Bir önceki yazımdaki temennilerim maalesef gerçekleşmedi. Maç
bitiminde ortaya çıkan duygular yalnızca sevinç ve hüzün olsun demiştim ama her
yere yayılan nefret ve öfke oldu. Hakemin bitiş düdüğü ile ortaya çıkan tek
kelime ile bir felaketti. Ortada ne futbol kaldı, ne ebedi dostluk, ne ezeli rekabet, ne centilmenlik ne de
fair-play. Maç sonrasında ki yaşananların ne sporla ne de medeniyetle bir
alakası vardı. Birkaç kendini bilmezin başlattığı olaylar, tüm stadı ve
sonrasında ilçeyi yangın yerine çevirdi. Yazık.
.jpg)

Fenerli yöneticilerin stad ışıklarını söndürüp sahadan
ayrılmaları, sahanın fıskiyelerini açıp sahayı suya boğmaları ve törende yer
almamaları fair-play duygusunu ne kadar içselleştirdiklerinin bir
örneğiydi.
Şampiyonluğa sevinirim sanıyordum ama yanılmışım. Bazı
arkadaşlar ertesi gün beni kutladılar. Millet
canını, çoluğunu, çocuğunu zor kurtarmış.Siz neyi, kimi tebrik ediyorsunuz diye çıkıştım her
birine. Benim için bu maçın ve sonrasındaki şampiyonluğun tek önemi avrupa
vizesi almış olmamızdır. Sahamızda Galatasaray’ın ezdiği maçta 3 puan
kaybetmiştik. O maçı kazansak ya da berabere kalsak şampiyonduk. Oysaki bu
maçta ezildik, sürklase edildik ve Şükrü Saraçoğlu’nda şampiyon olarak kupa
kaldırdık. Adalet mi? Belki de geç gelen adalet.
Zaytung’un zeka ürünü “Şampiyon
kim olursa olsun kutlamaların Şükrü Saraçoğlu Stadı'nda yapılması geleneği 3.
yılında da bozulmadı.” haberi beni bu olaylar sırasında güldüren tek haber
oldu. Futbolu en azından bir süre
sanırım takip etmeyeceğim. Yazıklar olsun
duygumu tekrarlamak isterim. Keşke daha medeni, daha centilmen ve daha fair-play bir toplum olabilseydik. Keşke olayları yalnızca spor olarak görüp,
eğlenebilseydik. Birbirimize zeka ürünü şakalar yapıp, hayattan daha çok keyif
alabilseydik. Belki bir gün. Benim hala az da olsa bir ümidim var.
0 yorum:
Yorum Gönder