Bu Blogda Ara

13 Ağustos 2012 Pazartesi

Özgürlük canının istediğini yapmak değil, daha çok yapmak istemediğini yapmamaktır...


Geçen gün nasıl olduysa eşimle uzun bir süreden sonra kendimizi sohbet ederken bulduk. Yanlış okumadınız ne alışılageldiği üzere televizyon seyrediyorduk, ne yorgunluktan hemen yatmıştık, ne de birbiri ardına devam eden ve asla bitmeyen ev işleri ve diğer sorumluluklarımızla uğraşıyorduk. Bildiğiniz aleni bir şekilde muhabbet ediyorduk. Bana “bugünkü aklım olsaydı kesin sosyoloji okurdum” dedi. Eşim bildiğiniz akıllı ve zeki insanlardandır. O kadar ki aklınızda soru işareti bile kalmaz. Seveni de vardır sevmeyeni de. Onu çekilmez ve antipatik bulanlar belki de sempatik bulanlardan fazladır ama herkesin ortak düşüncesi çok akıllı ve zeki olduğudur. Bu gerçekleri ben de bildiğimden o demişse bir bildiği vardır düşüncesinden kendimi alamadım ve doğal olarak benden beklenmekte olan ve konuşmasını daha da açacağım soruyu sordum kendisine: “Peki ama neden?”

Sonra sazı bir eline aldı ki sormayın gitsin. Ben sorduğuma soracağıma bin pişman oldum. Diyalog olan konuşmamız bir anda monoloğa dönüştü. Konuştukça da konuştu. Konu ise zaten onun uzmanlık alanı: Sosyal Medya. Ben bir konu hakkında bu kadar keyifle ve bir o kadar da uzun konuşulabileceğini düşünemezken bile, o konuşmaya devam ediyordu. Konuşma başladıktan bir kaç saat sonra salondan yatak odamıza taşındı ki ben yatak odasında ciddi konular konuşulmasını hiç sevmem. Sorun o ki bana ciddi gelen ona rüya gibi gelmekteydi. Eşimin işi sosyal medyadır. Bu konuda gerek yurt içi ve gerekse yurt dışı konferanslarda konuşmalar yapar. Büyük büyük şirketlere eğitim ve danışmanlık hizmetleri verir. Anlayacağınız konu hakkında danışılacak kişilerdendir. Ben de danıştım danışmasına ama anlattıkları benim için çok fazlaydı. Son olarak ben ışıkları da söndürdüm ve kendisini gözüm kapalı dinlemeye başladım. Sabah bana kızgın olmasını uyuyakaldığımı erken fark etmesine bağlıyorum. Vücudum daha fazla bilgiyi almayı reddetmişti. Benim bozulduğum ve hatta kızdığım şey ise ilk başlarda sizlerle paylaşabileceğim tonla bilgi varken zamanla ve uzun konuşmasıyla hepsini unutmuş olmamdı. Artık sizlerle sosyal medya üzerine konuşabilecek bir şeyim yok. Zaten aslında hiç yoktu, hiç olmamıştı. İlgimi bile çekmez bir konuydu. Konuşmanın ilk dönemlerindeki keyif içerisinde kabul diyorum paylaşabileceğim noktaları görünce heyecanlanmıştım ama sonrasında bende kalan bilgiler dalgaların yok ettiği kumdan kale misali şekilsiz, anlatılmaz ve paylaşılamaz bir yığıntıya dönüşüp kaldı içimde.

Yaşamış olduğum bu sevimsiz ve acı sosyal medya eğitim tecrübeme rağmen aklıma takılan bir kaç soru da olmadı değil hani. Bunlardan ilki bizler (sosyal medyayı kullananlar) ne zaman ve neden nickname kullanacak kadar çekingen ve mesafeliyken bugün bu kadar tüm hayatımızı paylaşır ve dahası paylaşmaktan keyif alır ve bunun için çaba sarf eder olduk. Neden, niçin ve belki de nasıl bu kadar kısa süre içerisinde bu denli sosyalleşmeyi başarabildik. Tabii buna sosyalleşme ne kadar denirse. Belki de eşim bugün bu nedenle, tüm bu nedenleri anlayabilmek adına sosyoloji okumak istemekte. Uyuyakalmasaydım belki bunu ben de öğrenebilirdim. Neyse bir daha ki sefere artık. Ben oğlum için bu alanı ister miydim bilemiyorum. Bilemiyorum çünkü muhtemelen oğlum ve tüm diğer çocuklar teknolojideki ilerlemenin sahip olduğu bu korkutucu hız nedeniyle en az %60’lık bir oranla bugün bilmediğimiz bir meslek ile uğraşıyor olacaklar. Zaten bu nedenle bizlerin işleri bu kadar zor. Ben mesela ya doktor ya da mühendis olmalıydım. Benim zamanımda işletmecilik bile meslekten sayılmazdı. Ben de kolaya kaçıp mühendis oluvermiştim. Peki ya oğlum? Oğlumun ne ile uğraşacağını bilemiyorum. Bana kalsa ya degustatör ya da aşçı olsun isterim. Ama bu tür mesleklerde ya hep ya hiç anlayışı var. Yani çok başarılı olur ise bir anlamı var aksi durumda mutsuz olabilme şansı oldukça yüksek. Benim tek uğraş ve amacım oğlumun kendisiyle barışık olabilmesini sağlamak. Kendi değerini bilmesini, yaratıcı olabilmesini başarabilmek. İhtiyaçlarını bildirmekten çekinmeyen özgüveni ve farkındalığı yüksek bir birey yetiştirebilmek. Gerek kendi gözlerine ve gerekse başkalarınkine direk bakabilen bir kişi olabilmesini sağlayabilmek. Ne olursa olsun ve hangi şartlarda kalırsa kalsın hayallerinin peşinden gidebilmeyi sürdürebilmek. Yoksa ister sosyolog olsun ister doktor ya da ister mühendis benim için çok da önem ifade etmiyor. Önemli olan onun mutlu olması. Mutlu, huzurlu ve isteklerine ulaşabildiği bir hayatı sürdürebilmesi.
  
Büyük sosyalleşme başarı ve hızına gelince ... Bugün sahip olduğumuz internet ve onun türevleri olan sosyal medya olaylarına yani... Aslında her birimiz büyük bir oyunun yalnızca küçük birer parçalarıyız. Biliyorum kulağa çok komplo teorisi gibi geliyor ama aslında amaç hiçbir zaman bizim sisteme ulaşmamız olmamıştı, sistemin bize ulaşabilmesiydi. Bugün artık kullandığımız bu medya ve medyayı kullandığımız araç ve gereçler sayesinde, ne içiyor, ne tüketiyor, hangi kitapları okuyor, ne zaman nereye gidip, ne kadar kalıyor, ne konuşuyor ve hatta ne düşünüyor, hayata nasıl bakıyoruz hep ama ama hep biliniyor. Gerçekleştirilen ve geliştirilen tüm pazarlama, satış ve yönetim stratejilerine artık bu açıdan bakmakta fayda var. Kabul etmek gerekiyor ki bizler artık yalnızca matrixin birer parçalarıyız. Söz konusu matrixin hayalini kuran kişilerin çocuk ve torunları ise bizlerin belki de yeni ya da her daim yöneticileri, bizler farkında olalım ya da olmayalım, kabul edelim ya da etmeyelim. Facebook’ta olmayanların artık günümüzde psikopat ve suç işlemeye eğilimli kabul edilmeleri de bir tesadüf değil bence. Eşim bu satırları okuduğu zaman kesin büyük bir hayal kırıklığı içerisinde beni hiçbir şey anlamamakla itham edecek.

Aslında düşünüyorum da benim yatakta uyuyakalmam oldukça simgesel ve bir o kadar da içinde bulunduğumuz durumu özetler nitelikte. Aslında biz insanların küçük, miniminnacık bir grup dışında yok birbirimizden farkımız. Jean Jacques Rousseau’nun çok sevdiğim ve altına imzamı atacağım bir düşüncesi vardır: “Özgürlüğün, insanın canının istediğini yapması demek olduğuna hiçbir zaman inanmadım. Özgürlük daha çok yapmak istemediğini yapmamaktır..."

Dilerim yapmak istemediklerimizi yapmak zorunda kalacağımız günleri hiçbir zaman yaşamayız ...

2 yorum:

  1. Konuşma uzayınca konudan kopmak, soğumak ve ilgiyi kaybetmek erkeklerin ortak özellikleri olabilir mi diye düşünüyorum :)

    Sosyal medya konusu çok ilginç aslında, keşke bir kısmını bize de aktarabilseydin. Ya da rica ederiz, eşin bir gün bu konuda bu sayfalarda birşeyler yazar bizim için ;)

    Oğlun için istediklerine sonuna kadar katılıyorum. Bizim ülkemizde "temel meslekler" her zaman daha makbul sayılsa da, bunun zamanla "mesleklerinde mutlu ve verimli insanlar" kavramına dönüşmesini umut ediyorum. Bizim çocuklarımız daha özgüvenli, isteklerinin peşinde gitme konusunda daha kararlı görünüyorlar. Bakalım gelecek neler getirecek :)

    Not: Rousseau'ya saygılarımı sunarım :))

    Sevgilerimle...

    YanıtlaSil
  2. Rousseau'ya saygılarını ilettim, çok mutlu oldu. Bilgine :) Yine kısa süreli bir tatil yaptığımızdan cevabım da gecikti.

    Eşimle konuşup bir yazı yazmasını isterim, umarım kabul eder :) Etmezse ben onun düşüncelerini kendi ibriğimden geçirerek yazarım ki işte o zaman kesin bana cevap olarak bir yazı yazar :)

    Konuşma uzayınca konudan kopmak, soğumak ve ilgiyi kaybetmek, en azından ben de çok olan bir durum :) ama bunun sonucu uyuyakalmak tehlikeli, daha dikkatli olmam gerekirdi.

    Dilerim çocuklarımızın çok güzel bir gelecekleri olur. Halen içinde bulunduğumuz durumlar buna engel olacak gibi görünse de bizlere düşen buna rağmen mutlu olmalarını sağlamak...

    YanıtlaSil