özetlemek olabilir. Bu sıralar ona takmış durumdayım. 4 kitabını okudum. Bana kalsa 10 sayfada özetleyeceğim bazı şeyleri yazmış da yazmış, yazmış da yazmış. Siz zahmetlere girmeyin diye belki böylesi bir olaya girerim. Ya da keyfim yerine daha çok gelmişse Şamanizm yazarım sizlere. Çok ilginç şeyler öğrendim son günlerde. Sizlerle de paylaşabilirim. Ama en kötü ihtimalle zamanında blogcuanne için yazmış olduğum yazıları buraya da taşıyabilirim. Sizler de gerekirse neler yazabileceğimi görmüş hatta okumuş olursunuz :)

Şimdilik bu kadar diyorum ve sizleri sevgiyle kucaklıyorum. Sevgi ile kalın ve içinizdeki korkuları yok edin ...