Bu Blogda Ara

28 Mayıs 2012 Pazartesi

Ortaya çıkan duygular malesef sevinç ve hüzün yerine yalnızca nefret ve öfke oldu..


Bir önceki yazımdaki temennilerim maalesef gerçekleşmedi. Maç bitiminde ortaya çıkan duygular yalnızca sevinç ve hüzün olsun demiştim ama her yere yayılan nefret ve öfke oldu. Hakemin bitiş düdüğü ile ortaya çıkan tek kelime ile bir felaketti. Ortada ne futbol kaldı, ne ebedi dostluk,  ne ezeli rekabet, ne centilmenlik ne de fair-play. Maç sonrasında ki yaşananların ne sporla ne de medeniyetle bir alakası vardı. Birkaç kendini bilmezin başlattığı olaylar, tüm stadı ve sonrasında ilçeyi yangın yerine çevirdi. Yazık.

Maç sonrasındaki yaşananlar çok acı ve bir o kadar da düşündürücüydü. Üzüldüm ama çok da şaşırmadım. Aslında bu yazıyı hiç ama hiç yazmayı düşünmüyordum ama ortada konuşulacak, dikkat çekecek o kadar çok konu var ki, dayanamadım. Bir kere olayların kıvılcımını gerçekleştiren 15 - 20 kişi sahaya dalmadan durdurulabilseydi, peşlerin belki binler takılmayacak, bu ülkemiz için utanç gecesi olan Kara Cumartesi yaşanmayacaktı. Ama işte toplum psikolojisi. Binlerce taraftar bir anda gözleri dönmüş holiganlara dönüşü verebiliyorlar. Taraftarın tüm ilçeye sıçrayan bu olaylar sırasında gerçekleştirdikleri vahşetin takım sevgisiyle en azından benim ölçülerimde bir alakası olamaz. Bu vahşi ve acımasız güruhun kontrol altına bu kadar geç alınmaları ise ülke olarak ayıbımızdı. Keşke kıvılcım daha en başından kontrol edilebilseydi. Elveda İstanbul 2020.

Federasyon için de talihsiz bir gece oldu. Özellikle talimatsız kupa bile verememeleri, kendi adlarına bir utanç ve basiretsizlikti. Galatasaray' in hak etmiş olduğu (bu maç için değil, tüm sene düşünülerek) kupasını yaklaşık 4 saat sonra, karanlıkta, hani neredeyse gizlice, kimselere göstermeden verilmeye kalkışılması federasyonun hem ayıbı ve hem de utancı olarak tarihteki yerini aldı. Federasyon başkanının kupayı verirken üzgün bir ifade takınması ve Kaptan Ayhan’ın suratına bile bakmadan kupayı verip, hemen sonrasında arkasını dönüp ayrılması kişisel ayıbıydı.

Fenerli yöneticilerin stad ışıklarını söndürüp sahadan ayrılmaları, sahanın fıskiyelerini açıp sahayı suya boğmaları ve törende yer almamaları fair-play duygusunu ne kadar içselleştirdiklerinin bir örneğiydi. 

Şampiyonluğa sevinirim sanıyordum ama yanılmışım. Bazı arkadaşlar ertesi gün beni kutladılar. Millet canını, çoluğunu, çocuğunu zor kurtarmış.Siz neyi, kimi  tebrik ediyorsunuz diye çıkıştım her birine. Benim için bu maçın ve sonrasındaki şampiyonluğun tek önemi avrupa vizesi almış olmamızdır. Sahamızda Galatasaray’ın ezdiği maçta 3 puan kaybetmiştik. O maçı kazansak ya da berabere kalsak şampiyonduk. Oysaki bu maçta ezildik, sürklase edildik ve Şükrü Saraçoğlu’nda şampiyon olarak kupa kaldırdık. Adalet mi? Belki de geç gelen adalet.

Zaytung’un zeka ürünü “Şampiyon kim olursa olsun kutlamaların Şükrü Saraçoğlu Stadı'nda yapılması geleneği 3. yılında da bozulmadı.” haberi beni bu olaylar sırasında güldüren tek haber oldu.  Futbolu en azından bir süre sanırım takip etmeyeceğim. Yazıklar olsun duygumu tekrarlamak isterim. Keşke daha medeni, daha centilmen ve daha fair-play bir toplum olabilseydik. Keşke olayları yalnızca spor olarak görüp, eğlenebilseydik. Birbirimize zeka ürünü şakalar yapıp, hayattan daha çok keyif alabilseydik. Belki bir gün. Benim hala az da olsa bir ümidim var. 

0 yorum:

Yorum Gönder