Bu Blogda Ara

25 Nisan 2013 Perşembe

Hobi arayışlarımız hız kesmeden devam etmekte ...


Geçenlerde 2,5 yaşlarında çocuğu olan bir erkek arkadaşımla laflıyorduk. İki erkek genelde futboldan konuşur ama konumuz futbol değildi. Ev ve iş hayatlarımız hakkında dedikodu da yapmıyorduk. Konu çocuklarımızdı. Eskiden futboldan, komplo teorilerine, din ve inanç sistemlerine kadar bir çok konuda üstelik çok da rahat konuşabiliyorken bugün artık en rahat konuştuğum alanın çocuk ve türevi konular olması beni oldukça şaşırtıyor. Benim için rahat bir alan olmasından belki sebep kendimi işte, evde, her yerde bir anda bu konuyu konuşurken buluveriyorum. Ne kadar alıştım desem de yeni dönem bir şekilde beni şaşırtmaya devam ediyor işte. Bana bir ara “bu sıralar çok hareketli ve bir hayli aksi, sürekli olarak sınırlarını zorluyor. İnan yorulduk” dedi.

Bu tam gollük bir ortaydı ve benim bunu değerlendirmem gerekiyordu. Ben de benden bekleneni yaptım. Cevabım benim için gerçekçi onun için ise sarsıcıydı: “bu yorgunluğa alışmanız gerekmekte. Bizimkisi beş oldu ve sınırlarını zorlamaya ve hatta genişletmeye her  geçen gün devam etmekte. Öncelerin ve sizin için şimdilerin daha bir fiziksel ağırlıklı olan hayatı yerini hem fiziksel ve hem de düşünsel eşit ağırlıklı hayatına bırakıyor. Olması da gerekiyor çünkü ne mutlu bize ki büyüyorlar. Kendini çok daha iyi ifade edebiliyorlar. Ne istediklerini ve de ne istemediklerini artık bilmeye başlıyorlar. Anne ve babalık nasıl ki 7/24 bir mutluluk ve keyif ise aynı zamanda yine 7/24 bir sorumluluk. Durmak, gevşemek asla olmuyor. Hem fiziksel ve hem de düşünsel yolculuk her daim devam ediyor. Yol yakınken buna alış ve boş hayaller kurma” Tabii ki bu kadar didaktik bir konuşma yapmadım kendisine, ama işte bu minvalde şeyler söyledim durdum. Bir süre sonra zaten benden sıkıldı ve uzayıp gitti yanımdan.

Gerçekten de fiziksel koşuşturmacalara ek olarak bu sıralar düşünsel faaliyetlerde oldukça yoğunlaşmaya başladı. Siz bakmayın uzun süredir konusunu etmediğime, oğlum için eğlenceli, keyifli, mutluluk verici ve kendisini geliştirici bir hobi hala aramaktayız. Bunun için denemelerimize ara vermeden devam etmekteyiz. Geleceği için, eğitimi için hala kafa patlatıp, araştırmalar yapmaktayız. Bir yandan da onu kütüphane tepelerinden toplayıp, peşinden koşmaya, sabah hava aydınlanmadan kalkmaya devam etmekteyiz.  Son olarak ise bir oyuncakçı firmasını arayıp halen piyasada olmayan karakterlerin satışa çıkarılması için yoğun kulis ve baskılara bile başladık. Piyasadaki karakterleri onun için almak tabii ki çok değerli ama onun için piyasadaki oyuncakları belirlemek paha biçilmez. 

Hobi olayına geri dönecek olursak, bizim için hala tam olarak çözümlenmemiş önemli bir olay, ama önemli aşamalar da kaydetmedik değil hani. Hobi olayını her şeyden önce çok önemsiyoruz. Yalnızca fiziksel olarak efor sarf edeceği bir olayın çok ötesinde bir kavram olarak görüyoruz. İnsan hayatına etkileri çok büyük her şeyden önce. Bazen hayallerimize ulaşmamızda bizlere yol gösterici bir umut oluveriyorlar. O kadar ki yalnızca varlıkları bile hayallerimizi her daim canlı ve yapılabilir kılıyor. Bazen ise günlük koşuşturma, sorumluluk ve görevlerimiz ve bunlardan kaynaklı oluşan stres nedeniyle zaman zaman kaybedebildiğimiz mutluluk ve huzurumuzun görünmeyen küçük anahtarları olabiliyorlar. Bazen ise kendimizi kolayca ifade etmemizi sağlayan araçlar haline dönüşebiliyorlar. Ama her daim onlarla kendimizi daha mutlu, rahat ve dingin hissedebiliyoruz.  Tabii tüm bunlar en azından kolaya kaçmak gerekirse ileriki yıllar için olan avantajlar. Küçük yaşlar özeline indirgeyecek olursak, çocuğa uygun, iyi seçilmiş bir hobi ile hem duygular ve hem de duyular uyarılabiliyor. Karar verme ve uygulama yetisi gelişiyor. Zengin bir hayal gücü için de yine hobi çok önemli. Kısacası hem bedensel ve hem de ruhsal gelişimini sağlıyor ve hem de bunları yaparken onu mutlu ediyor, daha ne olsun.

İşte bu daha ne olsun’nun altını doldurabilmek ve enerjisini sağlıklı bir yöne doğru kanalize edebilmek için bu sıralar yoğun bir şekilde onun adına hobi belirlemek için uğraşıyoruz. Hemen söylemeliyim ki bu hiç de kolay bir süreç değil. Hele ki İstanbul gibi devasa bir karmaşa yığınında. Tamam büyük şehir, imkanlar çok geniş ama o imkanlara erişme bir o kadar zor ve tatsız. Diğer bir işimizi zorlaştıran parametre ise oğlum. Bizimkisi kendine göre bir karakteri, doğruları ve hatta prensipleri olan bir küçük adam. Sahip olduğu özgüven karşısında bazen şaşırıp kalabiliyorum. Oldukça cool bir adam oldu çıktı başımıza. İşte bu nedenlerle bizim onun için uygun bulduğumuz nice spor dalını kendisine bir türlü beğendiremedik.  Ben bir daha buraya gelmemden tutun da ben bunu sevmedimlere kadar açıkça fikrini söyleyebiliyor. Onunla gerçekten de gurur duyuyorum. Zorla güzellik olmayacağından da biz de başlıyoruz yeni arayışlara. Ne kilometreler tepip ne denemeler tamamladık bu uğurda.

Küçükken bu anlamda her şey çok daha kolaydı. Zaten bir hobisi vardı: Oyun oynamak. Bir süredir ise yeni bir adım atma aşamasındayız. Tam olarak nasıl ve nereden başlayacağımızı bilemiyoruz ve bu nedenle de bol bol araştırma yapıp, eşe dosta fikirler soruyoruz, sonra da denemeler yapıyoruz. İlla her bir çocuğun yeteneği olacak diye bir kural yok ama bir ilgi alanı mutlak surette vardır. Hobi yapılırken keyif vermeli, adeta yaparken dinlenilebilmeli. Her boş zamanlarını doldurmak olmamalı tek amaç. Eğlenme olmalı, keyif alma olmalı, yoksa bizler için bir program değil. Belki fiziksel olarak yorulabilir ama zihinsel olarak yorulmamalı tam tersi istemeli ve yaparken mutlu olmalı amaç zaten bu değil mi? İşte biz bunu bulmaya çalışıyoruz ki bazen bu samanlıkta iğne aramak gibi oluyor.

Bu sıralarda ise bir mucizeyi yaşamaktayız. Ağzımda sürekli Allahım bitmesin bu rüya sözleri çıkıyor. Nedeni ise her şeyde bir hayır vardırın açıklaması gibi. Eşim bir süre önce çuvalla para ödeyerek, üstelik üç senesini ipotek altına alarak bir spor kulübüne üye oldu. Tahmin ettiğim gibi bir süre devam edip gitmeyi bıraktı. Çok şükür ki dondurma seçeneği vardı da paramız sokağa gitmedi. Ben tahmin edebileceğiniz üzere gerek üyelik öncesi ve gerekse gitmemeye başladığı dönemlerde sürekli söylenip durdum. Yine tahmin edebileceğiniz üzere benim bu söylenmelerim bir kulaktan girip diğer kulaktan üstelik hiçbir engele takılmadan girip çıktılar. Meğer burası bizim aylardır arayıp da bulamadığımız bir merkezmiş. Aradığımız her şey burada vardı. Biz de bir üye olarak etinden sütünden faydalanmaya başladık bu vesile ile. Bu sıralar oğlum hem de ne büyük bir keyifle kolay kolay hiçbir yerde yapılamayacak  iki spor dalını burada yapmaya başladı. Üstelik bir dalda yalnızca kendisine özel olarak 3 eğitmen hizmet etmekteyken, diğerinde oğlum ve arkadaşına iki eğitmen özel olarak hizmet vermekte.  En güzel yanı ise diğer denediğimiz bir çok dala göre çok daha ekonomik olması. İşte tam bu noktada bundan iyisi Şam’da kayısı ya da kaymaklı ekmek kadayıfı tabirlerini kullanmak yerinde olacaktır. Geçen gün eşime ben de üye  olmak istiyorum dedim. Nereden nereye işte. Demek ki neymiş eşim her zaman haklıdır, yeter ki sen anlayabilecek seviyeye gel.

Oğlum bu özel derslerden, bu kadar ilgiden ve her şeyden önemlisi bu dallardan sıkılır mı şimdilik bilemiyoruz. Bekleyip gözlemliyoruz. Şunu farkettik ki spor dalı ne kadar oyunla iç içe olur ise o kadar çekici oluyor, yoksa pek şansı olmuyor. Bu da çok normal çünkü onlar daha çok küçükler ve oyun oynamak istiyorlar. Diğer bir yandan da halasından piyano dersleri almaya başladık. Şimdiden notaları okumaya ve hatta piyanoda çalmaya başladı. Sanırım bana çekmiş olmalı. Piyano dersi de oldukça ekonomik. Kız kardeşime bu iş için tabii ki bir ödeme yapmıyorum. O kadar halası, hem beraber zaman geçiriyorlar, daha ne olsun iki durumu.

Oğlum her şeyi yapsın istiyorum ve ona her şeyi sunabilmek ama daha da tehlikeli olanı belki her şeyi yapabileceğine inanıyorum. Hepsi tabii ki olmayacak hatta belki hiç biri olmayacak ama biz onu mutlu edecek bir yol bulmak için denemelerimize ve araştırmalarımıza devam edeceğiz. Hobileri sorumluluklarını kötü yönde etkilemediği sürece de ona karışmayacağız.

Dilerim tüm hayallerine kavuşur!

16 Nisan 2013 Salı

Heyecan dolu bir Cumartesinin ardından ...


Güzel bir öğle vakti. Güneş Mart ayında olmamıza rağmen sıcacık, insanı ısıtıyor. Eşim ki kolay üşür, dışarıda oturalım demiş. Masamıza kurulmuş, yüzümü güneşe doğru vermişim. O sıcacık ışınların yüzüme vurmasıyla biraz daha mutluluk hormonu salgılayıp duruyorum. Az önce soğuk biramdan bir yudum daha içmiş, siparişini verdiğimiz yemekleri bekliyoruz. Oğlum bazen Ipad’i ile oynuyor bazen de sıkılıp ben dolaşmak istiyorum diyor. Masada durduğu sürece söylenmesi beni pek de etkilemiyor açıkçası. Eşimin zaman zaman sorularına da kısa cevaplar veriyorum. Oğlum bir süre önce hobisel çalışmalarını tamamlamış, bir hayli de yorulmuş. Şimdi de güneş ile bol bol temas halinde. Birazdan da yemeği gelecek. Huzur ve mutluluk bu olsa gerek. Mutluyum ve huzurluyum ama duyarsız değil. Sonunda oğlumun dolaşalım yakınmalarına dayanamıyorum ve onunla tenis topu bulmaya ve bulduğumuz tenis toplarını havuza atmaya başlıyoruz. Boğaziçi Mezunlar Derneği Lokalindeyiz. Etraf yemyeşil, hava güneşli, ve biz havuz kenarında gevşemiş bir halde bu güzel ortamın tadını çıkarıyoruz.

Bir süre sonra yemekler geliyor. Biralar yenileniyor. Keyifler parlayıp, mideler doluyor. Oğlum ben havuz kenarındayım, sopa ile suya vuracağım diyor. Gözümüzün önü, izin veriyoruz. Nasıl mutlu, başlıyor yeşilliklerden bulduğu bir dal parçası ile suya vurmaya. Güneş ısıtmaya, mutluluk hormonu salgılanmaya devam ediyor. Gözüm bir yandan hep oğlumda ama gevşemişlik düzeyim de bir hayli yukarılarda.

Önce dal parçası suya düşüyor. Çıkardığı ses, oğlumun vurduğu andaki çıkan sesten biraz daha az çıkıyor. Sonra oğlumun sağ ayağı havuza doğru hareketleniyor. İşte tüm masalsı anlatım, yor’lu kullanım, gevşeme durumu, salgılanan hormon bu hareketlenme ile bir son buluyor. Ayağın suya girmesi ile vücuduma bırakın mg seviyelerini gram seviyesinde kafein girmiş gibi oluyor. Tüm duygu ve kas sistemim alarm durumuna geçiyor. Mutluluk hormon salgısı yerini adrenalin salgısına bırakıyor. Dizinin suya girmesi ile yolu yarılamıştım bile. Havuz kenarına ulaştığımda saçının son kısımları daha yeni ıslanmıştı. Tuttuğum gibi çekip çıkardım oğlumu sudan.

Islanmış, korkmuş, üşümüş, ve kendisine kızmıştı. Ağlamaya başladı. Doğal olarak tüm ilgi üstümüze yöneldi bir anda. Sürekli olarak belki de panikten ayakkabılarım su içinde ama diyordu. Meğer ayakkabılarını ne de çok seviyormuş. Sakince oğlumu yatıştırdım. Yıllarca her zaman ve her gittiğimiz yere boş yere taşıyıp durduğumuz ve içinde oğlum ile ilgili her şeyin olduğu dopdolu çanta ilk defa işe yaramıştı. Ayakkabı hariç her şeyi vardı içinde. Hemen üstünü değiştirdik. Bu kadar gevşeme bize fazlaydı, yeter dedik ve eve geri döndük. Hala istemeden de olsa antibiyotik kullandığımız bir dönemde oğlum buz gibi pis suya düşmüştü. Hemencecik yıkayıp pakladık.

Lokale ilk giriş yaptığımızda oğlum hadi havuza girelim demişti. Ben de ona havuz mevsiminin henüz açılmadığından bahsetmiştim. Oğlum ise ısrarla havuza girelim diye tutturmuştu. Banyo sonrası oğlum ben havuza zaten girerim demiştim demez mi! Kaza ile mi düştü yoksa nasılsa babam burada ben bir girip çıkayım mı diye mi düşünüp atladı hiç bir zaman bilemeyeceğiz. Çıktığı andaki şaşkınlığı kaza ile düşme ihtimalini artırsa da banyo sonrası bu sözleri oldukça düşündürücüydü.

Siz bakmayın bu kadar kolay anlattığıma, insanın ömründen ömür gideceği bir olaydı ve kelimenin tam anlamıyla anlık bir hadiseydi . Allah korusun dalabilirdik, o sırada başka bir şeyle ilgileniyor olabilirdik ya da en basitinden fark etmeyebilirdik. Anne babalık kesinlikle 24 saatlik bir iş. Tamam çok keyifli ama bir o kadar da dikkat isteyen bir iş. Gevşemeye asla yer olmayan bir iş. Siz siz olun aman dikkatli olmayı elden bırakmayın.

Dilerim biriktirdiklerimiz hep güzel anılar olur ...

2 Nisan 2013 Salı

Mevsimlerden Kış


Hayatımın hemen hemen son 20 senesinde hep bir yol aradım durdum. Düşünebiliyor musunuz neredeyse yedi bin gün boyunca aranıp bulunamayan bir yol. Keşke bulabilseydim tabii ama bulamadım işte. Hoş bulmak da öyle kolay değildi hani. Tanımadığım, görmediğim, içinde bulunmadığım hatta bilmediğim ve hatta tarifini bile yapamadığım ve hatta ve hatta belki asla yapamayacağım bir yoldu bu yol. Dedim ya tarifini yapamıyordum belki ama hem geçmişime ve hem de geleceğime olan etkisini hissedebiliyordum. Aklıma düşen ne bir anı ne de geleceğe ilişkin bir hayal yoktu belki ama ortaya çıkan, duyumsadığım hatta etkilerini hissettiğim yoğun bir duygu seli her zaman için vardı o yol ile ilgili. Bazen yalancı baharlarım olmadı da değil hani, bulduğumu sandığım ama her defasında yanılarak arayışlarıma devam ettiğim nice diğer alakasız yollar gibi. Mutluluklarım tabii ki oldu, huzurlu günlerim de ve yine sağlıklı günlerim için hep müteşekkir de oldum, şükürler de ettim Tanrıma ama bir ama hep oldu işte içimde, gönlümde, yattığım zaman düşüncelerimde ve bitirdiğim kadehlerde. Belki de her defasında gerçek ile yüzleşmek bu kadar zor olduğundan ve yine belki bunu kaldırabilecek gücüm olmadığındandı bu kadar içmem. Arayışlarım, araştırmalarım, düşünce ve yalvarmalarım hem de hiç durmadan hep o yolu bulmak içindi ve hala arıyor olmanın tarifsiz hüznü bu sıralar içimde, içimdeki kış mevsiminde.

Gotan Project’in notaları gibi sanki hep bir tango yüklü hayatım, hep bir tanımlanmayan davetkar bir hüzün ve ona eşlik eden ve onu daha da kararmaktan kurtaran bir umut benle birlikte, iç içe. Konuşmalar gerek içimden ve gerekse kendi kendime üstelik mırıldanmaktan çok çok uzakta. Hep bir tarif etme isteği ve çabası ama bir türlü yolun tanımını yapamama. Hissetmek ama tanımlayamamak. Uyandığım her günün sabahında umut dolu belki bu gün işte, neden olmasın demek, beklemek ve  yeniden kaybolmak, evin yolunu bulamamak, ter içinde uyanmak, yine en başa dönmek, hüsrana uğramak günün sonunda. Büyümeye, gelişmeye, aydınlanmaya çalıştıkça aslında ne kadar da yolun başında olduğumu fark etmek her defasında ve hep yenilmek ve hep tekrar başlamak. Tekrar başlayışlarımdan bile o kadar sıkıldım ki gelin yolu bulamamanın içimde yarattığı o müthiş karamsarlık ve umutsuzluk bulutunu siz tasavvur edin. Bataklık gibi, içine belki henüz çekmiyor ama masmavi ve berrak olduğunu söylemek de zor işte. Tarifini yapamıyor olsam da hep bir hayal zihnimde, bazen şarkı notalarında, bazen gitmediğim yerlerin resimlerinde ve bazen tatmadığım, hissetmediğim bir duyguda ama hep bir şekilde varlığını bana hissettiriyor işte ve sonra da acımasıza kaybolup gidiyor, usulca çıkıp gidiyor yine hayatımdan.

Yolumu bulmak ve hatta o yol içinde huzurlu, güvenli  ve mutlu bir şekilde kalmak istiyorum. Yolun içinde yol almaktan ziyade yolun beni alıp götürmesini istiyorum. Sözlerini anlamadığım, ne için, kim için söylendiğini bilmediğim ama bana ait olduklarından emin olduğum şarkılar gibi yolumun kaderimin olmasını istiyorum ve o kaderimle bir an evvel karşılaşmayı. İçimin bir anda nedensiz, tarifsiz hoş bir ürperti, bir heyecan ile dolması ama sonra zamansız kaybolması yoruyor en çok beni. Belleğimde hiçbir hatıra ve hiç bir yaşanmışlıkla ve hatta tanımla bağ kurulamayan bir his çoğu kez ziyaretime gelen, yaşamadım, yaşadıysam da kesinlikle hatırlamadığım ama bir şekilde içime doğan, varlığını hissettiren bir hayat, bir yaşanmışlık, bu his ile düşüncelerime ve duygularıma giren ve beni hem umutlandırıp hem hayal kırıklığına uğratan. İnsan beyni işte! Oyun içinde oyun. Bazen kurulan bir hayali ya da yalnızca bir hissi gerçekmiş gibi algılayacak bir naiflik bazen hin oğlu hin bir algılayış yeteneği. Yaşanmamış bir hayat nasıl hatırlanabilir ki?! Belki zaten hatırlanmıyor ama bir şekilde duyumsanıyor işte. Neden ve nasıl etkiliyor bilemiyorum ama umut tazeleyen tanımsız ve zamansız enstantaneler hep aklımda daha doğrusu duygularımda işte. Önceki hayatlarıma ya da paralel evrenlerde yaşayan diğer benlere belki de en yaklaştığım anlarım bu anlar. Bilemiyorum ama bir şekilde özlüyorum, arıyorum, ihtiyaç duyuyorum.

Hayatımda bu nedenden sebep yarattığım milatlar içimdeki umuttan mı umutsuzluktan mı bilemiyorum. Bazen aldığım bir gömlek, bazen gittiğim bir kurs ve bazen de okuduğum bir kitap ile hep yeni bir başlangıç yapma isteğim ve her defasında aslında yalnızca kendimi kandırdığım gerçeği ile yüz yüze geliyorum. Depresyonsuz gelgitler yaşamak, akıl sağlığım yerindeyken delirmek, ilaçsız iyileşmeye çalışmak gibi, tüm farkındalığınızla tüm sıkıntıyı yaşamak ve bundan artık yorulmak. Tüm bunları içinizde yaşarken dışarıya karşı başınızı dik tutmaya çalışmak, gülmek, mutlu olmak, huzurlu yaşamak, çalışmak, yemek yemek, bol bol içmek ve sigarayı hayatınızın dışında tutmak, sosyalleşebilmek hatta, gülmek, hatta kahkaha atmak, kavga etmek, tartışmak, öğretmek, öğrenmek, örnek olmak, güçlü görünmek ama güçsüz olduğunu bilmek, hayatı yaşamak, sürdürmek, sevmek hem de çok sevmek. En zoruma giden de içimden büyük bir dalga gibi dışarı çıkmayı bekleyen, isteyen ağlama isteğim, öyle yoğun öyle canlı ki engellemesi her defasında daha da zor gelmekte.

Bugünlerde yaşadığım Kış Mevsimi. Nasıl ki baharlarda aşık oluyor, yenileniyor, umut doluyorsam ve nasıl ki yazları şarkılar söyleyip, gülüyorsam işte bazen kışları da böyle yoğun yaşamak gerekiyor. Kabul etmek ve sonrasını beklemek belki de büyümek. Bu karlar kalktıktan, gri hava yerini güneşli günlere bıraktıktan sonra kabuk değiştirip yenilenebileceğim belki de. En azından kara kış değil. Bana gerekli olan aslında uyku, derin ve uzun bir uyku. Etkili bir ilaç gibi işe yarayan bir uyku, bazen yalnızca kuvvetli bir B vitamini tadında, bazen ise güvenli bir liman, bir dostun sarılması, bir arkadaşın gülmesi, evet bana kesinlikle gerekli olan bu.

İyi geceler ve tatlı rüyalar sizlere. Bahar mevsiminde yeniden görüşmek üzere!