Bazı şarkılar vardır insanı alır da götürür. Coşku ile mutluluk ile huzur ile dopdolu kılar. Ne sözlerini anlarsınız çoğu zaman ne de ne için kim için söylendiğini bilirsiniz ama bir anda sizin şarkınız olur çıkar. Çoğu kere insanı çok eskilere, eski güzel günlere, yıllar geçse bile unutulmayacak günlere götürür. Hani içinize bir anda hoş bir ürperti, bir heyecan dolar ya sanki tekrar o günleri yaşayacağınızı sanarak ve asla o günleri tekrar yaşayamayacağınızı anlarsınız ya şarkının bitiminde. İnsan beyni işte oyun içinde oyun. Bazen kurulan bir hayali gerçekmiş gibi algılayacak bir naiflik bazen hin oğlu hin bir algılayış yeteneği. Bazen de bazı şarkılar tanımlamanın yapılamadığı bir his uyandırır içinizde. Belleğinizdeki hiçbir hatıra ve hiç bir yaşanmışlıkla ve hatta tanımla bağ kurmaz. Belki yaşamadığınız, yaşadıysanız da kesinlikle hatırlamadığınız ama bir şekilde şarkı ile içinize doğan, varlığını hissettiren bir hayatı sunar sizlere. Ön belleğe değil ama duygularınıza hitap eder. Mesaj sanki direk genetik kodlarınıza gider. Yaşamadığınız bir hayatın yaşanmış gibi tüm duygusal yükünü içinizde usulca bırakır notalar yardımıyla sonrada açıklama yapma ihtiyacı bile duymadan usulca yine çekip gider hayatınızdan.


Tekrar en başa dönecek olursak akıllara ziyan bir trafik, sürekli bir koşuşturma, bir yere yetişme çabası, yorucu ve stresli bir hayat, aynı şehirde olmanıza rağmen göremediğiniz arkadaşlar, sona eren dostluklar, bitmeye yüz tutmuş aile değerleri, pahalılık, hayat kaliteleri arasındaki uçurumlar, üzerinize üzerinize gelen boğucu kalabalıklık, cin olmadan adam çarpmaya kalkan zeka yoksunları, sonradan görme ne oldum delileri, insanların kabalıkları, estetik ve terbiye yoksunu çoğunluk halkı artık içinde barındırdığı tüm güzelliklere rağmen bu şarkıları hak etmiyor.
Şimdi iyi de kardeşim, bize ne, çek git diyenleriniz olacaktır ama çekip gitmek de o kadar da kolay olmuyor işte. Anlayacağınız ben bu konuda arafta gibiyim. Bir yanım gitmek bir yanım şans vermeye devam etmek istiyor. Bambaşka bir yanım ise İstanbul ağzından iş buldun da ben mi seni tuttum diyor badem bıyık altından gülerek. Öyle ya güzel şehrimin bıyık modelleri de değişti artık. Önceden de yazmıştım bizleri burada yaşamaya iten, zorlayan, kandıran sayısız avantajları var bu yılların şarap tadındaki şehrinin. Ama artık şarkıları hak etmiyor, yani bıçak-kemik, zurna-zırt ikililerin dile getirildiği anlardayız.
Bu ikilililerin gündeme gelmesine neden olan başka bir konuda milli bayramlara verilmeyen değer ve önemdi. İstanbul, İzmir farkını 23 Nisan’da fazlasıyla ve tüm çıplaklığı ile gördüm, yaşadım. Lafla Peynir gemisi yürümüyor adlı yazımda Müjdat Gezen’in bir sözüne yer vermiştim. Üstat “Ekim ayına söyleyin bundan böyle 28 çeksin, Kasım 9 çeksin, Nisan 22, Ağustos 29 çeksin. Çünkü birileri bizi çekemiyor” diye yazmıştı. Verilmek istenen mesaj birkaç kelime bam teline dokunacak kadar etkili anlatılmıştı. Can Ataklı ise günlük köşesinde “Cumhuriyeti de iptal edin bari. Peki haftaya kurban bayramı kutlanacak mi diye?” sorarak tepkisini dile getirmişti.
Ben ise gerçekten emanete sahip çıkıp çıkmadığımızı sormuştum. Bir milli bayram sonrasında aynı tespitleri tekrarlamak isterim.CHP'nin iki kalesini gören bir noktadan Şişli ve Beşiktaş’a - ki bu mahallelerde göbeğini kaşıyanlar değil, cumhuriyetin "elitleri" oturur - baktığınızda Şişli’de ve Beşiktaş’ta bir elin parmaklarını geçmeyecek dairelerde bayrak görebilirsiniz. O zaman işte iktidara "neden yasakladın" diye sormak yerine "ben ne yaptım" diye sorarak başlamak daha yerinde olmaz mı? Ağzına kadar ziyaretçi dolduran İstanbul’un alışveriş merkezlerinin kaç dükkanında bayrak asılıydı?

İzmir benim şarkılarımı fazlasıyla hak ediyor...
Şehirden bağımsız olarak eve dönmek güzel. Oğlumun evimizi sevmesi ve döndüğü için mutlu olması ise paha biçilemez bir mutluluk. İzmir tatili bize çok iyi geldi. Dinlendik, eğlendik, bol bol yedik ve değişik duyguları yaşadık. Ne stres kaldı, ne sıkıntı ne de telaş. İhtiyacımız fazlasıyla varmış.
Oğlumun bu süre zarfında, gözlerindeki mutluluk ve ışıltı ise paha biçilmezdi. Ne diyelim, anı kesemize bir kaç gün daha atıverdik. Ne mutlu bizlere ve daha nicelerine ...
Bu yazı gerçekten nefis bir yazı olmuş. Diyebileceğim tek bir şey var; ellerine sağlık...
YanıtlaSilSenden yorum gelmeyince beğenmediğini sanmış ve üzülmüştüm. Mesajın ve yorumun bu nedenle beni çok sevindirdi. Çok teşekkürler.
YanıtlaSilAslında bu yazı ile hayalimin İstanbul'unu, sevdiğim İstanbul'u anlattım. Güzelim İstanbul artık sevdiğim İstanbul olmaktan çok uzak. Benim sevdiğim İstanbul'um artık İzmir. Aradığım, özlediğim,değer verdiğim tüm nüveler İzmir'e ait. Ne zaman bilmiyorum ama bir gün ben de İzmir'li olacağım :)
Selam ve sevgilerimle,
:)
YanıtlaSilHer yazını mutlaka okuyorum. Ama bazen ara verdiysem yazılar birikiyor. Ben de (dün yaptığım gibi) son yazıdan geriye doğru olacak şekilde toplu bir okuma yapıyorum :)
Ayrıca bu yazını sevmemem mümkün değil; içinde şarkılar, duygular, şehirler ve İzmir var ;)
Sevgilerimle...
Not: Bir şehri özlemek harika bir duygudur!
Çok sevindim ...:)
YanıtlaSilİzmir gerçekten de sevilesi ve yaşanası bir şehir. Şanslısınız ama zaten bunun da farkındasınız.
Doğrusun ben yurt dışındayken hep hayalimdeki İstanbul'u özledim,durdum. Sonra döndüm, gördüm ki hayalini kurduğum ve özlediğim şehir ile gerçeği birbirinden oldukça farklıymış. Artık yeni hedefim İzmir. Umarım bir gün hedefimize ulaşabiliriz :)
Sevgiler,