tag:blogger.com,1999:blog-84979259129168091962024-03-05T04:19:48.769-08:00İçimdeki Dört MevsimBen bu sayfanın hem yaratıcısı ve hem de takip edeni olacağım. Zaten hepimiz birer küçük yaratıcılar ve takip ediciler değil miyiz?İçimdeki Dört Mevsimhttp://www.blogger.com/profile/08795600068611732975noreply@blogger.comBlogger184125tag:blogger.com,1999:blog-8497925912916809196.post-19756387859707499502015-07-08T23:44:00.000-07:002015-07-08T23:44:33.122-07:00Tatil Köyü yerine huzurlu bir köy tatili ... (tekrar)<h2 style="text-align: justify;">
<b><i>Yonca Lodge</i></b></h2>
<div>
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Çok şükür ki yeniden tatile gitme zamanı geldi çattı ailemiz için. Geçen sene bu zamanlarda bu yazıyı yayımlamıştım. Yazıyı okumuş olanların anlayacağı üzere biz Yonca Lodge'u çok sevmiş ve daha geçen sene bu sene için rezervasyon yaptırmıştık. Durum böyle olunca yeniden tatil yazısı yazmak yerine aynı yazıyı tekrar yayımlamayı uygun gördüm. Tatil dönüşü yaşanan farklılık ve hoşluklar olur ise ayrıca sizinle paylaşacağım. Şimdilik hoşça kalın ve kendinize iyi bakın ...<br />
<br />
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhTGuCnok0CyPS4VBMOX_sobVudk60N8KYxPtZpLWcsb14_BzmRce2Z2hiGA24Sbjf5f2nXLXRQgQakpxJGon0QnOZFR513FbnFyVCDJ3C9P3m5IlzmnFBiIipslBMEswMe-uI9mEJyDKg/s1600/tatil.png" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="132" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhTGuCnok0CyPS4VBMOX_sobVudk60N8KYxPtZpLWcsb14_BzmRce2Z2hiGA24Sbjf5f2nXLXRQgQakpxJGon0QnOZFR513FbnFyVCDJ3C9P3m5IlzmnFBiIipslBMEswMe-uI9mEJyDKg/s1600/tatil.png" width="200" /></a><br />
Bizim evde her sene aynı telaş, aynı endişe ve aynı koşuşturmalar olur her bir tatil öncesinde. Sene de bir kere gidildiğinden olsa gerek, iyi olmalıdır, ekonomik olmalıdır, kolay gidilebilmelidir, denizin dibi olmalıdır, çok sıcak ve çok soğuk olmamalıdır. Sırayla ve üşenmeden bir çok alternatif değerlendirilir ve genelde bu kıstaslara uygun birbirinin aynı, ya da hadi benzer diyelim, yerler tercih edilerekten aynı tatiller yapılır çoğu sene. Artık şaşırmayacağınız üzere çoğu yere eşim karar verir. Nedeni benim pasif hareket ediyor olmamdan ziyade, bir de tatilde olası yanlış bir tercihten ötürü dırdırlanmasının önüne geçmektir. O seçer ve tüm sorumluluk onun olur. Ben genelde hem parayı öder ve hem de elimdeki ile mutlu olmaya çalışırım. O ise beğenmediği bir şey olursa, kendi tercihine bile laf atmaya devam eder. Çok keyifli anlardır öylesi anlar. Bir nevi kendi kendisiyle çarpışıyordur ve yenen olmayacaktır. Uzun bir seyir zevki anlayacağınız. Eşimin tüm organizasyonu üstlenmesinin bir diğer artı yanı ise tüm organizasyonu, santim santim onun yapması, onun planlamasıdır. Ben amaç denklemini kurarım ve yaklaşık bütçe ile olmazsa olmazları belirlerim. Gerisi onun işidir. Uçak ve otel rezervasyonları, bavulların hazırlanması, gerekli olan alışverişler, gidilecek yerde yapılacaklar, ilgili transferler... Biliyorum hayatım çok zor ama alıştım artık. Beni dert etmenize gerek yok.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Bu sene eşim kendini aştı. Çok iddialı ve damdan düşer gibi olacak biliyorum ama tüm senelerin uzak ara en güzel tatilini yaptırdı bizlere. <a href="http://icimdekidortmevsim.blogspot.com.tr/2011/07/gocek-adas-sen-kalk-cennetten-kopup.html" target="_blank">GÖCEK ADASI: SEN KALK, CENNETTEN KOPUP BURALARA GEL ... </a>yazımı okumuş olanlarınız bu adayı hatırlayacaklardır. Bu muhteşem adada çok keyifli anlarımız olmuştu. Eşim aradı, taradı ve sonunda bir nevi içinde yaşanabilecek, kalınabilecek bir Göcek Adası buldu bizlere. Size kişisel ve şiddetli bir tavsiyede bulunmak istiyorum: Bütün işlerinizi bir kenara bırakın, artık yapmayın, ya da en azından ara verin ve kalkın Fethiye yakınlarındaki Yonca Lodge’a tatil yapmaya gidin. Hani yeryüzündeki cennet sözü sanki bu şirin yer için söylenmiş. En son ne zaman yalnızca siz istiyorsunuz diye bir şey yaptınız? Bu yere zaman kaybetmeden yalnızca siz istiyorsunuz diye gidin. Kendinizi şımartın ve gidin.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj9KUldA9EYygu6YlPFMZthmIj4rLhe-rm9NQpys34B5IOdqEaJoO2G37tt_7UObU7Kuc8DRWirXsnrxJ-T01wpEujpvEKp9jJC3SmUKsgen0OP0e3PlzqToxRRyYka6hNonfhbkShCuI8/s1600/yonca-lodge+2.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="125" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj9KUldA9EYygu6YlPFMZthmIj4rLhe-rm9NQpys34B5IOdqEaJoO2G37tt_7UObU7Kuc8DRWirXsnrxJ-T01wpEujpvEKp9jJC3SmUKsgen0OP0e3PlzqToxRRyYka6hNonfhbkShCuI8/s1600/yonca-lodge+2.jpg" width="200" /></a>Küçük hem de çok küçük ama öyle bir şirin öyle bir güzel ki, kolay kolay ayrılmak istemeyeceksiniz. Hani anlatılmaz yaşanır derler ya kaldığımız yer işte böyle bir yerdi. Ne kadar anlatsan o dinginliğini, o huzur veren ortamını, sakinliğini, güzelliğini anlatamam. Ben böylesi huzur dolu, sakin ve bir o kadar güzel bir tatil çok uzun bir süredir yapmamıştım. Bir kere her yer yeşillik ve ağaçlık. Çeşme’de arkadaşlar kavrulurken, biz Fethiye’de <i>hadi o kadar geldik bari bir denize girelim</i> diyorduk. O kadar ağaçlık ki sıcaklar gelip size ulaşamıyor bile. Tesis ağzına kadar dolu olsa bile ancak 36 kişi kalabiliyor tüm tesiste. Toplamda hepi topu 14 oda mevcut. Buna karşılık her yer hamak dolu. Kumsalda <i>pavillon</i>’lar var ki bir de beleş. Tatil köylerinde terbiyesizler, buraların kullanımını ayrı ücretlendiriyorlardı. Burada ise sebil. Beğenmedin git diğerine yerleş, olmadı eşin birine sen diğerine yerleş. İdeal durum bu aslında, böylelikle sessizliğin tadını çıkararak, dırdırdan uzak kitap okuyabilirsin ama her idealin aslında çoğu kere içinde ütopyayı barındırdığı gibi bu da gerçeğe çok uzak bir durum. Ama işte başarabilsen bu imkan bile var düşünün artık.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Her yer tavuk, ördek, kaz, horoz ve civcivlerle dolu. Kedi ve köpek olmazsa tabii ki olmaz. Onlar da vardı. Tam yanımız sazlıktı mesela. Sazlıkta kurbağalar, değişik değişik ses çıkaran börtü böcekler. Tam bir görsel, duyusal ve ruhsal şölendi. Hep tatil köyüne gitmeye alışık olan bizler, belki de ilk defa köy tatili yapıyorduk hayatlarımızda. Alışık değildik ama pek sevdik. Gerek temizlik, gerek ilgi ve alaka, gerek konum, gerek denizi ve havuzu ve gerekse ücreti bakımından dört dörtlüktü.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiWffQGLtlhPgD35B-jhz82dfpr3B9if25cp9BS-4m3WhsXoUBCPAWehkpTtP_W2Gi2DJjz5u1JDRrDh8luWbKrJK0_1YDDpmVOcdDcJvMeyAEOUKWhVobG1FnIOxuQBeUEbTmHPdHL6vk/s1600/yonca-lodge-10.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="140" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiWffQGLtlhPgD35B-jhz82dfpr3B9if25cp9BS-4m3WhsXoUBCPAWehkpTtP_W2Gi2DJjz5u1JDRrDh8luWbKrJK0_1YDDpmVOcdDcJvMeyAEOUKWhVobG1FnIOxuQBeUEbTmHPdHL6vk/s1600/yonca-lodge-10.jpg" width="200" /></a>Bir kere tüm yemekler için kullanılan malzemeler bizzat yanınızda gördüğünüz bahçelerdendi. Roka salatası istiyorsunuz mesela, gidip toplayıp yapıyorlar. O gün tutulan balık varsa akşam balık siparişi verebiliyorsunuz. Ama dert etmeyin hemen yanınız bahçe olduğundan tabii ki aç kalmıyorsunuz. Ev yapımı bir elma-ayva reçeli vardı ki, <i>yok böyle bir şey</i>, ilk tadımımla beraber inanın lezzetinden ve bu tadın içimde oluşturduğu mutluluktan bir anda gözlerim doldu. Hem ağladım, hem yedim, hem ağladım, hem yedim. Ben bunu kaldığım günlerin tamamında hep yaptım. Eşim bir ara yeter demese bu eylemi yapmaya devam edecek ve her gün ayrı bir kavanozu bitiriyor olacaktım.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhclFEVEZc6MEtT79_zMg2XlW_95chWk1z6EudWh8_ArkArAFLWuNmcg8udLf635mRp9llnWx-CAHHh1nMeh7yVCdVdAf3xZEMQr-lzsxGEXgA6hF4yVBUt6tnkE2DxHUlyySKBIFh2V_A/s1600/yonca-lodge+1.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="132" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhclFEVEZc6MEtT79_zMg2XlW_95chWk1z6EudWh8_ArkArAFLWuNmcg8udLf635mRp9llnWx-CAHHh1nMeh7yVCdVdAf3xZEMQr-lzsxGEXgA6hF4yVBUt6tnkE2DxHUlyySKBIFh2V_A/s1600/yonca-lodge+1.jpg" width="200" /></a>Siz akşam yemeklerini, ya da kahvaltıları kumlara basarak yemenin keyfini hiç tattınız mı? Düşünün güzel soğuk bir beyaz şarap, yanında deniz mahsulleri ile dolu bir masa, aileniz ile birlikte, kumlara basarak, dalgaların sesi altında yemek yiyorsunuz. Ya da denizden yeni çıkmışsınız ve masa hazır sizi bekliyor. Üzerinize bir şeyler giyip öğle yemeğinizi kumsalda, ağaçların altında yine kumlara basarak ve soğuk bir bira ile birlikte alıyorsunuz. Hele ki kahvaltılar. İnsanın <i>hemen sabah olsun da yeniden yemeğe başlasam</i> dedirten bir ziyafet, adeta bir şölen. Önce bir deniz sefası ve sonra kurulanıp kahvenizi yudumlamaya başlıyorsunuz. Kahvenin çekirdekleri hemen yanı başınızda çekiliyor ve hazırlanıyor. O kadar taze ve bir o kadar leziz. Şaraplar Antalya yöresinden benim her zaman için bayıldığım ve severek tükettiğim Likya şarapları. Cabernet’si, Merlot’su hepsi bizimleydi. Biralar Tuborg, normali de var malt olanı da. En önemlisi her daim buz gibi. Rakı olarak Yeni Rakı’da mevcut, İzmir de. Ben Yeni Rakıyı tercih ettim. Hep tatil köylerindeki düşük kaliteli içkileri bilen bir kişi olarak <i>daha ne olsun</i> diyor insan. İçtikçe içesi geliyor doğal olarak. Yemek servisleri bile ağırdan ağırdan yapılıyordu. Sanmayın ki yetişemediklerinden. Şehir hayatın koşuşturmasına ve telaşına inat servisler özellikle yavaştı. Bizlere içkilerimizi yudumlayıp, tadına vararak sohbet etme şansı veriyorlardı sanki ve kasıtlı olarak. Ne mi yaptık? Durmadan denize girdik, bir o kadar da yedik ve içtik. Bol bol sohbet ettik. Her şeyden evvel çok iyi ağırlandık. Bizler orada müşteri değil misafirdik. Bunu gerçek anlamda bizzat hissettik, yaşadık. </div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Gelen herkesin herkesle muhabbeti,selamlaşması vardı. Huzur ortamı öyle bulaşıcıydı ki, geldikten bir kaç sonra aura renginiz bile değişip, ermiş bir insanın olgunluğuna eriyordunuz. Yüzlerde bir tebessümle ortamın tadını çıkarmaya başlıyordunuz. Yerlisi, yabancısı herkes huzur potasında eriyip, yenileniyordu. Belki şaka gibi gelecek ama sanki herkes, herkesle beraber tatile gelmiş gibiydik. Sanki bir olmuştuk. Öylesi bir huzur ve dinginlik. Ben daha ne yazabilirim ki bunun üstüne.</div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Oğlum bulunduğumuz süre zarfınca neredeyse hiç denizden ve havuzdan dışarı çıkmadı. Denize de doydu, güneşe de. En azından belli bir süreliğine. Bütün gün boyunca tüm enerjisini harcadı durdu. Tüm senenin pineklemesini bir kaç günde üzerinden attı. Akşam yemekleri sonrasında ise hemen uyuyakaldı her defasında. Biz de eşimle birlikte bilgisayardan daha önceden yüklediğimiz diziyi seyrettik akşamları.</div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Bu tatil bize çok iyi geldi. Dinlendik, eğlendik, bol bol yedik ve yüzdük. Ne stres kaldı, ne sıkıntı, ne de telaş. İhtiyacımız fazlasıyla varmış. Oğlumun bu süre zarfında, gözlerindeki mutluluk ve ışıltı ise paha biçilmezdi. Anı kesemize bir kaç gün daha atıverdik. Ne mutlu bizlere ve daha nicelerine ...</div>
İçimdeki Dört Mevsimhttp://www.blogger.com/profile/08795600068611732975noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8497925912916809196.post-63514936394794339482015-06-29T23:42:00.000-07:002015-06-29T23:42:15.324-07:00Bir dönüşümün hazin dolu hikayesi 4<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<b><i><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Sakin
ve huzurlu bir liman: Aktif kadercilik<o:p></o:p></span></i></b></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Bir
önceki yazımın sonlarına doğru içinde bulunduğum durumu anlatmıştım;
sonrasındaki bir dönem kah meleklerle konuştum, kah reiki yapıp durdum kah
dilekler tutup gerçekleşmesi için çeşitli ritüelleri uyguladım. Günlük olumlama
cümlelerimden ve NLP uygulamlarımdan sıkılsam da asla ve zinhar hiç
vazgeçmedim. Yetmedi Nefes kursuna gittim. Kurs da kesmedi, nefes ile ilgili
özel kişisel seanslara katıldım. Tüm bunlar başarısız geçti demeyeyim de daha
çok amaçladığım şeylere bu tekniklerle ulaşamadım. Yani anlayacağınız huzur
bulmam konusunda değişen çok bir şey olmadı. Hatta tam tersi batışım devam
etti. Dibinde dibi varmış dedirtecek şekilde düşüşüm devam etti. Hayatım günden
güne içinden çıkılmaz bir hal almaya başlamıştı. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Peki
neler mi oluyordu? Neye el atsam kuruyordu. Ne ile uğraşsam zarar ediyordum.
İkili ilişkilerde sıkıntılar yaşıyor, günden güne kendime olan sevgim de saygım
azalıyordu. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiKDUXCsG9-gidFm6MThqTUdRLF8wcpJMpOjHNje487H8S_vx_Ego1wweB7UGQdy8giEtMg_MsWFgIOCzv93uIBsmFsfVhuRUHDINwx4pRLrfaPrB7DWexsaRtHCMOZBu6dBVFupqw6N9s/s1600/feng-shui-dekorasyon.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="182" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiKDUXCsG9-gidFm6MThqTUdRLF8wcpJMpOjHNje487H8S_vx_Ego1wweB7UGQdy8giEtMg_MsWFgIOCzv93uIBsmFsfVhuRUHDINwx4pRLrfaPrB7DWexsaRtHCMOZBu6dBVFupqw6N9s/s200/feng-shui-dekorasyon.jpg" width="200" /></a><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Yok
bu gidişin bir son bulması gerekiyordu dedim ve çözüm olarak kurşun döktürmenin
en iyi yol olduğuna karar verdim. Başladık araştırmalara. Ona sorduk, buna
sorduk ve sonuçta koskoca İstanbul’da bize kurşun dökecek kimseyi bulamadık. Ekmek
yok pasta var misali, kurşuncu teyze bulamadık biz de feng shuici teyze(ler)
bulduk. Geldiler eve, ölçtüler, biçtiler. Kafa kafaya verip düşündüler ve bizim
için en iyi olana karar verdiler. Bir plan çizdiler ki valla paralarını hak
ettiler. Bugüne kadar para verip de en azından somut bir şekilde karşılığını
aldığım tek teknikti. Bir plan ki belki 3-4 saatimizi harcadık anlamak ve
uygulamak için. Tabii ki doğal olarak dünyanın parasını verdik. Üstelik
yalnızca danışman teyzelerine de değil, sonrasında aldığımız bir ton kişisel ve
ev takılarına. Üstelik az parada vermedik hani bu birbirinden değerli eşyalara,
belki teyzelere verdiğimizden daha fazlasını bizleri kötü enerjilerden
koruyacak mallar için verdik. Evimiz karnaval yeri gibi oldu. Bugün evimizin
herbir köşesinden bir şeyler sarkmakta ve enerjinin sorunsuz bir şekilde akması
sağlanmış durumdadır. Evde huzur tavan yapıyor anlayacağınız. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Kuşun
döktürecek birini bulsak oldukça ekonomik olarak sorunumuzu çözdüğümüzü
sanacakken çözecekken kendimizi türlü türlü oyunlar oynarken bulduk. Mesela
evdeki bazı köşeler gösterildi ve karar verirken buralara bakmam söylendi. Açık
klozet zinhar yasak, iyi enerjiyi çekermiş. Sen misin bunu öğrenen, çocuğun
peşinden klozeti kapatmak için koşar olduk. Evin belli köşelerini oradaki
pozitif enerjiyi aktive edebilmek adına sürekli aydınlatır olduk. Merak etmeyin
hemen tasarruflu ampuller aldık bu noktalar için. Beğenerek aldığımız güzelim
çiçeğimiz beğenilmedi mesela ve evimizden acımasızca gönderildi. Adaçayı
yakarak kötü enerjileri kovduk evimizden. Sirkeli sular ile sildik her bir
yeri. İş yerinde bile karşıma güney yönünü almamam gerektiğinden masamın yerini
değiştirdim. Bana iyi geleceği söylenen taş elimde siyah renkleri tercih eden
ben kendimi yeşil renk kazak ararken buldum. Ve aslını isterseniz daha bunlar
gibi nice şeyler yapmaya başladık. Asmakla, klozeti kapamakla işler istediğimiz
gibi gidecek, enerji sorunsuz akacak diye düşündük. Keşke herşey para ile veya
bir kaç danışman ve bir kaç parça eşya ile çözülebiliyor olsaydı. Unutmadan bu
feng de en az 5000 yıllık kadim bir uygulama imiş. Biz de hem çaresizlikten ve
hem de bir bildikleri vardır bu 5000 sene boyunca bu işe gönül verenlerin dedik
ve bu güzide tekniği de uyguladık anlayacağınız. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Yok
kardeşim bu teknik de işimize yaramadı. Sorunlar çığ gibi aratarak devam etti. Biz
o kadar enerjinin akışı için uğraşalım o bize bir gram fayda sağlamasın.
Başlarım böyle tekniğe ...<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm; text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Yahu kardeşim bir faydasını göremedim
işte. Yeminle söylüyorum bugüne kadar uyguladığım tekniklerin hiçbiri işe
yaramadı. Hepsini mi salakça ve özensiz yaptım? Öyle şeyler gördüm ki, öyle
inananlar ve bu inananlardan dünyaları götürenler, anlatsam şaşarsınız. Yeminle
söylüyorum ben yapanlar adına utandığımdan yazamıyorum ki raflarda nice kitapları
satılıyor. Hadi, ben fayda görmedim, hayır faydasını gören birini de tanımadım.
Eğitmenler hariç, onlar iyi kazanıyorlar tabii ki. Rahatlama tabii ki oluyor
günün sonunda kendinle baş başa kalıyorsun ama rahatlama dışında tek bir
faydasını gören var mı? <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Başka
neler mi yaptım?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Neler
yaptım neler. Bende hikaye bol. Aktardan yedi dükkan süprüntüsü denen bir
bitkiler karışımı aldım. Tavada bunları yakıp elimde tava oda oda dolaştım.
Nazarlar, kötü enerji ve keyfimizi kaçırmaya neden olan ne varsa evden kovulmalıydı
ve bu karışımın dumanı bunun için bire birmiş. Üzerimin ve evin kokması dışında
bir faydasını! çok görmedim açıkçası.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Sonrasında
astroloji ile ilgilenmem başladı. O teknik atlanmamlıydı. Ben de zaten
atlamadım. Şimdi dönüp baktığımda yine akla en yatkın olanı bu teknikti. Önce
Kabalistik astrolojiyle ilgilendim. Büyücülük ve falcılıktan bilime terfi
edilmişse bu disiplin, bunda Kabalacıların etkisi büyüktür. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh9kVzFghAsV4SpTiRbI3zmKTcVhakWsL1wEqZkksb8ZSr3MI-vobqmC92MIRUK066DawT5xY6fgwx3TBKlnm_sPHWrptamQt0u5uBTnEG4AR2aZrq-bGGFsOZ9zW22pcKCmgnlw6UPdwQ/s1600/astroloji.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="200" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh9kVzFghAsV4SpTiRbI3zmKTcVhakWsL1wEqZkksb8ZSr3MI-vobqmC92MIRUK066DawT5xY6fgwx3TBKlnm_sPHWrptamQt0u5uBTnEG4AR2aZrq-bGGFsOZ9zW22pcKCmgnlw6UPdwQ/s200/astroloji.jpg" width="200" /></a><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Kabalistik
astrolojiye göre her birimiz spirituel gelişimimiz için en doğru yerde ve
zamanda doğduk. Hayattaki amacımız ise bu akıma göre ruhsal gelişime ve
Tanrısal Işığın bir parçası olabilmekti.İşte doğru yer ve zamanda doğarak özgür
iradelerimizle potansiyelimizi tam olarak kullanarak bu ışığa ulaşmak
gerekmekteydi. Geleneksel Astrolojiden farklı olarak Kabalistik Astrolojinin
amacı horoskoplar yardımıyla şanslı ve şansız dönemlerimizi paylaşmak değil,
evrenin etkilerinin üstesinden gelmek ve hayatlarımızın akışını kontrol altında
tutmayı, kaderlerimizin efendisi olabilmeyi öğretmekti. İlk nefes aldığımız o
mucizevi andan itibaren mensubu olduğumuz burcun olumlu ve olumsuz
özelliklerini alırız. Ama burada burç özellikleri kişiliğimizin nedeni değil
bir sonucudur. Bu hayata kadar geliştiremediğimiz özelliklerimizi
geliştirebilmemiz ve ışığa biraz daha yaklaşabilmemiz için bize yardımcı olan
bir mekanizma gibidir burçlar. Amaç geliştirmemiz gereken özelliklerimizi geliştirebilemek
için bu özelliklerin hüküm sürdüğü burçta doğmaktır. İlginç bir teori değil mi?
Babacım ilginç olmasına bile gerek yoktu. Farklıydı ve ihtiyacım vardı ve ben
de ilgilendim. Hoşuma da gitti. Sonrasındaki durak doğal olarak geleneksel astrolojiydi.
<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm; text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm; text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Kabalistik astroloji ile Geleneksel
astrolojinin ortak noktası başıma gelenlerin mutlak surette bir nedeninin oldu
idi. Bir süreç insan hayatında yaşanıyordu. İnişler, çıkışlar, başarı ve
başarısızlıklar tabii ki vardı ve hep de olacaklardı. Önemli olan gelişimdi,
önemli olan <i>her hayırda bir şer ve her
şerde bir hayır olmasıydı</i> ve yine önemli olan <i>ister kişisel çaba olsun, ister ruhani güçler, ister yıldızların
hareketleri, bir şekilde hayatın sizi hep bir sonraki faz için hazırlamasıydı</i>.
Bu döngü ilk nefes alışınız ile başlayıp son nefsinize kadar da devam
etmekteydi. Yapabilecek çok fazla bir şeyiniz yok. <o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm; text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm; text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">İşte bu düşünce tarzı beni rahatlatmaya
başlamıştı. Yine bu nedenle kendime çok misyonlar yüklemek yerine içinde
bulunduğum sürecin tadını çıkarmam gerektiğini düşünmeye başlamıştım. Her şeyi
kendi omuzlarıma yüklemek ve bu yükleri taşımama rağmen başarıya ulaşamak beni
her geçen gün biraza yıpratıyordu. Aslında ben istesem de istemesem de her
geçen gün biraz daha gelişiyordum. Olumsuz başıma gelen her bir olay ise
yalnızca benim biraz daha gelişebilmem içindi. Kontrol ben de değildi, hiç
olmamıştı. Patron ben değildim. Hatta patronluk konusunda esamem bile
okunmuyordu. Bunu yavaş yavaş anlamaya başlamıştım. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Irmakların
bir hızları vardır ve doğasından daha hızlı akıtamazsınız. Yani her şeyin
kendine uygun zamanda gerçekleşmesi gerekiyordu ve bu gerçeği benim anlamam
için çok para harcam ve nice tekniği başarısızca uygulamam gerekiyordu. Yüzleşmek
gerekiyor. Yok efendim kendi kaderimin efendisiymişim yok küçük tanrılarmışız.
Evet özgür irade tabii ki var ama gelecek için istekler konusunda var. Sen
isteyeceksin, duanı edeceksin ama gerisine karışmayacaksın. Kabul edelim ya da
etmeyelim patron bizler değiliz.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgxv86IQhbvNZyqKTiZ89XL9W0S2EpnLVkAg4700bROCWPEyIi7c1f2kv-qaWgzRgvg1bwQvTquChXYGgT5BrafUbA1dYm9ZntPzG7gd8FhK7MMTMHrvhtHnSzkbDAmr9AlGnM6d_Vv6e8/s1600/kadercilik.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="131" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgxv86IQhbvNZyqKTiZ89XL9W0S2EpnLVkAg4700bROCWPEyIi7c1f2kv-qaWgzRgvg1bwQvTquChXYGgT5BrafUbA1dYm9ZntPzG7gd8FhK7MMTMHrvhtHnSzkbDAmr9AlGnM6d_Vv6e8/s200/kadercilik.jpg" width="200" /></a><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Hayatlarımızda
tesadüflere yer yoktur. Hepimizin dünyaya gelişlerinin bir nedeni vardır ve tüm
başımıza gelenler bu nedenler içindir. Yani aslında başımıza gelen iyi kötü her
şeyin bir nedeni vardır ve bizim en yüksek hayrımızadır. Ne yaşandıysa,
yaşanması gereken, yaşanabilecek olandır, dersimizi alalım ve ilerleyelim. Hayatımızda
karşılaştığımız her olay, bizim için en mükemmel olandır. Bu nedenle ne
geçmişle, pişmanlıklarınla ya da zaferlerinle zaman kaybet ne gelecek için
endişelen. Günü yaşa, tadını çıkar, kendine iyi bak ve tüm kalbinle sev. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">“<i>Neden ben</i>” yerine “<i>Ne öğrenebilirim</i>” sorusunu sor her bir defasında. Hayatındaki her
gün bir hediye, kıymetini bil.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Hayatın
anlamını hepimiz öyle ya da böyle aramaktayız. Şanslı olanlarımız heyecan
verici ipuçları bulurken bazılarımız kısa sürede aramaktan vazgeçebilmekteyiz.
Bana göre hayatın anlamı insanın kendisiyle tam anlamıyla barışık bir hayat
yaşaması. Barışma çabalarım ve bu uğurdaki yolculuklarım halen devam etmektedir
ve hep edecektir. Bu sıralar sığınacak güzel, sakin ve huzurlu bir liman bulmuş
gibiyim. Ben aktif bir kaderciyim. İyi yolda olduğumu yaşadığım tüm
olumsuzluklardan sonra biliyorum. Bir gün biliyorum, kendimle karşılıklı gelip,
gözlerimizin taa içlerine bakıp, huzur, mutluluk ve özgürlük hisleriyle dolu
olarak kadeh tokuşturacağız. Sizlere de bu keyifli ve öğretici yolculukta içten
başarılar dilerim ...<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm; text-align: justify;">
<br /></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br />
<br />
<br /></div>
İçimdeki Dört Mevsimhttp://www.blogger.com/profile/08795600068611732975noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8497925912916809196.post-5765146952410618262015-06-22T23:48:00.003-07:002015-06-22T23:49:23.094-07:00Bir dönüşümün hazin dolu hikayesi 3<div class="MsoNormal">
<b><i><span style="font-size: 16.0pt; mso-bidi-font-size: 11.0pt;">Meleklerle
Dans<o:p></o:p></span></i></b></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Norbekov, <i>İnsanın hasta, çirkin ve fakir olmaya hakkı yoktur
</i>demiş. Boşuna mı söylemiş üstat, bir bildiği vardır dedim ve devam ettim,
durmadan, sıkılmadan ve hevesle hep devam ettim. Bir şey olduğu aslında yoktu
ama ben hep kendimi her geçen gün ve her gittiğim kursla biraz daha
geliştiriyorum sandım durdum yıllarca. Potansiyelimi tam olarak kullanabilmek
adına çalışıyorum sandım onca zaman, kendimce kendimi araştırıyorum sandım ve
dahası tüm bu çabanın beni mutlu, huzurlu ve özgür hissettiriyor yanılgısını
yaşadım durdum. Anlayacağınız geriye dönüp baktığımda gördüğüm tek şey <i>koca bir fiyasko</i>, kendi adıma <i>kişisel bir skandal</i>. Trajikomik yaşanmış
yıllar ve kendi kendimi kandırıp durmam.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgnPA-1KO7yd3yk7ZMuzqunMXTkkLy7ixUI_0ifvvZUpacit8RcXzdMO4ZIW-C3ykjCZJ7hbPCW8n-nugUylQhSyH4DOztd75k-HnmWq_3VsrL1TNRwjJ2wpQBS4u7NxLEIRQDUIsOJQ4M/s1600/melekler.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="150" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgnPA-1KO7yd3yk7ZMuzqunMXTkkLy7ixUI_0ifvvZUpacit8RcXzdMO4ZIW-C3ykjCZJ7hbPCW8n-nugUylQhSyH4DOztd75k-HnmWq_3VsrL1TNRwjJ2wpQBS4u7NxLEIRQDUIsOJQ4M/s200/melekler.jpg" width="200" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
Sonra bir gün pat diye Meleklerle tanışmaya karar verdim.
Gittim kursa ve tanıştık kendileriyle. Beraber iletişime geçip, geçmişimi
temizledik. Gelecekle ilgili sorular sorup cevaplarımı aldım. İki yanımda
bulunan ve sürekli benimle olan 2 meleğin isimlerini öğrenmeye çalıştım. Hoş
kurstaki herkes bu isimleri öğrenirken (herkesin ki farklı farklıydı) ben bu
konuda bir bilgi sağlayamadım. Kursu veren kişiye rica ettim. Ben öğrenemedim,
size belki cevap verirler gibisinden ama o da ancak benim isteyip alabileceğimi
söyledi. Yersem. Yemiş gibi yaptım. <i>Ne
güzel dünya bu dünya</i>. Konu çok ruhani olduğundan bu konuyla ilgili
yazacaklarım daha çok kurs ile ilgili olacak. Zor durumda olan insanlar var ve bir de bu durumdan çıkar sağlamaya çalışanlar. Eğer yanılıyorsam hepsinden içten
özürlerimi dilerim. Dışarıdan görüntü çok inandırıcı değildi açıkçası. Her şeye
rağmen meleklerle iletişim, söz konusu bu iletişimi hissedememiş olsam da çok
heyecan vericiydi. Yani aslında ben daha çok onlarla iletişime geçebileme
ihtimalini sevdim. Bugün bile zaman zaman onlarla konuşup, sorduğum sorulara
cevaplar arıyorum.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Zamanında adını vermeden bu kurs ile ilgili yazmış olduğum
yazıdan bir bölümünü aşağıda sunuyorum.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
“<i>Yağmurun şakır şakır
yağdığı bir Cumartesi sabahında arabamı park edip, bir miktar yürüdüm ve adresi
verilen apartmandan içeri girdim. Seminer apartmanın en üst katındaki bir
dairede verilmekteydi. Zili çaldım. Kapıyı genç ve hafif toplu bir bayan açtı.
Hoş geldiniz deyip beni içeri aldı. Saçlarım kısa olduğundan yağmur altında
ıslanmam çok dert değildi ama montum bayağı bir ıslanmıştı. Önce onu çıkardım
ve bana gösterilen kapıya doğru ilerledim. İçeri adımımı attığım zaman ilk fark
ettiğim şey salondan görünen muhteşem boğaz manzarasıydı. Bir taraftan Boğaz
köprüsünü ve diğer taraftan tüm Topkapı Sarayı, tüm ihtişamıyla Ayasofya ve
Sultanahmet Camii. Manzaradan zor da olsa gözlerimi alıp boş bir yer ararken,
yanımdaki kadının sözlerini duydum: Sınıfın tek erkeği de işte geldi. Hani bir
söz önce bir anlam ifade etmez de bir süre sonra dank diye bilincinize düşer
ya, benim ki de o hesap yerime oturana kadar hanımefendinin söylediklerini
yalnızca duydum ama anlamlandıramadım ama sonrasında tüm sınıftaki toplam 25
çift bayan gözünün bana çevrilmesiyle içinde bulunduğum durumu hemencecik
kavrayıverdim: Orta hatta ufak denebilecek bir salondaki eğitmen dahil 25 kadın
arasındaki tek erkek bendim. Tüm dalga geçmeye hazır gözler bana çevrilmişti.
Hafif tebessümle bana bakan kadınlara nazikçe selamlar vermeye başladım. Her
selam verdiğim kadın sırasını salmış gibi kafasını çeviriyordu. Eğitmen ben
gelmeden önce başladığı sözlerini tamamlayıp bana hoş geldin dedi. Kısaca
kendimi tanıttım. Arada senin burada olmanın kesin bir sebebi var gibi laf
atışlar arasında, eğitmen beni adeta sınıfa kabul etti. Bu kabul diğer
bayanları da sakinleştirmişti, artık bana bakmıyorlardı. Sınıfın doğal olmayan
doğal bir üyesiydim artık.<o:p></o:p></i></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<i>Bu doğal üyelik tüm
kadınların ben yokmuşum gibi davranmasına neden olmuştu. Sabah kuşağındaki
genelde kadınların izlediği programları gözünüzün önüne getirin. Bir bağrış
çığrış, kimsenin kimseyi dinlemediği bir gürültü kaosu. Eğitmen bile bazen
çaresiz kalıyordu. Ben ise programı televizyondan izliyormuş gibiyim ama tek
farkla programın bizzat içindeyim. Konuşmaya cesaret ettiğimi söyleyemem, susup
sessiz kalsam doğal bir üye gibi hareket etmemiş olacağım. Ne yapacağımı
bilemez bir halde oturup bana atılan lafları zaman zaman cevaplandırmaya
çalışarak zaman geçirmeye çalıştım durdum.<o:p></o:p></i></div>
<div class="MsoNormal">
<i>....<o:p></o:p></i></div>
<div class="MsoNormal">
<i>Rüyalarında geleceğini
görenlerden tutun da, yine rüyalarında kendini cennette görenlere, konuşurken
birden susuyorum ve öncesini hatırlamıyorum, bu ne demek şimdi gibi soru
soranlara, tam bir kadınlar matinesiydi. Hele bir kadın kramp girmesinin bir
anlamı var mıdır diye sordu durdu belki onlarca kere. Durup durup otomatiğe
bağlanmış gibi peki, ya kramp dedi sürekli. Eğitmen sürekli duymamazlığa geldi
ki bu aslında bulunduğumuz ortam için tam yerinde bir stratejiydi ama kadın pes
etmedi ve sormaya devam etti: Peki, ya kramp? İyi tamam da p</i><i>eki, ya kramp? </i><i>ya kramp?</i><i>Sonunda eğitmen magnezyum eksikliğidir, doktora gidin dedi de kadın
sustu. Ben ilk içten gülmemi bu söz üzerine gerçekleştirdim ama zamansızdı.
Gülüşüm genel topluluk tarafından neden bilmem düşmanca algılandı. Öğretmen
Tuğba, ev hanımı Tuba, bankacı Tuğba, ya da iş kadını Tuba hepsi bana
kızmışlardı. Evet yanlış okumadınız, gelenlerin bir çoğunun ismi yazılışları
farklı bile olsa aynıydı. Tanımadığınız birisini Tuğba diye çağırdığınızda
bakma şansı hiç bu kadar yüksek olmamıştı.</i></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<i>Hava yağmurlu
olduğundan girişte bir de galoş giymemiz gerekmişti. Hanımefendinin birinin
ayağından galoş sürekli çıkıp çıkıp duruyordu. Sonunda dayanmadı ve sanki çok
doğal ve sıradan bir şey soruyormuş gibi ayağımdan galoş sürekli çıkıyor; bu ne
demek şimdi? diye sordu. Eğitmen garibim kem küm etti ve dahiyane bir
stratejiyle içinize sorun dedi. Hanımefendi de sormuş olmalı ki hemen cevap
geldi kendisinden: Sanırım artık duygu ve düşüncelerimi saklamamalı, dışarı
çıkarmalıyım. Allahım bir tebrik, bir alkış tufanı oldu ki görmeliydiniz. Dedim
ya tam şenliğin ortasına düşmüştüm.<o:p></o:p></i></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<i>İstiklal Marşını
dinlerken tüylerim diken diken oluyor, bu ne demektir sorusuna tüm salondakiler
tarafından verilen ülkeni çok seviyorsun cevabı sanki çalışılmış gibiydi. Ağzım
neredeyse açık ve büyük bir hayranlıkla takip ettim bu paylaşılan ortak
vizyonu. Tüm grup ortalama dağılımda %66’lık birinci sigma bölgesindeydi.
Normal olmayan tek kişi de bendim.<o:p></o:p></i></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<i>Benim orada ne işim
vardı. Sürekli kendi kendime bu soruyu sorup durdum. Bir süre sonra artık
anlatılan olaylardan kopmuş, olan olayların notunu tutmaya başlamıştım. Keyif
almaya başlamıştım. Yazacak, paylaşacak kelimeler yerini cümlelere ve satırlara
bırakıyordu.<o:p></o:p></i></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<i>Hayatta meydana gelen
tüm olaylar eğitimin konusuyla ilişkilendirilmeye çalışılıyordu. Mesela katılımcılardan
bir tanesi eğitim arasında katılımcılar yokken tek başına bulunduğu bir esnada,
eğitim yapıldığı yerde, tüm parfümünü üzerine boca edip, lavaboya gitmiş. O
yokken eğitim başlamış ve diğer katılımcılar söz konusu bu kokuyu o sırada
bizlerle iletişimde bulunan meleklerden geldiğine inanmışlardı. Neyse ki sonra parfümü üzerine
boca eden hanımefendi itiraf etti de gerçek anlaşıldı. Tüm gün boyunca yok
artıkkkk, hadi canım sende, hadi be bu kadar da olmaz artık diye söylenip
durdum tabii büyük bir sessizlik içinde. Bir de yapılan ve hiç de komik
olmadıklarını çok rahat söyleyebileceğim esprilere abartılı bir şekilde gülen
bir kaç kadın da sinirlerimi sürekli bozup durdu ilk gün.”<o:p></o:p></i></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgMSnzrr29Q2kcdDc8yLPQMYo791sqJINUlYrxRQCNxt0eBrFzf2Yqb8w71MuyZEu7S9jIPF94cLLloC2weU5ht9u9vKHdz5eiwTznD9Qbzbg70CddZ1Q0WgiVhJsgPQXCOtK_GpJbV8jw/s1600/sertifika.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="141" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgMSnzrr29Q2kcdDc8yLPQMYo791sqJINUlYrxRQCNxt0eBrFzf2Yqb8w71MuyZEu7S9jIPF94cLLloC2weU5ht9u9vKHdz5eiwTznD9Qbzbg70CddZ1Q0WgiVhJsgPQXCOtK_GpJbV8jw/s200/sertifika.jpg" width="200" /></a>Dikkat ettiyseniz <i>ilk
gün</i> diye alıntıladığım bölüm sona eriyor. Tabii ki doğru anladınız eğitimin
2. günü de vardı ve ateş pahasıydı. İlk gün eğitim ücreti farz edelim ki 1 TL
ise ikinci gün eğitim ücreti 15-20 TL gibiydi. Arada muazzam bir fiyat farkı
vardı. <i>Paranın ne önemi var, mühim olan
insanlık</i> dedim ve ikinci gün eğitimine de katıldım. İkinci gün eğitimini tamamlayanlara (ilk gün
eğitimini almak şartıyla) <i>Melek
Danışmanlığı</i> sertifikası veriliyordu. Anlayacağınız bu satırları yazan
ben, bir Melek Danışmanıyım. İtinayla meleklerle iletişime geçebilir, sorular
sorup cevaplar alabilir ve dahası geçmişlerinizdeki travmaları kordon
bağlarınızı kesmek suretiyle şifalandırabilirim. Şifa bende işe yaradı mı
bilmiyorum ama ben pek sanmıyorum. Açılmış olan üçüncü gözüm de muhtemelen
yıllarca floritli macun kullanmış olmamdan sebep sonrasında pek bir işe yaramadı
ama bol bol güldüm, notlar tuttum ve dahası danışman oldum. Daha ne olsun. Para
verip danışman olmak bu olsa gerek zira öğretilen bir teknik ortada yoktu. Her şey
paralıydı, melek kartları bile. Yanılıyor olabilirim, bu nedenle bu yalnızca
benim görüşümdür ve yalnızca beni bağlar ama her şey ulvi amaçtan ziyade ticari
amaç içindi. Konu melek olunca ticari amaç beni oldukça rahatsız etti. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Eğitmenler de alemlerdi. Sesini aklına geldiği zaman kısıp
ruhani bir hava vermeye çalışıyordu ama çoğu kere boş bulunup normal ve hafif
rahatsız edici bir tonla konuşuyordu. Hareketlerinin yapmacıklığı adeta
yüzlerce metreden okunur nitelikteydi. İyi para kazanıyordu ve bu bir kaç saati
geçirmesi gerekiyordu. Gülümsemesi bile sahte idi. Hele bazen gözlerini kapatıp
düşünmesi yüksek sesle gülen kadından bile daha irite edici geliyordu.
Sıkıştığı anda büyük bir yumuşaklık ve sesini ruhani hava vererekten <i>içinize sorun</i> diyordu. Hele bazen öyle anlar
oluyordu ki belki 5 kere arka arkaya <i>içinize
sorun</i> demek zorunda kalıyordu. Sahnenin bir başka komik figürü ise
eğitmenin hemen yanı başında büyük bir haşmet ve azamet içerisinde oturan ve
zaman zaman olaylara <i>ombudsman</i> gibi
kısa ve bilge sözler söyleyerek katılan eğitmen yardımcısıydı. Tane tane ve
yine ruhani bir havada konuşup kendi hayatından örnekler verip duruyordu.
Konuşmasının tonu, bakışları ve oturuşu doğal bir saygınlık yaratırken
konuşmasının içeriği genelde fiyaskoydu. Keşke öylece oturup dursaydı tüm gün
boyunca.<o:p></o:p></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Aralarda bir yandan çevremi seyredip bir yandan ikram
edilen çayları yudumlayıp kendi kendime hep aynı soruyu soruyordum: Neden
buradayım?<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Cevabım aslında belli idi. Mühendislik ve istatistikle ilgilenen
kişiler bilirler, Ki kare denilen ve popülasyonun içinden rassal olarak seçilen
öğelerden oluşan örneklem kümesinin popülasyonu temsil edip edemeyeceğini test
etmemizi sağlayan istatistiksel bir test vardır. Elimizdeki bağımsız değişkenin
verilen bir bağımlı değişken üzerindeki etkilerinin birbirleriyle ilişkili olup
olmadığını anlamamızı sağlar. Benimki de o hesaptı. Aldığım bu son kursun
önceki sahip olduğum düşünceyi destekleyip desteklemediğini görmekti tek
isteğim. Temel düşünce hep aynıydı ama izlenen yollar değişiklik
gösterebiliyordu.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Takdir edersiniz sonrasındaki bir dönem hep bu olmayan
tekniği kullandım durdum. Bazen kendimce cevaplar aldım ve bazen ise de kendi
kendime öylesine konuşup durdum. Aslında ortada olan yine koca bir hiçlikti. Yani
anlayacağınız değişen çok şey olmamıştı hayatımda. Desteksiz, tek başıma
gemimi idare etmeye çalışıyordum. Dalgalar çok büyüktü ve gemim alabora olmak
üzereydi. Acil hem de çok acil olarak bir liman bulmalı ve fırtına geçene kadar
demirlemeliydim. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjrfErwXsZI5Kqnli5CZNHiQ5Ov7qHKVJXYTKD9lpFdqjTC4zgdAzoSVHPhb85eHenhAasHIGQtxYggoHvV6ExE1JVyQvJI5IjalSAAMwnAIMSrUsIRdeaNWbk3haySbIB9Gdfln_JOuj4/s1600/nefes.png" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="112" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjrfErwXsZI5Kqnli5CZNHiQ5Ov7qHKVJXYTKD9lpFdqjTC4zgdAzoSVHPhb85eHenhAasHIGQtxYggoHvV6ExE1JVyQvJI5IjalSAAMwnAIMSrUsIRdeaNWbk3haySbIB9Gdfln_JOuj4/s200/nefes.png" width="200" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
Sonrasındaki bir dönem kah meleklerle konuştum, kah reiki
yapıp durdum kah dilekler tutup gerçekleşmesi için çeşitli ritüelleri
uyguladım. Günlük olumlama cümlelerimden ve NLP uygulamalarımdan sıkılsam da
asla ve zinhar hiç vazgeçmedim. Ne disiplinli bir adammışım bugün çok iyi
görebiliyorum. Yetmedi Nefes kursuna gittim. Kurs da kesmedi, nefes ile ilgili
özel kişisel seanslara katıldım. <i>Ulan Allahın nefesi, özel dersi mi olur</i>
demeyin. Oluyor efendim. Ufak pet şişesini ön bölümünden kesip ağzınızın içine
tıkıyorlar ve ağzınızdan hani neredeyse bayılana kadar nefes almaya
zorluyorlar. Çekmiş gibi oluyorsunuz. Ne yer kalıyor ne de zaman. Başınız
dönüyor, bir tuhaf hatta kötü oluyorsunuz. <i>Aman
devam edin, geçmiş travmalarınızdan kurtuluyorsunuz</i> sıkışı altında nefes
alıp veriyorsunuz. Sonrasında da paranızı verip hafiflemiş ve travmalarınızdan
sıyrıldığınızı sanarak mekanı terk ediyorsunuz. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Sonrasındaki dönemde bir anda hayatımın merkezi nefes olmuştu. Öyle ya hayatın
olmazsa olmazı alınan nefes’ti ve doğru nefes ile başarılamayacak bir olay,
ulaşılamayacak bir yer yoktu. Nefes içimize üflenen ruhtu, bizi biz yapan ilahi tınıydı yoksa sakın aman bre hücrelerimize oksijen taşıyan soluk ile karıştırmayın. Yıllarca kullandığım göğüs nefesi ile hayatımı heba
edip durmuştum. Artık karın nefesi ile potansiyelimi tam olarak kullanma
zamanıydı. En iyi nefesi alabilmeli ve rezonansa girip bir üst tura
çıkmalıydım. Aldığım o kadar nefes ve gittiğim özel dersler de işe yaramadı ve
üst tura çıkma hayalleri kurarken elendim gittim.<o:p></o:p></div>
<br />
Gittiğim ne kadar kurs ve yazacak ne kadar salaklıklarım
varmış. Yazdıkça şaşırıyorum ama yazmamaktan da kendimi alamıyorum. Aslını
isterseniz daha yazacak yığınla şey var. Hem dinlenmek ve hem de siz sıkmamak
adına izninizi rica ediyorum.<br />
<div class="MsoNormal">
<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Başarısız geçen daha nice kadim teknik maceram var. Hepsini
yazacağım. Yazacağım ki sizler benim düştüğüm hatalara düşmeyin. Yazacağım ki
boş yere birilerini zengin etmeyin. Yazacağım ki boş şeylere bel bağlamayın.
Yazacağım da yazacağım. <i>Hayır efendim
kurnaz kadim teknikler lobisinden korkmuyorum</i>. En kısa sürede tekrar görüşmek
dileklerimle.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Sevgi ve saygılarımla,<o:p></o:p></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
İçimdeki Dört Mevsimhttp://www.blogger.com/profile/08795600068611732975noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8497925912916809196.post-29873341967291860872015-06-15T23:39:00.001-07:002015-06-15T23:39:43.706-07:00Bir dönüşümün hazin dolu hikayesi 2<div class="MsoNormal">
<b><i><span style="font-size: 16.0pt; mso-bidi-font-size: 11.0pt;">Kadercilik vs
Kadim teknikler<o:p></o:p></span></i></b></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEib0VRcLe2FhDmp4JsRwDOOHAU52Fn0yIqFEuJB-XJHIWnW1F-kU2aSJ5eGEd_ehWpBz8FdUpW6BviSZ3BYV00TKwxZ-25ltGOK69by8QAdVE85bmMtRnd0btsjIMfv8Zl8YFheck3cx_Y/s1600/kafa+kar%25C4%25B1%25C5%259F%25C4%25B1kl%25C4%25B1%25C4%259F%25C4%25B1.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="200" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEib0VRcLe2FhDmp4JsRwDOOHAU52Fn0yIqFEuJB-XJHIWnW1F-kU2aSJ5eGEd_ehWpBz8FdUpW6BviSZ3BYV00TKwxZ-25ltGOK69by8QAdVE85bmMtRnd0btsjIMfv8Zl8YFheck3cx_Y/s200/kafa+kar%25C4%25B1%25C5%259F%25C4%25B1kl%25C4%25B1%25C4%259F%25C4%25B1.jpg" width="154" /></a>Kaderciliğin rahat, yumuşak, sarmalayan şefkatli, ulvi ve
ruhani kollarından ayrılıp kendi başıma kalıvermiştim. Sudan çıkmış balık olmak bu
olmalıydı. Eksik olan bir çok şey varken sen bir anda inanç sistemini
değiştirirsen olacağı buydu işte. Bunca yıl sırtımı dayadığım büyük bir güç varken
şimdi tüm hayatın aman vermez akışı karşısında tek başımaydım. Heyecanlı ve bir o kadar da
aptalmışım. Artık daha çok çalışmalı ve hayatımı kendime göre kurmalı,
yaratmalıydım. <i>Önce eksikler tamamlanmalı</i> dedim ve sırayla sayısız kurslara ve
seminerlere katılmaya başladım. Çok eksiğim vardı, çok açtım ve bir şekilde bu
açığı kapatmalıydım. Bu konuda mütevazi olmayacağım. Konuya amatörce yaklaşan
biri olarak ulaşılabilecek en üst noktada olduğumu çok rahat söyleyebilirim.
Hala da öyleyim aslını isterseniz ama artık bu işlerle pek uğraşmıyorum. Bir
üst noktası zaten bu işten para kazanmak oluyor ki profesyonelleşme ile zaten
olayın anlamı da yitip gidiyor. Yani aslında başka bir deyişle kendimi oldukça
iyi de yetiştirdim durdum bu dönemde. Sonunda ne mi oldu? Nothing, Nada, Hiçbir şey...<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
En son ne zaman içten gelerek kahkaha attınız? Ben 2.evrede
karnım ağrıyana kadar gülebilirdim. Öyle büyük zeka ürünü bir espri ya da şaka
olması da gerekmezdi hani. Ufak deli saçması şeylere dakikalarca ve yerlere
düşene kadar gülerdim, gülerdik. Hem biz buna uygunduk, hem çevremiz ve hem de
konu içerikleri. Yaşadığım, tercih ettiğim hayat da tüm bu hislerimi
desteklerdi. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhoEi7mxbCDlXKb_hnf3zwX5Koe1gkRejkzB4wkkvLjITpjYRqHrwJNJ5dKp05oN2UwFnmRveMvfGPiQJfCQEO77rmlMKhmtn8yt0qGRlHhCWez6A_1SvAlcorK7iJ8KbMaog0AnVYtonY/s1600/kadercilik.png" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="200" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhoEi7mxbCDlXKb_hnf3zwX5Koe1gkRejkzB4wkkvLjITpjYRqHrwJNJ5dKp05oN2UwFnmRveMvfGPiQJfCQEO77rmlMKhmtn8yt0qGRlHhCWez6A_1SvAlcorK7iJ8KbMaog0AnVYtonY/s200/kadercilik.png" width="198" /></a>Sorumluluklarım sınırlıydı. Kendi hayatımı çizmek gibi bir
derdim yoktu. Dahası tercihlerim hep hayal dünyama giden yollar olmuşlardı.
Ekonomide arz ve talep dengesi denen bir kavram vardır. Bir şeye ihtiyaç
duyulursa anlam kazanır ve insanın dikkatini çeker. 2.everenin bütününde gerek
ruhen ve gerekse fiziksel açıdan bana iyi gelecek hiç bir öğretiye, tekniğe ve
eğitime ihtiyaç duymadım. Hayat büyük bir hız, coşku ve eğlence içerisinde
gidiyordu. Kahkahalar atıyor, karnım ağrıyana kadar gülüyordum. Kendime güvenim
üst düzeydi ve her şeyi yapabileceğimi biliyordum. Desteklendiğimi biliyor zaman
zaman sıkıştığım noktalarda bir dua ile dengemi tekrar sağlayabiliyordum. Kimin
böylesi zamanlarda spiritüel şeylere ihtiyacı olabilirdi ki?!! Böylesi
ihtiyaçlar adı üstünde zaten ihtiyaçlar bir eksikliğin tamamlanması
için vardırlar ve insan ihtiyaç duyana kadar böylesi şeylere zaman
harcayamazdı. En azından ben harcamamıştım. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Peki neler mi yaptım? Hemen hemen hepsini, tüm teknikleri
... Kimisine dünyaların parasını verdim, kimileri için yurt dışlarından
siparişler verip bekledim. Kimileri için büyük uzmanlarla yazıştım kimileri
için ise bizzati kendim dereceler alıp taçlandırıldım. Hepsindeki temel amaç fiziksel
bedenimle, duygu ve düşüncelerim arasında yaşamsal bir bağlantı kuruverilmesini
sağlamaktı. Neler yaptıklarıma geçmeden önce gelin sizlere tüm bu tekniklerin
önce ortak noktalarından bahsedeyim. Bahsedeyim ki siz siz olun bu tür
tekniklerden uzak durun, genel kültür olarak bilin yeter. <o:p></o:p></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Bir kere bu işi yapanlar, organize edenler çok ama çok akıllı
kişilerden oluşur. Bu ve aşağıdaki bölümlerde sıralayacağım konular resmen
toplumu şekillendirme araçları olarak kullanılmakta. Bir nevi aslında yapılan
toplum mühendisliği. Düşünsenize toplumda bu ve bunun gibi araçlara inanmaya
hazır 400 milyon kişi olsa ve bu kişiler yıllık 2000 dolar harcamaya hazır
olsalar, toplamda iyi para etmez mi? Hem iyi para eder ve hem de bu 400 milyon
bu kadar paraları kendi özel ilgi alanları için harcanmayıp büyük döngünün
içerisine kullanılmış olurlar. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi3hT-1eW6EymzAfPQjPmblfmKueRpC49bSjnuCfuAWauEED-1icBiBIxVwOO817QgakG4yaVL68WvRFh3wWTtVZ_KzMDmCFcDzBjrijLiLOMt44ajKN-wpHnXWAhAsoi3f_O_qq-SoS9Y/s1600/kadim.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="104" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi3hT-1eW6EymzAfPQjPmblfmKueRpC49bSjnuCfuAWauEED-1icBiBIxVwOO817QgakG4yaVL68WvRFh3wWTtVZ_KzMDmCFcDzBjrijLiLOMt44ajKN-wpHnXWAhAsoi3f_O_qq-SoS9Y/s200/kadim.jpg" width="200" /></a>Bakıyorlar aklı karışık bir çok kişi var toplumda. Bir
şeylere ihtiyaçları olan kişiler. Kimisine secret kitabını veriyor, kimisine
reikiyi, kimisine nefesi, kimisine melekleri, kimisine de feng shui’yi. Babam
gibi kaderci anlayışı seçenler oldukça rahatlar. Bir karar vermişler kafaları
karışmadan yaşayıp gidiyorlar. Kafası karışık olanlar için ise seçimden bol şey
yok. Ben işte hemen hemen hepsini yaptım yıllar içersinde. Aslında bu da kendi
içinde mantıklı zira bu işi yapan büyük abiler dönem dönem yeni dozlar
veriyorlar. Hepsini aynı anda ortaya çıkarmıyorlar ama hepsinin ortak bir
yanları var aslını isterseniz: Ortaya çıkardığı yenilenme ve iyileşme gücü ile
hepsi bilinen insanlık tarihinin en eski ve en önemli tedavi yöntemleri. On
sene öncesinde adı bilinmeyen teknik aslında oldukça kadimmiş. Kimisinin tarihi
5000 yıllık kimisinin ki insanlık tarihi kadar eski ve bir o kadar kadim. <i>Kadim</i> kelimesi ise en sevilen sıfat bu
öğretiler için. Bu kelimeyi kullanmayan uzman yok gibi. Fiziksel bedenle, duygu
ve düşünce arasında yaşamsal bir bağlantı hemen şipşak kuruluveriyor. Sonrasında
ise kadim zamanlardan günümüze gelen bu birçok spritüel ve mistik
gelenek sayesinde bilinçsel aydınlanmalar yaşamaya başlıyoruz. Sonrasında ise
gelsin daha fazla fiziksel ve mental enerji. Daha açık ve daha net bir bilince
ne dersiniz? Ya size duygusal ve fiziksel acıların yok olacağını söylesem? Daha
sağlıklı ve enerjik bir yaşama ne dersiniz? Gevşeme, huzur, mutluluk ve bol
para olmazsa tabii ki olmaz. Ben ne mi aldım? Ben kendi adıma babayı aldım tüm
geçen bu süre sonunda.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Genel görüntü bir şekilde sıkıntıları ve problemleri olan,
hayat ve kendileriyle çok barışık olmayan, ikili ilişkilerde umduğunu
bulamamış, finansal açıdan daha parlak günler yaşamak isteyen, ya da parası
olup mutlu ve huzurlu olmayan her yaştan erkek ve kadınlar. İnsan tabii ister
istemez acaba ben de mi dışarıdan böyle görünüyorum diye düşünüyor. Sahi
gerçekten de mutsuz muydum? Bunları yapıyor olma sebebim neydi? Boşanmak üzere
olanlar vardı, sevgilisi ile arası iyi olmayanlar, henüz sevgilisi olmayanlar,
işinde memnun olmayanlar, sağlık sorunu bulunanlar... <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Katılımda bulunduğum her bir eğitim ya da seminerde bir süre
sonra insanların içinde bulundukları bu son derece üzüntü ve bir o kadar iriti
edici durum, daha çok hüzünlenmeme neden olurdu. Farklı bir gözle bakmaya başlardım.
Hepsi de iyi insanlardı ve yalnızca hayatla istedikleri ritmi
yakalayamamışlardı. Hayatla dansa yanlış adımla başlamış gibilerdi. Eğitmenin
telefonlarınızı lütfen kapayın ya da sessize alın diye belki 5 kere söylemesine
rağmen çalan telefonlar ve <i>Vallahi
kapamıştım, nasıl çaldı anlamadım</i> diye kendini savunanlar bile (en az 4
farklı vak’a) beni artık ne rahatsız ediyordu, ne de kızdırıyordu. Koca koca
teyze diyeceğim kadınların büyük bir ısrarla parmak kaldırıp söz istemeleri ise
artık yalnızca sempatik geliyordu. Büyük ikramiye kazanmak isteyenlerin
sayısıyla, aşk isteyenlerin sayısı hemen hemen aynıydı. Ben de kendilerine
içten bir <i>amin</i> dedim her defasında. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Bu toplum mühendisleri ayrıca işi garantiye de almış
durumdalar. <i>Practice makes perfect</i>.
Olması için çok ama çok çalışmalısın. Yine de olmazsa bil ki sen bilinç altı
olarak istemediğinden ya da inanmadığından olmuyor. Öyle ya bu işte inanma
olmazsa olmaz. Yani teknik işe yaramazsa ya az çalıştığından ya da gerçek senin
istememiş olmasından. Yerseniz! Ne güzel İstanbul be! <o:p></o:p></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Benim için her şey aslında Stefano E. D Anna’nın <i>Tanrılar Okulu</i> kitabını okuduğumda
başlamıştı. Güzel kitaptı güzel olmasına da beni farklı bir yola keşkem
sokmasaydı. Adam daha sonra Türkiye’ye de geldi. BÜMED’de söyleşi yaptı. Çok
şeker ve kibar bir adam ama bana pek hayrı dokunmadı zat’ın. Büyük kara
bulutlarla dolu ufuklar açtı. Kendisinin efendisi olan, dünyanın da efendisi
olur diyordu kitapta. Yıllar sonra Mandela’nın aynı şeyi söylediğini okudum: <i>Ben kendi kaderimin efendisi, kendi ruhumun
kaptanıyım</i>. Kitabın vermek istediği
mesaj bundan yüzyıllar önce hak ettiği ölçüde tanınmayan, büyük bir düşünür ve
felsefeci olduğuna inandığım Lupelius’un verdiği mesaj ile aynıydı: <i>İster
bilinçli, ister bilinçsiz verilmiş olsun, kişinin başına kendi rızası olmadan
hiçbir dış olay gelemez. Öncelikle psikolojisinden geçmeden, hiçbir şeyle
karşılaşamaz. Düşünce bu yüzden çok güçlüdür. düşünüş yazgıdır. Varoluş bizim
buluşumuzdur ve bu yüzden sadece bize bağlıdır. Bu dünyadaki yaşantı, bir
Tanrılar Okuludur</i>.<br />
<br />
Kitap sonrasında her şey çok çabuk gelişti. Bir anda uçsuz
bucaksız bir düşünce karşısında kalakalmış ve hepsini bir anda içselleştirmeyi
istiyordum. Önümde her biri bir ömre yetecek derinlikte ve gizemde olan konulara
balıklama daldım. Kabala’dan girdim, tasavvuf’tan çıktım. Kuantum du Buda’ydı
derken kafam oldukça karışmıştı. Kendimce çıkarımlar yapıyor olsam da huzur
katsayım giderek azalıyordu. Ben ise okumaktan, araştırmaktan geri kalmadım.
Okudum da okudum. Dahası bir çoğunu daha iyi anlamak için yazdım, sevdiğim
insanlarla paylaştım, tartıştım. Sonuç kendimce iyi yolda olduğumdu ama aslında
olup biten tek şey giderek dibe battığımdı.<br />
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjrYWBVB47IP73a39yeCRFDme5SoAF1XpD6iocBLOxruPLonD7OYNwFZbBC_2l_q8I0l59LOz4KolK5B1P6zEkPKO5PNH0Gwb63Qhf5essj4QJEbuFdWOy22Xr39en0SgBtWok0_H4KBKI/s1600/reiki.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="200" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjrYWBVB47IP73a39yeCRFDme5SoAF1XpD6iocBLOxruPLonD7OYNwFZbBC_2l_q8I0l59LOz4KolK5B1P6zEkPKO5PNH0Gwb63Qhf5essj4QJEbuFdWOy22Xr39en0SgBtWok0_H4KBKI/s200/reiki.jpg" width="195" /></a>Reiki bu tekniklerin en önemlilerindendi. En azından bir
zamanlar. Ellerimden enerji fışkıracak ve dahası bizler bu enerjiyi hem hissedebilecek
ve hem de şifalar verebilecektik. Finlandiyalı bir zat-ı muhteremden el almaya
karar verdik. Gittik de. Türkler bizi kesmemiş ve bu ulvi adamı keşfetmiştik. Hatta
zaman içersinde o kadar memnun kaldık, enerjilerimizi ellerimizden o kadar
fışkırttık ki hızımızı almayıp aynı ermiş Finliden Reiki II kursunu da aldık.
Sonrasında sahip olduğumuz enerjiyi kullanabilme yeteneği ile bir yürüdük bir
yürüdük ki dönüp arkamıza baktığımızda bir adım bile yol almadığımızı fark
ettik. İşte bu kadar yararlı oldu reiki sanatını bilme bizlere. Ne zaman
başımız ağrısa, midemiz bulansa uyguladık durduk. Her piyango bileti ya da
sayısal loto kuponu alımı öncesinde ilgili tekniği gizliden gizliye uyguladım.
Ne başımızın ağrısı geçti, şansa ne de bir amorti çıktı. Evren aslında her
defasında avazı çıktığı kadar bağırıyordu bizlere <i>inanma kardeşim</i> diye ama bizde nerede o kafa. Yıllar yılı
inanmaya devam ettik. Düşünsenize eşim ve ben bazen 1 saat boyunca çakralarımıza
enerjiler verdik durduk. Sürekli devam ettik çünkü zaten kursa bile inanmaya
hazır olarak gitmiştik. Çakralarımız açık, tütsüler yanık, umutlar hep
yemyeşil ama bulutlar hep kapkaranlıktı.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Sonra ne mi oldu? <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Aslında koca bir hiç ama gittiğim ve uyguladığım diğer
teknikleri anlatmaya devam edeceğim. İç dünyama yapmış olduğum bu
başarısızlıklarla dolu yolculuğum hakkında yazmış olduğum itiraflarım tüm
hızıyla bir sonraki yazımda devam edecek diyerekten huzurlarınızdan
ayrılıyorum. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Sevgi ve saygılarımla,<o:p></o:p></div>
İçimdeki Dört Mevsimhttp://www.blogger.com/profile/08795600068611732975noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8497925912916809196.post-86195631759890830292015-06-09T01:07:00.002-07:002015-06-09T01:07:13.812-07:00Bir dönüşümün hazin dolu hikayesi 1<div class="MsoNormal">
<b><i><span style="font-size: 16.0pt; mso-bidi-font-size: 11.0pt;">Bir kedimiz
eksikti!<o:p></o:p></span></i></b></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
İşte yine uzun bir aradan sonra beraberiz dostlar. Biliyorum
benim için çok uzun sayılabilecek bir süredir yazmıyordum. Haklısınız,
yazılarım sizlerde bu kadar alışkanlık yaratmışken, bu kadar uzun bir süre
yazmamak, sizler için büyük bir haksızlık olmuştur. Eminim <i>sudan çıkmış balık</i> gibi kalmışsınızdır. Gönderdiğiniz yüzlerce
yorumdan ve sayısız mesajdan beni ne kadar özlediğinizin farkındayım ve sizlere
en <i>içten ve kalbi</i>!!! (artık out olması ne de güzel) duygu ve
selamlarımı sunuyorum. Yazmadım çünkü
yazamadım. Yazamadım çünkü büyük bir ruhsal değişim içeresindeydim. Bir şekilde
ruhsal dengemi kaybetmiş gibiydim. Günlük hayat tüm hızıyla etrafımda akıp
giderken ben kendi dünyamda zaman geçiriyor gibiydim. Kafayı yemekle yememek
arasında bir süre gidip geldikten ve antidepresan kullanımını ciddi ciddi
düşündükten sonra bir gün yine okuduğum tek bir kitap sayesinde çok şükür ki
kendimce yine aydınlığa çıkmayı başardım. Umarım bu aydınlık bu sefer daha uzun
sürer. Hayır efendim bu yazının konusu hayatımı değiştiren ve bana yol gösteren
kitap değil. Zaten olmamalı da. O kitap evet benim hayatımı değiştirmişti ama
sizler için bir şey ifade etmeyebilirdi zira benim dinamiklerim yalnızca bana
özel. Sizler için, sizlere ne kadar çok değer verdiğimden sebep, başımdan geçen
deneyimleri paylaşıp, olayları genelleştirmeye karar verdim. Aslında bu yazıda
ruhsal hayatımın dengesini sağlayabilmek için girdiğim yolları ve bu yolların
aslında nasıl birer çıkmaz sokaklar olduğunu bulacaksınız. Anlayacağınız tam
bir başarısızlık öyküsü bundan sonraki satırlar. Ne ile karşılaşacağınızı artık
bildiğinize göre başlayabilirim. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Benim hayatım en genel anlamda <i>en azından bugüne kadar</i> 4 ana evreden oluşmuştur. Birinci evre
bebeklik ve çocukluk dönemidir. En ufak bir kötü anı hatırlamamakla beraber,
3.evrede ki yaşadığım sıkıntılardan illaki bir şeylerin olduğu, bir takım
travmaların yaşandığı su götürmez bir gerçek. Dedim ya sizlerle
paylaşabileceğim bir hatıra olmadığından bu bölüm hakkında çok şey
yazamayacağım. Tek hatırladığım sevildiğim, sevdiğim, mutlu ve sakin bir çocuk
olduğum. Bu evre ile ilgili olarak hatırladığım bir başka şey ise sınır tanımaz
hayallerimdi. Ucu bucağı yoktu o zamanlardaki hayallerimin. Tüm dünya beni
bekliyordu. Önümdeki tek engel ise yaşımdı. Büyüyecek ve tüm hayallerime
kavuşacaktım. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Sonrasında biraz büyüdüm, yaşım ilerledi ve gençlik evresine
ulaştım. 2. Evre. <i>Altın çağlarım</i>. Her
türlü eğlencenin, fırlamalalıkların tavan yaptığı, özgüven patlamalarının
yaşandığı unutulmaz yıllar. Neler yaşandı neler neler. Büyük başarılara,
unutulmaz anılara imzalar atıldı. Arkadaşlıklar kuruldu, ilişkiler yaşandı hem
de tüm hızıyla. Küçüklük hayallerime ulaşıyordum işte. Gerçekten de tek sorun
yaşımmış işte. Bak büyümüş ve hayaller artık hayatımın birer parçası olmaya,
gerçekleşmeye başlamışlardı. Bu evrede de hayaller vardı. Belki çok
belirgin olmasa da sınırları vardı artık ama yeterince tatminkar ve büyüklerdi.
Sonra işte o evre geldi. Adı batasıca o evre. Bitmek, tükenmek bilmeyen o evre.
Hayatımı tüketen o uzun yıllar. Güneşli, insanın içini ısıtan, yaşama sevinci
veren, pas parlak günler artık geride kalmış, kara bulutlar acımasızca ve
ansızın kaplamışlardı gökyüzünü. Evet bazen kara bulutların dağılmasını
sağlayan güzel günler olmuşsa da, içinde muazzam güzel duyguları barındıran
günler yaşanmışsa da, dayanılması ve dengede kalınması çok zor bir evreydi.
Nice benim diyen kişiler hep bu evrede antidepresanlara başlamışlardı.
Nicelerinin saçları yine bu evrede dökülmüş, yine niceleri bu evrede
göbeklenmişlerdi. Diğer taraftan evet kesinlikle gereken bir evreydi; beni
geliştiren ve bir sonraki evreye hazırlayan zorlu, acımasız, gaddar bir
evreydi. Hedeflerine ulaşmak için her türlü eylemi yapabilen, machiavellist,
acımasız ve hatta mazoşist bir öğretmen tarafından bir sınava hazırlanmak
gibiydi ve hocayı bırakma şansı da yoktu. Hayallerimizdeki yere ulaşmak için
dikenlerle dolu bir yoldan geçmek gibiydi. Çok zor geçti dostlar hem de çok
zor. 2.evrenin tüm güzelliklerini, duygu ve düşüncelerini, hayallerini,
naifliğini tüketti, acımasızca bitirdi. Bu dönemlerde artık hayal kurmayı
bırakmıştım. Yalnızca nefes alıyor, yükümlülüklerimi yerine getiriyordum.
Duygular hayallar kadar çabuk yok olmuyorlar. İçimde hep artık
tanımlayamadığım, eski günlerden kalan bir duygu kırıntısı vardı ve zaman zaman
anlık olarak kaplıyordu içimi ama daha tadını bile çıkarıp keyiflenemeden yok
olup gidiyordu içimden. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Tüm yukarıda yazmış olduğum 3.evre ile ilgili yazmış
olduklarımdan bir yanlış anlama da olmasın. Tüm bu yazılanlar benim kendi
kendimle olan durumlarımdı. Kendi kendimi ve yaptıklarımı beğenmiyor olmam ile
ilgiliydi yoksa hayatımda hiç bir şeyle değişemeyeceğim güzellikler ve
hediyeler yine bu dönemde gelmişler ve hayatlarımın bir parçası hatta belki
kendisi olmuşlardı. 3.evrenin kötülüğü, 2.evreden sonra gelmiş olmasıydı. İki
evre arasında dayanması zor bir uçurum vardı. Bir yandan gelen güzelliklere
şükrediyor ama bir yandan da aynada yüzüme bakamıyordum. Kendimle yüzleşemiyor
ve çözümleri hep dışarıda arıyordum. Zaman zaman tüm çözüm içinizde tipi
yazılar okuyor olsam da bunu hayata geçiremiyordum. Yine böyle yaprak gibi
savrulup, mutsuz mutsuz ilaç mı kullansam yoksa alkolün miktarını mı arttırsam
dediğim günlerden birinde bir kitap okudum. Güzel, ışıl ışıl bir kitaptı.
Üstelik ingilizce yazılmış bir kitaptı. Düşünün okudum ve okumakla kalmayıp
anladım da. Hoş belki de baştan aşağıya yanlış anlamışımdır :) ama sonuçta bir
şekilde tekrar huzur bulmamı sağladı işte. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgna8u-rGvgWjzOv40wPYhS1xokn7DTl9wuNqOSaMGXq5PTJDD6HTVf1SRXSmUJMgK-3GmLDbC1alvFpZeSRXn_TSnn1NnmXSB9MVu-Vf4CfH3esyclLybrXWXzGMVbD_9qLyzPFGFdDvI/s1600/kedi.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="112" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgna8u-rGvgWjzOv40wPYhS1xokn7DTl9wuNqOSaMGXq5PTJDD6HTVf1SRXSmUJMgK-3GmLDbC1alvFpZeSRXn_TSnn1NnmXSB9MVu-Vf4CfH3esyclLybrXWXzGMVbD_9qLyzPFGFdDvI/s200/kedi.jpg" width="200" /></a>4.evre için belki zaman gelmişti ama işte bu kitap bu evre
için gereken bilinci sağlamıştı. Ama yalnızca bilinç evre değişiklikleri için
yeterli olmuyor. Bazen çok sarsıcı bir olayın ya da hayatını olumlu ya da
olumsuz değiştirecek bir olayın da beraberinde de gelmesi gerekiyor.
Sarsılmalısın ki evre başlasın. 4.evre için gerekli olan sarsılma da geçen gün
bizim evin salonunda gerçekleşti. Eşim<i>
bir kedi alalım mı?</i> diye sordu. Ardından da sarsılmamı sağlayan o mucizevi
açıklamaya başladı: <i>“negatif enerjiler
hep yerlerde toplanıyor ve bunların dağıtılmaları gerekiyor. Ya çalı süpürgesi
ile evi her gün süpürmek gerekiyor ya da bir kedi almak. Kediler hep
yerlerdeler ya, negatif enerjiye de çok güzel dağıtıyorlar. Çalı süpürgemiz
yok, yerine kedi çok daha iyi olmaz mı? Ne dersin?”<o:p></o:p></i></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<i>Ne mi derim?!!</i> Hani
<i>ekmek yok pasta vereyim mi abime</i>
tadında basit bir çalı süpürgemiz yok
diye bir kedimiz mi olacak düşüncesine mi yoğunlaşayım yoksa kedinin bu muazzam
yeteneğini mi düşüneyim bilemedim. Bir anda ev, salon, eşim, çevrem
bulanıklaştı, sözler uzaklaştı, anlamsızlaştı. <i>Çalı süpürgesi, negatif enerji, kedi, süpürme, enerjinin dağıtılması</i>
gibi kelimeleri tekrar etmeye başladım. Ben içimden ettiğimi sanıyordum ama
meğer yüksek sesle tekrarlıyormuşum. Eşim bu tekrardan memnun olmadığından
sebep <i>feng shui de bu durumu destekliyor</i>
diye kendi teklifini desteklemek istemesiyle gerçeklerle ve kendimle bir anda
yüzleşmeye başladım. İşte o yüzleşmeyi, <i>4.evrenin
sarsılması</i> olarak tanımlıyorum. Şimdi iyice saçmaladığımı
düşünebilirsiniz, merak etmeyin yazı bittiğinde tüm bu yazdıklarım birer anlam
kazanacaklar. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Normal şartlarda kedileri severim. En azından saygı duyarım
onlara. Kediler patrondurlar, sahiplerdir, sizden çok şey beklemezler,
dikkatlidirler, kendi kendilerine yeterler. Bence saygındırlar. Küçükken
kendilerine bir ev bulana kadar tatlı görünür sonra eve senden çok sahip
çıkarlar. Bilirler ki kolay kolay artık o evden ayrılmazlar. Dedim ya kedileri
severim ve belki alabilirdik de ve eminim negatif enerji konusunda bugüne kadar
yaptıklarımızdan çok daha fazla işe yararlardı ama kedi ve feng shui’nin aynı
cümlede kullanılmaları ve 3.evrede bu uğurda yapmış olduğum çalışmalar bir anda
aklıma gelince 4.evrenin kapıları bir anda ardına kadar açıldılar. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjUm_T59H24UZ648OMLenEF38h0Lnz8WS06ZUnnq8myrWqI803bKDbKPgfeylejLiAqve5eLOiF2wmC8IezhHK9IRQJD_UafKLfhD1Sr38zBiit9vybGonP57iECXVOM5zCmZ6ERE42EBY/s1600/evreler.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="150" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjUm_T59H24UZ648OMLenEF38h0Lnz8WS06ZUnnq8myrWqI803bKDbKPgfeylejLiAqve5eLOiF2wmC8IezhHK9IRQJD_UafKLfhD1Sr38zBiit9vybGonP57iECXVOM5zCmZ6ERE42EBY/s200/evreler.jpg" width="200" /></a>3.evredeki çalışmalara geçmeden, 3.evreyi, 3.evre yapan
düşünce tarzını öncelikle sizinle paylaşmalıyım. Düşünün ki 2.evrenin
sonlarında artık zirvedeyim. Eğlencenin de, başarı duygusunun da, sevmenin de
sevilmenin de zirvelerindeyim. Bu seviyede kalmak sanırım yetmemiş olacak ki
günlük hayatımda kalıp, mutlu mesut devam etmek varken düşünmeye, okumaya ve
tekrar düşünmeye yöneldim. Hatayı da zaten burada yaptım. Düşündükçe
araştırdım, araştırdıkça okudum ve değişmeye başladım. Babamdan gördüğüm ve
beni her zaman huzurlu ve mutlu kılan basit ama bir o kadar derin kadercilik
anlayışından kendi kaderimin efendisi olma yoluna doğru yöneldim. Mandela bile <i>kendi ruhumun kaptanıyım</i> dememiş mi, ben
neden kaptan olmayayım ki dedim ve dipsiz bir kuyunun içine hem de oldukça
hazırlıksız bir şekilde kendimi bırakıverdim. İçsel yolculuklarım için dibe
vurmayı beklemeyip, zorunda kalarak bir savunma psikozu ile değil ama bilinçli
bir seçim, bir tercih ile yolculuklarımı gerçekleştirmeğe çalıştım. İyi de bok
yedim. Zirveden bırakın yokuş aşağıya yavaş yavaş ve sindire sindire inmeyi,
adeta serbest bir düşüş ile dibe vurdum ve dahası ve daha da kötüsü kalakaldım
dibin o en karanlık yerinde. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Aslında her şey son derece naif ve güzel duygularla
başlamıştı. Rekabetin, uyuşmazlıkların, güvensizliğin, düşmanlıkların, nüfus
patlamasının, çevre kirliliğinin, cehaletin ve olağanüstü bencilliğin egemen olduğu bir dünyadan iş birliği
bilincinin, sevginin ve bilgeliğin yaşandığı bir dünyaya nasıl geçilebilir
gereksiz araştırmasını yapıyordum. Evet bu ütopya için bir nefer olacaktım.
Yahu sana ne? Sen neden böyle bilmediğin yollara girersin ki? Nefer kim sen
kimsin? Yok efendim su ile temizlenebilirmişiz de, ısınmamızı sağlayan ateşi
söndürebilirmişiz de. Yok efendim ateşi yok etmek için de kullanılabilirmişiz,
ısıtmak/ısınmak için de. Bir yıldız güneş olup hayat da verebilir
yörüngesindeki gezegenlere, kendi içine dönüp kara deliğe de dönüşebilirmiş.
Bunlar arasında bir seçim yapmak hep bize bırakılmışmış bu dünyada. Hangisini
istersek onu elde edebilirmişiz. Miş de miş ve gene miş de miş. Bunun gibi daha
nicelerini düşündüm, yazdım, paylaştım, inandım.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjP4vNk03bqgAquBJ0ZAK7oVWFkZurNmcKqwQMTkhSWkz4RKZoq_RmetOYUTo8xP_0sy-l36_lKaAiTNQj_X4C0Gi-nWjzlyN9TKNol9LJF5_49SDaj9ue_tem-jKZ2ccaD_mp3Dx1I96o/s1600/kendini+bil.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="58" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjP4vNk03bqgAquBJ0ZAK7oVWFkZurNmcKqwQMTkhSWkz4RKZoq_RmetOYUTo8xP_0sy-l36_lKaAiTNQj_X4C0Gi-nWjzlyN9TKNol9LJF5_49SDaj9ue_tem-jKZ2ccaD_mp3Dx1I96o/s200/kendini+bil.jpg" width="200" /></a>Sonra bir adım daha ileri gittim. Unutmuş olsa da insanın;
potansiyelinde, özünde Tanrısal özelliklere sahip olan ilahi bir varlık
olduğuna, ve Tanrı'dan yansımış olduğuna inanmaya başladım. Yani parça bütüne
aitti. Daha tasavvufi bir ifade ile gerçek olan “<i>Bir</i>”di. Tüm evren “<i>Bir</i>”in
farklı biçim ve nitelikteki yansımalarından ibaretti. Gerçek sır, Tanrısallığı
insanın içinde görülebilmesiydi. Boşuna “Kendini bilen Tanrı'yı da bilir...”
denilmemişti. Delf mabedi'nin kapısında da “<i>Kendini
bil ibaresi</i>” yer almaktaydı ve Hermes de binlerce yıl önce “<i>İnsan varoluşun aynası ve özetidir. Aşağıda
olan da yukarıda olan gibidir. Evren ise, büyük çapta bir insandır. İşte birlik
mucizesi budur</i>” demişti. Daha ne olsun yani, herkesin ağzında bu sözler
vardı işte, ben neden inanmayacaktım ki... Aslında her şeye rağmen buraya kadar
da sorun yoktu. Sorun buraya kadar gelmiş olanın burada durmayacak olmasıydı.
Ve tabii ben de bir adım daha ileri gittim. Yapmış olduğum araştırmalar,
gittiğim kurslar/seminerler/eğitimler ve katıldığım toplantılar sonrasında ve
sayesinde din ile bilimin aslında sanılanın tam tersi olarak hem de çok büyük
bir payda da birleştiğini kendimce tespit ettim: <b><i>Hepimiz birer küçük yaratıcılarız</i></b>.
İçimizde Tanrısal bu nüve, Tanrısal bu özellik bulunmaktadır. Kendi
kaderlerimizi, kendi hayatlarımızı bizzat yaratmaktayız. İşte çöküş tam da bu
nokta da başladı. Haddim olmayarak Tasavvuf’da da, Kabala’da da ve Kuantum’da
da bu düşüncenin geçerli olduğunu tespit ettim.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Kaderciliğin rahat, yumuşak, sarmalayan şefkatli, ulvi ve
ruhani kollarından ayrılıp kendi başıma kalıverdim. Sudan çıkmış balık olmak bu
olmalıydı. Eksik olan bir çok şey varken sen bir anda inanç sistemini
değiştirirsen olacağı buydu. Bunca yıl sırtımı dayadığım büyük bir güç varken
şimdi tüm hayatın akışı karşısında tek başımaydım. Heyecanlı ve bir o kadar da
aptalmışım. Artık çok çalışmalı ve hayatımı kendime göre kurmalı,
yaratmalıydım. Önce eksikler tamamlanmalı dedim ve sırayla sayısız kurslara ve
seminerlere katılmaya başladım. Çok eksiğim vardı, çok açtım ve bir şekilde bu
açığı kapatmalıydım. Bu konuda mütavazi olmayacağım. Konuya amatörce yaklaşan
biri olarak ulaşılabilecek en üst noktadada olduğumu çok rahat söyleyebilirim.
Bir üst noktası zaten bu işten para kazanmak oluyor ki profesyonalleşme ile
zaten olayın anlamı da yitip gidiyor. Yani aslında başka bir deyişle kendimi
oldukça iyi de yetiştirdim durdum bu dönemde.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Şimdi takdir edersiniz ki bu yazı böyle uzun uzun sürüp
gidecek. Düşünsenize büyük bir dönüşümün acıklı hikayesinden bahsediyorum
sizlere. Böyle olunca sizler için de benim için de bir ara vermek iyi olacaktır
düşüncesindeyim. Bir sonraki yazıma son paragraf ile başlayıp bu yolda başarılı
olmak için yapmış olduğum hani neredeyse uzman seviyesindeki yaptıklarımdan
bahsedeceğim. Acıklı ve bir o kadar da komik bir hikaye olacak sizler için
çünkü benim için gerçekten de böyle oldu.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Şimdilik sizlere hoşçakalın diyor ve aranızdan
ayrılıyorum...<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Sevgi ve saygılarımla,</div>
<div class="MsoNormal">
<o:p></o:p></div>
İçimdeki Dört Mevsimhttp://www.blogger.com/profile/08795600068611732975noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8497925912916809196.post-63548749637957318182015-03-24T00:56:00.000-07:002015-03-24T00:56:32.353-07:00Depresyondayım ...<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiBLaM2ixRtZP27VCHx1E8JY4kFWTqKgsFNn_3etUMtwGq-7RHEdRjdWpJPDSDhX3IUPbQjFUm7R1YxdmfvSfP7ypUQL9GSgYO2MdN3_nAHz9uyciXA6DTo9nLimBs58zutxIUrPX0hyphenhyphenlA/s1600/zenginlik.jpeg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiBLaM2ixRtZP27VCHx1E8JY4kFWTqKgsFNn_3etUMtwGq-7RHEdRjdWpJPDSDhX3IUPbQjFUm7R1YxdmfvSfP7ypUQL9GSgYO2MdN3_nAHz9uyciXA6DTo9nLimBs58zutxIUrPX0hyphenhyphenlA/s1600/zenginlik.jpeg" height="132" width="200" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
Uzun süredir yazamıyordum. Ama bir sorun <i>neden </i>diye. Tam
Banker Bilo gibi oldu :) Evet yazamadım çünkü aklınıza gelebilecek tüm güzel şeyler benim ve ailemin
başına geldi. Size yazmadığım süre içerisinde neler mi oldu? Anlatayım efendim
...<br />
<br />
Öncelikle terfi ettim. Artık çok daha fazla para kazanıyorum. Arabam
değişti. Son model lüks bir arabam oldu bu arada derede. Eşim bilmiyorum
anlatmış mıydım ama kendi işini yapmaya başlamıştı. Evet doğru tahmin ettiniz.
Geldi mi yağmur gibi geliyor. İşleri bir açıldı, pir açıldı. Yetişemiyor. Hani
para sayma makinesi alsa çok da mantıksız olmazdı, o derece. Takdir edeceğiniz
üzere tonla paramız olunca hemencecik evi değiştirdik. Bahçe katlı dubleksimiz
tam da hayallerimizdeki gibi oldu. Oğlumla bahçesinde top oynama başladık bile.
Akşamları ise hemen hemen tüm ailenin katıldığı ve kurulan uzun ve büyük sofralarda
uzun saatler süren akşam yemeklerimiz de olmaya başladı. Bu arada bol bol yurt
dışına çıkma fırsatlarımız da oldu. Nicedir <i>yeniden Venedik yapalım </i>diyorduk.
Hazır Venedik olmuşken Floransa, Verona ve Como da neden olmasın ki dedik. İyi de
demişiz yani. Çok ama çok eğlenip, bir o kadar da dinlendik. <i>Paran var huzur var</i>
anlayacağınız. Şimdi siz bana <i>işler bu kadar yoğunken siz nasıl bu kadar çok yurt dışına çıkıyorsunuz </i>diye sorabilirsiniz. Size ne kardeşim. Hayal benim
hayalim. İstediğim gibi kurarım. İnsan hayal ettiği müddetçe yaşarmış. <i>Bak bir varmış, bir yokmuş, eksi günlerde
...</i> bu masal tadındaki nedenleri bir kenara bırakacak olursak, uzun
zamandır yazmadım çünkü depresyondayım. Yukarıda yazılanların pek tabii ki tek
bir tanesi bile olmadı. Hayat bana inat, benim istemediğim şekilde ve büyük bir
hızla akıp gidiyor. Son 6 haftadır briçe bile gidemedim. Ne kadar kötü olduğumu
siz düşünün artık.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiI3bj45NLA1-SdJJXbOQzPUEVbst4Xh1t7N6nHEL53ac__Lrl4G2zTsRZ9Jq7i1MG19bsbLGLB9t5TBr0ru-ZujSTVWm7vu5VPMULX-GQ_Yw9OaRrjJdFDhCQ1TvK_hRcnfcrgZUTVhWY/s1600/don+ki%C5%9Fot.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiI3bj45NLA1-SdJJXbOQzPUEVbst4Xh1t7N6nHEL53ac__Lrl4G2zTsRZ9Jq7i1MG19bsbLGLB9t5TBr0ru-ZujSTVWm7vu5VPMULX-GQ_Yw9OaRrjJdFDhCQ1TvK_hRcnfcrgZUTVhWY/s1600/don+ki%C5%9Fot.jpg" height="200" width="200" /></a>Eşim Don Kişot misali almış yanına bir Sancho Panza, yel
değirmenlerine karşı açtığı savaşı sürdürmekte. Ahh Cervantes amca neler açtın
sen başımıza. Ama en azından çok şükür yakınlarda mezarın bulunmuş. Para kazanacağız diye başladı, bırakın kazanmayı benim
kazandıklarımı da bu uğurda harcamaya başladı. Ama kendisi çok umutlu, <i>yel
değirmenleri de kimmiş </i>tadında yuvarlanıp gidiyor. Ben mi? Yok be canım, ne
terfisi. Sorumluluk arttı, stres arttı, yüküm arttı ama başka artan bir şey
olmadı. <i>Bir umuttu yaşatan insanı, aldım
elime sazımı</i> diyeceğim de sazım bile yok. Ne kedim var, ne de sazım. Ev
aynı ev, yurt dışı ise mazide kalan tatlı bir anı. Her günüm genelde aynı. Şükür
diyip geçiyorum ama bunalmadığımı da söyleyemem. Böyle olunca da yazmadım işte.
Yazmak içimden gelmedi. <i>Peki ne oldu da
şimdi yazdın</i> dediğinizi hisseder gibi oluyorum. Ancak hissedebiliyorum
çünkü benim okuyucum mesaj yazmaz. Zinhar mesaj yazmayı kötü bulur. Benim
kelimelerimin üzerine kelime yazmayı doğru bulmaz. Yazdım çünkü Ahmet Kutsi
Tecer’in şiirinde olduğu gibi (<i>Orda bir
köy var, uzakta / O köy bizim köyümüzdür / Gezmesek de, tozmasak da / O köy
bizim köyümüzdür</i>) beni okuyan ya da takip edenler mesaj yazmasa da,
yorumlar da bulunmayıp, hal hatır sormasa da, beni okumaya ve bir şekilde öyle
ya da böyle sahiplenmeye, kendince devam ediyorlar. Belki inanmayacaksınız ama
okunma adetleri bırakın azalmayı her geçen gün artıyor. <i>Aman ne olursun sen artık yazma biz öyle ya da böyle senin eski yazılarını okuruz der</i> tadındalar. Ben de durum böyle
olunca kendime bu durumu moral yaptım ve yazmaya karar verdim. Ama lütfen bana
mesaj atmayın, çünkü artık atsanız da ben cevaplamayacağım. Hodri meydan. Hep ben sizden mesaj bekledim ve bulduğum her defasında koca bir hiç oldu artık sıra ben de. Tamam
tamam ancak arka arkaya 3 mesaj yazarsanız ve çok ısrarcı olursanız o da belki cevap
yazarım ama hepsi bu kadar.<br />
<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Gördüğünüz gibi benim depresyonum da işte böylesi light
oluyor. Eşim buna rağmen bu halimden memnun değil, alışık da değil. Anti-depresan
kullanmamı istiyor. Ben ise William Wallace misali ısrarla ilaç kullanıp,
gerçek hayattan kopmayı reddediyorum. Aslında ben yine depresyona girmezdim de
her şey üst üste geldi. Ülkenin durumu her bakımdan ortada. Sürekli yaşanan
ölümler, öldürmeler, vahşetler zaten bunun en büyük göstergesi. Bize neler oldu
hiç anlayamıyorum. Acıma kalmadı, şefkat kalmadı, sevgi, saygı kalmadı,
anlayış, sabır kalmadı. İçimizde nasıl ve ne zaman bu kadar öfke
biriktirebildik, nelerden bu kadar korkar olduk da bu kadar vahşileşebildik
bilemiyorum <i>belki de biliyorum da
bilmemezliğe geliyorum</i> ama içim çok kanadı son zamanlarda. Çok ama çok
üzüldüm. Takip etmesem de, okumamaya çalışsam da, bir şekilde bu haberler ve
her defasında bir şekilde gelip buldular beni. Tüm yitip gidenler ışıklar
içinde uyusunlar. Geride kalanlara da sabır ve çok zor olduğunu bilmeme rağmen affedebilme aydınlanması
dileyebilirim.<br />
<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Ekonomik kaos ise ayrı bir renk oldu depresyonumda. Eksik
olmasın sayesinde çok para kaybettim. <i>Önemli
olan sağlık, giden para olsun</i> dedim de dedim, dedim de dedim ... Oğlum da
okulda elinden geleni yaptı bu arada. Bol bol <i>thinking time</i>’lar aldı durdu. Şimdi siz bu da neyin nesi dersiniz. Açıklayayım efendim. Daha yemek yemesini bile yeni yeni becerebilen ufacık miniminnacık çocuklardan yaptıkları hata sonrası bir köşede ve üstelik tüm arkadaşlarının gözleri önünde ve tek başlarına <i>ben nerde yanlış yaptım</i> demesi bekleniyor. Yapılan bir hata sonrası bir masada tek başına oturup, hatasını düşünmesi hedefleniyor. Bizimkisi de bu eğitim düşüncesine inat aldıkça alıyor bu düşünce zamanlarını. Ne annesi ne de babası olarak okulda kuralların dışına pek çıkmamış kişiler olarak haliyle şaşırıp durduk ilk başlarda. Sonra ama anladım, çözdüm bu olayı. Oğlum amcasına benzemişti. Zaten fiziksel
olarak benziyor, karakter olarak da benzemişti demek. Kardeşim için ben hep iyi
bir rol model olmuşumdur. Hep beni gözlemlemiş ve benim gibi olmamak için
uğraş vermiştir. Başarmıştır da çok şükür. Yine şükürler olsun ki oğlum da ona
benzemişti. Her şeye rağmen ben yine dayanırdım, depresyona girmezdim de <i>ahhh ulan Rıza gibi</i>, ahh ulan o maç yok
mu, beni bitirdi. Galatasaray Fenerbahçe’ye yenilince son dayanak noktamı da
kaybettim işte. Başkan güzel söylemiş zaten, gelenek bozulmadı. Belki gelenek
bozulmadı ama benim denge iyice bozulmuştu, maç ile tamamen yok oldu gitti. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhs1sF9FPRx2hCmPoDlO4OMck6iZ34NdT7MeiruFen_HqrSL6gEezKiRP-Dt_NBmkxNJh9tqKOHlC0JzfyyEXUG0fozrS-REcGmZhJeAIq5-ZbFghu1-EH9oOpgSlzjYQBimhPtCcG4Sfs/s1600/rat.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhs1sF9FPRx2hCmPoDlO4OMck6iZ34NdT7MeiruFen_HqrSL6gEezKiRP-Dt_NBmkxNJh9tqKOHlC0JzfyyEXUG0fozrS-REcGmZhJeAIq5-ZbFghu1-EH9oOpgSlzjYQBimhPtCcG4Sfs/s1600/rat.jpg" height="122" width="200" /></a>Siz bakmayın tüm bunları yazdığıma. Ben Çin astrolojisine
göre <i>fare</i>’yim ve üstelik <i>su faresi</i>. Her yere ve her ortama uyum
sağlarım. Biraz tökezlendiğim ve yolumu şaşırdığım doğru ama çabuk
toparlanırım. Bu benim astrolojik genlerimde var. Feng shui’ye göre, bu sene
ki tüm fare dostları için belirlenmiş olan motto misali <i>her şeyi sevgi
ile kabul edip kucaklıyorum. </i>Oldu anacım sanki çok kolaydı ama bir şekilde
öyle de yapacağım. Başıma gelen her şeyin bir neden ile geldiğini ve tüm bu
gelenlerin de beni geliştirdiğine inanıyorum. En azından inanmak istiyorum.</div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Bundan sonraki muhtemel yazım Ahmet Maranki’nin yazılarını
özetlemek olabilir. Bu sıralar ona takmış durumdayım. 4 kitabını okudum. Bana
kalsa 10 sayfada özetleyeceğim bazı şeyleri yazmış da yazmış, yazmış da yazmış. Siz
zahmetlere girmeyin diye belki böylesi bir olaya girerim. Ya da keyfim yerine
daha çok gelmişse Şamanizm yazarım sizlere. Çok ilginç şeyler öğrendim son
günlerde. Sizlerle de paylaşabilirim. Ama en kötü ihtimalle zamanında
blogcuanne için yazmış olduğum yazıları buraya da taşıyabilirim. Sizler de gerekirse
neler yazabileceğimi görmüş hatta okumuş olursunuz :)</div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Şimdilik bu kadar diyorum ve sizleri sevgiyle kucaklıyorum.
Sevgi ile kalın ve içinizdeki korkuları yok edin ...</div>
<div class="MsoNormal">
<o:p></o:p></div>
İçimdeki Dört Mevsimhttp://www.blogger.com/profile/08795600068611732975noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8497925912916809196.post-50373629723842682742015-02-02T23:45:00.000-08:002015-02-02T23:45:07.198-08:00Ey Çarşı!!! Buna da karşı mısın?<div class="MsoNormal">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhW6ZFuInScWtG3iHutp3WVMnL1ZWaL1Ww-N94j6bYl9GsO1tMH-v0dA6VfRiU7Q7Zu9T2hlz9NplUph8-bTJy_87cdOFluIbY5GFsePzdX4wkbFdkouaFMupkwTfObP_IopVbzMfRCPpE/s1600/exotic+meals.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhW6ZFuInScWtG3iHutp3WVMnL1ZWaL1Ww-N94j6bYl9GsO1tMH-v0dA6VfRiU7Q7Zu9T2hlz9NplUph8-bTJy_87cdOFluIbY5GFsePzdX4wkbFdkouaFMupkwTfObP_IopVbzMfRCPpE/s1600/exotic+meals.jpg" height="132" width="200" /></a></div>
O akşam yemekte bulgur pilavı ve karnabahar vardı. Ben oldum
olası bulgur pilavını sevmedim, sevemedim. Tarhana çorbası gibi, kuru fasulye
gibi, bulgur da bana çok domestik gelir.
Yanlış anlamayın tatlarını kötü bulmam, aşağılamak zaten haddim olamaz ama <i>yaşasın akşam yemeğinde bulgur var</i> diyerek de büyük bir şevk ve sabırsızlıkla da eve gidemem. Genelde vasata yakın
olan günlük hayatımdaki en büyük renklerden bir tanesini yemekler olarak gördüğümden, bazı
yemekler bana daha renkli bazıları daha vasat görünürler. Kabul etmek gerekir
ki bu saydığım yemekler birer füzyon yemekler değillerdir. Ne yeni bir
tecrübedir bunları tatmak, ne de damak zevkimiz için bir ziyafet. Yıllardan beri
süre gelen tatlardır. Aynıdır. Yengeç bacağı, deniz tarağı, lakerda ya da
tarama gibi değillerdir. Ne rakının ne de şarabın yanında iyi giderler. Exotik
lezzetler değillerdir. Ana yemek olan karnabahar fırında yapılmış olsa ya da
yumurta ve unla karıştırılıp kızartılsa hadi neyse, kıymalı sulu bir yemek
olarak masada durmaktaydı. <i>Hadi beni
yesene!!</i> der gibi adeta dalga geçiyordu benimle. Her zaman hoşuma giden yemek
olacak hali yoktu tabii, bazen böylesi yemekler de olmalıydı ki gözlerimin
ışıldamasına neden olan yemeklerin bir farkı olsun. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhtvizr4Cd2jKmHg3WN_ll447lo-IxQv4mF3LuHuiH3Om7qpGds3LE6Ct-BBjm9mrthA6dW2x2_HvCUr_3qhWrrAJgYyBl_LV6uA48XYK3cWM07whq3OGIsWG2JNaGggfvE5meEQqZH4pY/s1600/besiktask2.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhtvizr4Cd2jKmHg3WN_ll447lo-IxQv4mF3LuHuiH3Om7qpGds3LE6Ct-BBjm9mrthA6dW2x2_HvCUr_3qhWrrAJgYyBl_LV6uA48XYK3cWM07whq3OGIsWG2JNaGggfvE5meEQqZH4pY/s1600/besiktask2.jpg" height="200" width="150" /></a>Sessizce kaderime küsüp yemeğe başlayacakken oğlum, <i>ben karar
verdim, artık Galatasaray’ı değil Beşiktaş’ı tutacağım </i>dedi. Oldukça sakin ve
kararlı söylemiş gibi bana gelse de benim tepkimi çok merak ettiği belliydi. Bu
sarsıcı ve bir o kadar üzüntü verici açıklama sonrasında <i>bana kızdın mı</i> diye de sorusunu ekledi. Ona nasıl kızabilirdim ki?!
Her şeyden evvel, ufacık yaşına rağmen, evde babasına adeta karşı çıkarak ve
beraber yapma şansımız olan bir çok şeyi eliyle adeta tersleyerek büyük bir
karar vermişti. Hani bu sefer tam tersiydi, <i>insanlık için küçük ama onun için
dev bir adımdı</i> bu takım değişimi. Kızmak mı?!! Ancak oğlumla gurur
duyabilirdim. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Yaşıyla ters orantılı kararı bir yana ortada bir de
gerçekler vardı. Sahi ben ne kadar memnundum Galatasaray taraftarı olmaktan? Ne
yönetimden memnundum, ne de çoğunluk taraftarın tutumundan. <span style="background-color: white;">Malum ara tranfer
dönemi kapandı. Gelin bakalım Galatasaray bu dönem de neler yapmış? 6
futbolcumuz (Furkan Özçal, Dany Nounkeu, Umut Gündoğan, Emre Can Coşkun, Yiğit
Gökoğlan, Veysel Sarı) Galatasaray’dan gönderilmiş. Kimizi kiralama, kimisi bedelsiz
karşılıklı fesih, kimisi satış, kimisi ise bedelsiz kiralama. Gelen oyuncu yok.
Sağlanan net gelir ise yaklaşık 666 bin euro. Bu rakam Gökhan’ın 1 yıllık
garanti ücretini karşılamıyor ya da hiç bir iş yapmadan oturan Prandelli’nin
yarım sezon için alacağı ücreti de. Yıllık çay, kahve, meşrubat masrafına 6
oyuncu gitti. Şaka gibi. Komedi gibi. Aslında tam bir trajedi. Büyük bir
yönetim anlayışı ve becerisi, daha ne olsun.</span><br />
<div style="background: white;">
<span style="color: #1f497d;"><o:p></o:p></span></div>
<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhQql3cHCy9jC8jmTg-iheCtBMv4uuh2Rbs2ibY0dRmXuYJ97xPB5zo8bGLjTf03bNPgVe3q_r8NiDV3xT9rNCQtlCvT8ush6bLoaSBvnInHUC6kOUPf1EZZLvPp_k5KvRcJOdl0NmZXL8/s1600/Galatasaray+lisesi.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhQql3cHCy9jC8jmTg-iheCtBMv4uuh2Rbs2ibY0dRmXuYJ97xPB5zo8bGLjTf03bNPgVe3q_r8NiDV3xT9rNCQtlCvT8ush6bLoaSBvnInHUC6kOUPf1EZZLvPp_k5KvRcJOdl0NmZXL8/s1600/Galatasaray+lisesi.jpg" height="150" width="200" /></a>Bir tarafta başkanlarına rağmen anlı şanlı örnek alınacak
Çarşı taraftar grubu ve fark yaratan ruhları, kendilerine seremoni esnasında
eşlik eden ufak çocukların üşümelerini düşünecek ve onlara montlarını verecek
kadar duyarlı bir kaptan ve oyuncuları (bu benim de hep düşündüğüm bir olaydı
ve içten bir şekilde Tolga’yı tebrik ettim), diğer yandan her türlü
olumsuzluklara ve haksız görünmelerine rağmen takımıyla, yönetimiyle ve
taraftarlarıyla kenetlenen ne olursa olsun sevmediğim ve sevmeyeceğim takım, beri
tarafta ise yukarıda saydığım özellikleriyle bizim takım. Oysaki farklı olup,
bugüne kadar fark yaratan hep biz olmuştuk. Biz olmuştuk çünkü Galatasaray,
asla sadece 109 yıllık bir spor kulübü olmamıştı. Kökü 1481 yılına
ulaşan,1868’de kurulmuş “<i>Galatasaray
Lisesi’nin</i>” engin kültürüyle güçlenmiş tarihi bir birikimdi. Batıya açılan
pencereydi. Galatasaraylı özgürlükten, eşitlikten ve insan haklarından yanaydı.
Yurtseverdi, demokrattı, laikti ve hukukun üstünlüğüne inanırdı. Her türlü
düşüncenin özgürce ifade edilmesini savunan, dayanışma ve paylaşma kültürü ile
yaşayan bir camia idi. Şimdi mi? Artık bilemiyorum. Eğer bu değerlerden
farklılık gösterecekse, bu değerlerden sapma gösterecekse bilmek, öğrenmek,
duymak da istemiyorum. Bizim zaten Beyoğlu’nda ihtişamlı bir sarayımız var(dı),
gerisine zaten ihtiyacımız yok(tu) ki !<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Tekrar eve ve akşam yemeğine dönecek olursak, bulgur pilavı
ve karnabahar yerken oğlum beni gururlandırdı. Üzülmedim mi, tabii ki üzüldüm.
Ama <i>fikri hür, irfanı hür ve vicdanı hür</i>
olarak yetişme şansına erişmiş biri olarak, oğlumu ancak desteklemem gerekirdi,
ben de onu yaptım. Ertesi gün oğluma arkasında ismi yazan bir forma bile aldık.
Giydi, en az Galatasaray forması kadar da yakıştı. Aslında ne giyse yakışıyor.
Oğlum artık Beşiktaşlı. Hoş Galatasaray’ın yenmesi sonrası <i>ben aslında kiralık olarak Beşiktaş’a geldim</i> diyor. Kafası
anlayacağınız hala karışık. Havalar ısınsın, ilk iş maça gitmek olacak. Tabii
ki Galatasaray maçına :)</div>
<div class="MsoNormal">
Oğlumun Beşiktaşlı olması benim adıma üzücü bile olsa, daha
bu yaşta kendi kararını alıp, korkusuzca bunu ifade etmesi muhteşem bir olay.
Böylesi bir ortamı yarattığım için kendime de pay çıkarıp mutlu oluyorum tabii
ama bana yaşattığı gurur gerçekten paha
biçilmez. O kendi seçtiği yolun efendisi, kendi gemisinin kaptanı. Böyle
olacağını şimdiden bizlere gösterdi. Benim istediğim hayatı değil, kendi
tercihlerini yaşayacak ve ben ona sonuna kadar destek olacağım. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
Daha nice bana böylesi anlar ve duygular yaşatması
dileklerimle ...<br />
<div class="MsoNormal">
<o:p></o:p></div>
İçimdeki Dört Mevsimhttp://www.blogger.com/profile/08795600068611732975noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8497925912916809196.post-13152610630366648982015-01-27T00:01:00.000-08:002015-01-27T00:01:20.568-08:00Diplomasi mi bürokrasi mi?<div class="MsoNormal">
Kız kardeşim yeni doğum yaptı. Oğul, ağabey, baba ve amca
sıfatlarıma çok şükür bir yenisini daha ekleyerek dayı da oldum. Dünden bugüne
daha farklı hissetmiyorum ama bebek olayı şahane bir olay. Çok şekerler. Hem
erkek kardeşimin ve hem de kız kardeşimin çok yakın ara ile çocukları oldu.
Birbirinden şeker iki yeni birey ailemize katıldılar. Şansları, bahtları hep
açık olur İnşallah. Her daim mutlu, huzurlu ve sağlıklı olurlar. Erkek
kardeşimin 2.çocukları ve şükürler olsun ki hiç bir sıkıntıları yok. Hani derler
ya ikinci çocuk daha kolay büyür, bunun güzel bir göstergesiler. İllaki çok
yoruluyorlardır ama organizasyonlarını gayet güzel yapıyorlar, alışkanlıkları
ve tecrübeleri var. Dışarıdan normal hayatları aynen devam etmekte. Kız
kardeşimin durumu ise bu sıralar zor. Doğum sonrası sudan çıkmış balık gibi
kalakaldılar. Yavaş yavaş yoluna giriyor girmesine de bu arada çok da
yıpranıyorlar. Kısa sürede umarım çok daha iyi olacaklardır. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhosJkk1lmRNSsHh51lNrz_sFPH4EXAX4HPR8UZpVuUNeDEExYLjsuZ1CbUcx__kCJQjLZEN36ET_MaOfNy3JG4Fn_ElOJeKhjqv7xCzQItsPpobJpyw7E0fS_ybe51qWQidAcVWrDBfkY/s1600/d%C4%B1rd%C4%B1r.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhosJkk1lmRNSsHh51lNrz_sFPH4EXAX4HPR8UZpVuUNeDEExYLjsuZ1CbUcx__kCJQjLZEN36ET_MaOfNy3JG4Fn_ElOJeKhjqv7xCzQItsPpobJpyw7E0fS_ybe51qWQidAcVWrDBfkY/s1600/d%C4%B1rd%C4%B1r.jpg" height="175" width="200" /></a>Eşim tabii ideal ve sevgi dolu bir yenge olmasından sebep
kız kardeşime zaman zaman yardımcı olmak adına evlerine gitmekte, bazen abartıp
onlarda kalmakta. İlk olarak kalacağı akşam, ben kalacağını öğrendikten sonra
hava aydınlanmadan eve dönmesinin tehlikeli olabileceğini, bu nedenle hava
aydınlandıktan sonra gelmesini söyledim. Ben miyim bunu söyleyen. Keşke
söylemeseydim. Yok efendim ben onun sahibi miymişim, yok efendim iş gereği
seyahatleri sırasında kaç kereler gecenin bir saati eve gelmişmiş de ben böyle
davranmamışım, şimdi değişen neymiş, yok efendim neden ben ona hiç yardım
etmiyor muşum, neden her şeyi o düşünmek zorundaymış, neden ben bu kadar
duyarsız mışım, erkek olmak ne kadar kolaymış, yemek seçimi ve yapımı neden hep
onunmuş.... inanın bir bu kadar daha neden neden neden dedi durdu. Şimdi çok
doğaldır ki ilk iki sor haricinde söylediklerinin konu ile uzaktan yakından hiç
bir alakası olmadığını söyleyeceksinizdir. Haklısınız, hiç bir alakası tabii ki
yok ama <i>fırsat buldum kullandım, ben
yaptım oldu</i> mantığı içinde söylenmiş sözler işte. Nereden uyardım, keşke dilim
tutulsaydı da ağzımı açmasaydım diye düşünmem için bu şekilde katmerli bir
çıkış yapması gerekiyordu, yaptı da. Tabii ki gecenin bir yarısı ve hava en
karanlık dönemindeyken kendisi eve geldi. Malum bana inat olsun da ne olursa
olsun.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Yine başka bir sefer beraber bir yere gidiyorduk ve arabayı
o kullanıyordu. <i>Ben seni bırakır, arabayı
park eder gelirim</i> dedi. Ben de gayet saf, bir o kadar naif ve kötü niyetsiz
ve dahası amaçsız ve bir o kadar sebepsiz <i>yok
canım, beraber park edip, beraber gideriz</i> dedim. Ben miyim bunu söyleyen
yine. Keşke yine söylemeseydim. Yok efendim ben onun sahibi miymişim, yok
efendim her zaman arabayı o park edermiş, şimdi yanındayım diye değişen neymiş,
yok efendim neden ben ona hiç yardım etmiyor muşum, neden her şeyi o düşünmek zorundaymış,
neden ben bu kadar duyarsız mışım, erkek olmak ne kadar kolaymış, yemek seçimi
ve yapımı neden hep onunmuş.... inanın bir bu kadar daha neden neden neden dedi
durdu. Şimdi çok doğaldır ki bunları aynen neden ikinci defa yazdığımı
soruyorsunuzdur. Çünkü yaşandı efendim. İkinci defa çok anlamsız ve gereksiz
uzun ve gergin bu konuşma yaşandı efendim. Meğer cümleler ağzında
beklemekteymiş. Meğer tartışma konusu ne olursa olsun benzer şeyleri söylemeye
hazırmış. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Sonra yine bir gün talihsiz ben, bir arkadaşımla bir SPA
merkezine masaja gitmek istediğimi ona belirttim. Keşke yine söylemeseydim. Yok
efendim her zaman gittiğim yere neden gitmiyor muşum, nereden çıkmış bu yeni
yer ve üstelik arkadaşımla, ben onun sahibi miymişim, yok efendim neden ben ona
hiç yardım etmiyor muşum, neden her şeyi o düşünmek zorundaymış, neden ben bu
kadar duyarsız mışım, erkek olmak ne kadar kolaymış, yemek seçimi ve yapımı
neden hep onunmuş....<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Bu birbirinden bağımsız üç olaydan bazı çıkarımlarım oldu
ister istemez. Bu çıkarımlar da bu yazıyı yazmama neden oldu.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
İnsanlar genelde birbirlerini görüyor, beğeniyor ve <i>ben bununla bir ömür geçiririm arkadaş</i>
deyip evleniyor (görücü usulu ile evlenme bu yazının kapsamı dışındadır). Bir
insan yine genelde yedisinde neyse yetmişinde de değişmiyor, aynı kalıyor. Yani
insan genelde değişmiyor. Çiftlerin aralarındaki uyumda aslında değişmiyor.
Şimdi buraya dikkat buyurun, çok önemli bir tespitte bulunacağım. Değişen ve
daha çok bozulan, çiftler arasındaki zamanında oluşan ve onlara mutluluk ve
huzur veren <i>denge</i>. Ne demek mi
istiyorum? Anlatayım efendim ...<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiA7xhLTy03RIn1h68_GwNPC54Uh_opui6Eg0qLK5Lxau_2ueEW4Vc9Y_5SQws4VwCpEMqLCdHojV7QHTCdMSnv-81yH2uvLU8-PN7wLnYgXG1yYb-yjV0hSh9mIQYOa49feRBLlBr1HgA/s1600/diplomasi.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiA7xhLTy03RIn1h68_GwNPC54Uh_opui6Eg0qLK5Lxau_2ueEW4Vc9Y_5SQws4VwCpEMqLCdHojV7QHTCdMSnv-81yH2uvLU8-PN7wLnYgXG1yYb-yjV0hSh9mIQYOa49feRBLlBr1HgA/s1600/diplomasi.jpg" height="142" width="200" /></a>Diplomaside genel kural, eşlik hukukudur. Eş güçlerin
iletişimdir. Bir ülkenin büyükelçisi başka bir ülkenin büyükelçisi ile, bakanı
diğer ülkenin bakanı ile farklı özel bir durum yok ise görüşür. Ne zaman ki bir
ülkenin büyükelçisi başka bir ülkenin konsolosluğundaki ikinci kalem ile
görüşür, işte o zaman denklik bozulur. Bunu bir yere not edelim lütfen.
Bürokraside ise hiyerarşi vardır. Talep - Onay – Ret mekanizması vardır. Başka bir
ifadeyle izin olayı vardır. İzin olan yerde ise bir alt –üst ilişkisi vardır.
Alt-üst ilişkisi olan bir yerde ise denklik yoktur. Bunu da başka bir yere not
edelim lütfen.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi8OHIRHi50j7hnJANgZv77-AmvOSRuU478QXJQcendByFmp8CrUgnYy5nZmqzD38ZCWMb4S2sHHMEz7szLMMTfjNNqfXH2QcYtrlP-Q7PDSG3oQCLWbKbzOlFM-86YUf6YVdDGCv7wOUI/s1600/denge-4-1801.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi8OHIRHi50j7hnJANgZv77-AmvOSRuU478QXJQcendByFmp8CrUgnYy5nZmqzD38ZCWMb4S2sHHMEz7szLMMTfjNNqfXH2QcYtrlP-Q7PDSG3oQCLWbKbzOlFM-86YUf6YVdDGCv7wOUI/s1600/denge-4-1801.jpg" height="200" width="142" /></a>Şimdi notlarımızı evlilik ile ilişkilendirelim ve yazıyı
bitirelim. Eşim aslında 3 olayda da haklıydı. Mutlu ve huzurlu bir evlilik için
(sevgi, saygı zaten olmalıdır) denge şart olmalıdır. Denge olması için de eşlik
hukuku yani diplomasi olmalıdır. Başka bir ifadeyle bürokrasi olmamalıdır.
Bürokrasiyi tercih edip de bu şekilde yaşamayı kabul edenlere tabii ki lafım
olamaz zira her evliliğin kendi iç dinamikleri ve şartları vardır. Önemli olan
öyle ya da böyle ilk başta kendiliğinden oluşan ve sizin eşinizle evlenmenizi
sağlayan dengeyi devam ettirebilmenizdir. Bizim evliliğimizde diplomasi esastı.
Benden bir farkı yoktu, olamazdı, olmamalıydı da zaten. Ben ilk iki olay da
eşimi farklı sınıflandırdım ve bir yerde bürokrasi modelini devreye soktum.
Kendisi de <i>hey büyükelçi!!! ben de bir büyükelçiydim unuttun mu </i>dedi.
Üçüncü olayda da haklıydı çünkü ben izin almaya çalışarak kendimi otomatik
olarak bürokratik bir durma soktum. Çoğu erkek ya da kadın da zaten aynı duruma
ister istemez düşüyor. İleri de sıkıntı yaşamamak için, onaya ihtiyaç
duyuyoruz. Oysaki evlilik kurumunu, birlik beraberliği, karşılıklı sevgi ve
saygıyı ve kişisel hakları etkilemeyecek, bozmayacak hiç bir olay için izin
almamıza, onaya ihtiyaç duymamıza gerek bulunmamakta. Bizler unuttunuz mu
eştik. Onay alarak ister istemez karşı tarafı bir üst kuruma ve kendimizi bir alt
noktaya taşımız oluyoruz. Bu da işte dengenin alt üst olmasına sebep oluyor.
Sonra ayıkla pirincin taşını. Evli çiftlerin -<i>denge eğer eş güçlerin hukuku üzerine kurulmuş ise</i> – birbirlerinden
izin almalarına gerek yoktur. 1+1 en az 3 olsun diye, sinerji yakalayabilmek
için aslında evleniyoruz. Amaç aslında hep <i>daha
çok</i> üzerine kurulu. İzin alarak ve bürokrasiyi evliliğimizin içine sokarak
tecrübelerimizi ister istemez daraltıp, vizyonlarımızı küçültüyoruz. Daha çoku
hedeflerken daha azı ile yetinmek durumunda kalıyoruz. Amaç bir araya gelip her anlamda
zenginleşmek, büyümek, daha mutlu ve daha huzurlu olmak olmalı yoksa karşı
tarafın hayatına entegre olmak değil. Kişisel tecrübelerimize devam edebilmeli,
kendimize zaman ayırabilmeliyiz. Amaç birisinin eşi olmak yerine <i>biz</i> olmayı başarabilmek olmalı. Bu da
ancak denge ile, diplomasi ile olabiliyor. Olmazsa ne mi oluyor? Erkekler için
kılıbık, sünepe koca, kadınlar için ise ezilmiş bir kadın. Evlilik yara alıyor.
Beraber binilen tekne su almaya başlıyor.</div>
<div class="MsoNormal">
<o:p></o:p></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
Diplomasi mi yoksa bürokrasi mi? Karar sizin. Yeter ki iyi
niyet içerisinde ilk başta kurduğunuz dengenizi koruyabilin. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
Dengeli, mutluluk ve huzur dolu bir evlilik ve hayat
dileklerimle ...<o:p></o:p></div>
İçimdeki Dört Mevsimhttp://www.blogger.com/profile/08795600068611732975noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-8497925912916809196.post-10499934390760662932014-11-10T00:26:00.002-08:002014-11-10T00:26:43.864-08:00<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgfHLqAEUdjFHPHPfvgRLJp6lbcNOvdzVKpXOXMXgrpJmtKR5AsWeveLb9sr87RkAfiEe3Od4yC9SEtYNHNoQDthek1xQN4o_JMmGE_3DkmhN1O82C-VCWrAVMr9gpiMIVsCr5GSYgBkxs/s1600/10-kasim-atat%C3%BCrk%C3%BC-anma.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgfHLqAEUdjFHPHPfvgRLJp6lbcNOvdzVKpXOXMXgrpJmtKR5AsWeveLb9sr87RkAfiEe3Od4yC9SEtYNHNoQDthek1xQN4o_JMmGE_3DkmhN1O82C-VCWrAVMr9gpiMIVsCr5GSYgBkxs/s1600/10-kasim-atat%C3%BCrk%C3%BC-anma.png" /></a></div>
<span style="color: #333333; font-family: Arial, Tahoma, Helvetica, FreeSans, sans-serif; font-size: large; line-height: 20px;"><span style="color: #333333; font-family: Arial, Tahoma, Helvetica, FreeSans, sans-serif; font-size: large;"><br /></span>Türkiye; Atatürk'ü Allah'a borçlusun, geriye kalan her şeyi de Atatürk'e ... </span><span style="background-color: #f3f3f3; color: #333333; font-family: Arial, Tahoma, Helvetica, FreeSans, sans-serif; line-height: 20px;">DANIEL DUMOULIN</span>İçimdeki Dört Mevsimhttp://www.blogger.com/profile/08795600068611732975noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8497925912916809196.post-77144824434629633952014-10-14T00:38:00.002-07:002014-10-14T00:38:36.589-07:00Küçük, miniminnacık bir dağ olabilme arzusu<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="background: white; color: #333333; font-size: 10pt;">Bugüne kadar sizler ve kendim için 200’e yakın
yazı yazmışım. Fena sayılmaz hani. Eskiden olsa çok daha fazla yazabilecek konu
bulabilir ve çok daha fazla yazı yazmış olabilirdim ama günümüzde size
sebeplerini önceki bir çok yazımda açıkladığım üzere bir çok konuyu yazmamayı
tercih ediyorum. Bu durumda da yazacak çok fazla konu bulamıyor ve eskisi kadar
üretken olamıyorum. Sizi yazılarımdan mahrum bıraktığım için çok üzgünüm </span><span style="background: white; color: #333333; font-size: 10pt;">J</span><span style="background: white; color: #333333; font-size: 10pt;"> Ama bazen işte hiç beklenmedik bir olay, duyduğum biz söz,
okuduğum önemsiz bir haber, hatta içtiğim bir kadeh şarap size yazacağım yazı
ile ilgili bir tetik vazifesini görebiliyor. Bu sabah da öyle oldu. Arkadaşım
hafta sonu bir filmin fragmanını seyretmiş ve çok beğenmiş. Beğenmekle kalmamış,
benimle paylaşmak da istemiş. İyi ki de istemiş, sayesinde bu yazıyı yazıyorum.
<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg8xWoavx_Ci-a_ZJGozkrOBBkYHD2c8FBSscf6cQzETp95wSfKTl7NVKLkEYHpGaFWGciKeD0sZzpO9rULI4L3pZHkx99WNpoqZLWhXKG3b4KHcNrCZBhkSVsJ4NlRc8LRFPj_w9kfOko/s1600/american+sniper-2.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg8xWoavx_Ci-a_ZJGozkrOBBkYHD2c8FBSscf6cQzETp95wSfKTl7NVKLkEYHpGaFWGciKeD0sZzpO9rULI4L3pZHkx99WNpoqZLWhXKG3b4KHcNrCZBhkSVsJ4NlRc8LRFPj_w9kfOko/s1600/american+sniper-2.jpg" height="112" width="200" /></a><span style="background: white; color: #333333; font-size: 10pt;"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Film henüz vizyonda değil. Bradley Cooper’ın
bir filmi. Ben kendisini çok beğenirim. Yakışıklıdır, tatlı bir kişiliktir. Kendisi
neden bilmem bana hep içimizden biri gibi gelmiştir. Kısacası kendisini ve
filmlerini samimi bulurum ve genel kanım filmlerini hep beğeneceğim yönündedir.
Yönetmen ise <i>o eski bir cowboy, o yaşlı
bir kurt, o kirli biri Harry, o İyi, Kötü, Çirkin’nin hayatta kalan tek üyesi
(iyiler hiç ölmez), o 60'tan fazla filmde oynayan sıra dışı bir aktör, o 30 filmi
yönetmiş ve en iyi yönetmen Oscar'ını kazanmış bir yönetmen,o yedi çocuk sahibi
bir dev, o Clint Eastwood</i>. Filmin ismi ise American Sniper.</span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="background: white; color: #333333; font-size: 10pt;"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Film Irak’da geçiyor. Çatının üstüne tüm
teçhizatı ile kurulmuş bir sniper (Bradley Cooper) etrafı gözlüyor. Çarşaflı
bir kadın ve ufacık oğlu sokağa çıkıyorlar. Çarşaflı kadın sanki evin içinde,
kimse görmeden veremezmiş gibi, dışarı çıkar çıkmaz, alenen sokak ortasında,
çarşafından bir bomba çıkarıp çocuğa veriyor. Çocuk hızla bir yöne doğru
koşmaya başlıyor. Hayatta ve filmlerde bazı şeyleri görmemeliyiz, görsek de
zihnimizde proses ettirmemeliyiz, yoksa ne hayattan ne de filmlerden keyif alabiliriz.
Ben de bu sahneyi, çarşaflı kadının heyecanına kapılıp ne yaptığını bilmemesine
verip, mantıklı kabul ediyorum. Bizim Bradley amirlerine <i>ne yapayım</i> diye soruyor heyecan ve aceleyle. Aldığı cevap bu
yazının yazılmasına neden olan cevap oluyor: <i>It’s your call</i>.<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg1MeyOWI_pnO0V4bo9NXtn0ZN7X5GLJn3kHXOX888J7-azqaDiOd_aZSckj2zKTvIOf1JdxX4i3QrqT97DCXmNzvL6bzgF3eC1xdfir84OyjyfzUJPgQl-MPeH7cc5AcBf-8gP3ppF7WI/s1600/decision-making-models-for-effective-decisions.png" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg1MeyOWI_pnO0V4bo9NXtn0ZN7X5GLJn3kHXOX888J7-azqaDiOd_aZSckj2zKTvIOf1JdxX4i3QrqT97DCXmNzvL6bzgF3eC1xdfir84OyjyfzUJPgQl-MPeH7cc5AcBf-8gP3ppF7WI/s1600/decision-making-models-for-effective-decisions.png" height="133" width="200" /></a><span style="background: white; color: #333333; font-size: 10pt;"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Çocuk hızla koşuyor ve bir süre sonra menzil
dışına çıkmış olacak. Taşıdığı şey ise oyuncak bir kamyon değil, arkadaşlarına
zarar verebilecek paylayıcı bir madde. Bir yandan geçmişi geliyor aklına, ufak
bir çocuk onun da hayatında var ve bir takım acılar. İzleyici için neler
yaşadığı net değil ama ortada ufak çocuklu bir dram yaşandığı kesin. Yani bizim
keskin nişancı için çocuk figürü çok önemli. Kesik kesik ağlayan bir kadın,
feryat eden başka bir kadın, ölüp tabutlara konulmuş Amerikan askerleri sahneye
gelip gelip yok oluyor. Çocuk bir yandan koşmaya devam ediyor. Arkadaşları
tamam zarar görmemeli ve görevini yapmalı ama diğer taraftan vuracağı ufacık
bir çocuk. Olan zaten hep onlara olmuyor mu? Fragman bizim Bradley’in ne
yaptığını göstermeden bir son buluyor. Ya ateş edip vuracak ya da gitmesine
izin verecek. Ya ufak bir çocuğu kendi elleri ile öldürmeyecek, yaşamasına izin
verecek ve belki bu nedenle bir çok arkadaşının ölümüne neden olacak, bir çok
çocuğu babasız ve acılar içinde bırakacak ya da daha gençliğini bile görmeden,
ana kuzusu bir oyun çocuğunu, neden taşıdığını ve neler olabileceğini bile anlamadan
adeta oyuncak gibi taşıdığı şey yüzünden toprağın altına gönderecek. Ne
düşünürseniz düşünün, kim olursanız, hangi taraftan olursanız olun çok zor bir
karar. Tamam adamların <i>orada ne işi var</i>
diyebilirsiniz ki bence haksız olmazsınız ya da bu zihniyet zaten bu duygusal
yanı yumuşak bir karın olarak kullanıyor diyebilirsiniz. Yazının konusu siyasi
olmadığından bu yorumlara pek değil hiç girmeyeceğim. Beni ilgilendiren kısım
insanoğlunun sınırları. Saniyeler içerisinde böylesi bir karar verip uygulamaya
geçirmek zorunda olan biri(leri) de benim gibi nefes alıyor bu hayatta. O(nlar)
da yaşıyor, konuşuyor, yemek yiyor, içip, uyuyor bu hayatta, benim gibi
osuruktan tayyare hayatlar yaşayanlar da. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="background: white; color: #333333; font-size: 10pt;"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Ben hemen hemen her gün sanki çok anlar ve
başarılı olacakmışım gibi dolar endeksine, dolar ve euro kurlarına, altının
hareketlerine bakarım. Grafikler vardır değişimleri gösteren, saatlik, günlük,
haftalık, aylık. Detaya ne kadar inerseniz testere gibi görüntüler elde
edersiniz. İnişler, çıkışlar vardır kısa vadelerde. Ama zaman ölçeğini biraz
arttırırsanız iniş ve çıkışlar hemen hemen düz bir çizgi halini alır, değişim
sanki yokmuş gibi. Fragman sonrası neden bilmem aklıma hemen bu grafik geldi.
Benim hayatım ve ben de yarattığı etkiler dakikalık grafikler gibi. İnişler ve
çıkışlar oluyor ve bu değişimler beni ziyadesiyle etkiliyor. Kendi adıma <i>ülen ne zor bir hayatım var, ne zor kararlar
almak zorunda kalıyorum </i>diye aklımdan geçiriyorum. Zaman zaman yaşadığım
zafer ya da pişmanlıklarımla geçmişte, zaman zaman ise endişe ve umutlarımla
gelecekte yaşıyorum, ama çoğu kere hep atlıyorum şimdi de olmayı. Bazı adamlar
ise hep şimdide olmak zorundalar. Onların gözüyle benim hayat grafiğim sabit
düz bir çizgi. Yatay görünümlü bir gün sonu hareketi gibi. İniş de yok çıkış
da. Ölmüş bir hayat grafiği gibi. Ama yine de onlar gibi hızlı ve böylesi zor
kararları, üstelik bu kadar kısa bir zaman içerisinde almak istemezdim. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjT418HW0gQJKCoX0SWCoqrVnYGLaK0jKWEkkKw6xtB3OUR3SPjgDS3ojFnNCHZTllzogCxVIqBwsZAZ4wqM1F1zbu1iIDON6llUDErY-F-XYYdlWvWP7eBbrWzprHYwvkc-0VxB253LZY/s1600/%C5%9F%C3%BCkretmek.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjT418HW0gQJKCoX0SWCoqrVnYGLaK0jKWEkkKw6xtB3OUR3SPjgDS3ojFnNCHZTllzogCxVIqBwsZAZ4wqM1F1zbu1iIDON6llUDErY-F-XYYdlWvWP7eBbrWzprHYwvkc-0VxB253LZY/s1600/%C5%9F%C3%BCkretmek.jpg" height="131" width="200" /></a><span style="background: white; color: #333333; font-size: 10pt;"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Kuzeyimizde, güneyimizde ve maalesef içimizde
ne dramlar yaşanıyor. İnsanlar neler çekiyorlar. Bizler eve gelip, duşlarımızı
alıp, istediğimiz yemekleri, sıcacık evlerimizde yerken, onlar ölüyorlar. Su
bulamıyorlar, üşüyorlar, kafaları kesiliyor, vuruluyorlar, parçalara
ayrılıyorlar. Birbirlerinden koparılıyorlar. Yaşam hakları ellerinden alınıyor.
Allahım ne büyük bir acı! Birilerinin gizli planları, ajandaları gerçekleşecek
diye düşünülmeyen, umursanmayan ve yok olup giden nice canlar. Yalnız savaş da
değil. Hastalıklardan, kazalardan ölen nice başka insanlar. Şükretmeliyiz.
Allaha dualar etmeliyiz. Endişe diye gördüğümüz, dert diye inlediğimiz, sıkıntı
diye içimizde büyüttüğümüz nice şeyler bir çok insan için günün sonundaki yatay
hareket grafiği gibi. Allah dağına göre kar verir derler. Ben küçük,
miniminnacık bir dağ olduğum için çok ama çok mutluyum. Egosal bir düşünce ile
büyük bir dağ olmayı aklımdan bile geçirmek istemem. Sınırlarımı biliyorum ve
onun içinde mutlu ve huzurlu olmaya çalışıyorum. Son zamanlarda bir de bunlara
şimdi’de kalmayı eklemeye çalışıyorum ama bu başka bir yazının konusu olacak.
İnsanları ve kendimi suçlamamaya çalışıyorum. Olacak olan zaten bir şekilde
oluyor. Kendime acımıyorum ve kurban rolünü de üstlenmiyorum. Başıma gelenleri
kabul etmeye çalışıyorum. Mümkün olduğunca tevekkel olmaya çalışıyorum. Çünkü
önemli olanın başıma gelen şeylerin olmadığını ama onlara karşı nasıl tavır
takındığım olduğunu biliyorum. Zaman zaman başarıyorum bu şekilde davranmayı ve
olmayı zaman zaman ise başaramıyorum ama denemeye hep devam ediyorum.</span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="background-color: white; color: #333333; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 10pt;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="background-color: white; color: #333333; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 10pt;">Ne zaman başımıza ne geleceğini bilemiyoruz.
Günün sonunda yataylaşacak konular için üzmeyin kendinizi. Etrafınıza bakın ve
yaşadığınız için, sevdiklerinizle birlikte olduğunuz için, duş alıp, yemek
yiyebildiğiniz için şükredin. Şükredecek nice konularınızın olması dileklerimle
...</span></div>
İçimdeki Dört Mevsimhttp://www.blogger.com/profile/08795600068611732975noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8497925912916809196.post-7070677370167816552014-09-29T23:39:00.002-07:002014-09-29T23:49:49.097-07:00Kırmızı<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Gerçek şarapta, sağlık suda adlı yazım bakın nasıl
başlıyordu: “8000 yıl! Günümüze kadar ulaşabilselerdi (bu kadar yıllandırılması
tabii ki imkansız ama bir de olsaydı tadından içilmezdi herhalde), ilk
şarapların yaşı bu olacakmış. İşte böylesine eski , böylesine kadim bir
dostluğu var insan ile şarabın. Tarihi dile kolay 8000 yıl öncesine dayanan
şarap, insanların sevinçlerine, hüzünlerine, sofralarına karışıp günümüze kadar
gelmiş, kendisine apayrı bir kültür yaratmış. O kadar ki şarap adeta bir
tutkuya dönüşmüş, özel günlerimizde, sevdiklerimizle paylaşacağımız yemeklerde,
sanatın tüm dallarında, efsanelerde, tarihi güzelliklerde görebilir olmuşuz.
Benim kendisini gördüğüm yer ise genelde hatta sürekli ve yalnızca yemek
masasının üzeri olmakta. Geçen akşamda bu kadim dostla beraberdik”. Bu girişten
anlayacağınız üzere ben yine yeniden ve özellikle bu aralar oldukça sık beraber
olmaya başladım bu sıkı ve candan dostla.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiiPaj47RcSfZVxxt4nruc8D7BIdpdS5q-MUse5Wg4gzTU_JozQk-uSwXtdETFqk337WX0mSlQ8JXTMwjNpLByiICkH1oRcXTP8Xy2dwI4x2reADEqBI1Z8peXWW0hBOxidwxQoGs3KE0k/s1600/du+vin.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiiPaj47RcSfZVxxt4nruc8D7BIdpdS5q-MUse5Wg4gzTU_JozQk-uSwXtdETFqk337WX0mSlQ8JXTMwjNpLByiICkH1oRcXTP8Xy2dwI4x2reADEqBI1Z8peXWW0hBOxidwxQoGs3KE0k/s1600/du+vin.jpg" height="200" width="158" /></a><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Bilenler bilir, bilmeyenlerde bu vesile ile öğrenmiş
olsunlar ben şarabı çok severim. Evet itiraf ediyorum onunla beraberim ve
birlikte çok mutluyuz. Düzeyli bir ilişkimiz var. Tamam rakıyı da, votkayı da
ve hatta viski ve burbonu da çok severim ama şarabı diğerlerinden bir başka
severim. Şarabı özel kılan, diğer eski dostlardan ayıran önemli bir özelliği
vardır: Şarap yalnızca tüketilen bir içki değil yaşayan bir organizmadır. Bizim
gibidir. Topraktan gelir bir kere. Etrafındakiler üstüne titrerler. En iyi
zamanda toplanması için büyük uğraş ve emek sarf edilir. Üzümlerde boş durmazlar
bu arada. Topraktan her bir aromayı almak için <i>suffer</i> ederler. Büyük bir dikkatle toplanıp, çeşitli işlemler ile
senin için büyümeye, güzelleşmeye, olgunlaşmaya başlarlar. Yalnız senin için.
Kendisini sana saklar. Toprakla bir olduğu andan senin onun tadına bakana kadar
ki zamanlarda üzümün ve sonrasında şarabın hep tek bir amacı vardır: <i>senin için en iyi olmak</i>. Başka kim ya da
ne senin için bunları yapabilir ki? Sana saygısı, hürmeti vardır. Seni <i>admire</i> eder. İşte bu nedenle üzüme,
şaraba <i>saygı</i> vardır, <i>hürmet</i> vardır. Karşılıklıdır bu ilişki.
Rakı mesela o da candır, o da üzümdür ama rakı olsun, viski olsun değil mi ki
damıtılırlar ruhlarını kaybederler. Kimlikleri yok olur. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj8pO0VWFjKkaxibd-nIToq-2MCQZmSpk8CkGJ0p5AsflWIIy4JLav6zH2hvPPIRr6HRm5LasF8U1eoO9HyY6xaLufeJ6EMnrCiBOxPSf00AniN66uoMQbfGey-wLpONWFbX6ZRV7D0fuI/s1600/affiche-aromes-du-vin-4.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em; text-align: center;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj8pO0VWFjKkaxibd-nIToq-2MCQZmSpk8CkGJ0p5AsflWIIy4JLav6zH2hvPPIRr6HRm5LasF8U1eoO9HyY6xaLufeJ6EMnrCiBOxPSf00AniN66uoMQbfGey-wLpONWFbX6ZRV7D0fuI/s1600/affiche-aromes-du-vin-4.jpg" height="135" width="200" /></a><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Şarap dikkat edin her ortam ve zamanda hep başrolü kapar.
Rakı sofrasının ana konusu rakı değildir (çok severim o ayrı) ama şarap
severler şarap içecekleri zaman ana konu her zaman şarap ve türevleridir. Şarap
kendisi hakkında konuşturtur. Yaşadığınız bir şarap gecesi de dikkat edin
unutulmazdır, yıllar geçse de hep hatırlanır. Pahalı hem de çok pahalı olanları
da vardır, ucuz sofra şarabı olanları da. Alışkanlığı vardır, ritüeli vardır:
zengini de içmeden koklar, fakiri de. Şarap yalnızca bir içki değildir, bir
sanattır, hayatın kendisidir. İlişkilerin nasıl olması gerektiğini gösterir bir
modeldir. Başarıdır şarap. Mutluluk ve huzurdur. Arkadaşlıktır, dostluktur
şarap ve büyük bir adanmışlık. Başlı başına bir hobi, bir uğraştır. Neredeyse
sınırsız seçenekleri, sınırsız tatları vardır. Aynı insanlar gibi. Türlü türlü,
cins cins insanlar olduğu gibi her damağa, her bütçeye, her kişiye uygun
binlerce şarap vardır. Aynı markanın aynı kupajı bile senelere göre farklılık
gösterir olgunlaşan insanların değişimi gibi. Hayattır, insandır şarap. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Eski çağlardan filozof bir ağabeyimiz <i>şarap yoksa aşk da yoktur</i> demiş. Ne de güzel demiş. Aşk’tır şarap. Ben
şarabı içmesini de çok severim, yaratmış olduğu büyülü kültür ve felsefe içerisinde
kaybolmayı da. Bir geçmişi vardır
şarabın. Toprakta başlayan, fıçıda devam eden ve şişede seninle buluştuğu ana
kadar süre gelen bir geçmişi. Açmazsan eğer bir geleceği de olacaktır elbet.
Belki çok daha olgunlaşacağı, çok daha lezzetli olacağı bir geleceği ama belki
o gelecekte sen olmayacaksındır. İşin ilginci zaten o noktada şarap zaten senin
için değil onu içecek olan için kendini hazır etmiş olacaktır. İnsanlar genelde
geçmiş pişmanlıklarını ve gururlarını ve gelecek endişe ve planlarını yaşarken
ıskalarlar asl olan, önemli olan şimdiyi. Sen şarabı içtiğin anda senin için de
şarap için de şimdi yaşanıyordur. Şimdiyi yaşamaktır şarap. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg2aZPC-ABLYfofQfAk_FNq0r2h87Copn-jFbZys7wAhQL40yqzNReHLIz-8n5DmKegk5VNtH0G-sl4yZm1_IDNt8b6UwqjO6jDXV7HJxXVeRcDH9JjY_3SR3mhePKJhpcKqWkQrhvxA6k/s1600/%C3%A7aml%C4%B1ca+%C5%9Farap.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg2aZPC-ABLYfofQfAk_FNq0r2h87Copn-jFbZys7wAhQL40yqzNReHLIz-8n5DmKegk5VNtH0G-sl4yZm1_IDNt8b6UwqjO6jDXV7HJxXVeRcDH9JjY_3SR3mhePKJhpcKqWkQrhvxA6k/s1600/%C3%A7aml%C4%B1ca+%C5%9Farap.jpg" height="133" width="200" /></a><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Şirketten bir arkadaşım ile laklaklık ederken ortak
noktalarımızdan birinin şarap olduğu ortaya çıktı. Zaten sonrasında da hemen
ister istemez çok samimi olduk. İtiraf etmek gerekir ki benden çok ama çok
üstün şarap konusunda. Siz bakmayın ortak zevk dediğime, benim adeta bu konuda
yol göstericim olmuştur zaman içerisinde. Hemen hemen her gün illaki bu konudan
konuşmuşluğumuz vardır. Yapmış olduğu bir bağ gezisi sırasında bana da denemem
için bazı şaraplar almış kendisi. İçlerinden bir tanesi de Chamlija Şaraplarının
Merlot’dan ürettiği <i>Kırmızı</i> adlı
şaraptı. Firmanın sahibi ve kurucusu sıkı bir şarap sever olan Mustafa Çamlıca.
Ne zamanki büyük başarılara imza atan insanlar aynı adanmışlığı hobileri için
de gösteriyorlar ortaya büyük ve çok başarılı işler çıkıyor. Mustafa Çamlıca
aynı zamanda Ernst & Young Türkiye Ülke Başkanı. Düşünün; dünya çapında,
yaklaşık olarak 140 ülkede faaliyet gösteren uluslararası bir denetim ve
danışmanlık hizmetleri firmasının, Türkiye’deki birinci adamı olma başarısını
gösteren bir adam, ayaklarını uzatıp yan yatmak ya da güneyde denize girip
bronzlaşmak yerine şarapçılıkla uğraşmış ve ortaya muhteşem bir butik
şarapçılık firması ve muhteşem şaraplar çıkmış. Saygı duymamak, gıpta etmemek
elde değil. Hayatın %10'u başımıza gelenler, diğer %90'ı ise bizim bu başımıza
gelenlere nasıl davrandığımızla gelişir derler. Nasıl davranma konusunda üstat
farklılığını ortaya koymuş.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Ben normal şartlarda bu şarabı hemen açmaz, biraz daha
bekletirdim. Arada bir şarap dolabımı açar, bu şişeye bakar hatta konuşur,
severdim. En uygun zamanın gelmesi için bir işaret beklerdim. Sanmayın ki çok
pahalı bir şarap. Arkadaşın dediğine göre şarabın üzerinde fiyat etiketi bile
yokmuş ve çok sembolik bir rakama adeta hediye edilmiş bu ve arkadaşın kendisi
için aldığı şişe. Peki neden mi daha beklerdim? Ya da neden bu şarap bu kadar
önemli? Bir kere bu kadar saygı duyduğum kişi bu şarabı kendisi için evet
yanlış okumadınız yalnız kendi ve dostları içsin diye üretmiş. Kimseye de
satmıyormuş. Yalnızca Rouge (fransızca kırmızı demek) diye bir restorana o da
aynı adı taşıdığı için veriyormuş. Hani elini öpene veriyor derler ya o hesap.
Açıkçası ben de bu nedenle bu şarabı çok merak ediyordum. Eşim <i>Istıranca</i> diye aynı firmanın başka bir
kupajını açacakken kaza ile bu şişeyi açıp karafa koymuş. Eve geldiğimde
(genelde içmeden önce 1 saat kadar şarabı havalandırdıktan sonra içmeyi tercih
ediyorum) yanlış şişenin açıldığını görünce ister istemez çok üzüldüm ama
olmuşa çare olmadığından beklediğim işaretin aslında bu olduğuna inanmayı
tercih ederek keyif almaya çalıştım. Ama ne keyif almaktı inanamazsınız. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjMhNmlRbz2dLCxUsLLoAnGIcVZmAGrhq4HOm23DoSTzxmLDUE-3RW7r-6SoolLHJFgnmhIRSR6IyWPk4n2OFcZafuvrNu14uZdKSSyr2VAemtK8xWBuYTg7qvcp0a2ZLOhofyX2isl5ps/s1600/k%C4%B1rm%C4%B1z%C4%B1.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjMhNmlRbz2dLCxUsLLoAnGIcVZmAGrhq4HOm23DoSTzxmLDUE-3RW7r-6SoolLHJFgnmhIRSR6IyWPk4n2OFcZafuvrNu14uZdKSSyr2VAemtK8xWBuYTg7qvcp0a2ZLOhofyX2isl5ps/s1600/k%C4%B1rm%C4%B1z%C4%B1.jpg" height="78" width="200" /></a><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Ben normalde aynı gece tüm şişeyi bitirmek yerine yarım şişe
içip ikinci yarımı bir sonraki geceye saklarım. Hem vücudumu yormamış olurum ve
hem de alkolün etkilerini minimuma indirmiş olurum. Eskiden çok iyi içerdim.
Marifet olsun diye yazmıyorum ama içtikçe eğlenir, eğlendikçe içerdim. Bu döngü
geç saatlere kadar değişik değişik mekanlarda devam edebilirdi. Güzel çok güzel
günlerdi. Şimdilerde ise eskilerin tek bir mekanında içtiğim miktarı içtiğim
zaman maymunlaşıyorum. Bir yorgunluk, bir uyku durumu oluyor ki inanılmaz.
Eğlenmek yerine uyumak ister oluyorum. Kafamı kaldıramaz oluyorum. Durum böyle
olunca keyiften çok eziyet haline dönüşüyor içki içmek. Bu nedenle artık çok
daha az içiyorum. Yaşlanıyor muyum, değişiyor muyum, günlük hayat beni çok mu
yoruyor yoksa hepsi mi bilemiyorum. Neyse biz yeniden Kırmızı’ya geri dönelim.
Amacım yine yarım şişe açıp bırakmaktı ama öyle olmadı, olamadı. Ne ben onu
bırakmak istedim ne de o beni. Muhteşem bir şarap olmuş Kırmızı. Çok ama çok
beğendim. Genç bir şarap olmasına rağmen tanen hiç yoktu. Ben ki Merlot’ya
mesafeli yaklaşırım bu Merlot meğer ne kadar hatalı olduğumu gösterir
nitelikteydi. Alkol dengesi olsun, içimdeki zerafeti olsun, gerek burundaki ve
gerekse tadımdaki aromalar olsun tek kelime ile muhteşem bir lezzet şöleniydi.
Bir kaç kadehi düşünün Mustafa Çamlıca’nın şerefine içtim.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Bu sıralar başka Kırmızı ve hatta Kırmızılar nasıl
bulabilirim onun hain planlarını yapmaktayım. Dün akşam anı ve lezzet keseme
Kırmızı’yı dahil ettim. Benim için çok büyük bir kazanç oldu. Darısı diğer
renklerin başına.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; text-align: justify;">Sevgi ve saygılarımla,</span><br />
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"></span></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"></span></div>
<o:p></o:p></div>
İçimdeki Dört Mevsimhttp://www.blogger.com/profile/08795600068611732975noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8497925912916809196.post-52089843531282670362014-09-16T00:19:00.000-07:002014-09-16T00:19:24.281-07:00Bol kırık çıkıklı bir kese 2<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Nerede kalmıştık? Heh tamam şimdi hatırladım: Gösteriş
uğruna tüm bir hayatımı etkileyen en büyük pişmanlığımı anlatıyordum. Sözü çok
uzatmaya gerek yok aslında. Kıyıdan denize balıklama atlama aptallığını
gösteren herkesin başına gelebilecek bir durumu yaşadım: <i>Çakıldım</i>. Gereksizdi, aptalcaydı, yapılmamalıydı ama oldu bir kere.
Boynumun kırılmaması ve ölmemem yalnızca daha yaşayacak günlerimin olmasından
sebepti. Ucuz hem de çok ucuz kurtulmuştum. Farkında olmadan intihar etmiş ama
başarılı olamamıştım. Boynum kırılmadı ama omuzum yerinden çıktı. Ben ömrü
hayatımda böylesi bir acı hiç ama hiç duymamıştım. <i>Sen misin bu aptallığı yapan, iyi olmuş sana</i> bile diyemedim bu acı
karşısında. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh5scKDb5Xh0BhnD54dGhLm2yuYkMw4ZOvhcnkehvZDoQRpCCCfgfijf80y9Wdysre1fUqOtd6WNBMz-y-2q6lyzDFmWU0elhT7zwPgP58fAaiPIwql10zscyIB7cpwBJovcJhH2t9tAc0/s1600/sinir+sistemi+1.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh5scKDb5Xh0BhnD54dGhLm2yuYkMw4ZOvhcnkehvZDoQRpCCCfgfijf80y9Wdysre1fUqOtd6WNBMz-y-2q6lyzDFmWU0elhT7zwPgP58fAaiPIwql10zscyIB7cpwBJovcJhH2t9tAc0/s1600/sinir+sistemi+1.jpg" height="134" width="200" /></a></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Acı öylesine büyük, sıkıntım o kadar fazlaydı ki yok olmak
istedim bir anda. Acıyı çekip yaşamaya devam etmek o kadar zor geliyordu. Sağlam
kolum ile çıkmış kolumu tuttum. Omuzum saçma sapan bir yere kaymıştı. Acıdan
bayılmayı gözlerimi hastanede açmayı çok istedim o an ama uyanıktım işte. Tüm
sinirlerim kırmızı alarmda, oradan oraya hızla gidip geliyor, acıma acı katmaya
tüm hızlarıyla devam ediyorlardı. Kendilerince beynime <i>vücutta yolunda gitmeyen bir şey var, haberin ola</i> uyarısını
yapıyorlardı. <i>Ülen size mi kaldı bu
uyarıyı yapmak, kesin sesinizi ve oturun yerinize ve bir daha da sakın kıpırdamayın</i>
diye bağırmak istiyordum salakça. Çok ama çok canım yanıyordu. Şaşkındım, acı
doluydum ve oldukça korkuyordum. Üşümeye de başlamıştım. Acısız bir zamana
oldukça uzaktaydım ve bu uzaklık düşündükçe beni daha da kötü yapıyordu. Bir
yerden başlamalıydım. Bir kaç kez omuzumu oynatmayı denedim ki bu beni
öldürecekti. Acım dayanılmazdı. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgbkBIQrquelggkYo8l_080hExviDr48FyQM37c522m8ctRxSloqmdJzI2OCo9WtncShwEfiTuWVoOygI9bUF031FJgNmOlkqk33fvwE3FW9brBJs1rNHvIqRe8lXsAFfsqDj7LkfOhCDg/s1600/kusadasi-devlet-hastanesi-nin-yapimina-baslan-3843724_o.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgbkBIQrquelggkYo8l_080hExviDr48FyQM37c522m8ctRxSloqmdJzI2OCo9WtncShwEfiTuWVoOygI9bUF031FJgNmOlkqk33fvwE3FW9brBJs1rNHvIqRe8lXsAFfsqDj7LkfOhCDg/s1600/kusadasi-devlet-hastanesi-nin-yapimina-baslan-3843724_o.jpg" height="118" width="200" /></a>Yüzüm kumlu ve tüm vücudum ıslak olarak hastanenin yolunu
tuttuk. <i>Kuşadası Devlet Hastanesi</i>. Kumdan
bir kale. Kağıttan bir kaplan. Bizi içeri bile almadılar. Burada çıkık
tedavimiz yok dediler. Ne demek yok ulan? Burası hastane değil mi? Sen nasıl
beni içeri almazsın? Hayır tabii ki diyemedim, bunları deyiverecek durumdan çok
hem de çok uzaktaydım. Hastaneye kadar bile zor dayanıvermiştim. Her bir
sallantıda, arabanın her ivmelenmesinde veya fren yapmasında ben acıdan bağırıyordum. Düşünebileceğinizden çok daha
fazla bir acı ve çaresizlik duygusu. Arabayı kullanan, kod adı ile <i>otelin adamının</i> bildiği kırık çıkıkçı
bir amca varmış. Oraya gitmeyi teklif etti. Alternatifi olan Söke Devlet Hastanesine gidemeyecek kadar
canım yanıyordu.Mecburiyetten adamın yolunu tuttuk. Allah adamdan binlerce kere
razı olsun, terledi ama birbirinden iptidai yöntemlerle taktı omuzu yerine.
Mucize gibi bir olay. Omuz yerine takılır takılmaz sancı bıçak gibi kesildi. Bir
anda mı geçer yahu? Evet bir anda geçiyor işte. Çıkıkçı amca sonrasında iyice
de tembihledi: A<i>man haaa evlat, sen sen
ol sakın yarın yüzme hatta bir süre hiç yüzme, tekrar çıkarak yer etmesin</i> ...
Dedi de kime dedi? Aklı olan biri olsam zaten denize öyle girmeye çalışır mıydım.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiWz88tWl0P7LdLEVUTtJz7-JWB5vQ8ic1M21WlT-W4RmNkOUwC0W1jkzIsPkySrANoaj6X5dhvHlCMSFjN2GnhlDpgLSSe2wFn7UaN43s0hPqzVhhHMMCpx-gHTCgTWoax6nqPwvXaK7g/s1600/regret.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiWz88tWl0P7LdLEVUTtJz7-JWB5vQ8ic1M21WlT-W4RmNkOUwC0W1jkzIsPkySrANoaj6X5dhvHlCMSFjN2GnhlDpgLSSe2wFn7UaN43s0hPqzVhhHMMCpx-gHTCgTWoax6nqPwvXaK7g/s1600/regret.jpg" height="200" width="200" /></a><i>Amcam benim, canım amcam
benim, sen dalga mı geçiyorsun? Zaten atlayarak ve çakılarak karizmayı yok
etmişiz, bir de sakın yüzme diyorsun. Ben nasıl yüzmem. Bilakis her zamankinden
çok daha güzel, çok daha hızlı yüzmeliyim ki arkadaşlarım nasıl yüzülüyor
görsünler. Sanki şartmış gibi hiç olmazsa bir nebze olsun karizmayı düzelteyim</i>....
Kibar adamımdır, düşündüm ama dile getirmedim. O kadar uğraştı taktı o kolu
yerine, ayıp olurdu bunları söylemek.
Ertesi gün oldu. Gezilecek yerler gezildi ve yine akşam üzerine doğru
otele dönüldü. Bu sefer denize atlamadım, ders almıştım. Ama bir güzel yüzdüm
ders almamıştım. Bu son yüzüşüm oldu. Sonrasında bir daha yüzemedim ve
yüzemeyeceğim de. Yalnızca yüzmeyerek de kalmadım, spor hayatım da sona erdi.
Kısa bir süre sonra da sigaraya başladım. Yıllarca da içtim durdum. Basit bir
atlama ya da hava atma uğruna basit bir yüzme hayatımı bir anda
değiştirivermişti. Diyeceğim odur ki yüzdüm efendim ve kolum tekrar çıktı.
Üstelik derinlerdeyken. İkinci kez ölüme oldukça yaklaşmıştım. Birer gün arayla
bu kadar yaklaşma. Resmen aranıyordum çok şükür ki Azrail bana yüz vermemişti.
Geçirecek daha günlerim varmış. Omuz çıkınca ne mi oluyor? Sağlam kol refleks
bir şekilde çıkan kolun yardımına gidiyor ve hoooop suyun altındasın işte. Solungacın
yoksa işin zor anlayacağın. Su topu sporunun olmazsa olmaz antrenmanı eller sanki
teslim alınmışsın gibi suyun üstünde yukarıda, yalnızca ayaklarını kullanarak
havuzu baştan sona gidip gelmedir. Suyun içinde terler insan, o kadar zor bir
olaydır. Havuzu böyle çok gidip gelmişliğim vardır benim. Hayatta kalmak bazen
eski bildiğin şeyleri refleks olarak hatırlamaktan geçiyor. Bu sayede kıyıya
kadar geldim. Tekrar aynı amcanın yolunu tuttuk. Bu sefer hastane ile zaman
harcamadık. <i>Ben sana yüzme demedim mi</i>
ilk dediği laftı. O haklı, ben aptal ve salaktım. Gençtim. İlk keşkelerimden
birini gerçekleştirmiştim. Çoktan pişmandım ve o pişmanlığı hala yaşamaktayım. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Amcam yaşlı bir adamdı sonuçta. Takmaya çalışıyor ama inatçı
kol sürekli direniyor ve bir türlü yerine girmiyordu. Sonradan çektiğimiz
filmler sayesinde öğrendik ki yırtılmayan kas kalmamıştı omuz çevresinde. Amcam
bu nedenle omuzu bir türlü oturtamıyordu. Sonunda yoruldu, pes etti ve <i>ben yapamayacağım</i> dedi. <i>Amcam benim etme eğleme, canım nasıl yanıyor
anlatamam. Yap bir şeyler Allah rızası için </i>bile diyebilecek durumda
değildim. Bir yere de kıpırdamıyordum ama. Hiç bir yere gitmeyecektim. Varsın
polis zor ile beni dışarı atsınlar. Bu omuz takılmalıydı ve bu amca benim son
şansımdı. Bu arada adamın çocukları da orada, <i>babamızı zorlamayın, hadi gidin hastaneye </i>diyorlardı sürekli.
Hastane dedikleri de taaaaa Söke. Allahım bir yandan acım bir yandan bu durum,
ne zor bir anıydı bu. Keşke bir an önce tarih sayfasındaki o pişmanlıklar
bölümündeki sevimsiz ve bol acılı yerini alsa diye dualar ediyordum. Neyse ki
adam vicdanlı ve çok iyi bir adamdı. Tekrar denedi, uğraştı ve bir şekilde taktı
o omuzu yerine. Bu kez sardı da. Bir sonraki durak olan Pamukkale’de o güzelim
sulara giremeyecektim. Yazık sonra sonra oraları da bozuldu. Keşke tüm bunlar
olmasaydı da ben o güzelim sulara girebilseydim. Karizma mı? Hatırlatmayın o
kelimeyi bana. O günden sonra bir daha herhalde hiç düzelemedi. Riski sevmeyen
korkak bir adam oldum çıktım sonrasında.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
90’lı yıllar meğer ne kadar çok acıyı içinde
barındırıyormuş. 1999’da omuzum bir kere daha yerinden çıktı. Düşünün 10 yıla 2
kırık, 3 çıkık sığdırabilmişim. Fena sayılmaz hani. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgTwfv8tWHsIXD-KeoFWW6v9wqIK19YhPku1EAqECs8ZKLh6YgFgObTKpi66sEoM1N3AoGOEu9UBWp1F45vlSVsSwT3O4KucMP5-d4tuWARftRLnTbFvJRzj5PeY8R51g9NlCk67xK7rrw/s1600/k%C3%B6pek.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgTwfv8tWHsIXD-KeoFWW6v9wqIK19YhPku1EAqECs8ZKLh6YgFgObTKpi66sEoM1N3AoGOEu9UBWp1F45vlSVsSwT3O4KucMP5-d4tuWARftRLnTbFvJRzj5PeY8R51g9NlCk67xK7rrw/s1600/k%C3%B6pek.jpg" height="116" width="320" /></a>O yıllarda sabah koşularına başlamıştım. Son zamanlarda
aldığım kiloları vermeye iyice niyetlenmiştim. Amerika’ya böyle fazla kilolarla
gidemezdim. O zamanlarda üniversitede araştırma görevlisi olarak çalıştığımdan
keyfim yerindeydi. Giriş çıkışa kimse karışmazdı. Sabahları öne güzelce koşar,
sonra duşumu alıp, arabamla üniversiteye giderdim. Bir de parası iyi olsaydı ne
de güzel olacaktı aslında akademik hayat. Lüküs hayat gibi canına yandığımın .
Parasız bir lüküs hayat. Rüya gibi zamanlardı. Yine bir sabah koşuyorum,
soluklanmak için durduğum bir anda 50-60 metre kadar uzağımdan bir köpek sürüsü
geçmeye başladı. Göz göze gelmeyerekten ama çaktırmadan bakıyorum. Ben
köpekleri severim ama uzaktan. Son köpekte tam görüş alanımdan geçiyordu ki ben
boş bulunup ona baktım. O da bana baktı. Bakışıverdik anlayacağınız ve gözden
kayboldu. Daha çok şükür bile dememiştim ki bakıştığım köpek önde ve diğer çok
sevgili arkadaşları arkasında koşarak bana geliyorlar. Muhtemelen koklaşıp,
sevilmek için geliyorlardı ama ben emin olamadım. Bir süre sakın kaçma sonra
sana saldırırlar dediysem de bu yalnızca aradaki mesafenin kapanmasına neden
oldu. Sonrasında tabii ki adrenalin kazandı ve ben deli gibi kaçmaya başladım.
Bir ara onlardan hızlı olduğumu bile düşündüm. Tabii kısa bir an için. En son
popomu tam ısıracak dişleri gördüm ve kendimi son bir umutla ama aslında büyük
bir çaresizlikle bayırdan aşağıya doğru bıraktım. Bir akşam önce yağmur yağmış
ve yollar çamur gibi olmuştu. Sol kolumla ağacı tutunup yönümü hızlıca değiştirmek
istedim ama düşüncelerimi uygulamaya geçiremedim. İyi bir plan belki değildi
ama elimdeki kaçarken bulabildiğim tek plandı. Sol kolum ağacın üzerindeyken
ayağım kaydı ve ben sol kolum açık omuzumun üzerine düştüm. Kolum zaar yeniden
çıkıverdi bir anda. Zaten çıkmak için fırsat kollayan şımarık omuzum bu tarihi
fırsatı kaçırmak için bir an bile düşünmedi. Omuzum çıkmış, her tarafım çamurlu
ve köpekler tarafından sarılmış bir şekilde yerde kendimi otururken buldum.
Köpekler üzerime doğru havlıyor ben ise onlara <i>geri zekalılar sizin yüzünüzden omuzum
çıktı</i> diye bağırıp duruyordum. Tam bir karmaşa. Hani dışarıdan halimi görsem
gülebilirdim de ama canım çok yanıyordu ve köpeklere çok sinirlenmiştim.
Isırmaları umurumda bile değildi o andan sonra. Sonrasında bir adam (ben uzun
bir süre onun ete kemiğe bürünmüş bir melek olduğuna inandım) mucize kabilinden
taş atarak köpeklere hücuma geçti ve beni onların elinden aldı. <i>Tut şu kolun ucunu da omuzu yerine takalım</i>
dediğim anda da beni oracıkta bırakıp kaçtı gitti. Ben o halde bayırı tırmanıp
eve gittim. Sonrasında yine hastane. Neyse ki bu kez geri çevrilmedik. Kolayca
ve adeta acısız omuz yeniden yerine takıldı. 3 -4 hafta da askıda kaldı.
Sonrasındaki kireçlenme ve tedavi dönemi ise tam bir kabustu.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Şimdi ne tıp bayramı ne de doktorlar günü, sen bize tüm
bunları neden anlatıyorsun diye sorabilirsiniz. Anlatayım efendim. Biricik
oğlum geçen gün top oynarken düştü ve sol kolunu kırdı. Arkadaşıyla birlikte
bahçede top oynuyormuşlar. İlk devre sorunsuz tamamlanmış. Su molası vermişler.
Sonrasında tekrar maça başlamışlar. Daha oğlum atak bile yapmamışken topun
üzerine basıp sol kolunun üzerine düşmüş. Çok canı yanmış. O kadar yanmış ki
ağlamasını durduramamış. Ofisten eve nasıl gittim anlatamam. Anne baba olmak
gerçekten de zor bir olay. Gittiğimde hala ağlıyordu. Hemen doktorunu aradık,
sonrasında hastanenin yolunu tuttuk. Bizim için çok büyük hastane için oldukça
sıradan bir olaydı. Kırık olduğu tespit edildi ve alçıya alındı kolu. Eskinin o
benim çok iyi bildiğim alçıları çoktan tarih olmuş. Bu yeni olanlar oldukça
ince ve çok daha kullanışlı. Bu sıralar alçının üzerini doldurmakla meşgulüz.
Bu sıralar yaptığımız başka bir şey ise eskinin kırık çıkık hikayelerini oğluma
anlatmak. O kadar çok anlattım ki bu aralar, oldu olacak yazayım da sizlerde
biraz olsun bilin dedim. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Her anı güzel olmuyor. Güzel olsun olmasın kesemize bir anı
daha attık. Bende çok olan bu anılardan bir tane de oğlum da oldu. Umarım bir
tane numunelik olarak kalır. Tüm çabalarımız onların mutlu olmaları için. Keşke
her daim onları koruyabilsek, buna imkanımız olsa ama elimizde olmayan
durumlarda yaşanabiliyor işte. Dedim ya anne baba olmak çok zor. O ağladığında
benim içim eriyor. Dilerim ve umarım çok güzel günleri olur. Sağlık, mutluluk
ve huzur içinde uzun hem de çok uzun yılları olur. Dilerim öyle de olur! </div>
<o:p></o:p>İçimdeki Dört Mevsimhttp://www.blogger.com/profile/08795600068611732975noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8497925912916809196.post-28121100804079490492014-09-08T23:32:00.000-07:002014-09-08T23:32:52.418-07:00Bol kırık çıkıklı bir kese 1<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjwgOuoLC_qq0grJek5yc2JQPyaExqwpT5MT1Z1aY5wTJK70s-C43VMUTD1nC92o4ToTvO9xZK9_OVJPrNuSdGzyiN-skqI1kvDfEbC5usCW3Zo4icEGpMcdeOcH9XqRO6hF3iA9ILOHpE/s1600/bournemouth.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjwgOuoLC_qq0grJek5yc2JQPyaExqwpT5MT1Z1aY5wTJK70s-C43VMUTD1nC92o4ToTvO9xZK9_OVJPrNuSdGzyiN-skqI1kvDfEbC5usCW3Zo4icEGpMcdeOcH9XqRO6hF3iA9ILOHpE/s1600/bournemouth.jpg" height="117" width="200" /></a><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Yıl 1996. Yer İngiltere’nin en güney noktasında, İngiltere
gibi olmayan belki tek yer, sıcak, sıcacık insanların oturduğu, şirin mi şirin bir deniz
kenti olan </span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Bournemouth’da yemyeşil bir park. Parkta bulunan biz 3 kafadar Türk
ve bizlere karşı futbol maçı yapan Güney Kore eşrafından çekik gözlü çocuklar. O
gün derler ya <i>günümüzdeyiz</i>; birbirinden
güzel paslar, şutlar, şiir gibi oynuyoruz, adeta döktürüyoruz. Ülkemizden
yaklaşık 4000 kilometre uzakta bu Koreli çocuklara karşı ülkemizi en iyi
şekilde temsil etmeye çalışıyoruz. Tabii
ki öndeyiz ve maçı alacağımız gün gibi aşikar. Akşam için de programımız hazır,
zaferimizi kutlayıp bol bol bira içeceğiz. Bir kaç gol sonra maç sona erecek ve
evlere duş almaya dağılacağız. Güzel bir günün ardından bizleri bekleyen daha da
güzel bir geceye merhaba diyeceğiz. Daha ne olsun diyor insan içinden. Tam ben
bu yoğun ve sevecen duygular içerisinde koşup top oynarken, bu centilmenler
diyarı diye bilinen ülkede, maçın böyle tamamlanmasını istemeyen anticentilmen
bir Koreli, top yerine ayağımı hedef alıp vurmasıyla maç bir anda sona erdi.
Bir elektrik çarpması gibi bir kıvılcım ayak parmağımdan tüm vücuduma bir anda
yayıldı. Parmak bir anda şişti. Acı belki dayanılmaz değildi ama doktora gitmeyi
gerektirmeyecek kadar da az değildi. Hemen maç bitirildi ve hastanenin yolu
tutuldu. <i>Hastanenin yolunu tuttuk </i>ileride
de bol bol karşılaşacağınız bir cümle olacak, şimdiden alışsanız iyi olur. Sıra
beklendi ve beklememize değecek sarışın oldukça güzel sayılabilecek bir ingiliz
doktorun önünde buluverdim kendimi. Bir süre konuştuktan sonra öpüşmeye
başladık <i>dermişimmmmmm</i>. Nerdee?? Ayak
parmaklarımı inceleyip, kontrol ettikten sonra <i>kırık</i> dedi. Sohbet bitti. <i>Daha
birbirimizi yeni tanımaya başlamıştık, nereye gidiyorsun</i> demeye kalmadan
bir hasta bakıcı gelip ayak parmağımı bandajlayıverdi. Korelinin yaptığı olacak
şey değildi. Bir ara gidip dövelim dedik ama bize yakışmazdı. Sayesinde <i>toe</i> kelimesinin ayak parmağı olduğunu da
öğrenmiştim. Ona borçlu bile sayılırdım. İngiltere günlerimin geri kalanı artık
kırık bir parmakla geçecekti.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">90’lı yıllarda, Galatasaray 9.sınıfta okurken, bir kere de sağ
elimin yüzük parmağını kırmıştım. Kaleciydim. Tamam panter gibi değildim belki ama
kötü olduğum da söylenemezdi. En azından elimden geleni yapardım. Bu uğurda
parmağımı da kırmaktan çekinmemiştim bir maç sırasında. Muhteşem kurtarışım
sonrası mecburi olarak revirin yolunu tuttum. Ne olduğu oldukça aslında oldukça
açıktı. Parmağımın tırnağa yakın olan boğumu düz değildi, aşağı doğru
düşüyordu. Yüzük parmağım sürekli 1 rakamı gibi duruyordu. Boğumdaki kemik
kırılmıştı. Acı yine dayanılmaz değildi ama tüm bir ömrü 1 rakamına benzeyen
bir parmakla geçiremezdim. Yüzük takmak da ileride problem olabilirdi. Revirdeki
hemşire annemi arayıp <i>oğlunuzun eli
tutmuyor hemen gelin</i> demez mi? Zavallı annem konuşamamış bile ve telefonu
yanındaki babama vermiş. Allahtan ben o devirlerde de, en az şimdilerde olduğu
kadar akıllı ve olgundum. Telefonu kapıp babama <i>bir şey yok, parmağım kırıldı yalnızca</i> dedim. Babam gelip beni aldı
ve biz yine hastanenin yolunu tuttuk. Hastane tarafı komikti aslını isterseniz
trajikomikti. Yalnızca sargıladılar. Sargıların içinde parmağımın bırakın sabit
durmasını adeta dans ediyordu. Ertesi gün başka bir doktora daha gittik de bir plastik
parmaklık sayesinde sabitlediler benim ufaklığı.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjftmzVtUnRA3JcYr89PdjKvIrRngFY7v960hLfLBLR9zQ9-uNcaFJ5FNf9Yl6otPFePJ5utCD1mUXqW4H_gVO7R1D5JsDfCHQxE0acJYm-A2Zj5VHtehLRN1EISkKioPj2PkZD-aIGw5A/s1600/cikiktir-o-kirik-olsa-duramazdin.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjftmzVtUnRA3JcYr89PdjKvIrRngFY7v960hLfLBLR9zQ9-uNcaFJ5FNf9Yl6otPFePJ5utCD1mUXqW4H_gVO7R1D5JsDfCHQxE0acJYm-A2Zj5VHtehLRN1EISkKioPj2PkZD-aIGw5A/s1600/cikiktir-o-kirik-olsa-duramazdin.jpg" height="148" width="200" /></a></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">90’lı yıllara 2 kırık sığdırmış olmam aslında şaşırtıcı
değildi. Tarih <i>ders almazsan</i> tekerrür
eder derler. Ben kolay kolay ders almam, alamıyorum, bünyem buna müsait değil. 90’lı
yıllardan bir 20 yıl evvel 70’li yıllarda da yaşamış olduğum 2 kırık vakam daha
vardır benim. Ufacık tatlı mı tatlı bir bebek olan beni, üstelik bu kadar çok hareketli
olduğum biliniyorken yatakta yalnız bırakırsanız olacağı da budur aslında. Bebeğim
ben, ne yaptığımın farkında bile değilim. Muhtemelen uyanmış, seslerin olduğu
tarafa gitmek istemiş ve bunun sonucu olarak da kendimi yerde sol kolumun
üzerinde bulmuştum üstelik kırılmış bir halde. Zavallı ben, kim bilir ne kadar
ağlamışımdır. Miş’li geçmiş zaman kullanıyorum çünkü hatırlayamayacak kadar
küçüğüm o zamanlar. Neler çektim, neler oldu bilemiyorum ama illaki bende geri
dönülmez bir travma yaratmıştır. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiMDEj70ruVj23vIiJ3e5NOdF7exWgMBKwZBjdD9DUM6k-R0S-XRutdq6zRBWhMs_zVHXUsFroQ-eJPFg43TZHaaXuLLjPVK0sTLhyphenhyphenMcGby2OLZiVKoudl5_urgkuziikbVi0GfYe8d3-o/s1600/yaramaz+%C3%A7ocuk.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiMDEj70ruVj23vIiJ3e5NOdF7exWgMBKwZBjdD9DUM6k-R0S-XRutdq6zRBWhMs_zVHXUsFroQ-eJPFg43TZHaaXuLLjPVK0sTLhyphenhyphenMcGby2OLZiVKoudl5_urgkuziikbVi0GfYe8d3-o/s1600/yaramaz+%C3%A7ocuk.jpg" height="200" width="192" /></a><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Bir sonraki kırık ise daha dün gibi aklımda, canım o kadar
acımış anlayacağınız. Henüz 6’lı yaşlardayım ve sürekli sokaktayım. Bizim
zamanımız kesinlikle çok daha keyifliydi ve kesinlikle çok daha sahici. Tüm
günü arkadaşlarımızla sokakta geçirebiliyorduk ve daha okula bile başlamamıştık
üstelik. Yaşadığımız yerin hemen yanında bir bostan-arsa karışımı bir yer
vardı. Genelde bütün bir gün bir topun arkasından koşturur dururduk. Bazen de aslında
orada olmaması gereken tekerlekli bir taşıma cihazının üzerine çıkıp kayardık.
Biz tüm çocuklar ve yanımızda bizden yalnızca bir kaç yaş daha büyük
ağabeylerle o cihazı eğimli bir yerin tepesine çıkarır, sonra da üstüne binip
aşağıya doğru kayardık. Evet hem de çok keyifliydi çünkü oldukça tehlikeliydi.
Risklerden uzaklaşıp, tehlikelerden kaçar hayatım sanki o olaydan sonra
başlamış gibidir benim. Yine kasvetli ve gri bir günde cihazın üzerine bindik
ve kaymaya başladık. Kayarken ağabeyler tarafından bizlere öğretilen iki temel
kural vardır: Sıkı tutunun ve ayaklarınızı tekerleklerden uzak tutun. Evet ben
o gri günde oldukça sıkı tutunmuştum. Tüm dikkatimi aslını isterseniz tutunmaya
vermiştim. Ne mi oldu? Sizce? Ayağım tekerleklere girdi ve 3 yerinden ayrı ayrı
kırıldı. Ağabeylerden birinin beni kucağına alıp, <i>ağlama, ağlarsan seni eve götürmem</i> demesini bugün bile oldukça net
hatırlıyorum. Ağlamamaya çalışıyorum ama ne fayda. Sonrasında ki uzun bir
dönemi ayağım alçıda Erol Evgin’nin <i>aaahhh
bu hayat çeçilmez</i> şarkısını harflerini hafif değiştirerek söyleyerek
geçirdim. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Hayatım yalnızca kırıklarla dolu geçmedi aslını isterseniz.
Çıkık konusunda da fena sayılmam hani. Kuşadası Kadınlar Plajında siz siz olun
kıyıdan denize balıklama atlamayın sakın. Hatta siz siz olun bilmediğiniz hiç
bir yerde ne balıklama ne de çivileme atlamayın. Efendi efendi ve yavaş yavaş
girin denize. Avşa Adasında denizin hemen kıyısındaki kumlar yumuşaktır ve deniz
göreceli olarak çabuk derinleşir. O yaşlarda, ufacık aklım ve sıfır öngörü ile
kıyıdan denize üstelik balıklama atlayarak girmek çok havalı gelirdi bana. İyi
de yapardım hani. Gereksiz bir kabiliyet ve aptal cesareti birleşirse sonuç pek
de iyi olmuyor. Bugün nasıl da aptalca geliyor. O zamanlar gençtik. Havalı
şeyler hoşumuza giderdi. Nereden bilecektim ki Kuşadasındaki o atlayış
sonrasında <i>bir kez hariç</i> bir daha
yüzemeyecektim. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Kızlı erkekli bir grup olarak başımızda bir kaç kendi
halinde öğretmenle birlikte sınıf gezisine çıkmıştık. Yollarda nasıl eğlenmiş,
nasıl şarkılar söyleyip ne yaratıcı gösterilere imza atmıştık inanın anlatamam.
Oldukça hareketli ve eğlenceli geçen bir otobüs yolculuğundan sonra otele
varmış, odalara hızlıca yerleşmiş, mayoları giyip kumsalın yolunu tutmuştuk. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg2NBOKrOSNm908E5MOUAiBkfjqyGa_RE_zYxXdsjQcfAR5-RAzplhrO4NX5PIzvD0BictEVewRAcJWYa7WBvIdW3mulHmjWPF5r_N0SbSLfo1LPVx74iLyiC8t_q0UZdLwWZYcs4ld384/s1600/g%C3%B6steri%C5%9F.png" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em; text-align: center;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg2NBOKrOSNm908E5MOUAiBkfjqyGa_RE_zYxXdsjQcfAR5-RAzplhrO4NX5PIzvD0BictEVewRAcJWYa7WBvIdW3mulHmjWPF5r_N0SbSLfo1LPVx74iLyiC8t_q0UZdLwWZYcs4ld384/s1600/g%C3%B6steri%C5%9F.png" height="125" width="200" /></a><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Sınıf arkadaşlarım beni ilk defa yüzerken göreceklerdi. O
dönemlerde yaptığım en iyi iş yüzmekti. Galatasaray’ın yüzme takımı lisanlı
yüzücüsüydüm bir zamanlar. Ayıptır yazması (neden ayıp olacaksa!!) madalyalarım
bile vardır benim. Sonrasında önce yine Galatasarayın sutopu takımına seçilmiş
sonra ev ile antreman yeri arasında gidip gelmek çok olduğundan Ortaköy’de
bulunan ve o zamanların açık ara en iyi sutopu takımına sahip Yüzme İhtisasın
sutopu takımına girmiştim. Yüzme de kraldım anlayacağınız. Sonraki yıllarda
Galatasaray Adasında yıllarca kürek sporu ile de ilgilendiğimden vücudum da
oldukça iyi sayılırdı o yıllarda. <i>Daha ne
olsun</i>? İyi, yapılı ve gösterişli bir vücut, muhteşem bir yüzme yeteneği ve
zaten doğal yakışıklılığım. İşte ben biraz <i>dahası</i>
da olsun dedim. Bu üç alandaki dikkat çekiciliğimi, denize balıklama atlayarak
taçlandırmak da istedim. İyi de bok yedim. Vezir olmaya çalışırken rezil oldum.
Bu son aptallığım olmadı belki ama hayatımın bundan sonraki dönemine etkisi <i>hep</i> ve <i>olumsuz</i> olarak devam eden bir aptallık oldu doğrusu. Geriye hani
bazen insan bakıp da pişmanlık duyduğu olaylar görür ya geçmişinde, benim tüm
hayatım boyunca pişmanlığını duyduğum bir kaç olaydan bir tanesidir o akşam
üzeri ve sonrasındaki günde Kadınlar Plajında yaşadıklarım. Geriye
dönebilseydim o iki günde yaptıklarımı değiştirmek hem de çok isteredim.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Neler mi oldu? Anlatacağım efendim ama hem o konu ve hem de
sonrasında anlatacaklarım az sayılmayacak kadar çok. Bu nedenle kırık
çıkıklarla dolu anılarıma ufak bir ara veriyorum. Yakında, pek yakında,
kaldığımız yerden devam etmek
dileklerimle huzurlarınızdan çekiliyorum. </span>Sağlıcakla<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"> ve hem </span>mutlu<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"> </span>kalın<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">!</span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<o:p></o:p></div>
İçimdeki Dört Mevsimhttp://www.blogger.com/profile/08795600068611732975noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8497925912916809196.post-62680076062999606062014-08-21T23:26:00.000-07:002014-08-21T23:26:26.090-07:00İki ayrı gün, iki ayrı konser, tek bir usta<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh7RUO1uihW-Ro2TDd3J-AirzpVbeaJbzDCX2tHxK-Z9a_ZtjCTF6nSHn14dnMyamR2eZZ1jSOloyu4-1hrZF0XBFMml3Vv28xdU_Zay3y1dhXgZ-oPjwqohiW73ad2ug2yzCADT0OaFeU/s1600/pavane.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh7RUO1uihW-Ro2TDd3J-AirzpVbeaJbzDCX2tHxK-Z9a_ZtjCTF6nSHn14dnMyamR2eZZ1jSOloyu4-1hrZF0XBFMml3Vv28xdU_Zay3y1dhXgZ-oPjwqohiW73ad2ug2yzCADT0OaFeU/s1600/pavane.jpg" height="200" width="200" /></a></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Ellerim gözlerime bugüne kadar hiç bu kadar büyük
görünmemişlerdi. Hani sanki bütün vücudum elim özeline indirgenmişti. Oturduğum
yerde gülücükler saçarak b<i>eni nasıl
bilirsiniz</i> sorusuna sanki tüm beni tanıyanlar <i>eli büyüktü, hatta çok büyüktü</i> diyecekler gibi hissedip duruyordum.
Nereye koyacağımı bilemediğim ellerimi, sanki milletin dikkatini daha da çekmek
istercesine sürekli hareket ettirip duruyordum. Önce birleştiriyor, sonra
birbirlerinden ayırarak her birini ayrı ayrı masaya koyuyor, saniye geçmeden
tekrar hareketlendirip biriyle kulağımı kaşıyor, diğer teki ile saçımı
düzeltiyordum. Elimde değildi, engel olamıyordum kendime. Muhtemelen bir
orkestra şefi bile elini benim hareket ettirdiğim kadar hareket ettirmiyordu
bir konser sırasında. Çok değil yalnızca bir kaç dakika önce kalabalık bir
insan selinin çıkardığı uğultu arasında kulağa oldukça hoş gelen bir müzik
başlamış ve bu muhteşem notalar karşısında kalabalık ister istemez belki
yalnızca meraktan veya belki de yalnızca öyle yapmaları gerektiğini sanmalarından
sessizleşmeye başlamışlardı. Hemen ardından bizlere <i>haydi bakalım</i> diye komut gelmişti.
<i>Haydi bakalım!</i> Gerçekten de
bir <i>haydi bakalım</i> bilinmezliğinde ama
bir kadar da sıcaklığında yürümeye başlamıştık. Zaten bu yürüyüşümüz ne mutlu
bize ki şimdiye kadar hem aynı tatta olmaya devam etti, umarım haydi bakalım
tadımız hep böyle devam eder. Sinir bozucu bekleyiş sona ermiş, buna karşılık
heyecan bir o kadar daha artmış olarak suratlarda zoraki midir yoksa bugüne
kadar hep böyle olduğundan mıdır yoksa aşırı heyecandan mıdır bilemediğim bir
tebessüm ile ve oldukça ağır adımlarla adeta dura dura yürümeye başlamıştık.
İlk gördüklerim ister istemez en değer verdiklerim oldular. Doğduğum anda ilk
gördüğüm, ilk tanıdığım, ilk kokularını duyduğum, her daim eksikliklerini
hissettiğim canlar en az benim kadar heyecanlıydılar. Gülerek bana güç
veriyorlardı. Ben büyürken, boy atarken, koşarken, düşerken, sınıfları
geçerken, bayramlara, doğum günlerinde, yaş alırken bana eşlik eden akrabalar
hemen sonrasında fark ettiklerimdi. Sıcak, hem de sıcacıktı yüzleri. Ağlarken,
sevinirken hep daim yanımda olan arkadaşlarımın ise bazılarını görebildim o
kısa yürüyüşte. Arada bir tek tük göze çarpan iş çevresinden kişiler ve
komşularda olmadı değil hani. Bunlar dışında kalanlar ve yalnızca resmi
tamamlayan diğer parçalar olarak tanımlayabileceğim grimsi alan ise bütün
hayatım boyunca bir ya da en fazla iki kere gördüğüm yabancılar ile bugüne
kadar hiç görmediğim hepten yabancı kişilerdi. Gabriel Faure’nin muhteşem Pavane parçasının notaları kulaklarımıza erişirken Mayıs ayının Mayıs ayına
yakışmayacak soğukluktaki bir gününde bizler evlilik yolunda ilk adımlarımızı
atıyorduk birbirimizin dünyalarına. Neden ellerime o gün bu kadar takmıştım
hala hiç bir fikrim yok. Heyecan bu olsa gerek.</div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhbej0pcJIVrFJA4XHa28sibwnuc1o-bBvqHTyz5lJLellSM2Jp6d-jHUIqVz7bSWu5DD6drlT79fU6QS4uVV0beX_1KTWbn3-d_Ootc4YsPq-yIaSo-Vqx1kESoidEqbAuymE_XwVzrr0/s1600/Historyisasetofliesagreedupon.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhbej0pcJIVrFJA4XHa28sibwnuc1o-bBvqHTyz5lJLellSM2Jp6d-jHUIqVz7bSWu5DD6drlT79fU6QS4uVV0beX_1KTWbn3-d_Ootc4YsPq-yIaSo-Vqx1kESoidEqbAuymE_XwVzrr0/s1600/Historyisasetofliesagreedupon.jpg" height="190" width="200" /></a>Şişli Evlendirme Dairesinde Cuma gününün son nikahını
almıştık, üstelik tarih sırf ben ileride unutmayayım diye de 20.05.2005 idi.
Bak kaç koca uzun sene geçti gerçekten de hala unutmuş değilim. Eşim gerçekten
de işini biliyor. Eşimle düğün yapıp yapmama konusunda önceleri biraz araştırma
yapmış, alternatifleri değerlendirmiş, hatta sanatçı olarak kimi düğüne
getirebiliriz onu bile konuşmuş ve sonrasında antat kalmıştık; düğün için büyük
harcama yapmayalım yerine o parayı başka ihtiyaçlarımız için kullanalım. Ben
düğün yapıp muhtemelen kimsenin çok da mutlu olmayacağı, dedikodu yapma fırsatı
yakalayacağı bir düğün organizasyonu için para saçma isteğinde değildim. Müstakbel
eşimin de aynı fikirde olması nasıl büyük bir saadetti anlatamam. Düğün yerine
arayı biraz bulmak ve eşimin muhteşem gelinliği ile daha çok vakit geçirmesine
olanak sağlamak adına oldukça şık bir o kadar rafine bir kokteyl düzenlemiştik
evlendirme dairesinde. Bugün hala o gün yediklerini konuşanlar mevcut, düşünün
o kadar yani. İçkileri biz almıştık ve yok yoktu. Müzikler bile bizim
seçimlerimizdi. Ses sistemini bile bizim kurduğumuzu söylemeye sanırım hiç
gerek yok. Anlayacağınız sıradan bir evlendirme dairesi organizasyonu değildi.
Yer onların ama gerisi bizimdi. Nikah şekeri dağıtmamış yerine sevdiğimiz
parçaların yer aldığı (yine bizim yaptığımız) ve üzerinde isimlerimizin ve
evlenme tarihimizin olduğu birer müzik cdsi hediye etmiştik. Fotoğrafçılar gırla
etrafta cirit atmış ve durmadan
fotoğraflar çekmişlerdi. Daha ne olsun değil mi? Değilmiş efendim. O güne kadar
kadınları anladığımı sanırdım meğer anlamaktan hem de çok uzaktaymışım. Meğer
eşim aslında düğün istermiş. Bunu bir şekilde anlamam gerekirmiş.
Anlayamamıştım.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
O günlerde düğünümüz için çağırmayı planladığımız kişi
Ferhat Göçer’di. O zamanlarda adı yeni yeni duyuluyordu. İlk albümü henüz
çıkmamıştı. O zamanlarda Pizza Pino gibi bazı restoranlarda sahne alıyor,
firmaların özel gecelerine katlıyordu. Eşim bir çok organizasyonda onu bir çok
defalar kullanmıştı ve bizden çok da para istemeyeceğini düşünüyorduk. Ben ise
kendisini çok daha öncelerden tanıyordum. Taaaa Ege Bar’da Turkuaz ile birlikte
çıktığı dönemlerden. O zamanlarda bence en iyi dönemleriydi. Bir Münir Nurettin
okurdu, sanırsınız üstat özel izinle o geceye katılmış. Ben arya dinlemeyi çok
ama çok severim ve Turkuaz grubu bu işte çok ama çok iyi idi. Bir ara iyice Ege
Barın müdavimlerinden olmuştum. Eğlenceli güzel günlerdi. Bir kaç kez Turkuaz
grubu ve Ferhat Göçer ile aynı sahnede şarkı söylemişliğim bile var, düşünün
artık. Doğal olarak ben de düğünümde böylesi bir sesi bulundurmaktan ancak
mutluluk duyabilirdim. Sonrasında tabii ne Ferhat geldi ne de zaten bir düğün
oldu.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgX4n0CVW6oxwZQr0vRX7wb8_9vNNiG2YKnj2n_fz3stT_ohyphenhyphenuyvkpCU7NF6j1ZjlI02nH1zPI1LgaxupKBJV3ax4oQUddeGe3e3W4BePMVMHIbzH5D3BiCDMvy9WchAPPXFzee9hA8wsY/s1600/erolevgin460.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em; text-align: center;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgX4n0CVW6oxwZQr0vRX7wb8_9vNNiG2YKnj2n_fz3stT_ohyphenhyphenuyvkpCU7NF6j1ZjlI02nH1zPI1LgaxupKBJV3ax4oQUddeGe3e3W4BePMVMHIbzH5D3BiCDMvy9WchAPPXFzee9hA8wsY/s1600/erolevgin460.jpg" height="130" width="200" /></a>Geçenlerde Harbiye Açıkhava’da önce Erol Evgin’in hemen
ertesi günde de Ferhat Göçer’in konserine gittik. Bizim için inanılmaz bir
değişiklikti. Düşünün ki yıllar olmuş biz konserlere gitmeyeli ve sanki
Açıkhavanın kombinesini varmış gibi iki gün arka arkaya konsere gidiyoruz. Eski
yıllarda yol kenarlarına arabaları koyardık, döndüğümüzde şanslı isek arabalar
yerinde dururdu. Çoğu kere de çekilmiş olurlardı. Arabasız gitsek taksi bulmak
zor olurdu. Sonra sonra biraz uzak da olsa bir otopark bulmuş ve hep oraya koymaya
başlamıştım. Yollar değişmiş, eski otoparklar yok olmuştu yine zaman
içerisinde. Zaten neler değişmiyor ki. Ülkenin insanı değişmiş yollar değişmiş
çok mu ki? Alt zemine otopark yapmışlar, ne de güzel yapmışlar.
Hiç bir sıkıntı çekmeden arabayı park ettik ve keyiflice Açıkhavanın yolunu
tuttuk. Yerleştik. Işıklar kapandı ve konser başladı. Erol Evgin konseri tek
kelime ile muhteşemdi. Bilmediğimiz çok az parça vardı, hemen hemen hepsine
bağıra bağıra eşlik ettik. Arka panelde gösterilen filmleri izledik, arka
arkaya konulan fotoğraflara baktık. Fıkralar dinleyip bol bol güldük, anlatılan
hikayeler ile kah hüzünlendik kah sevindik. Her yönü ile her bir duyumuza hitap
edilmiş bir konserdi. Bizimle nasıl bütünleşti inanamazsınız. Hani sanki konsere
değil de büyük bir evin bahçesine gelmişsiniz de onunla muhabbet ediyormuşsunuz
gibiydi. Konserin bir anında, Erol Evgin <i>Aldım
başımı gidiyorum</i> adlı şarkısını söylerken, eşim <i>ben gidip sahnede kendisini kutlayacağım</i> dedi. Şaka gibi ya. Ben de
boş bulunup <i>yapamazsın</i> dedim. Demez
olaydım. Meğer kendisi de bu gaz cümlesini beklermiş. Sen kalk ve sahneye doğru
kararlı adımlarla inmeye başla. Şarkının bitimiyle sahneye çıkıp kutladı da. <i>Yok artık Lebron James</i> diye bağırmak
istedim o an. Bir yandan da koruma görevlileri onu kesin alacaklar sorunu nasıl
çözerim onu düşünüyordum. Eşimle bir şeyler yapmak hep çok keyiflidir çünkü
onun ne yapacağı, kiminle dalaşacağı, kime kafa tutacağı ve başını nasıl bir
şekilde derde sokacağı hiç belli değildir. Çok şükür bu sefer Erol Evgin’in
anlayışı sayesinde sorunsuz bitti. Sahne tozunu ve ışıklarını yakından
gördükten sonra eşimin iyice kafası karıştı ve bizim oturduğumuz yeri bulamadı.
O ana kadar kimsenin görmemesi için yerine iyice gömülmüş olan ben, ister
istemez herkesin dikkatini fazlasıyla çekerek eşime yerimizin nerede olduğunu
göstermeye çalıştım. Yerine gelince teşekkür edip, özür dileyeceğine <i>resmimizi çektin mi</i> demez mi? Ben de <i>hiç bir erkek, eşinin Erol Evgin bile olsa,
bir erkeği öperken fotoğraflamak istemez</i> dedim ve konu kapandı. O gece çok
eğlendik. Yalnız Erol Evgin’in konser sonunda <i>tetkikler ve tahliller iyi olursa, seneye tekrar burada görüşürüz</i>
demesi bütün morallerimizi alt üst etti. Umarım çok iyidir ve yalnızca kontrol
amaçlı olarak bunları yaptırıyordur. Onun daha nice konserlerini izlemek çok
isterim. Uzun bir süre İstanbul Gayrettepe’de bir otelde sahne almış ve ben
gitmeyi hiç düşünmemiştim. Salaklık etmişim. Bir kere gitsem kesin nerede olsa
onu takip ederdim, o kadar eğlenceli ve güzel bir konser oldu bizler için.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgBVUO3CyolMFJgfux9o4YB8qdNnmakGqGJc-FgZtlEbTz0exmnIPMfsXxgMqvEN8nDUQdeFSMzS0KXz9scHOjBAo3JGym0GTzZDGwgkkM63rEp4x3SKvFUjSmrp0Ibe2ctl6Imy8rd0Ys/s1600/a%C3%A7%C4%B1khava.png" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgBVUO3CyolMFJgfux9o4YB8qdNnmakGqGJc-FgZtlEbTz0exmnIPMfsXxgMqvEN8nDUQdeFSMzS0KXz9scHOjBAo3JGym0GTzZDGwgkkM63rEp4x3SKvFUjSmrp0Ibe2ctl6Imy8rd0Ys/s1600/a%C3%A7%C4%B1khava.png" height="109" width="200" /></a>Ertesi gün aynı coşku ve istekle yolumuzu tuttuk. Arabayı
yine aynı yere park ettik ve yerimizi aldık. İlk parça Puccini'nin Turandot
operasının belki de en ünlü aryası olan Nessun Dorma idi. Fena değildi ama bir
şeyler eksik gibiydi. Yıllarca bu sesi dinlemiş biri olarak söylüyorum
sonrasında da söylediği tek bir parçayı bile beğenmedim. Kötü söyledi. Arya
söylemek demek bağırmak demek değildir. Bizimkisi bağırdı durdu, adeta
şarkıları döverek söyledi. Kaç arya da gözlerimin yaşardığı bilen ben, konser
sırasında bir kere bile duygulanmadım. Erol Evgin ne kadar bizimle bir bütünlük
sağladıysa Ferhat Göçer bir o kadar mesafe koydu. Erol Evgin’in <i>canları</i> olan bizler Ferhat Göçer için <i>Harbiyesi</i> idik. <i>Haydi eller havaya Harbiye!</i> Tüm konser sırasınca protokol ile konuştu
durdu. Ama nasıl konuşma, nasıl bir yağ çekme, nasıl bir neyse işte anladınız
siz ne demek istediğimi. Her bir şarkı arasında ayrı ayrı protokolde bulunan
birilerini poh pohladı durdu. Yok şu adam böyle büyük bir adam, yok bu adam
söyle yardımsever, yok böyle vizyoner ... Bir ara iyice abartı ve taverna
tadında <i>....hanımlar da burdalarmış, bu
ne şıklık</i> gibisinden sözlere başladı. Vıcık vıcık bir üsluptu, onun adına
ben utandım. Tam bir protokol konseriydi anlayacağınız. Eminim Hıncal Uluç
konser hakkında çok iyi şeyler yazacaktır, sürekli poh pohlandı durdu. Bana
göre ise teknik açıdan konser çok kötü idi, seyirci ile kaynaşma açısından ise
bence rezaletti. Daha da kötüsü üyesi hatta yöneticisi olduğu derneğin yaptığı
bir yardımı gözümüzün taaa içine kadar sokmasıydı. Yapılanları anlattırdı, kocaman sembolik bir
karton çeki de yanında tuttu durdu. Hadi kendisi bilmiyor, hiç mi kimse ona
yardımın reklamın yapılmayacağını, yapılırsa çok çiğ kaçacağını söylemedi. Sağ
elin verdiğini sol elin görmesin atasözünü hiç mi duymadı ömrü boyunca? Hadi
peki içi içine sığmadı ve bir şekilde bu yardımı yaptığını, organizasyonunda
görev aldığını paylaşmak istedi ki bunu yapmasının bence bir bahanesi olamaz,
neden her bir kişiye <i>başka neler
yaptınız, anlatın anlatın yaptıklarımız bilinsin</i> gibisinden zorlamalarda
bulundu inanın anlayamadım. Zamanında onu bu kadar izleyen, takip eden, seven
bir kişi olarak onun için çok ama çok üzüldüm ve adına utandım. Tarzı ve üslubu
da çok kötü idi. Nasıl anlatsam bir hazmetme sıkıntısı var gibiydi. Zamanında
çok ezildiğinden muhtemelen olsa gerek ezmeye çalışır tavırlardaydı. Belki
heyecandandır diye ümit ediyorum ama arkasında yer alan ekibe davranışları
küçümser ve çoğu kere emreder bir havadaydı.
Erol Evgin ne kadar aşmış görünüyorsa bizimkisi o kadar sinir bozucu ve
kaba görünüyordu. Arkasındaki ekibe ama söz yok. Bence muhteşem bir müzik
yaptılar. Bizimkisi ise <i>çakma</i> <i>il maestro</i> pozlarında oldukça yapmacık
ve bir o kadar da oraya ait değilmiş gibiydi. Onu izlemeye gelen bu kadar
insana bence ayıp etti. Ben büyük konuşmayayım ama onu izlemeye bir daha
gitmem. Yolu açık olsun. Umarım zamanla çok daha samimi olmayı öğrenir. Eğer
tüm bunları yalnızca heyecandan yapmışsa ki olabilir, bence o zaman göz önünde
bulunan biri olarak daha profesyonel bir davranış sergilemeli(ydi), kendi bunu beceremiyorsa
bir uzmandan yardım almalı(ydı) diye düşünüyorum.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Nereden nereye ... Nikah gününden, elin adamının
dedikodusuna. <i>İki ayrı gün, iki ayrı
konser, tek bir usta </i> tadında bir
yazı yazmak istemiştim ortaya bu çıktı. Umarım beğenmişsinizdir. Bu arada belki
de uzunca bir aradan sonra gittiğimizden olsa gerek Açıkhava’da konsere gitmek
bir hayli keyifliydi. Özlemişim, özlemişiz. Umarım daha nicelerine hep beraber
ailece gidebiliriz. Bizler kendi adımıza anı kesemize anı toplamaya devam
ediyoruz. Daha nicelerini dileyerek aranızdan şimdilik ayrılıyorum.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Sevgi ve saygılarımla,</div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<o:p></o:p></div>
İçimdeki Dört Mevsimhttp://www.blogger.com/profile/08795600068611732975noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8497925912916809196.post-24674376712477540572014-08-04T23:41:00.000-07:002014-08-04T23:41:43.466-07:00Tatil Köyü yerine huzurlu bir köy tatili ...<h2 style="text-align: justify;">
<b><i><span style="font-size: 16.0pt; mso-bidi-font-size: 11.0pt;">Yonca Lodge</span></i></b></h2>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhTGuCnok0CyPS4VBMOX_sobVudk60N8KYxPtZpLWcsb14_BzmRce2Z2hiGA24Sbjf5f2nXLXRQgQakpxJGon0QnOZFR513FbnFyVCDJ3C9P3m5IlzmnFBiIipslBMEswMe-uI9mEJyDKg/s1600/tatil.png" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhTGuCnok0CyPS4VBMOX_sobVudk60N8KYxPtZpLWcsb14_BzmRce2Z2hiGA24Sbjf5f2nXLXRQgQakpxJGon0QnOZFR513FbnFyVCDJ3C9P3m5IlzmnFBiIipslBMEswMe-uI9mEJyDKg/s1600/tatil.png" height="132" width="200" /></a>Bizim evde her sene aynı telaş, aynı endişe ve aynı
koşuşturmalar olur her bir tatil öncesinde. Sene de bir kere gidildiğinden olsa
gerek, iyi olmalıdır, ekonomik olmalıdır, kolay gidilebilmelidir, denizin dibi
olmalıdır, çok sıcak ve çok soğuk olmamalıdır. Sırayla ve üşenmeden bir çok
alternatif değerlendirilir ve genelde bu kıstaslara uygun birbirinin aynı, ya
da hadi benzer diyelim, yerler tercih edilerekten aynı tatiller yapılır çoğu
sene. Artık şaşırmayacağınız üzere çoğu yere eşim karar verir. Nedeni benim
pasif hareket ediyor olmamdan ziyade, bir de tatilde olası yanlış bir tercihten
ötürü dırdırlanmasının önüne geçmektir. O seçer ve tüm sorumluluk onun olur.
Ben genelde hem parayı öder ve hem de elimdeki ile mutlu olmaya çalışırım. O
ise beğenmediği bir şey olursa, kendi tercihine bile laf atmaya devam eder. Çok
keyifli anlardır öylesi anlar. Bir nevi kendi kendisiyle çarpışıyordur ve yenen
olmayacaktır. Uzun bir seyir zevki anlayacağınız. Eşimin tüm organizasyonu üstlenmesinin
bir diğer artı yanı ise tüm organizasyonu, santim santim onun yapması, onun
planlamasıdır. Ben amaç denklemini kurarım ve yaklaşık bütçe ile olmazsa
olmazları belirlerim. Gerisi onun işidir. Uçak ve otel rezervasyonları,
bavulların hazırlanması, gerekli olan alışverişler, gidilecek yerde yapılacaklar, ilgili
transferler... Biliyorum hayatım çok zor ama alıştım artık. Beni dert etmenize
gerek yok.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Bu sene eşim kendini aştı. Çok iddialı ve damdan düşer gibi
olacak biliyorum ama tüm senelerin uzak ara en güzel tatilini yaptırdı bizlere.
<a href="http://icimdekidortmevsim.blogspot.com.tr/2011/07/gocek-adas-sen-kalk-cennetten-kopup.html" target="_blank">GÖCEK ADASI: SEN KALK, CENNETTEN KOPUP BURALARA GEL ... </a>yazımı okumuş
olanlarınız bu adayı hatırlayacaklardır. Bu muhteşem adada çok keyifli
anlarımız olmuştu. Eşim aradı, taradı ve sonunda bir nevi içinde yaşanabilecek,
kalınabilecek bir Göcek Adası buldu bizlere. Size kişisel ve şiddetli bir
tavsiyede bulunmak istiyorum: Bütün işlerinizi bir kenara bırakın, artık
yapmayın, ya da en azından ara verin ve kalkın Fethiye yakınlarındaki Yonca
Lodge’a tatil yapmaya gidin. Hani yeryüzündeki cennet sözü sanki bu şirin yer
için söylenmiş. En son ne zaman yalnızca siz istiyorsunuz diye bir şey
yaptınız? Bu yere zaman kaybetmeden yalnızca siz istiyorsunuz diye gidin.
Kendinizi şımartın ve gidin. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj9KUldA9EYygu6YlPFMZthmIj4rLhe-rm9NQpys34B5IOdqEaJoO2G37tt_7UObU7Kuc8DRWirXsnrxJ-T01wpEujpvEKp9jJC3SmUKsgen0OP0e3PlzqToxRRyYka6hNonfhbkShCuI8/s1600/yonca-lodge+2.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj9KUldA9EYygu6YlPFMZthmIj4rLhe-rm9NQpys34B5IOdqEaJoO2G37tt_7UObU7Kuc8DRWirXsnrxJ-T01wpEujpvEKp9jJC3SmUKsgen0OP0e3PlzqToxRRyYka6hNonfhbkShCuI8/s1600/yonca-lodge+2.jpg" height="125" width="200" /></a>Küçük hem de çok küçük ama öyle bir şirin öyle bir güzel ki,
kolay kolay ayrılmak istemeyeceksiniz. Hani anlatılmaz yaşanır derler ya
kaldığımız yer işte böyle bir yerdi. Ne kadar anlatsan o dinginliğini, o huzur
veren ortamını, sakinliğini, güzelliğini anlatamam. Ben böylesi huzur dolu,
sakin ve bir o kadar güzel bir tatil çok uzun bir süredir yapmamıştım. Bir kere
her yer yeşillik ve ağaçlık. Çeşme’de arkadaşlar kavrulurken, biz Fethiye’de <i>hadi o kadar geldik bari bir denize girelim</i>
diyorduk. O kadar ağaçlık ki sıcaklar gelip size ulaşamıyor bile. Tesis ağzına
kadar dolu olsa bile ancak 36 kişi kalabiliyor tüm tesiste. Toplamda hepi topu
14 oda mevcut. Buna karşılık her yer hamak dolu. Kumsalda <i>pavillon</i>’lar var ki bir de beleş. Tatil köylerinde terbiyesizler,
buraların kullanımını ayrı ücretlendiriyorlardı. Burada ise sebil. Beğenmedin
git diğerine yerleş, olmadı eşin birine sen diğerine yerleş. İdeal durum bu
aslında, böylelikle sessizliğin tadını çıkararak, dırdırdan uzak kitap okuyabilirsin
ama her idealin aslında çoğu kere içinde ütopyayı barındırdığı gibi bu da
gerçeğe çok uzak bir durum. Ama işte başarabilsen bu imkan bile var düşünün
artık. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Her yer tavuk, ördek, kaz, horoz ve civcivlerle dolu. Kedi
ve köpek olmazsa tabii ki olmaz. Onlar da vardı. Tam yanımız sazlıktı mesela.
Sazlıkta kurbağalar, değişik değişik ses çıkaran börtü böcekler. Tam bir görsel,
duyusal ve ruhsal şölendi. Hep tatil köyüne gitmeye alışık olan bizler, belki
de ilk defa köy tatili yapıyorduk hayatlarımızda. Alışık değildik ama pek
sevdik. Gerek temizlik, gerek ilgi ve alaka, gerek konum, gerek denizi ve
havuzu ve gerekse ücreti bakımından dört dörtlüktü. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiWffQGLtlhPgD35B-jhz82dfpr3B9if25cp9BS-4m3WhsXoUBCPAWehkpTtP_W2Gi2DJjz5u1JDRrDh8luWbKrJK0_1YDDpmVOcdDcJvMeyAEOUKWhVobG1FnIOxuQBeUEbTmHPdHL6vk/s1600/yonca-lodge-10.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiWffQGLtlhPgD35B-jhz82dfpr3B9if25cp9BS-4m3WhsXoUBCPAWehkpTtP_W2Gi2DJjz5u1JDRrDh8luWbKrJK0_1YDDpmVOcdDcJvMeyAEOUKWhVobG1FnIOxuQBeUEbTmHPdHL6vk/s1600/yonca-lodge-10.jpg" height="140" width="200" /></a>Bir kere tüm yemekler için kullanılan malzemeler bizzat
yanınızda gördüğünüz bahçelerdendi. Roka salatası istiyorsunuz mesela, gidip
toplayıp yapıyorlar. O gün tutulan balık varsa akşam balık siparişi
verebiliyorsunuz. Ama dert etmeyin hemen yanınız bahçe olduğundan tabii ki aç
kalmıyorsunuz. Ev yapımı bir elma-ayva reçeli vardı ki, <i>yok böyle bir şey</i>, ilk tadımımla beraber inanın lezzetinden ve bu
tadın içimde oluşturduğu mutluluktan bir anda gözlerim doldu. Hem ağladım, hem
yedim, hem ağladım, hem yedim. Ben bunu kaldığım günlerin tamamında hep yaptım.
Eşim bir ara yeter demese bu eylemi yapmaya devam edecek ve her gün ayrı bir
kavanozu bitiriyor olacaktım. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhclFEVEZc6MEtT79_zMg2XlW_95chWk1z6EudWh8_ArkArAFLWuNmcg8udLf635mRp9llnWx-CAHHh1nMeh7yVCdVdAf3xZEMQr-lzsxGEXgA6hF4yVBUt6tnkE2DxHUlyySKBIFh2V_A/s1600/yonca-lodge+1.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhclFEVEZc6MEtT79_zMg2XlW_95chWk1z6EudWh8_ArkArAFLWuNmcg8udLf635mRp9llnWx-CAHHh1nMeh7yVCdVdAf3xZEMQr-lzsxGEXgA6hF4yVBUt6tnkE2DxHUlyySKBIFh2V_A/s1600/yonca-lodge+1.jpg" height="132" width="200" /></a>Siz akşam yemeklerini, ya da kahvaltıları kumlara basarak
yemenin keyfini hiç tattınız mı? Düşünün güzel soğuk bir beyaz şarap, yanında
deniz mahsulleri ile dolu bir masa, aileniz ile birlikte, kumlara basarak,
dalgaların sesi altında yemek yiyorsunuz. Ya da denizden yeni çıkmışsınız ve
masa hazır sizi bekliyor. Üzerinize bir şeyler giyip öğle yemeğinizi kumsalda,
ağaçların altında yine kumlara basarak ve soğuk bir bira ile birlikte
alıyorsunuz. Hele ki kahvaltılar. İnsanın <i>hemen
sabah olsun da yeniden yemeğe başlasam</i> dedirten bir ziyafet, adeta bir
şölen. Önce bir deniz sefası ve sonra kurulanıp kahvenizi yudumlamaya
başlıyorsunuz. Kahvenin çekirdekleri hemen yanı başınızda çekiliyor ve
hazırlanıyor. O kadar taze ve bir o kadar leziz. Şaraplar Antalya yöresinden
benim her zaman için bayıldığım ve severek tükettiğim Likya şarapları. Cabernet’si,
Merlot’su hepsi bizimleydi. Biralar Tuborg, normali de var malt olanı da. En
önemlisi her daim buz gibi. Rakı olarak Yeni Rakı’da mevcut, İzmir de. Ben Yeni
Rakıyı tercih ettim. Hep tatil köylerindeki düşük kaliteli içkileri bilen bir
kişi olarak <i>daha ne olsun</i> diyor
insan. İçtikçe içesi geliyor doğal olarak. Yemek servisleri bile ağırdan
ağırdan yapılıyordu. Sanmayın ki yetişemediklerinden. Şehir hayatın
koşuşturmasına ve telaşına inat servisler özellikle yavaştı. Bizlere
içkilerimizi yudumlayıp, tadına vararak sohbet etme şansı veriyorlardı sanki ve
kasıtlı olarak. Ne mi yaptık? Durmadan denize girdik, bir o kadar da yedik ve içtik.
Bol bol sohbet ettik. Her şeyden evvel çok iyi ağırlandık. Bizler orada müşteri
değil misafirdik. Bunu gerçek anlamda bizzat hissettik, yaşadık. </div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Gelen herkesin herkesle muhabbeti,selamlaşması vardı. Huzur
ortamı öyle bulaşıcıydı ki, geldikten bir kaç sonra aura renginiz bile değişip,
ermiş bir insanın olgunluğuna eriyordunuz. Yüzlerde bir tebessümle ortamın
tadını çıkarmaya başlıyordunuz. Yerlisi, yabancısı herkes huzur potasında
eriyip, yenileniyordu. Belki şaka gibi gelecek ama sanki herkes, herkesle
beraber tatile gelmiş gibiydik. Sanki bir olmuştuk. Öylesi bir huzur ve
dinginlik. Ben daha ne yazabilirim ki bunun üstüne.</div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Oğlum bulunduğumuz süre zarfınca neredeyse hiç denizden ve
havuzdan dışarı çıkmadı. Denize de doydu, güneşe de. En azından belli bir
süreliğine. Bütün gün boyunca tüm enerjisini harcadı durdu. Tüm senenin
pineklemesini bir kaç günde üzerinden attı. Akşam yemekleri sonrasında ise
hemen uyuyakaldı her defasında. Biz de eşimle birlikte bilgisayardan daha
önceden yüklediğimiz diziyi seyrettik akşamları.</div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Bu tatil bize çok iyi geldi. Dinlendik, eğlendik, bol bol
yedik ve yüzdük. Ne stres kaldı, ne sıkıntı, ne de telaş. İhtiyacımız
fazlasıyla varmış. Oğlumun bu süre zarfında, gözlerindeki mutluluk ve ışıltı
ise paha biçilmezdi. Anı kesemize bir kaç gün daha atıverdik. Ne mutlu bizlere
ve daha nicelerine ...</div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<o:p></o:p></div>
İçimdeki Dört Mevsimhttp://www.blogger.com/profile/08795600068611732975noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8497925912916809196.post-15127649226824104502014-07-01T01:27:00.002-07:002014-07-01T01:27:32.230-07:00Dünya Kupası<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Bir süredir eskisi kadar sık ve güncel konulardan
yazamadığım malumunuzdur. Nedenini bir önceki mesajımda uzun uzun açıklamaya
çalışmıştım. Şartlar açıkçası hiç ama hiç değişmedi. Üstelik daha da
ağırlaşarak devam ediyor. Seçimler, tercihler, ihtiraslar ve kişisel çıkar
oyunları uzak değil hemen yanı başımızdaki sonbaharda ülkemizde yaşanmamış
şeylerin yaşanmasına neden olabilecek gibi görünüyor. Kuzeyimizde ve
güneyimizde yaşanan kirli oyunlar ise yalnızca acı vermekte. Birileri daha iyi
şartlarda yaşasınlar, standartları aman değişmesin diye nice canlar yitip
gidiyor tarih sahnesinden. Tamam tabii ki can candır ama en dayanamadığım
çocukların yaşadığı dramlar. İnsan yeter diye bağırmak ve hatta isyan etmek
istiyor. Bir şey yapamıyorum, bir şey yapamıyoruz. Ne kadar da acı. Çaresizlik
ve çaresizlik seviyesi ile doğru orantılı gelen haberler. Her gün bir başka
dram, bir başka iç acıtan haber. Allah yardımcıları olsun.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
İş desen hep aynı. Acımasız bir kıyım sistemi, çarklarını
döndürmeye ve bizleri modern köleler durumuna getirmeye devam ediyor. Her gün,
her hafta ve hatta her ay yaptığım birbirinin kopyası işler. Farkında değil
misiniz hep aynı arabaları kullanıyor, aynı benzer yerlere tatillere gidiyor ve
hep aynı birbirinin kopyası hayatları yaşamaya devam ediyoruz. Orijinallikten,
yaratıcılıktan uzak tekdüze hayatlar. Herkes ya çocuğunu en iyi okulda okutmak
için varını dişine takıyor ya ev veya araba kredisini ödemek için veya tüketici
kredilerini azaltmak için. Hayattaki amacımız nedir diye bırakın bilmeyi bunu
sorabilen bile yok. Düşünün işte o kadar endişelerle dolu bir hayat yaşar
vaziyetteyiz. Bu endişe kapsüllerini bizlere aşılayanlar ne kadar da
başarılılar. Varsa yoksa geleceğimizi ve hatta şimdimizi güven altına alma
çabası ve bu uğurda keyfine varılmadan geçip giden yıllar. İşte bu şartlar
altında ben yazamıyorum. İçimden gelmiyor. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjGRkjKw9o_ny0ubOlygN3WPY0LOaLHcsF8GET_2sAeQEnSKHDwvitn8-IjuhXmJ-_R2n6xYweZ6vw15Ircd-7p-DCwG_WGCu1HTPKzsujOjJSEYN9K1CwEdhyzHrgU7YYdzURH36UgZ1c/s1600/kupa.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjGRkjKw9o_ny0ubOlygN3WPY0LOaLHcsF8GET_2sAeQEnSKHDwvitn8-IjuhXmJ-_R2n6xYweZ6vw15Ircd-7p-DCwG_WGCu1HTPKzsujOjJSEYN9K1CwEdhyzHrgU7YYdzURH36UgZ1c/s1600/kupa.jpg" height="101" width="200" /></a>Bununla beraber bu sıralarda söylemeden geçemeyeceğim bir
eğlencem de yok değil hani: Dünya Kupası. Tamam futbol severim ve keyifle
izlerim ama bu konuyu bu satırlara ekleme nedenim bu keyfiyetimden
kaynaklanmıyor. Peki neden mi ekledim? Bir dünya kupasını ilk defa oğlumla
birlikte seyrediyorum. Nasıl ama nasıl keyifli sizlere anlatamam. Hatta şu
kadarını söyleyebilirim; benim için bugüne kadarkilerin en güzeli, en
unutulmazı oluyor. Öncelikle kupa öncesi biriktirmeye başladığımız Panininin
sticker ve kartlarını neredeyse tamamladık.
Hatta tamamlama işini o kadar abarttık ki en az birer tane daha ilave
dosya tamamladık sayılır. Bu nedenle katılımcı takım ve oyuncular hakkında fena
sayılmayacak bilgi birikimimiz de oluşmuş oldu. <i>Kim hangi ülkede ve/veya hangi takımda oynar, kim kimden daha iyi
oynar, pozisyonları nedir</i> gibi bir çok soruya çok rahat cevap verebilecek
bilgilerle donanmış bir şekilde ekran karşısında aldık her defasında
yerlerimizi. Hava sıcak olmasına rağmen aynı koltukta yan yana seyrediyor
olmamız ise benim için her defasında paha biçilmez bir mutluluk oldu. Doğal
olarak favorilerimiz de oluyor her maç öncesi. İnanın kolay kolay hiç bir
taraftarın destekleyemeyeceği şekilde destekliyoruz favori takımımızı. Bir gün
Brezilyalı oluyoruz bir başka gün Arjantinli. Bir gün Neymar Jr diye
bağırıyoruz bir başka gün Messi. Bir gün İniesta ve İspanya için ağlamaklı
oluyoruz bir başka gün Uruguay için ucuz atlattık diyoruz. Her gol sonrası önce
bulunduğumuz koltuğun üzerine çıkıp zıplamaya başlıyoruz. Hemen akabinde de
tshirtlerimizi çıkarıp çılgınca sallıyoruz.
Son olarak da iki dizimizin üzerinde kayıp yumruk show yapıyoruz. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhLFYblYPbLBf-k_8nh6xWNiuIRRMPXzfEXdLFcc56etjg24kMxFKmzZYSD3WYgAiiWQovDF-_s342V0wm49mFHwH5AJnXkoKvwRy_bUeZHz1vRTvGPDiGWZ6lWoNF-2U9jUiK3McAFUik/s1600/happiness.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhLFYblYPbLBf-k_8nh6xWNiuIRRMPXzfEXdLFcc56etjg24kMxFKmzZYSD3WYgAiiWQovDF-_s342V0wm49mFHwH5AJnXkoKvwRy_bUeZHz1vRTvGPDiGWZ6lWoNF-2U9jUiK3McAFUik/s1600/happiness.jpg" height="113" width="200" /></a>Geçenlerde İtalya & Uruguay maçı esnasında bir yemek
programım vardı. Şirketten çok sevdiğim bir arkadaş başka bir firmaya geçiyordu
ve onun için yemekli bir program yapmıştık. Ben bir yandan yemekli programa
gitmek çok istiyor ama bir yandan da oğlumla maç seyretme zevkini
kaçıracağımdan istemiyordum. Mix feeling yine anlayacağınız. Sonra bir mucize
oldu ve bizim evimizi de kapsayan bir alanda elektrikler kesildi. Bedaş ile
konuşmam sonrasında elektriğin ancak akşam on gibi geleceğini öğrendim. Tüm
akşamı karanlıkta geçirmelerine ve oğlumun maç seyredememesine razı olamazdım.
Arkadaşımdan özür diledim ve program yerine evin yolunu tuttum. Maç yayını
yapan bir yerde bir yandan afiyetle yemeklerimizi yerken bir yandan da maçı
seyrettik. İlk yarı iyi ki gol olmadı yoksa çıplak bir vaziyette tshirt
sallamak zorunda kalacak ve bir çok meraklı bakışa maruz kalacaktım. Çok şükür
o akşam biz yine çıplak tshirt salladık.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Favorilerimize gelince... Biz de favoriler takımdan ziyade
kişilerden kaynaklı belirleniyor. Messi sayesinde Arjantin, Neymar sayesinde
Brezilya, Muslera sayesinde Uruguay. Almanya mı Fransa mı? Belki evet şampiyon
olacaklar ama eğer Arjantin, Brezilya yada Uruguay’a karşı oynayıp kupayı
alırlarsa bilin ki bizim evde zıplama ve tshirt sallama olmayacak. Şili ve Costa
Rica ne kadar iyi oynayıp ne kadar sürpriz yaparlarsa yapsınlar bizim için
fark etmez. Biz onları sembolize edebilecek kişileri tanımadığımızdan
favorilerimiz olamadılar. Bravo iyi çıktı ama artık bir başka kupaya. Şili her
ne kadar maç sırasında tutmuyor olsak da çok iyi idi. Tam bir orta saha takımı.
Muhtemelen kaleci hariç tüm oyuncuları orta saha oyuncularından devşirme idi.
Brezilya’nın defansı iyi idi ama forvet hattı için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.<br />
<br />
Diğer taraftan artık biliyorsunuz ki oğlum oldukça erken kalkar. Güneşi üzerine doğurmaz. Böyle olunca da akşam 8-8:30 gibi de doğal olarak uykusu gelir. Uykusu geldiğinde de zaten hep minimum seviyelerde olan dikkat seviyesi de eksilerde seyretmeye başlar. Bu da tehlike demektir. Maçlar başladığından beri ister istemez akşam yatışları maç bitimlerine ötelenmeye başladı. Tehlikenin zırt dediği yerde işte tam burası. Normal maç bitişlerinde yatması bile yaklaşık 45 dakika geç yatması demekken ya maç uzarsa? Hatta ya penaltılara kalırsa? Bu göze alınacak bir durum olamazdı. İlk penaltılara kalınan maç da tehlikeyi önceden gören bir baba olarak daha maçın normal süresi biter bitmez <i>vay be, koskoca Brezilya maçı berabere bitti. Hadi bakalım yatağa</i> diyerek bir oldu bitti ile, zaten uykusu geldiğinden, bir anlık şaşkınlığından yaralanarak onu yatırdık. Ertesi gün ise büyük bir keyifle penaltıları izledik. Akıllı bir çocuk olan oğlum şak diye aslında maçın bitmediğini bu şekilde de anlamış oldu. Geleceğim nokta şu ki maçın son anlarında ilk başta favorim olsun olmasın hiç fark etmez önde olan kimse oğlum için ben onu tutar oldum. Uzun sayılabilecek bir süre Hollanda'da yaşamış bir kişi olarak işte sırf bu sebepten Meksika'yı maçın bir süresinde tuttum. Sonrasında gelen beraberlik golünden sonra ise golü bizim çocuk atmış olmasına rağmen önce içimden küfürler ettim ama sonrasında gelen golle gerçekten de sevinçten deliye döndüm. Anlayacağınız kupada tuttuğumuz takımlar evdeki dengele göre hep değişebilmekte. Fanatik olmamak güzel bir şey.</div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhsAZggsw4S2ppdVGnXGHIABzznQW8QV4kQQH_gor6adSJ-GUK6X3NsXzHn5jyGItchFE2PBQ7rhmx4HoI1KtCTcr9AOzBehIdnaDmNnpTl22eJb-FAlDOtMnyINFuVqM8Rn0JpI1u6O9k/s1600/brasil-julio-cesar-34-panini-2014-fifa-world-cup-brasil-football-sticker-66010-p.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhsAZggsw4S2ppdVGnXGHIABzznQW8QV4kQQH_gor6adSJ-GUK6X3NsXzHn5jyGItchFE2PBQ7rhmx4HoI1KtCTcr9AOzBehIdnaDmNnpTl22eJb-FAlDOtMnyINFuVqM8Rn0JpI1u6O9k/s1600/brasil-julio-cesar-34-panini-2014-fifa-world-cup-brasil-football-sticker-66010-p.jpg" height="200" width="159" /></a>Bence ama turnuvanın en dikkat çekici yanı kalecilerin
başarılarıydı. Aklımda bir sürü ülkenin başarılı kalecileri kalırken aynı
durumu başka mevkilerde oynayan oyuncular için söyleyemiyorum. Bu kupa en azından şimdiye kadar ve
bana göre kalecilerin kupası oldu gibi. Hepsi birer yıldıza dönüştüler. Julio Cesar’ın yeri ise bir başka. Şili
maçında taşıdığı yük hiç de kolay değildi. Düşünün ev sahibi olduğunuz bir
turnuvada ve favori iken maç sürpriz bir şekilde penaltılara kalmış. Vücudundaki
adrenalin düşünebiliyor musunuz? Penaltı atışları öncesi ağlamaya başlaması
zaten bunun tezahürüydü. Çok da başarılı kurtarışlar yaptı. Şili’ye sempati
bile beslemeye başlamış olsam da Cesar için çok ama çok sevindim. Bazen
bazıları şanslı olurlar. Yıldızlar, gökler, dualar hep ondan yana olur. Cesar
için öyle bir gündü.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Para kazanmak, geleceği büyük ölçüde garanti altına almak önemlidir. Gereklidir. Ama bu çok hızlı bir şekilde yapılırsa sorunlar olabilir. Başka bir ifadeyle ruhsal doyum olmadan yalnızca fiziksel bir doyuma ulaşmak iyi değildir. Göze batarsınız, kötü anlamda dikkat çekici olursunuz. Daha doğrusu ne yapacağınızı bilemezsiniz. Oldukça ironik ama doyuma ulaşmak bu kadar kolayken bir anda doyumsuz olursunuz. Yine bu turnuvada gözümüzün içine
sokulan bir durum da bu oldu. Neydi o futbolcuların saçları öyle? Hepsi birbirinin
kopyası ve bir o kadar da kötü. Birincilik bu konuda bir çok ülkeye gidebilir, o
kadar kötü saç modelli futbolcular var. Sosyo-kültürel düzeyi yüksek ve zengin
ülkelerin futbolcu saç modelleri gayet bakımlı ve iyi iken futbolda başarılı ama fakir ve gelişmekte olan ülkelerin futbolcu saç modelleri bir o kadar kötü idi. Ben ne yaparsam yakışır zihniyeti bu sefer işlememiş. Yakışmamıştı. Her şeyin başı
gerçekten de denge.<br />
<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
İşte böyle. Bir turnuva daha başladı ve sürüyor. Keyfimiz bu
anlamda oldukça yerinde. Önemli olan aslında kupa da değil, kupa yalnızca bir
araç. Bu araçlardan faydalanıp hatıraları, anıları, güzel dakikaları toplayıp
anı kesesine atabilmek asıl başarı. Yoksa gerisi hep boş. Keşke en yukarıda
saydıklarım olmasalar ya da daha az olsalar da kesemizi daha rahat
doldurabilseydik. Hep sevgiyle, mutlulukla kalın ve anı kesenizi mutlaka ama
mutlaka doldurmaya devam edin. Unutmayın ki yıllar sonra elimizde ve bizden
sonra sevdiklerimizin hatıralarında yalnızca bu kese kalmış olacak.
Doldurabildiğiniz kadar doldurun çünkü siz buna değersiniz.<o:p></o:p></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
İçimdeki Dört Mevsimhttp://www.blogger.com/profile/08795600068611732975noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8497925912916809196.post-36078664300804697312014-06-10T04:23:00.000-07:002014-06-10T04:23:25.627-07:00Yazmadım, yazamıyorum ve en kötüsü yazmak istemiyorum ... Ama bir sorun neden ...<div class="MsoNormal">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiULdmo0hmp7d31tDTc3rBxWpQGT7zz45_0HWX1TQB98xlDeNabz_xvsTtDM0m5aw7pQFKQW20HpgFgYVvsdCXgfb-dMZWct3hPOLfCzy0KHsPh7wIHg_KFv4ieBoyhZBle_xnY-G28opQ/s1600/grey.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiULdmo0hmp7d31tDTc3rBxWpQGT7zz45_0HWX1TQB98xlDeNabz_xvsTtDM0m5aw7pQFKQW20HpgFgYVvsdCXgfb-dMZWct3hPOLfCzy0KHsPh7wIHg_KFv4ieBoyhZBle_xnY-G28opQ/s1600/grey.jpg" height="121" width="200" /></a>Bir süredir yazı yazmıyorum. Yazamıyorum. İçimden gelmiyor.
Gördüklerim, duyduklarım, okuduklarım, şahit olduklarım yalnızca insanın içini
karartan cinsten. Hep gri. Böylesi bir ortamda yazamıyorum. Yazmak dahi istemiyorum.
Oysaki yazacak, sizlerle paylaşacak konular da çıkmıyor değil aslında. Mesela
oğlum daha altı yaşına bile girmeden, yemekhanede, bir çok kişinin içinde, ilk
evlenme teklifini etme medeni cesaretini gösterdi. Bunu doyasıya yazmak
isterdim ama böylesi bir ortamda bu güzelliği kirletmek istemiyorum. Dilekler
tutuyorum, dualar ediyorum ama hala bir gelişme yok. Griliklerden karanlıklara
doğru büyük bir hızla yol alıyoruz gibime geliyor. İçim sıkılıyor, daralıyorum
ve en kötüsü çözüm yolu bulamıyorum. Rüzgarda savrulan kuru yaprak misali
yalnızca nefes alıp vermeye ve sorumluluklarımı yerine getirmeye çalışıyorum.
Sonrasının ne olacağını bilemeden, tahmin bile edemeden ve hatta fikir bile
üretemeden yaşamanın dayanılmaz ve katlanılmaz ağırlığını yaşıyorum.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Evlenmeden önce yalnızca ben vardım ve yalnızca kendime
karşı sorumluydum. Karışanım çok fazla yoktu. İstediğim kararları alabiliyor,
istediğim şeyi yapıyor ya da yapmıyor, dilediğim hayatı olabildiğince
yaşıyordum. Ülke şartlarının değişmesi yalnızca beni etkileyebiliyordu. Sonra
eşimle tanıştık ve hayatımızın bundan sonraki bölümünü beraberce yürümeye karar
verdik. Artık hem kendime ve hem de eşime karşı sorumluydum. O bir yetişkindi.
Ona karşı ya da ondan sorumlu olmak zor değildi, hatta bilakis keyifliydi.
Sonra bizler için tüm zamanların en mutlu olayı gerçekleşti ve oğlumuz katıldı
aramıza. Artık yeni, yepyeni ışıltılı bir dönem başlamıştı bizler için. Baba
olmak zordu ama anne olmak çok daha zordu. Sürekli oğlumuz odaklı bir hayat
sürmek, onun mutluluğu, huzuru, alışkanlıkları için sürekli düşünüyor, çaba
sarf ediyor olmak, yemeklerini, kitaplarını, oyuncaklarını düşünüyor olmak ve
üstelik tüm bunları hayatının her bir anında yapmayı sürdürmek yıpratıcı ve zor
bir işti. Soluk almak istediği anlar/anlarımız çok oldu. O günler de artık çok
şükür çok gerilerde kaldı. Orta yolumuzu bulmuş ve ona göre yaşamaya
başlamıştık. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Bugünlerde ise orta yolumuz biraz sarsılmaya başladı. Biz
bugüne kadar orta yolu hep aile içine göre tasarlamış, içsel dinamikleri esas
kabul etmiştik. Oysaki yadsınamaz bir çevre faktörü de vardı hayatlarımızın
içinde. Oğlum artık anaokuluna gidiyor. Yalnızca Eylül ayı sonrasında
doğmasından sebep çok şükür ki 2 sene daha yuvada kalıp öyle okula başlayacak.
Geleneksel olsun modern olsun, tüm çocuklar büyüyorlar. Kimisi başarılı oluyor
kimisi daha az başarılı oluyor. Ben oğlumun her zaman aynı diğer tüm aileler
gibi mutlu, huzurlu ve belki de en önemlisi özgür olarak büyümesini istedim ve
bu dileğim ve isteğim hala da devam etmekte. Bununla beraber hani sanki devam
eden güneşli hava yerini parçalı bulutlu bir havaya bırakmış gibi son
zamanlarda. Tamam yağmur yok çok şükür ama nemi oldukça hissediliyor artık.<br />
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh5Ero0PAziynPRLojL98OVHjWNgGIxQnEbOjPTAxGqrXCPCbU7BLyLDdxZ0zkWM758IYeigVQv5GJn9WaW01tRXYP7KvFdCPBYbMvHFRG-bDQp8h2C8ydMciSjCdM0zDX2vWFe65bEmQo/s1600/ayr%C4%B1%C5%9Ft%C4%B1rma.JPG" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh5Ero0PAziynPRLojL98OVHjWNgGIxQnEbOjPTAxGqrXCPCbU7BLyLDdxZ0zkWM758IYeigVQv5GJn9WaW01tRXYP7KvFdCPBYbMvHFRG-bDQp8h2C8ydMciSjCdM0zDX2vWFe65bEmQo/s1600/ayr%C4%B1%C5%9Ft%C4%B1rma.JPG" height="103" width="200" /></a><br />
Eğitim alanında olan değişiklik ve belirsizliklerden kişisel olarak sıkıntı,
üzüntü ve tedirginlik duymaktayım. Düz liselerin bir anda İmam Hatip okullarına
dönüştürülmeleri, eğitim sistemindeki son anda ve bir çok parametre
düşünülmeden gerçekleştirilen oldu bittiler, sınavlarda bir biri ardına yaşanan
güven erozyonları ve sorumluların yerlerini hala koruyabilmeleri, alışılagelmiş
düzenin anlatılmadan ve belki de çok irdelenmeden değiştirilmesi bunlardan
yalnızca bir kaçı. Müfredat olayına hiç girmeyeceğim bile. Toplumsal yaşamdaki
ayrışma ise tüm zamanların en tehlikeli boyutunda. Beraber çalıştığım,
sabahları selamlaştığım kişilerle arkadaş ve akrabalarımla farklı hayalleri
kurmaya başladım artık. Alkollü içkilere birbiri ardına yapılan vergi zamları
bir grubu çok memnun ederken bir grubu sıkıntıya sokmakta mesela. Asl olan seçimdir,
demokrasidir diye bağırıp dururken asl olanın özgürlük olduğunu hep atlar olduk.
Günlük hayatın stresine, çalışma şartlarının her geçen gün biraz daha da
zorlaşıyor olmasına, hayat pahalılığına, kalabalıklığa, stresten kaynaklı
kabalık ve hoyratlıklara hiç girmiyorum bile.<br />
<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Sıkıntılı hem de çok sıkıntılı bir dönem geçirmekteyiz.
Suriye’de yaşanan trajedi maalesef artık bizim sınırlarımızda, bizim içimizde.
Patlayan bombalar, yok olan semtler, yitip giden canlar. Artık yalnızca birer
istatistiki bilgi gibi geçmeye başlamaları tüylerimi ürpertiyor. Korkuyorum.
Her an her şeyin olabilme ihtimalinden korkuyorum. İster demokrasi tutkunu
ülkelerin Irak ve Bosnova’da unuttukları insaniyetlerini aniden hatırlamaları
diye düşünün, ister adı konmamış bir enerji savaşı deyin ister gizli ajandalı
bir komplo teorisi diye düşünün. Sebep ne olursa olsun savaş artık bize de
sıçramış gibi. Umarım yanılıyorumdur, umarım bu son olur ama korkuyorum işte.
Zavallı Suriye halkı aynı Irak’ta olduğu gibi yalnızca bir piyon gibi ölümü
beklemekte. Vurulacaklar ve cansız olarak yere düşecekler. Eşleri, dostları,
çoluk çocukları arkasından belki ağlayacaklar belki de ağlamaya bile fırsat
bulamadan tarih sahnesinden onlar da çekilecekler. Bu kadar mı değersizler?
Evet bu kadar değersizler. Birileri sahip olduğu vatandaşını düşündüğünden ve o
vatandaşının daha iyi koşullarda yaşamasını istediğinden onları bu kadar
değersiz görebilmekte, yok kabul edebilmekteler. Karışıklık işine yaradığı için
karışıklığı yaratanlar mı daha suçlu, yoksa onların ağına düşüp karışıklık için
tetik çekenler mi daha suçlu benim için hiç önemli değil. Önemli olan birileri
yalnızca birileri daha refah içerisinde yaşasınlar diye ölmekte. Ben de onlar
gibi olma şansızlığına erişmek istemiyorum. Görünen kötü bir gidişata doğru yol
aldığımız. Yurt dışı dinamikleri anlayacağınız pek parlak değil. Yanı başımızda
savaşlar çıktı çıkacak. Bizim etkilenmememiz söz konusu bile değil. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Yine Jean Jacques Rousseau ve yine o muhteşem sözü:
“Özgürlüğün, insanın canının istediğini yapması demek olduğuna hiçbir zaman
inanmadım. Özgürlük daha çok yapmak istemediğini yapmamaktır..." Ya da
yine Voltaire ve yine onun muhteşem sözü: “ Senin düşüncelerine katılmıyorum
ama düşüncelerini özgürce ifade edebilmen için hayatımı bile verebilirim”.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Korkusuz, güvenle ve başkalarını olumsuz olarak etkilemeden
dilediğimce yaşama özgürlüğüm yitip giden bir özgürlüğüm. Yitirmek istemiyorum
ama yaşadığımız dönem ve şartlarda gerek yurt içi ve gerekse yurt dışı denge ve
dinamikler sanki buna engel olmaya başlayacakmış gibime geliyor. Kendim için
tabii ki korkuyorum ama eşim ve oğlum için olan korkum çok daha ağır basmakta.
Oğlumuz hayatının daha çok başında. Onun güzel bir hayat yaşamasını istiyoruz.
Potansiyelini en yüksek düzeyde kullanabilmesini istiyoruz. Yapmak istemediği
şeyleri yapmamasını istiyoruz. O her şeyin en iyisini hak ediyor. Bize düşün
ise bu ortamı ona elimizden geldiğince sunabilmek yalnıza. Kabul edelim ya da
etmeyelim evrim düzeni içerisinde ön planda tutulması gerekli olan hep gelecek
kuşak oluyor.<br />
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiYrRswxUIpGIN2vVnZeHxd5UZPfvi74ywxp5PM08DO8Y8CY0NH1G3dlqfH2GAy7c_m3hwTg7eW47E6SlStrvTFM8_Us_dlvG4YtB65lLzBFCNGl5BaCvf3b0CQwGop6ArR6KCZ3qW-Sbw/s1600/pray.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em; text-align: center;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiYrRswxUIpGIN2vVnZeHxd5UZPfvi74ywxp5PM08DO8Y8CY0NH1G3dlqfH2GAy7c_m3hwTg7eW47E6SlStrvTFM8_Us_dlvG4YtB65lLzBFCNGl5BaCvf3b0CQwGop6ArR6KCZ3qW-Sbw/s1600/pray.jpg" height="143" width="200" /></a><br />
Belki sürekli olarak bununla yatıp bununla kalkmıyorum ama acı
haberleri okudukça, değişimleri gördükçe kendimi çok çaresiz hissediyorum. Hala
çözüm bulmamış olmak da içimi daraltıyor. Enseyi tamam karartmak istemiyorum
ama çok geç kalmadan da onların ve tüm sevdiklerimin güvenliği, sağlık,
mutluluk ve huzuru için kendimce bir yol bulmalı daha huzurlu hissetmeliyim
diye düşünmeden de edemiyorum işte. Çözümler ancak başka baharlarda
bulunabilecek gibi. Bugün elimde kalan yalnızca dileklerim, umutlarım ve tabii
bir de dualarım.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Olaylara ve yaşantılarımıza bir üst ölçekten baktığımızda
sıkıntı yine devam etmekte: Daha önceden yazmıştım, hatırlayanlarınız belki
vardır. Farkında olalım ya da olmayalım başkalarının tasarlamış olduğu
hayatları yaşamaktayız. Yani aslında bırakın hayatlarımızı beyinlerimiz bile
özgür değiller. Bugün maalesef tüm gençlik ve hatta neredeyse tüm toplum
depolitize edilmiş durumda. Dahası olmamış olanlar da sindirilmiş,
sessizleştirilmiş durumda. Tüketime odaklanmış, kaliteli kitap, şiir ve müzik
yoksunu bir toplum hedeflenmiş ve kötüsü başarılmış durumda.<br />
<br />
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgLxy9gFzoKQArV0wfHvaHSZeRH3UTdj8vLxsc4EF6_WGnR6S8EPdXdE4TrMFRhttWUcgop2cPOmsH2C9r9q27Z3VyQpY6FYoHE5ZXhr4j0i_FSW8W3zfNlgnakbrTIBZk1PT5KuCuzPfE/s1600/komplo.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgLxy9gFzoKQArV0wfHvaHSZeRH3UTdj8vLxsc4EF6_WGnR6S8EPdXdE4TrMFRhttWUcgop2cPOmsH2C9r9q27Z3VyQpY6FYoHE5ZXhr4j0i_FSW8W3zfNlgnakbrTIBZk1PT5KuCuzPfE/s1600/komplo.jpg" height="126" width="200" /></a>Tüm dünya için
cahilleştirme, sıradanlaştırma ve bizimkine ilave yeşilleştirme gayet başarılı
bir şekilde uygulanmış ve uygulanmaya her daim devam ediliyor. Kimseler kafasını
kaldırmasın, farklı yollara sapıp, hayaller kurup, bu düzenden ayrılmaması için
günlük bazen ufak bazen ise yüksek dozlarda endişe kapsülleri verilmeye
başlanmış. Yalan değil hepimiz geleceğimiz için endişeliyiz. Geleceğimizi
garanti altına almaya çalışıyoruz. Çocuklarımız için en iyi okulları seçmek
için uğraşıyoruz. Yılda zaten bir kere tatilim var, en iyisi olmalı diyoruz.
İyi bir evde oturmak, güzel eşyalar sahip olmak istiyoruz. Çeşit çeşit markalar
için harcadığımız zamanları ve paraları düşünün. Endişe, sürekli endişe şırınga
ediliyor bizlere. Hayatlarımız endişelerimizi gidermek için yaptığımız
uğraşlarla geçip gidiyor. Kullandığımız arabanın markası, evimizin bulunduğu
semt, çocuğumuzu gönderdiğimiz okul bizlerin başarısını ölçer kriterler olmuşlar.
Tek kriter maddiyat nasıl olabilir? Kriterler bu olunca bir optimizasyon da
sağlanamıyor işte. Varımızı yoğumuzu çocuğumuzun okuluna gömüp yalancı bir
fedakarlığın sağladığı his ile kendi mutluluklarımızı minimize edebiliyoruz.
Oysaki amaç ailenin mutluluk optimizasyonu olması gerekmez mi? Yaratılan
kişisel milatlar içimizdeki bu eksikliklerden değil mi? Kaçımız aslında
aldığımız bir gömlek, gittiğimiz bir kurs ya da okuduğumuz bir kitap ile yeni
bir başlangıç yapmak istiyor ama her defasında aslında duvara toslayıp
kendimizi kandırdığımız gerçeği ile yüz yüze gelmiyoruz.<br />
<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Düşünün ki sosyal medyayı kullanan bizler, ne zaman ve neden
nickname kullanacak kadar çekingen ve mesafeliyken bugün bu kadar tüm
hayatımızı paylaşır ve dahası paylaşmaktan keyif alır ve bunun için çaba sarf
eder olduk? Aslında her birimiz büyük bir oyunun yalnızca küçük birer
parçalarıyız. Biliyorum kulağa çok komplo teorisi gibi geliyor ama aslında amaç
hiçbir zaman bizim sisteme ulaşmamız olmamıştı, sistemin bize ulaşabilmesiydi.
Bugün artık kullandığımız sosyal medya ve medyayı kullandığımız araç ve
gereçler sayesinde, ne içiyor, ne tüketiyor, hangi kitapları okuyor, ne zaman
nereye gidip, ne kadar kalıyor, ne konuşuyor ve hatta ne düşünüyor, hayata
nasıl bakıyoruz hep ama ama hep biliniyor. Gerçekleştirilen ve geliştirilen tüm
pazarlama, satış ve yönetim stratejileri aslında hep iplerimizi tutanların
menfaatlerine. Bir kaç hareketle altın düşebiliyor, borsa çıkabiliyor, Araplar
baharlaştırılabiliyor, depremler olabiliyor, nükleer denemeler yapılabiliyor.
Bizler mi? Kaptan mı? Yok canım, bizler yalnızca piyonlarız. Kabul etmek
gerekiyor ki bizler yalnızca matrixin birer parçalarıyız. Söz konusu matrixin
hayalini kuran kişilerin çocuk ve torunları ise bizlerin belki de yeni ya da
her daim yöneticileri, bizler farkında olalım ya da olmayalım, kabul edelim ya
da etmeyelim.<br />
<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Dünyada en çok kullanılan ilacın bir anti depresan olduğunu
biliyor muydunuz? Depresyon ve stres dolu hayatlar yaşamaktayız ve
bulabildiğimiz tek çözüm maalesef kimyasallar.<br />
<br />
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiYMBD_bLCZLGmYgJGGHzCnboxgZJy_AE93qSOFcsutATUHJVgChp-0urf6GFlrcZ5Fh3vxB0aqQmNYg8DYHi3iLoHP_a8Wv37eQP1KJY7Kn7uvLcMYjfxZVDVCe5AvN85Q9FU95nhS48I/s1600/antidepresan.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em; text-align: center;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiYMBD_bLCZLGmYgJGGHzCnboxgZJy_AE93qSOFcsutATUHJVgChp-0urf6GFlrcZ5Fh3vxB0aqQmNYg8DYHi3iLoHP_a8Wv37eQP1KJY7Kn7uvLcMYjfxZVDVCe5AvN85Q9FU95nhS48I/s1600/antidepresan.jpg" height="99" width="200" /></a>Toplumumuzda bugün nice
Spartacusler, nice Voltaire’ler mevcut. Eskinin kişilerden gerçekleştirilen ve
tüm topluma mal olan kıvılcımları bugünün erkleri tarafından maalesef
parlamadan söndürülüyor. Nasıl mı? Az önce bahsettiğim endişe kapsülleri ile.
Nice Spartacus’ler daha arenaya bile çıkamadan sıradan bir Roma askerine
dönüşüyor. Bu dönüşüm o kadar başarılı ve bir o kadar sistematik ki takdir
etmemek ve kaderimiz için acı duymamak içten değil.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Kendimi düşünüyorum mesela. İçimde biliyorum ve hissediyorum
1000 Spartacus yatıyor. Bir kalksa ne de güzel olacak ama sürekli pinekleyip
duruyor işte. Kaldır kaldırabilirsen. Miskin miskin tembellik yapıyor zar. Ne
Voltairevari düşünceler gelip geçiyor. En az Da Vinci kadar mühendis olduğumu
da biliyorum. Buradaki en az kelimesi sonrasında da ufak at da civcivler yesin
demek istedim bir anda. Ama işte ne bedenen ne de ruhen rahatlayıp da
fikirlerimi hayata geçiremiyorum, hatta çoğu kere fikirlerimi odaklamayı bile
başaramıyorum. Ben de Newton gibi ağaç altında yatıp, keyif çatmak ve bir
şeyler keşfetmek isterdim. Ya da ne bileyim hamamda keyif yapıp, sonrasında
Evreka diye bağırarak koşup çıkmak isterdim.<br />
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhgcg56CiD2EswCHiENArwRhtTPvDgXR4pp1tVr8rBFGJu80lZAarvZ-4yhstVAK-mi77ubvFjphuNf-t1Ze0zNrZmgf8IDxvODEzn6Lv2ry8xFCtOOTS_m6DA8eABL15yNKpDnSWDDHDI/s1600/charles-bukowski-sozleri.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhgcg56CiD2EswCHiENArwRhtTPvDgXR4pp1tVr8rBFGJu80lZAarvZ-4yhstVAK-mi77ubvFjphuNf-t1Ze0zNrZmgf8IDxvODEzn6Lv2ry8xFCtOOTS_m6DA8eABL15yNKpDnSWDDHDI/s1600/charles-bukowski-sozleri.jpg" height="110" width="200" /></a><br />
Bir şeyler keşfedebilmek için
çalışmanın, öğrenmenin, deneyimlemenin, yaratıcı olmanın yanı sıra ruhsal ve
fiziksel bir detox da gerekiyor bence. O kadar yorulmuş, o kadar kirlenmiş, o
kadar stres yüklüyüz ki yeni bir şeyler ortaya çıkarıp, fikirler
geliştiremiyoruz atamıyoruz. Daldığımız, bizi sürekli tüketen, alışageldik
hayatlarımızı yaşamaya devam ediyoruz.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Yazılarımı takip edenlerin hatırlayabileceği üzere; hava
kabarcıkları benim sevdiğim ve sürekli kullandığım bir tamlamadır. Azot sarhoşu
olduğun zaman yön duygun yok olur ve yüzeye çıktığını sanarak derinlere doğru
gitmeye başlarsınız. Yanlış yola hem de çok yanlış bir yola sapmak bu olsa
gerek. Zaten bu duruma derinlik sarhoşluğu da denir. Deep blue filmini
seyredenler ne demek istediğimi hemen anlayacaklardır. Güzel bir filmdi. Tek
kurtuluş hava kabarcıklarının gittiği yöne gitmek olmalı ki çoğu kere maalesef
bu sarhoşluğu yaşayanlara sanki hava kabarcıkları derinlere gidiyormuş gibi
gelir. Yani yanlış yol karşına doğru yol olarak çıkar. Bir kaç metre yükselsen
zaten sorun kalmayacak, sarhoşluk pat diye yok olacak, şaka gibi bir şey ama
kabarcıkları takip etmez de yükselmezsen derin mavi ebedi istirahat edeceğin
yer haline gelir bir anda. İşte bu
nedenle zor ve ters bile olsa kurtarıcıdır hava kabarcıkları. Diyeceğim o ki
hayatlarımızda hava kabarcıkları bile kalmamış adeta bizlere yol gösterici ve
dahası kurtarıcı.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEghQCL3PtRiUxQdKi-W0dWUP5e6YZLlAgh6movkS9oPPcJLnnyipZm6xl8b8mpRd-rMwkqnEILzZydg2IuSK8T3Zr3USy6n6N9VlPrP6I-M1XtNuiYTPe4uHJpgTZ9GcSfb0QLDC8ANPoE/s1600/monoton.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEghQCL3PtRiUxQdKi-W0dWUP5e6YZLlAgh6movkS9oPPcJLnnyipZm6xl8b8mpRd-rMwkqnEILzZydg2IuSK8T3Zr3USy6n6N9VlPrP6I-M1XtNuiYTPe4uHJpgTZ9GcSfb0QLDC8ANPoE/s1600/monoton.jpg" height="200" width="140" /></a>Çok şükür ben ve ailem sağlıklıyız, para kazanıyoruz, işte
ve evde belli bir seviye mutlu ve huzurluyuz da daha ne olsun diyoruz ve aynı
hayatı, bizim için tasarlanmış olan hatayı yaşamaya devam ediyoruz. Sonrasında da işte sessiz çığlıklarımız sağır
duvarlardan yansıyıp ve tekrar yansıyıp
ve hatta tekrar yansıyıp duruyor hiç durmadan. Birbirinin kopyası olan
evden işe, işten eve günlerimizi bozup bozup harcıyoruz. Monotonluğun ve
sıradanlığın dayanılmaz hafiflik ve gücü karşısında ezilip tükeniyoruz, yok
oluyoruz, makinalaşıyoruz. Aynı yerden
alınan sebzeler, sürekli tercih edilen aynı veya birbirinin benzeri tatil
mekanları, aynı sınıf arabalar,birbirinin kopyası benzer hayatlar. Her birimiz
birer makine aksamı olup çıktık, her geçen gün birbirimize biraz daha çok
benzemeye başladık. Her şeyin nedeni endişe topları nedeniyle arayışlarımız ve
amaçlarımızda zaten hep aynı: Güvenlik ve Garanti. Stres yüklü, yılgın ve
yorgun hayatlar ve karşılığında kısıtlı seçenekler ve zincirlenmiş beyinler.
Bir t-shirt ve kot giyip Starbucks’a ya da Caffe Nero’ya oturmak, amaçsız
saatlerce boş boş yürüyebilmek, geleceği en azından bir saat olsun düşünmemek
öyle kolay değildir, en azından alışılmadıktır. Ben demiyorum bahçelerdeki
sularla dans edip ıslanalım, elbiselerle denize atlayalım ya da saatlerce balık
tutup, kumsallarda gitar çalalım. Ben yalnızca zincirlerimizi ve zorunlu
dayatılan şeylerden bir an olsun uzaklaşabilelim diyorum. Tek ihtiyacımız olan
şey aslında özgür olabilmemiz.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Ne zamandır istediğim bir eve taşınmak, yine istediğim bir
hayatı yaşamak istiyorum ama iş ciddi planlamaya gelince hemen bu hayallerime
bir son veriyorum. Başlıyorum elimde olanların artılarını yazmaya. Hayalini
kurduklarımın birden hiç düşünmediğim kadar eksileri gözümün içine kadar
girmeyi başarıyor. Üzümün sapı, armudun çözü derken bir anda mevcut sisteme
yine dönüş yapıp duruyorum her seferinde. Amaç, hayal, istek, donanım tabii ki
olmalı ama başka bir şey daha olmalı. Başlayabilme cesareti. İlk adımı atabilme
çılgınlığı.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh5Ero0PAziynPRLojL98OVHjWNgGIxQnEbOjPTAxGqrXCPCbU7BLyLDdxZ0zkWM758IYeigVQv5GJn9WaW01tRXYP7KvFdCPBYbMvHFRG-bDQp8h2C8ydMciSjCdM0zDX2vWFe65bEmQo/s1600/ayr%C4%B1%C5%9Ft%C4%B1rma.JPG" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em; text-align: center;"><br /></a>Endişe kapsülü problemini incelediğimiz zaman aslında
problemin ikiye ayrılması gerekliliği de ortaya çıkıyor: Toplumsal ve bireysel
etkileri. Toplumsal etkilerinde ilk göze çarpan başarıyla uygulanmış ayrıştırma
ve yok etme stratejisi. Aynı geçmişe sahip insanlar bile ayrıştırılabiliyorlar. Tarih boyunca insanlığı birleştirmek için ortaya çıkan dinler, ideolojiler ve felsefe
akımları bile başka bölünmelere, başka kamplaşma ve kutuplaşmalara, yeni yeni
kavga ve uyuşmazlıklara yol açmışlardır. İlahi güce inanan
çeşitli dinlere mensup olanlar, mabetlerini ve kutsal kitaplarını
farklılaştırmışlar, bununla da yetinmeyerek, mezarlarını bile ayırmışlar, cennet ve cehenneme bile kimin gideceğini söyleme cesaretini göstermişlerdir. Daha
ne kadar ileri gidilebilir ki! Keşke bu oyunlara hiç gelmemeyi başarabilsek.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Bireyselliğe bakacak olursak herkesin hayatı benzer de olsa,
şartları ve sahip oldukları açısından kendi mikro dünyamız da kendine göre. Bu
nedenle herkes kendisi için en iyi yolu yine kendisi bulacaktır. Burada önemli
olan nokta endişelerimizin yol açtığı hayat tarzlarımızı hata olarak görmememiz
gerekliliği. Daha doğrusu bunun alışkanlık mı tercih mi olduğunu fark
edebilmemiz gerekliliği. Her sabah uyandığımızda bu tercihle uyanıyor ve bizim
için en doğru olanın bu olduğuna karar verebiliyorsak sorun yok aslında. Yok
eğer uyuşmuş olduğumuzdan neden bu tercihi bile yaptığımızı unutup aynı ezbere
hayatı yaşıyorsak bir problem olduğunu bilin o zaman.<br />
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj8M-6xukyxkMChisPyws9POxCWQJk6eWV9YJzkb4v3u4cWhh0V0PhYEpEv1oFrbUaRNDVh9myU0UXtB3EJEzjLeQ4sGl3nIPx4PwaQC4X0FB8PTZd3qb4fIxXKR9RnDi5rn7Yd2geFMDg/s1600/hayal.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj8M-6xukyxkMChisPyws9POxCWQJk6eWV9YJzkb4v3u4cWhh0V0PhYEpEv1oFrbUaRNDVh9myU0UXtB3EJEzjLeQ4sGl3nIPx4PwaQC4X0FB8PTZd3qb4fIxXKR9RnDi5rn7Yd2geFMDg/s1600/hayal.jpg" height="163" width="200" /></a><br />
Kilit farkındalık
noktanız ise hayalleriniz olsun. Eğer hayalleriniz var ise doğru yoldasınız
demektir. Unutmayın ki tercihler hep üç boyutludur. Tercih varsa hayal de
olmalı. Hayal yoksa artık uyuşmuşluktan bu hayat devam ediyordur. <i>Tercihlerimin hayal dünyama giden yollar
olması</i> benim sürekli dileklerimdendir.<br />
<br />
Bununla beraber siz siz olun kişilik
alanlarınızı yaratın ve sahip çıkın. Kurmuş olduğunuz empatinin fazlasının
sizden götürdüğünü bilin. Kendinize zaman ayırın. Hobiler edinin. Bol bol
hayaller kurun ve bu hayallerinizin peşinden koşun. Kendinizin değerini bilin.
Sizden bir tane daha yok bu dünyada. Kendinizi sevin ve dahası gurur duyun.
Mutluluğunuz varsa sıkıca sarılıp nedenini düşünmeden, sorgulamadan tadını hem
de sonuna kadar çıkarın. Size heyecan veren, hayatınıza neşe ve anlam katan ne
varsa düşünmeden peşinden gidin hatta koşun. Unutmayın bu dünyaya yalnızca bir
kere geliyoruz.<br />
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh34j4Gm6O6gv6f-Z6rVGFEkA9cMw15qhlFbjkz0TjrOiZcKJ_GGhCeH46bI-1g0OPL_v8hNZ-hnmJOCjWxcMGXLn3LFIDJ-vfAOBAZcNuluSMiMOcAPygnwL_ax-pUI-IQNIjuBmqoa0s/s1600/RichardsonMotto.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh34j4Gm6O6gv6f-Z6rVGFEkA9cMw15qhlFbjkz0TjrOiZcKJ_GGhCeH46bI-1g0OPL_v8hNZ-hnmJOCjWxcMGXLn3LFIDJ-vfAOBAZcNuluSMiMOcAPygnwL_ax-pUI-IQNIjuBmqoa0s/s1600/RichardsonMotto.jpg" height="50" width="200" /></a><br />
Hayat bizlerin hayatları olmalı. Nasıl olacağına ilişkin kararı
da bir başkası bizim adımıza değil, ancak bizler verebiliriz. Her vazgeçiş bir
devrimdir. Kabullenmeyin, devrimci olun. Sahip olduklarımız bize değil,bizler
onlara sahip olalım. Tüm endişeleri gelişmemiz için gerekli olan hediyeler
olarak görün, onları reddetmeyin, görmemezlikten gelmeyin, sevgi ile kabul
edin. Cesaretle yüzleşin. İçinizdeki güce ve nüveye güvenin ve vasatlaşmayın.
Kimsenin hayallerinizi yok etmesine izin vermeyin. İrade gösterin. Hayatınızın
gidişatını elinizde tutun, kaptan olun, kendi kendinizin efendisi olun. Ancak
ondan sonra toplumsal düzelme başlayabilir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
Dilerim yapmak istemediklerimizi yapmak zorunda kalacağımız
günleri hiçbir zaman yaşamayız ...<br />
<div class="MsoNormal">
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<o:p></o:p></div>
İçimdeki Dört Mevsimhttp://www.blogger.com/profile/08795600068611732975noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-8497925912916809196.post-71116323976053780022014-05-15T04:05:00.002-07:002014-05-15T04:05:35.338-07:00Dil ne söylese, kalem ne yazsa yine de yeterli gelmiyor, ateş düştüğü yeri yakıyor ...<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Ateş düştüğü yeri yakıyor. Biz bulunduğumuz yerde ne kadar
üzülürsek üzülelim yüreği yanan, anne, baba, evlat ya da kardeşin neler
hissettiğini anlayamayız. O eşin haykırışları kulağımdan gitmiyor. Acının sese
bürünmüş hali ta oralardan çıkıp giriyor kulaklarımdan içeri. Gözümde biriken
yaşlar ölenlerden çok geride kalanlar için. Bu işe engel olabileceklere,
sorumlulara sinir ise artık kalmamış. Umudum zaten bir süredir bitmiş. Herkes
hakkettiğini bulurmuş. Ülke olarak hakkedilen buymuş demek ki. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgpjlLfTW5pfNtviwzKnhCjLKDGqCFVav77wysgCCxyyiodB4Vmbvn3DCNCLvxc-5gO1AHyVe8Dz1lQhJkCV-ad_sWTNXLgesCXANDgJBJr-LHZ_YRjtlGUy1OXQALqwR8atfzma0lO8I0/s1600/camus.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgpjlLfTW5pfNtviwzKnhCjLKDGqCFVav77wysgCCxyyiodB4Vmbvn3DCNCLvxc-5gO1AHyVe8Dz1lQhJkCV-ad_sWTNXLgesCXANDgJBJr-LHZ_YRjtlGUy1OXQALqwR8atfzma0lO8I0/s1600/camus.jpg" height="200" width="200" /></a>Yere göğe sığdıramadığımız, uğrunda düşünmeden can
verebileceğimiz biricik vatanımızda her sene 70.000 iş kazası olmakta ve yine
her sene 1.700 cıvarında iş kazalarına can vermekteymiş, öğrendik haberlerden.
Dünyanın 17. büyük ekonomisi diye gurur duyduğumuz ülkemiz, iş kazalarında
Avrupa birincisi ve tüm dünyada üçüncüymüş. Ne büyük bir saadet. Küme düşmüşüz.
Yalnızca farklı açılardan bakarak avunur olmuşuz. Yani aslında her bir iş
kazasına bağlı ölüm haber niteliği taşıması gerekirken sayı ancak yeterince
fazla olunca medyanın radarına girermiş, bunu da öğrendik. Ne ka ekmek o ka
köfte durumu. İstifa mı? Hadi canım sizde?!!! Globalleşen dünya sayesinde giydiğiniz Fransız takımlardan ve İtalyan
ayakkabılardan kendinizi bu ülkelerin vatandaşları mı saydınız ki böyle bir
beklenti içerisine girdiniz? Bırakın bu boş umutları. Değil istifa yapılan
açıklamalardan ülkemizde en ucuz olan şeyin hayatlarımız olduğunu da öğrendik.
Zaten aslında yaşıyor, görüyor, duyuyor, biliyorduk da bu sefer iyice bir
gözümüze de sokuldu. Yüzlerce yıl öncesinin olayları ile karşılaştırmalar
yapıldı. Bugünün teknolojisi ile insana değer veren ülkelerde ölüm oranları
sıfıra çok yakınken biz de ki durum kadere bağlandı. Hoş verilen örnekler en
azından sunulan mantalite ile aynı dönemden. İnsan şaşırmıyor en azından
yalnızca içi kanıyor. Kabulleneceksin kardeşim bu durumu, başka da çaren yok.
Ya da en güzeli unutacaksın. Neler unutulmadı ki, bunu da unutacaksın. Bizler
evet ya balık hafızalı olmaya zorlandığımızdan ya da hayatın koşuşturması ve
önceliklerimizden hem de çok çabuk unutacağız ama işte sabah eşini yanında
bulamayan bir kadın, babasını kucaklayamayan bir çocuk unutmayacak. <i>Hakkını helal et oğlum </i>diye avucunun
içinde not ile bulunan ve son nefesinde dahi oğlunu düşünen bir adamın oğlu
babasını nasıl unutabilir? Kederli bir anne veya babanın hayatı ise bir daha
zaten asla hayat olmayacak. Onlar yalnızca günlerin geçmesini bekleyecekler.
Onlar unutmayacaklar, unutamayacaklar. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Para herkese değil ama illaki bazılarına mutluluk
getirebilir ama para herkese istinasız özgürlük getirir. Para insanı özgür
kılar. Paraları olsaydı girerler miydi, girmek zorunda kalırlar mıydı hiç o
koca toprağın altına. Karartırlar mıydı hiç hem vücutlarını hem kendi ve hem de
sevdiklerinin hayatlarını? <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh7WgAVZiBdKKTo28vKzab-MQIqQ1CdUox3KP1qANN_vtr5ralL_81jeCTk5my2pwMuPkj8Jm5sdgWMkeTc5LQMiLvnfAEU9IouBkvfSB7cZ_F7b-s3h8EvIpREfxZNqlMcxkI3aEDl_qc/s1600/soma.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh7WgAVZiBdKKTo28vKzab-MQIqQ1CdUox3KP1qANN_vtr5ralL_81jeCTk5my2pwMuPkj8Jm5sdgWMkeTc5LQMiLvnfAEU9IouBkvfSB7cZ_F7b-s3h8EvIpREfxZNqlMcxkI3aEDl_qc/s1600/soma.jpg" height="200" width="200" /></a>Kuzeyin zevksiz, özelliksiz ve sıkıcı hayat tarzları olan
ülkeleri biraz akıl ve stratejiyle biz az ile yetinen, öğlenleri güzel sofralar
kuran, sonrasında evlerine çekilip <i>siesta </i>yapan ve ancak sonrasında işlerine
geri dönen, hayatın kısa olduğunu bilip, her bir anının tadını çıkaran biz
güneyin insanlarını kendilerine benzettiler. Güneşi olmayan ve intihar oranının
yüksek olduğu bu ülkelerin çalışkan, yakışıklı/güzel ama kıskanç insanları
Güney’in o muhteşem anlayışını yerle bir ettiler. İhtiyaçları olmadıkları ve
hatta istemedikleri parayı, eşyayı bir anda önlerinde buldular ve alıştılar da.
Hızlı ve aceleci olmayan hayatlarımıza ters, hızlı ve kaliteli ama aynı oranda
pahalı arabalar, bilgisayarlar, telefonlar, televizyonlar sunuldu bizlere.
Eskiye ait olan terk edildi yeni olana çabuk alışıldı. Alıştırıldı. Reklamla,
kolay edinebilme ile ve çoğu kere çocuklarına, eşlerine daha iyi bir standart
sağlayabilme adına. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<i>Disce quasi semper
victurus, vive quasi cras moriturus</i>. Hep yaşayacakmış gibi öğrenmek ve
yarın ölecekmiş gibi yaşamak varken, onlar bu uğurda her an ölecekleri bir işi
seçmek zorunda kaldılar. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Ateş düştüğü yeri yakıyor. <o:p></o:p></div>
<br />
Dil ne söylese, kalem ne yazsa
yeterli gelmiyor. Allahım sen ölenleri nasılsa sarmalarsın, sevgiyle kabul
edersin asıl geride kalanlara sabırlar ver, dayanma gücü ver, akıl sağlıklarını
koru. <br />
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
En içten dileklerimle,<o:p></o:p></div>
İçimdeki Dört Mevsimhttp://www.blogger.com/profile/08795600068611732975noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8497925912916809196.post-1722917287677164552014-04-29T01:39:00.000-07:002014-04-29T01:39:10.352-07:00Gerekli mi yoksa gerekli değil mi? İşte büyün mesele bu!<div class="MsoNormal">
Takip edenlerin hatırlayacağı üzere geçen sefer ki yazı
konum Kadim Teknik’lerdi. Yazımda da belirtmiş olduğum üzere aslında ben bu
teknikleri seven bir kişiydim. Peki ama söz konusu bu teknikleri seven bir kişi
olarak neden ben eleştirisel bir yazı yazma ihtiyacı duymuştum? Yararı evet
bunca zamandır dokunmamıştı ama neden sadece bu muydu benim için? Buraya bir
mim koyun geri döneceğim.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjLJDjwQt-U8EroyK_X_OKxknsVy9lFawvEqNN2YgaVpBu2SMEDyyMM469UpuqfRrccmUXzghH8BWDewmFSta_R81bqUqTnyTNGZk4SnLNwPd67CAHI9bHxctaZZOAc8EfEKCm-7rUEHrE/s1600/essentializm.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjLJDjwQt-U8EroyK_X_OKxknsVy9lFawvEqNN2YgaVpBu2SMEDyyMM469UpuqfRrccmUXzghH8BWDewmFSta_R81bqUqTnyTNGZk4SnLNwPd67CAHI9bHxctaZZOAc8EfEKCm-7rUEHrE/s1600/essentializm.jpg" height="200" width="133" /></a>Eşim bu sıralar sesli makalelere taktı. İşi güç yokmuş gibi
evde, arabada sürekli sesli makaleler dinleyip duruyor. Üstelik bir de
ingilizce dinliyor. Daha da üstelik bir de anlıyor ve bana tavsiyelerde de
bulunuyor. Ben tabii hemen kolaya kaçıp bana Türkçe özet geçebilir misin
diyorum ama pek işe yaramıyor. Geçenlerde tavsiye ettiği konulardan bir tanesi Essentialism
di. Dağda, bayırda kulaklıkla bunu dinlemeyeceğimi bildiğinden de bana yazılı
bir kopyasını verdi. Okudum ve anladım, üstelik oldukça ilgimi de çekti. İlgimi
çekti zira hemen hemen aynı sayılabilecek benzer düşüncelerimi önceki
yazılarımda paylaşmıştım. Adam aleni bir şekilde beni kopyalamış sanki. Eşim bu
sıralar bu konuya iyice taktığından Greg McKeown adlı bir yazarın <i>Essentialism: The Disciplined Pursuit of
Less </i>adlı kitabını okuyor. Çok havalı bir ismi var değil mi? Bitirsin,
şansım varsa özetini ondan alır ve sizinle paylaşırım, eğer bunu başaramazsam
ben de okurum (ama anlar mıyım onu şimdilik size garanti edemiyorum) ve yine
sizinle paylaşırım. Ben daha sizler için ne yapabilirim ki!<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Yine de konu hakkında size fikir vermek adına gerek kendi
fikirlerimden, gerekse makaleden harmanlanladığım bazı noktaları sizinle
paylaşmak isterim. Ama öncesinde sizlerle daha önceden paylaştığım ve konuyla
direk ilgili olan bazı düşüncelerimi yinelemek isterim.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<i>“ ... Orijinallikten
her geçen gün biraz daha fazla uzaklaşıyoruz. Sıradan, sıkıcı ve daha az çekici
insanlar oluyoruz her geçen gün biraz ve biraz daha. Nedeni belki bizzat
bizleriz, belki bilinç altlarına sürekli olarak verilen mesajlar, belki de artık
varlığını kanıksadığımız ve bizi her gün biraz daha öldüren stres dolu
yaşamlarımız. Öyle ya da böyle monoton, orijinallikten yoksun hayatlar yaşıyoruz
çünkü sahiciliğimizi yitirdik. Biz olmayı bıraktık. Artık beğenilmek her şey
oldu. Nasıl göründüğümüz, ne olduğumuzdan çok daha önemli bir hale geldi. Algı
her şeydir artık yalnızca bir pazarlama terimi olmaktan çıkıp bizzat hayatlarımız
oldu. Dönüşüme uğradık ve başkaların beğenileri üzerine yeniden ve yine yeniden
ve hatta yine yeni yeniden şekillendik ve biz kalamadık, bunu başaramadık.
Olmadı işte. Artık düşüncelerimiz bile bize ait değil. Düşüncesi olmayan adamın
hiç bir fikri olabilir mi? Fikri olmayan adamın karar vermesi hiç mümkün
olabilir mi? Resmen beyinlerimiz uyuşturulmuş bir durumda. Çok acı ama gerçek
biz yavaş yavaş her geçen gün biraz daha yok oluyor. <o:p></o:p></i></div>
<div class="MsoNormal">
<i><br /></i></div>
<div class="MsoNormal">
<i>Anne baba onayı,
TV’nin hayali kahramanları gibi yaşamayı istemek, arkadaş beğenisi, moda takibi
her şey olabilir peşinden gittiğimiz. Önemli olan kendimiz olmayı başarabilmek.
Sevdiğin işi başkaları beğenecekler diye değil, sen huzurlu olacaksın diye en
iyi şekilde yapabilmek. Eşini başkaları seni takdir edecek diye değil, içini
ısıttığı için seçebilmek. Bazıları seni beğenecek, takdir edecek bazıları da
beğenmeyecek, takdir etmeyecek. Doğrusu kelimesi belki çok iddialı olabilir ama
normali de bu zaten. Doğa tek tip çalışmaz, doğa da özgünlük, farklılık vardır.
Günümüzde ise görsellik hiç olmadığı kadar önemli oldu. Organik pazardaki bir
elma kadar olamadık.<o:p></o:p></i></div>
<div class="MsoNormal">
<i><br /></i></div>
<div class="MsoNormal">
<i>Günümüzde artık
beğenilmek üzere kararlar alınıyor, seçimler yapılıyor. Ne oldu kendi
arzularımıza? Sahi onları diğerlerinden ayırabiliyor muyuz yoksa çok mu geç kaldık?
Kendi hikayelerimiz unutuldu ya da günümüz şanslıları için zaten hiç
olmamışlardı. Seçimlerimiz hep beğenilmek, onaylanmak ya da puan almak üzere.
Başkalarının beğenileri için kendimizden uzaklaşıyoruz. Hepimiz güzel ve bir
diğerimizin aynı, doğal olmayan elmalar gibiyiz. Ne acı ki üç aşağı, beş yukarı
yok gerçekten de hiç bir farkımız ... ”<o:p></o:p></i></div>
<div class="MsoNormal">
<i><br /></i></div>
<div class="MsoNormal">
Hepimizin en azından çok büyük bir çoğunluğumuzun bu hayatta
da tek bir gayesi var: Çalışmak. Daha çok çalışmak. Kazanmak, daha çok
kazanmak. Para ve hep biraz daha fazla para. Hep ve sürekli çok işimiz var
deriz, işlerimiz hiç ama hiç bitmez. Öyle bir dünya ki her şeyi sürekli yapmak
için didinir dururuz. Sürekli bir çabalama, durmak bilmeyen ve dahi bitmeyen denemeler.
Sizce de tam bir delilik değil mi bu? Dünyaya sahi bunun için mi geldik? Durmadan
çalışmak ve daha çok çalışmak ve elde etmek ve sonra daha çok elde etmek için
mi?<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhIgov8DCwm921G9ORZ1wx73TwvnzlBNFUZU7FM8yjh99hyphenhyphenaO1KH7l2a3RYXRUIfd_xoMlhWLzDwN5jLU7T94rF0l0YCmbT19HIf6ItBz3foHtokvC9EsKKOjtPToir5CpIHCkcy9sq0Nk/s1600/selective.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhIgov8DCwm921G9ORZ1wx73TwvnzlBNFUZU7FM8yjh99hyphenhyphenaO1KH7l2a3RYXRUIfd_xoMlhWLzDwN5jLU7T94rF0l0YCmbT19HIf6ItBz3foHtokvC9EsKKOjtPToir5CpIHCkcy9sq0Nk/s1600/selective.jpg" height="132" width="200" /></a>Dünya öyle bir hale getirildi ki her bir olayın sonunda
büyük bir başarı beklenir oldu. Artık bir adım geri çekilmeli ve şunun farkına
varmalıyız<i>: Her şey önemli değildir</i>.
Hayat hep aynı ve üst düzey önem içeren bir biri sıra aktivitelerden oluşan bir
döngü değildir. Hiç bir zaman da olmamıştır. Önemli olanları tabii ki vardır
ama önemsiz olanları da vardır. Önemsiz olanlar için gerektiğinden daha fazla
zaman lütfen harcamayın. Dahası böylesi şeylere olduklarından daha fazla anlam
katmaya çalışmayın. Hayat birbirinden güzel yemekler içeren bir büfe değildir.
Sizin için önemli ve lezzetli olan yemekleri bulun , görün seçin. Seçici olun. Hayatınızda öncelikleriniz olsun. Her şeyi iyi yapmak zorunda da değilsiniz.
Sizin için önemli olanları seçin ve onlara zaman harcayın. Toplumda genel kabul
görmüş, yazılı olmayan bir hiyerarşi vardır. Kariyer başarıları, eğlence ve
zenginlik hep üstlerdedir. Aile, sağlık ve dinginlik ya da kişisel gelişimler
hep daha geridedirler. Kariyer başarıları şüphesiz ki çok önemlidir ama aile
ile ilgili konular paha biçilmezdir. Bu benim görüşüm ve önceliklendirmem de
buna göredir. İşim için ailemi ikinci plana asla atmam. Sizin de öncelikleriniz
olsun ve ona göre bir hayatı kendinize seçin.</div>
<div class="MsoNormal">
<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEijS9OH71lC7v8sXyI30E4wP16L8e3PWCEzp7ZXV-nbduSzWYky0BVyd2qq6IvsvR3HKbfD53eBxY0Wep5rxoTJ_z6juK7RbFzTa0AB_aeb79SB3JBi0Brtj-9p3Ng9t7YocQZ_milcIrk/s1600/marketing-checklist.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEijS9OH71lC7v8sXyI30E4wP16L8e3PWCEzp7ZXV-nbduSzWYky0BVyd2qq6IvsvR3HKbfD53eBxY0Wep5rxoTJ_z6juK7RbFzTa0AB_aeb79SB3JBi0Brtj-9p3Ng9t7YocQZ_milcIrk/s1600/marketing-checklist.jpg" height="93" width="200" /></a>Sürekli bir şeyler yapmak zorunda da değilsiniz. Bir şeyi
yapabilme imkanınız varsa mutlaka yapmalısınız aldatmacasına kapılmayın. Paris’te
mutlaka Louvre Müzesini görmeliyiz. Hatta tüm bölümlerini görmeliyiz. Erkenden
orada olmalıyız. Eiffel’e çıkmazsak olmaz. Saint Germain’de kahvemizi mutlaka
yudumlamalı, Saint Michel’de gezinti yapmalı, Place d’İtalie de zaman geçirmeliyiz.
Peki ama neden? Şart mı tüm bunları yapman? Zorunluluk mu? Biz sırf gezmek
zorunda kalacağız diye balayında yurt dışı opsiyonunu elemiştik. Oysaki bir
İtalya Toscana ne de güzel olurdu. Ama o zamanlar başka bir havalardaydık. <i>Şansın varsa kullanmalısın</i>. Sahi
gerçekten de kullanmalı mısın<i>? Aptal
olma, şans kapına ancak bir kere gelir sakın atlayayım deme</i>. Oldu canım. İlla
hepsini görmen gerekiyor mu? Onu gördün, burayı gezdin, madalya mı takacaklar
sana? Her şeyimiz <i>check</i> <i>atmak</i> için. Hata yapıyoruz. Bu amansız
koşuşturma yerine, otur bir kahvede ve geleni geçeni seyret, tatlının, kahvenin
ya da şarabının tadını çıkar. Bırak görmeyiver Louvre’u. Fırsatın varken asıl
kaçırmaktan korkmamalı ve bunun aslında bir şans olduğunu bilmelisin. Aslında
kaçırdığını düşündüğün şeyler sayesinde sana ayrılan zamanın ve rahatlığın bir
şans, bir fırsat olduğunu bilmelisin. Bizim için keyifli olanı (ve bizleri
mutlu eden) yapmalıyız. Check için değil keyif için yaşamalıyız. Tekrar mim
koyduğum yere geri dönecek olursam, belki de söz konusu eleştrisel yazımı
kendime kızdığım için (yalnızca check atmaya yönelik hepsini yapmaya çalıştığım
için) yazdım.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Diğer bir konu ise bir önceki konunun türevi aslında. Sahip
olmakla ilgili. Bir şeye sahip olmadığımız zaman, o şeye, onun vereceği mutlak
değerden çok daha fazla anlam yüklüyoruz. Bir şeyi yapamadığımız zaman o
yapamadığımız, ya da o göremediğimiz, ya da o yiyemediğimiz şey birden çok daha
önemli bir hale geliyor. Bir şeye sahip olmadığımız zaman onu olduğundan çok
daha değerli hale getiriyoruz. Oysa bunu yapmak başlı başına bir hata. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Bir gün hepimiz öleceğiz. Hayatlarımızdaki tek gerçek ölümün
kendisi aslında. Ertelediğimiz, zaten her an yapabiliriz diye ötelediğimiz ve
yapmadığımız, hep birer set çektiğimiz dürtülerimiz, hem hayatın coşkusunu yok
etmekte ve hem de aşkı öldürmekte. Siz siz olun üst benliğinize bu kadar kulak
asmayın. İçinizdeki çocuğu da zaman zaman dinleyin. Tercihlerinizin birer
zorunluluk haline dönüşmesine engel olun. <i>Annem
ne der, babam ne der, etraf ne der, sosyal olarak ne kaybederim, çocuğum var
onu düşünmeliyim</i> gibi şeylerin ardına saklanmayın. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Azla yetinmeyi, yetinebilmeyi ve dahası bundan mutlu
olabilmeyi öğrenin, en azından deneyin. <i>Çok</i>un
peşinden şuursuzca ve deli gibi koşmak yerine az ile mutlu olabilmeye çalışın.
Hayatımızın her alanında <i>daha fazla</i>
olgusu hakim. Bunun geri dönülmez bedelleri olduğunu bilin. Bir haftalık
hayatınız kalsaydı mesela bunu gerçekten yine yapmak ister miydiniz sorusunu
sorun ve öyle kararlar verin. Tamam her şeye kolay ulaşılmaz ama sizin için
değerli ve gerekli ise buna katlanın.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Mesela iş hayatınızda önemsiz toplantılara katılmayın. Gerçekten değer katacaklarınıza katılın. Sırf
katılmış olmak için ya da alışkanlıktan katılmayı bırakın. Yardım tabii ki edin
ama eskiden yaptığınız alışkanlıkları tekrar sorgulayın. Değer üretebileceğiniz
konulara yönelin. Yalnızca sizin için önemli olan konulara zaman ayırın. Farklı
olup fark yaratın. Sıradanlaşmayın. Unutmayın ki siz zaten kendiniz olarak çok
özelsiniz. Buna öncelikle siz inanın. Başkalarının değil sizin ne düşündüğünüz
önemli. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<i>Hayır</i> demeyi
mutlaka ama mutlaka öğrenin.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiDsvYbFTNP9wWeJrLKk-c4O0GDlAHYnm6YF7d21OHFlbZGc-i89mfYXfe227DWNNRK0JF_GUmYMSl0djgxLh5xVCgMnTDVphEUVG0ta7aAU2lA9trZ3f8qtC8KGVD7dw8xiRXSH9eIxRY/s1600/THINK1.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiDsvYbFTNP9wWeJrLKk-c4O0GDlAHYnm6YF7d21OHFlbZGc-i89mfYXfe227DWNNRK0JF_GUmYMSl0djgxLh5xVCgMnTDVphEUVG0ta7aAU2lA9trZ3f8qtC8KGVD7dw8xiRXSH9eIxRY/s1600/THINK1.jpg" height="200" width="150" /></a>Devam etmeden önce ufak aralar verin, düşünün ve sahi gerçekten de gerekli mi sorusuna
cevap arayın.Kararlar öncesinden kendinize mutlaka zaman tanıyın. Müziği yapan
notalar arasındaki boşluklardır denir. Resim için de bu geçerli. Mimarlar bile
evlerin içindeki boşluklar için tüm yapıyı çizerler. Dinlenin, nefes alın,
soluklarınızla yalnız kalın, kendinizle yalnız kalın ve kendinizi dinleyin.
Aslında belki de en dolu, en değerli anlarınızdır boş zamanlarınız. Newton ne
saatler boyunca çalıştıktan sonra dinlenmek için uzandığı ağacın altındayken
elma düştü kafasına ya da Arşimed rahatlamak için hamama gittiğinde <i>evraka</i> dedi. Boşlukları doldurmaya
çalışmayalım, onlar bizler için gerekli. Zamanı da öldürmeye çalışmayın. Ben
demiyorum her gününüzü aynı geçirin ama zaman zaman hiç bir şey yapmadan da
zaman geçirip, o ana kadar ki çalışmalarınızın kristalleşip elle tutulur bir
sonuç haline gelmesini bekleyin.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Practice makes perfect.
Az ile mutlu olabilme bir sanattır. Ama her şeyden evvel bir mindset
değişimi, bir hayat tarzıdır. Bunu sürekli yapın ki işe yarasın. İç ve dış
sesleriniz arasındaki uyumsuzluğu yok edin, en azından birbirlerinden
farklarını ayırt edin. Ve mümkünse iç sesinize daha çok itimat edin. Böylelikle
hayatınızı bir başkası için değil kendiniz için yaşar ve onun kontrolünü
elinize almış olursunuz.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Sevgi ve saygılarımla,</div>
<div class="MsoNormal">
<o:p></o:p></div>
İçimdeki Dört Mevsimhttp://www.blogger.com/profile/08795600068611732975noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8497925912916809196.post-12202073211393955722014-04-22T04:45:00.002-07:002014-04-22T04:45:16.344-07:00Kadim teknikler ve başarısızlıklarla dolu kişisel gelişim yolculuğum<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Her şey aslında yıllarca evvel, kanımızın damarlarımızda
hızla yolculuk ettiği zamanlarda başladı. O dönemlerde çabuk sıkılırdık, her
yerden ve her şeyden çok çabuk sıkılırdık. Sıkılmadığımız tek şey lise
grubumuzla birlikte olmak ve beraber bir şeyler yapmaktı. Zamanda bizi
destekler gibi oldukça hızlı akardı o dönemlerde. Çoğu kere anlamsız ve boş
şeylerle ama her defasında muazzam eğlenceli zamanlar geçirirdik birlikte.
Bir gece mesela trene biner sebepsiz Gebze’ye kadar gidip, bir birahane de bira
içer dönerdik ki çoğumuz Avrupa yakasında otururduk, bir başka gece ise
Ortaköy’de teneke içerisinde yaktıkları şeylerle ısınmaya çalışan şehir
diyojenleri arasında hayatın anlamını arardık. O dönemlerde çok da korkusuzduk.
Bizim için yapılamayacak bir şey, gidilemeyecek bir yer olamazdı. Günün uyumak
dışında tüm zamanını hemen hemen beraber geçirirdik. Çoğu kere bir birlerimizin
evlerinde sabahlardık. Lise ve hemen sonrasındaki yıllar çok ama çok güzeldi.
Bol macera doluydu.</div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgEKa_rkRYWO0utp1Q_vSG3px0PxKHs4rBnIKqEPh9THKZz1PFPxIKZg0p1ov7sB-MdspHSrJZhNlFPPrjSZ5lNBk41nGegPORvwPQl1K_crCw8bshCN_NDVQtxHqYVJrvUHGUwmhWaRWQ/s1600/reiki.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgEKa_rkRYWO0utp1Q_vSG3px0PxKHs4rBnIKqEPh9THKZz1PFPxIKZg0p1ov7sB-MdspHSrJZhNlFPPrjSZ5lNBk41nGegPORvwPQl1K_crCw8bshCN_NDVQtxHqYVJrvUHGUwmhWaRWQ/s1600/reiki.jpg" height="200" width="135" /></a>İşte yine böylesi yıllardan bir tanesinde bir yolculuk
esnasında bir arkadaş ilk olarak bahsetti Reiki’den. Ellerinden enerji
fışkıracak ve dahası bizler bu enerjiyi hissedebilecektik. Gerek ruhen ve
gerekse fiziksel açıdan bizleri iyi bile edecekti arkadaşımızın ellerinden
çıkan bu enerji. Sıramı bekledim. Bir otel odasında arkadaşım bizlere sırayla
enerji verdi ya da yalnızca verdiğini sandı. Ben zerre bir şey hissetmemiştim.
İlk ve uzunca bir süre için son olarak reiki kelimesini duyduğum andı. Bir daha
da evlenene kadar duymadım. İhtiyacını da duymadım aslını isterseniz. Hayat
büyük bir hız, coşku ve eğlence içersinde gidiyordu. Kimin böylesi zamanlarda
spiritüel şeylere ihtiyacı olabilirdi ki?!! Böylesi ihtiyaçlar adı üstünde
zaten <i>ihtiyaçlar</i> bir eksikliğin
tamamlanması için vardırlar ve insan evlenene kadar böylesi şeylere zaman
harcayamazlar. En azından ben harcamamıştım. Hızlı, coşkulu ve eğlenceli
hayatın zirve yaptığı zamanlar evlilik öncesi zamanlardır. Osmanlı’nın Kanuni
devri gibidir. İçinde nice acılar barındırıyor olsa da muhteşemlik olgusu her
daim ön plandadır. Evlilikle beraber Sokullu dönemi başlar. Canım cicim ayları
koskoca imparatorluğun süresi içersinde işte bu kadar sınırlıdır çoğu kere.
4.Murad dönemi ise çocukların hayata gelmesi gibidir. Bizim Sokullu
zamanlarının sonlarına doğru eşimle beraber bir şekilde ihtiyaç duymuş olacağız
ki Reiki kursuna gitmeye ve Finlandiyalı bir zat-ı muhteremden el almaya karar
verdik. Gittik de. Hatta hızımızı almadık ve aynı ermiş Finliden Reiki II
kursunu da aldık. Sonrasında sahip olduğumuz enerjiyi kullanabilme yeteneği ile
bir yürüdük bir yürüdük ki dönüp arkamıza baktığımızda bir adım bile yol
almadığımızı fark ettik. İşte bu kadar yararlı oldu reiki sanatını bilme
bizlere. Ne zaman başımız ağrısa, midemiz bulansa uyguladık durduk. Her piyango
alımı öncesinde ben gizliden gizliye uyguladım. Ne başımızın ağrısı geçti şansa
ne de bir amorti çıktı. Evren aslında avazı çıktığı kadar bağırdı bize her
defasında <i>inanma</i> diye ama bizde nerde
o kafa. Yıllar yılı inanmaya devam ettik. Düşünsenize eşim ve ben bazen 1 saat
boyunca çakralarımıza enerjiler verdik durduk. Sürekli devam ettik çünkü zaten
kursa bile inanmaya hazır olarak gitmiştik. </div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<o:p></o:p></div>
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEioiILbE1BJkgfHWDwAE89yqt4SqFOvI3CKfGnUcnnjRvED7g-BnroDWfwcuShFKyx_PjjlUNFnahOhH69xAAJ3U6wyCt9_DDpI7Zf2cHvOx5sqyRx2C27WSm7CMR0WR6CIOiqA-QNRRTA/s1600/kadim.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEioiILbE1BJkgfHWDwAE89yqt4SqFOvI3CKfGnUcnnjRvED7g-BnroDWfwcuShFKyx_PjjlUNFnahOhH69xAAJ3U6wyCt9_DDpI7Zf2cHvOx5sqyRx2C27WSm7CMR0WR6CIOiqA-QNRRTA/s1600/kadim.jpg" height="197" width="200" /></a></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Bu işi yapanlar, organize edenler aslında çok akıllılar. Bu
ve aşağıdaki bölümlerde sıralayacağım konular resmen toplumu şekillendirme
araçları olarak kullanılmakta. Düşünsenize toplumda bu ve bunun gibi araçlara
inanmaya hazır 400 milyon kişi olsa ve bu kişiler yıllık 2000 dolar harcamaya
hazır olsalar, toplamda iyi para etmez mi? Hem iyi para eder ve hem de bu 400
milyon bu kadar paraları kendi özel ilgi alanları için harcanmayıp büyük
döngünün içerisine kullanılmış olurlar. Bakıyorlar aklı karışık bir çok kişi var
toplumda. Bir şeylere ihtiyaçları olan kişiler. Kimisine secret kitabını
veriyor, kimisine reikiyi, kimisine nefesi, kimisine melekleri, kimisine de
feng shui’yi. Babam gibi kaderci anlayışı seçenler oldukça rahatlar. Bir karar
vermişler kafaları karışmadan yaşayıp gidiyorlar. Kafası karışık olanlar için
ise seçimden bol şey yok. Ben hemen hemen hepsini yaptım yıllar içersinde.
Aslında bu da kendi içinde mantıklı zira bu işi yapan büyük abiler dönem dönem
yeni dozlar veriyorlar. Hepsini aynı anda ortaya çıkarmıyorlar ama hepsinin
ortak bir yanları var aslını isterseniz: Ortaya çıkardığı yenilenme ve iyileşme
gücü ile hepsi bilinen insanlık tarihinin en eski ve en önemli tedavi
yöntemleri. On sene öncesinde adı bilinmeyen teknik aslında oldukça kadimmiş.
Kimisinin tarihi 5000 yıllık kimisinin ki insanlık tarihi kadar eski ve bir o
kadar kadim. Kadim kelimesi ise en sevilen sıfat bu öğretiler için. Fiziksel
bedenle, duygu ve düşünce arasında yaşamsal bir bağlantı hemen kuruluveriyor.
Sonrasında ise <i>kadim</i> zamanlardan
günümüze gelen bu birçok spritüel ve mistik gelenek sayesinde bilinçsel
aydınlanmalar yaşamaya başlıyoruz. Sonrasında ise gelsin daha fazla fiziksel ve
mental enerji. Daha açık ve daha net bir bilince ne dersiniz? Ya size duygusal
ve fiziksel acıların yok olacağını söylesem? Daha sağlıklı ve enerjik bir
yaşama ne dersiniz? Gevşeme, huzur, mutluluk ve bol para olmazsa tabii ki
olmaz. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Bu toplum mühendisleri ayrıca işi garantiye de almış
durumdalar. <i>Practice makes perfect</i>.
Olması için çok ama çok çalışmalısın. Yine de olmazsa bil ki sen bilinç altı
olarak istemediğinden ya da inanmadığında. Öyle ya bu işte inanma olmazsa
olmaz. Ben önce reiki ile başladım. Sonra dilekler tutup gerçekleşmesi için
çeşitli ritüelleri uyguladım. Nefes kurslarına gittim, Meleklerle konuşmaya
çalıştım, günlük olumlamalar yapıp durdum, kuantum uyguladım. Yetmedi astrologlara
gittim. Yahu kardeşim bir faydasını göremedim. Hepsini mi salakça ve özensiz
yaptım? Öyle şeyler gördüm ki, öyle inananlar ve bu inananlardan dünyaları
götürenler anlatsam şaşarsınız. Yeminle söylüyorum ben yapanlar adına
utandığımdan yazamıyorum ki raflarda nice kitapları satılıyor. Hadi, ben fayda
görmedim, hayır faydasını gören birini de tanımadım. Eğitmenler hariç, onlar
iyi kazanıyorlar tabii ki. Rahatlama tabii ki oluyor günün sonunda kendinle baş
başa kalıyorsun ama rahatlama dışında tek bir faydasını gören var mı? Soyut
değil somut örnek verebilecek bir kişi var mı? Bunları yazıyorum çünkü ben her
şeye rağmen bu tür konulara son derece inanmaya hazır bir inanım ve nerede
yanlış yaptığımı merak ediyorum. Bu yazıyı da bu işlerle yıllarca uğraştıktan
sonra yazıyorum yoksa <i>denedim ama olmadı,
para da vermiştim üstelik</i> yazısı değil.
<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjKCpUaYyF9a-iiFzRxvbHWzisq2Z9O3vMbWgaqsQW70sd_uDb_yYrCpyEBv0wHAhyphenhyphen56y0toVuibK29oMBY2lC6k5irw1DajJ2Zy1iob3qODcuR69mPEHVo56YyLWNw2DskATpEgNnXRYg/s1600/Feng_Shui.gif" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjKCpUaYyF9a-iiFzRxvbHWzisq2Z9O3vMbWgaqsQW70sd_uDb_yYrCpyEBv0wHAhyphenhyphen56y0toVuibK29oMBY2lC6k5irw1DajJ2Zy1iob3qODcuR69mPEHVo56YyLWNw2DskATpEgNnXRYg/s1600/Feng_Shui.gif" height="200" width="200" /></a><o:p> </o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Tüm bunlar sanki yetmezmiş gibi son zamanlarda dünyanın
parasını da feng shui danışmalarına verdik. Onlara vermek yeterli tabii ki
olmadı bir o kadar hatta belki daha fazlasını da bizleri kötü enerjilerden
koruyacak çin malı şeylere verdik. Evimiz karnaval yeri gibi oldu. İşin ilginci
ilk baştaki planımız son zamanlarda sürekli başımıza gelen minik aksiliklerden
kurtulmak için kurşun döktürmekti. Ne var ki ilgili kişiyi bulamadığımız için <i>ekmek yok pasta ye</i> misali feng shui
yaptırtalım o halde dememiz oldu. Türlü türlü oyunların olduğu bir teknik.
Benim için en iyisi olan belli köşelere bakarak karar vermem söylendi mesela. Açık
klozet zinhar yasak, iyi enerjiyi çekermiş. Sen misin bunu öğrenen, çocuğun
peşinden klozeti kapatmak için koşar olduk. Evin belli köşelerini oradaki
pozitif enerjiyi aktive edebilmek adına sürekli aydınlatır olduk. Merak etmeyin
hemen tasarruflu ampuller aldık bu noktalar için. Beğenerek aldığımız güzelim
çiçeğimiz beğenilmedi mesela ve evimizden acımasızca gönderildi. Adaçayı
yakarak kötü enerjileri kovduk evimizden. Sirkeli sular ile sildik her bir yeri.
İş yerinde bile karşıma güney yönünü almamam gerektiğinden masamın yerini
değiştirdim. Bana iyi geleceği söylenen taş elimde siyah renkleri tercih eden
ben kendimi yeşil renk kazak arar buldum. Ve aslını isterseniz daha bunlar gibi
nice şeyler yapmaya başladık.<br />
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Eğer tüm yukarıda listelenen ve listelenmeyip bizim
tarafımızdan yapılmakta olan şeylerin zerre faydası olsun, söz veriyorum sizlerle
paylaşacağım. Ama eğer bu teknik de kayda değer güzellikler sağlamazsa, bu işin
sonu Hindistan’da bitecek gibi görünüyor. Gider artık fiziksel pislikler içinde ruhsal
olarak temizlenirim. Ganj nehrinde bir de arındırdım mı benden iyisi olmaz
artık. Olmadı oradan ver elini Nepal. Bir süre de orada kalıp ferrarimi satmak
için dönerim yeniden vatanıma. Tüm bunlar sonuç vermezse, muhtemelen ve tabii engellenmez ve çıkabilirsem, "<span style="background-color: white; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; line-height: 20px;"><i>Bu da mı gol değil be</i>?"</span><span style="background-color: white; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; line-height: 20px;"> deyip,</span><span style="background-color: white; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: x-small; line-height: 20px;"> </span>Taksim’de
yakarım kendimi <span style="font-family: Wingdings;">J</span> Unutmadan
bu feng de en az 5000 yıllık kadim bir uygulama imiş.<br />
<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
İnsan aslında neye inanmak istiyorsa ona inanıyor. Ben bu
tür konulara fazlasıyla meraklıyım ve kendimce bugüne kadar inanıyordum da.
Hala da inanmak çok istiyorum. Bununla beraber gel gör ki insanın yalnızca
kendi çabasıyla tek taraflı inanmak bazen yeterli gelmiyor. Bir karşılık olsun,
bir ışık görsün istiyor. Şimdiye kadar bunu başarabilmiş değilim. Başardığını
somut örneklerle gösterebilecekler de beri gelsin ve paylaşsın bizlerle.
Mühendis olan ve para kazanıp hem bana ve hem de aileme bakan tarafım bu
satırları yazarken, şimdiye kadar kadim tekniklerin birinden diğerine koşan ve
hep başarısız olan tarafım bir umut beklemekte gelecek olan mucizeyi. Hayır onu
kırmak da istemiyorum ama mucizenin aslında hayatın kendisi olduğunu ve aldığımız
her bir nefesin, gördüğümüz her bir güzelliğin ayrı birer mucize olduğunu artık
onun da anlaması gerektiğini ona söylemek istiyorum. Artık büyümeli, artık büyümeliyiz.</div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Diğer taraftan başımıza gelen tüm olumlu ve olumsuz şeylerin
sebebinin ve sorumlularının yine bizler olduğumuz gerçeğine gönülden
bağlılığımı sürdürmekteyim. Olanların tümü aslında bizlerin kendi seçimidir.
Irmakların bir hızları vardır ve doğasından daha hızlı akıtamazsınız. Yani her
şey kendine uygun zamanda gerçekleşir. Belki de bugüne kadar gerçekleşmemesi
bununla ilgilidir. Aslında bu kadar yazıya rağmen perde arkasında inanmak
istediğim tarafım başarısız olan büyümeyen tarafım.</div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Asl olan insanın kendisi yine de. Ne varsa biz de var,
içimizde var. Yeter ki içimizdeki güce, nüveye güvenelim ve iç güdülerimizin
bizlere gösterdiği yolu takip edebilelim. Yoksa geri kalan teknikler bence
yalnızca bize destek teknikler. İşi götüren yine bizleriz aslında. İş aslında
aynada kendimize gülümseyebilmekte. Barışık olmak yine kendimizle ve sevebilmek
içtenlikle ne hata yaparsak yapalım. Yeter ki <i>k</i><i>endimizi
bilelim </i>ve
egolarımızı feth edebilelim. Unutulmamalıdır ki fethedilecek ilk ülke insanın
kendisidir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Sevgi
ve saygılarımla,<o:p></o:p></div>
İçimdeki Dört Mevsimhttp://www.blogger.com/profile/08795600068611732975noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-8497925912916809196.post-84205102762952103802014-03-25T01:10:00.000-07:002014-03-25T01:10:41.795-07:00Yeni bir dönem: Aynı nehirde iki kez yıkanılmaz<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg-424uD66tZWLV-pIi_3aVuQY6iZYxzbKGbANIm5M4Pw0EmBXH9lhvw6le_rz79wDLey-U97qauow0YLXdGeJgawArrfA3Mx3IjUy3Bi_cov1FpqeGylBOxx-RJcgSSotgL26S213gvXg/s1600/sophie.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg-424uD66tZWLV-pIi_3aVuQY6iZYxzbKGbANIm5M4Pw0EmBXH9lhvw6le_rz79wDLey-U97qauow0YLXdGeJgawArrfA3Mx3IjUy3Bi_cov1FpqeGylBOxx-RJcgSSotgL26S213gvXg/s1600/sophie.jpg" height="200" width="133" /></a>Herakleitos’un "<i>Aynı
nehirde iki kez yıkanılmaz</i>" sözünü hatırlıyorum, ilk olarak bundan hem
de çok uzun yıllar evvel Jostein Gaarder’ın <i>Sophie’nin
Dünyası</i> adlı kitabını okurken görmüştüm. O zamanlar bugün anladığım kadar
bu sözü anlamış mıydım bilemiyorum ama ilk görüşte belki de nedensiz sevmiştim
bu söz. O dönem çok hızlı sevebiliyordum aslında. İçinde bir sembolizma
saklıydı bir kere. <i>Hoş o zamanlar bu bana
bir şey ifade eder miydi pek hatırlamıyorum.</i> Evrenin sürekli değiştiğini,
bir su gibi akıp gittiğini ve hiçbir şeyin aynı kalamadığı bilgisi mevcuttu bu
5 kelimelik sözde. Evet belki sen aynı nehire girdiğini sanıyordun ama ne sen
eski sendin ne de seni ıslatan su aynı su.
Zaman da farklıydı, kahramanlar da ve hatta değişen su nedeniyle en çok
emin olduğun mekanın kendisi bile değişmişti kaşla göz arasında. Aslında
dahasını da barındırmaktaydı. Değişimin gücünü veriyordu bu söz. Değişmeyen tek
şeyin aslında değişmenin taa kendisi olduğu gerçeğini. Belki de daha neler
neler; verilen fırsatların değerlendirilmesi gerekliliğini, hatalardan ders
çıkarılmasının önemini, kalp kırmanın ve bağnazlığın tehlikesini. Tabii anlamak
isteyene.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Bir süredir içinde bulunduğumuz tatsız ve iç kapatıcı gri
konjonktürel durumdan içimden yazmak gelmiyordu. Ne yazabilirdim ki? Tüm bu
yaşananların yanında yazacaklarım anlamsız ve oldukça sığ kalacaklardı. Sonra
birden aklıma nasıl bu kadar hızlı ve panikten tatsızlığa değişim
sağlanabiliyorsa, güneşli parlak günlere de değişim aynı hızla ulaşılabilir
gerçeği geldi. Öyle ya <i>güneşli günler çok
yakın çocuk</i> dedim ve tekrar bir şeyler yazmaya başladım. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Fransızların bir sözü vardır, “<i>Je n’ai pas peur mais je tremble avec courageux</i>” (<i>korkmuyorum ama cesaretle titriyorum)</i>.
Benim durum da tam bu aslında. Çaktırmamaya çalışıyorum ama değişime engel
olamayacağım günlerin çok yakın olduğunu hissedebiliyorum. Histen de ziyade
bunu adeta biliyorum çünkü artık dayanma gücümün sonuna geldiğini biliyorum. Sanki
almış olduğum karar ve tercih ettiğim seçimler hep doğruymuş gibi bir süredir
kendi doğrularıma saplanıp durmuştum. Siz bakmayın bir süredir dediğimi oldukça
uzun sayılabilecek bir zamandan beri değişmemek, var olan sistemi korumak için
endişe dolu bir hayatı tercih edip durdum süreklilikle ve her geçen günün
benden aldığını çoğu kere bilerek. Bilerek lades buna denir anlayacağınız. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiXZM91oASOcBgPOiEelE3Ahnfgv5gDDVtTdtV1oPlpdvajCJbfCcFf7RdyvoQZuwuQOyMG3bVH_NyQf5S0q0H7-CQMB6hQe5hIRf_Jc7qRfXF2toAPOqKPEQi85n0dJWbdxnf0Ak1i-Ew/s1600/money+slave.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiXZM91oASOcBgPOiEelE3Ahnfgv5gDDVtTdtV1oPlpdvajCJbfCcFf7RdyvoQZuwuQOyMG3bVH_NyQf5S0q0H7-CQMB6hQe5hIRf_Jc7qRfXF2toAPOqKPEQi85n0dJWbdxnf0Ak1i-Ew/s1600/money+slave.jpg" height="153" width="200" /></a>Bankadaki param bile benim param olmaktan çıktı bu nedenle. Ona
dokunmamak, azaltmamak için çalıştım durmadan, fedakarlıklar yaptım, keyiflerime
gem vurdum. Daha düşük bütçeli tatiller ve restoranlar seçtim. İkea var işte
başkasına ne gerek var zihniyeti ile yaklaştım her ihtiyaca. O para azalırsa
hayat bana zindan olacaktı sanki. Ben ona sahipken o bana sahip olmuştu birden.
Hayatımın içine, sisteme onu çekmek yerine, yeni tecrübeler ve yaşanmışlıkları
anı kesemize eklemek yerine, onun ekran üzerinde birer sayı olarak
konumlandırmaya tercih etmiştim. Ondan beslenmek yerine ben onu besledim
durmadan. Hem kendi canımı ve hem de çevremdekilerin canını sıktım bu süre
zarfında. Sebeplerim de çok iyi idi aslında: çocuğun okul parası, gelecek günlerin
belirsizliği, erken emeklilik <span style="background-color: yellow;">isteğ</span><span style="background-color: yellow;">i .</span>.. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Söz konusu bu durum bloguma bile yansıdı aslında. Farkında
değil misiniz tüm yazılarım oldukça muhafazakar. Solcu bir yazı yazmayı bile
tercih etmedim, edemedim (buradaki terminolojidir, politik bir görüş olarak
kullanılmamıştır). Daha çok var olan sistemi koruyan, sorgulamayan, yenilik
aramayan, kurcalamayan, herkesle iyi geçinen yazılar yazdım durdum son bir kaç
senedir. Tabii ne yorum geldi, ne de destek. Önemsenmediler. Eşim bile yorum
yapmadı, yapma gereği duymadı. Yazılan milyonlarca yazıdan farksızdılar. Yoruma
değecek farklılıkları yoktu. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Anlayacağınız ben bu işten, endişeye esir olmaktan,
muhafazakar yazı kimliğimden, değişime direnen, elindekilerle yetinmek zorunda
kalan, hep doğruyu yapmaya çalışan ve herkesle iyi geçinen karakterimden
sıkıldım. Benden bu kadar. Günün sonunda ne Musa’ya ne de İsa’ya yaranabildim.
Yaşadığım kadar yaşar mıyım bilemiyorum ama ikinci ya da belki üçüncü perdeyi
biraz daha farklı yaşamaya karar verdim. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Yeni dönemde görüşmek ümidiyle ...<o:p></o:p></div>
İçimdeki Dört Mevsimhttp://www.blogger.com/profile/08795600068611732975noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8497925912916809196.post-7895680497555466312014-03-18T00:25:00.000-07:002014-03-18T00:25:44.650-07:00Kendimize verdiğimiz değer dil balığı ile pangasius balığı arasındaki fark kadar ...<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br />
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg0qPZaY7xadrdJNLmhisicz_h8cZFub2avMCOH8JL_gXgw6s7vLLR8Lm2foeZzhKF61niEnH6d0B-olOugq4cwxIA8s2_YVheW8rCFA43tvnqA6Iq_c-nROUAWYM7yluPAjd2ZyGBkINc/s1600/k%C3%B6pek+bal%C4%B1%C4%9F%C4%B1.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; display: inline !important; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg0qPZaY7xadrdJNLmhisicz_h8cZFub2avMCOH8JL_gXgw6s7vLLR8Lm2foeZzhKF61niEnH6d0B-olOugq4cwxIA8s2_YVheW8rCFA43tvnqA6Iq_c-nROUAWYM7yluPAjd2ZyGBkINc/s1600/k%C3%B6pek+bal%C4%B1%C4%9F%C4%B1.jpg" height="148" width="320" /></a>Allah aşkına siz dil balığı ile pangasius ismi verilen
(ismini bile hatırlamak çok zor) balık arasındaki farkı bilir misiniz?
Bilmiyorsanız dert etmeyin, tabii ki bilmeyeceksiniz. Eğer bir gurme ve/veya
balık türleri uzmanı değilseniz bilmemeniz kadar doğal ne olabilir ki? Ben
bilmiyordum efendim, araştırdım. Siz hiç yorulup internette araştırma yapma
gereği duymayın. Eğer boş zamanınız bir hayli varsa, arkanıza güzelce yaslanın
ve size hiç bir faydası olmayan ve muhtemelen de olmayacak bu balık hakkındaki bilgileri
okumaya başlayın. Pangasius pangasius veya halk dilindeki ismiyle !!! Pangaş
adı verilen balık Pangasiidae familyasına ait Bengal koyu civarında yaşayan bir
yayın balığı türü imiş. Akvaryum balığı olarak ün kazanmış, yedi düvele nam
salmıştır. 10 yıl kadar yaşarlarmış ve barışçıl bir balık türüymüş. Etinin de
lezzetli olduğu söylenmekteymiş. Şimdi sıkı durun!! benim bir arkadaşım var,
hem dil balığı ile bu balık arasındaki farkı biliyor ve hem de yine bu balık
hakkındaki bilinebilecek belki her şeyi. Mesela Türkiye’ye üç kuruş paraya
kilolarca ihraç edildiğini, dil balığının kendisini ve lezzetini bilmeyenlere
restoranların bu balığı ve dil balığı fiyatlarıyla kakışlandığını, bir çok
insanın salak yerine koyulup, dolandırılarak dil balığı yerine bu akvaryum
balığını yediğini benim bu arkadaşım işte hep bilmek de. Kendisi çok iyi bir
araştırmacı ve damak tadı olan bir gurmedir. Bilmediği, üzerinde konuşamayacağı
bir konu yoktur. Ağzı da iyi laf yapar. Sanırsınız konunun uzmanı karşınızda
size bilgi veriyor. Herhangi bir konu başlığını önüne koyun, sonra arkanıza
yaslanın ve dinleyin. Tanımından başlar, tarihini anlatır, kullanım yerlerine
geçer, örnekler verir, kaynak gösterir, kısaca yapılması gereken her şeyi o
konu için yapar. Ben bugüne kadar bildiğimi sandığım şarap, saat, peynir, Japon
mutfağı, ses sistemleri, TV gibi bir çok konuda şaşıracak kadar ek bilgiye hep
onun sayesinde öğrenmişimdir.</div>
<div class="MsoNormal">
<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Onunla yemeğe çıkmak hem keyiflidir ama aynı zamanda bir o
kadar da tehlikeli. Daha bu kadar samimi olmadığımız bir dönemde onu
şirketimize yakın bir kebapçıda garsonla tartışırken görmüştüm. Neymiş efendim
kuş kadar gelen yemek için istenen bu kadar para tam bir soygunmuş. Kardeşim
serbest pazar ekonomisi, hoşuna gitsin ya da gitmesin, beğenmiyorsan bir daha
gelmezsin diye aklımdan o zamanlar düşünmüştüm. Böyle düşünmüştüm çünkü o
zamanlar da belki aynı şimdiler de olduğu gibi kendimi onun kendisini sevdiği
kadar çok sevmiyordum. Bu konuya bir mim koyun, birazdan geri geleceğim.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhynIiKVyXQHcliW5oJbBuTbZ7gvZjoZg2uW7YeKH3Tb6PaxTp4Up7C_JUl35CKXDtnP3Q2MDrE7xBcc5i_upxEYNWhLHUWF-vWE_KF2mAfhFfaLkjeKJ_OjdFgJ2s-7rHC215nM4dV5tQ/s1600/dil+bal%C4%B1%C4%9F%C4%B1.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhynIiKVyXQHcliW5oJbBuTbZ7gvZjoZg2uW7YeKH3Tb6PaxTp4Up7C_JUl35CKXDtnP3Q2MDrE7xBcc5i_upxEYNWhLHUWF-vWE_KF2mAfhFfaLkjeKJ_OjdFgJ2s-7rHC215nM4dV5tQ/s1600/dil+bal%C4%B1%C4%9F%C4%B1.jpg" height="150" width="200" /></a>Gel zaman git zaman samimi olduk ve öğle yemeklerini çoğu
kere beraber çıkar olduk. İyi ve leziz yerleri kolayca tespit edip, yeni yerler
keşfetmekten vazgeçmeyip, beğenmediklerimize ise ikinci bir şans vermeyip cıvar
yerlerde sayısız güzel yerler keşfettik. Böylesi arayışlarımızdan bir tanesi de
adı Kuzey Avrupa ülkelerine dayanan bir balıkçıya oldu. Gittik, yerleştik. Şık
bir ortamı, kaliteli karşılanma ve servis ile hemen puan toplamaya başladı da.
Siparişlerimiz alındı. Ben riski çok sevmeyen bir insan olarak daha önceden
öğlenleri defalarca istediğim ve her defasında çok beğenerek yediğim ballı,
hardallı, kekikli somon sipariş ettim. Öncesinde az balık çorbası ve ortaya da
levrek ekşitmesi söyledik. Beyaz şarap da güzel giderdi ama sonrasında iş
vardı. Benim arkadaş ise sanki sorun çıkarmak istiyormuş gibi gereksiz yere <i>siz de dil balığı var m?ı</i> diye sordu.
Garson da var efendim dedi. Bu konuda kötü tecrübeleri olan arkadaşım yukarıda
anlattığım bilgileri sıralayıp ellerindeki balığın gerçekten de dil balığı olup
olmadığını sordu. Adamcağız da teyit ederek argümanını desteklemek amacıyla ve
gereksiz yere fazla bilgi vererekten bu balığın kendilerine günlük olarak
geldiğini söyledi. Arkadaşım uzatmadı ve inanmayı tercih etti. Dil balığı
sipariş etti. Adam tam masadan ayrılacakken <i>isterseniz
içeriye bir kez daha sorun, ben anlarım ve dil balığı yerine pangasius yemem</i>
dedi. Garson <i>çattık be birader, ne
adammış, ne dil balığıymış, neydi lan öteki balığın ismi valla unuttum bile</i>
tadında ve şaşkınlığında yanımızdan ayrıldı. Arkadaşım bana dönüp <i>günlük gelen balığın bu fiyat skalasında bir
restoranda fiks fiyatla menüde yer alması hayra alamet değildir. Göreceksin
bana dil balığı yerine pangasius getirecekler </i>dedi. Kendi kendime <i>eyvahh</i> dedim. Şimdi eğlence başlıyor
işte ve ben maalesef başka bir masada olup eğlence ve merak içinde olayları
izleyen değil, bizzat tüm gözlerin çevrili olduğu masada oturan sessiz adam
rolündeki kişi olacaktım. Sevmediğim bir roldü ve sevmediğim roller belki de
gelişme gösterebilmem için hep beni arar bulurlardı. İşte bir kez daha yine
yeniden bulmuşlardı beni.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgjfFcTVCtHK_0LzdISmDPr5KQ5liWVhRItXGIf_GPT8dCcMSA9EUtbPOFrFFO-c-TYDEXxcC5iOBAKEvvgk2raBb5Bqmr5uP_iGwJBCTDGKRExvOSDISIs-esQVyVz0SYN3jtFdFQ6d24/s1600/170px-Platon-2.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgjfFcTVCtHK_0LzdISmDPr5KQ5liWVhRItXGIf_GPT8dCcMSA9EUtbPOFrFFO-c-TYDEXxcC5iOBAKEvvgk2raBb5Bqmr5uP_iGwJBCTDGKRExvOSDISIs-esQVyVz0SYN3jtFdFQ6d24/s1600/170px-Platon-2.jpg" height="200" width="142" /></a>Bir süre sonra çorbalar geldi Çok lezzetli idiler. Levrek de
bence hiç de fena değildi. Sonrasında önce benim balığım hemen arkasından da
arkadaşın balığı geldi. Yine gereksiz ve sebepsiz yere sırf belki incinen
egonun tamiri için olsa gerek <i>anlayın da
görelim</i> gibisinden son derece laubali ama balığa güven atfedilen bir cümle
kuruverdi ve uzaklaştı masadan. Bu garsonu son görüşümüzdü. Bizim masa ile bir
daha hiç ilgilenmedi. İlgilenemedi, Göz göze bile gelmedi, gelemedi. Arkadaşım
surat mahkeme suratı, elinde çatal balığı yoklamaya başladı. Balığın içinden
geçirdikleri kürdanı çıkardı. İçini kazıdı. Tatmadı bile. Garsonu çağırdı.
Zavallı olaylardan habersiz başka bir garson sevimli sevimli yanımıza geldi. <i>Dur yapma! Onun bir günahı yok. Haber bile
yok olaylardan. Pluto’nun dediğini unutma. Ne demiş ölümsüz feylozof
"Şefkatli ol, bil ki karşılaştığın herkes zor bir hayat mücadelesi
veriyor." </i>diyemedim bile. Garsonun gelmesi ile monolog başlayıverdi.
İlk önceleri cılız bir diyalog var gibiydi ama sonra özellikle pangasiusun
geldiği yöreyi söyleyip, iki balığın fotoğraflarını telefonundan gösterince
eridi gitti önce diyalog ve hem sonrasında da garson. Zavallı adam belki de son
bir kurtuluş hamlesi ile <i>bunlar dondurulmuş
balıklar</i> deyiverince arkadaşımın diğer garson ve lokanta için yüksek
sayılabilecek tonda söyledikleri sevgi sözcükleri sonucunda ben hemencecik
istemediğim ama gelişimim için büyük önem arz eden rolüme giriverdim. Kısa
sayılmayacak bir diskurdan sonra hamsi siparişi verildi. Gelen hamsiler de
hamsi zamanı olmasına rağmen dondurulmuş hamsi çıkınca (meğer tadındaki
samanlıktan ve deniz tadının az olmasından hemen ilk lokmada
anlaşılabiliyormuş) bizim için restoran da yemek de bitiverdi. Tavlamak için ikram
edilen kahve ve tatlı tekliflerini bile geri çevirdik düşünün o kadar bitmiş
bizim için. Bahşiş de bırakmadık. Oh olsun onlara. Listemizde bu restorana
büyük bir çizik attık. Ben ama yine de somon ve levrek yemeğe gideceğim
sanırım. <i><o:p></o:p></i></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Yaşadığımız sorun aslında genel bir sorundu. Günümüzün
sorunu idi. Büyük şehirlerin, hızlı yaşamın sorunu idi. Nasıl aynı şehirde ama
ayrı ayrı yaşıyorsak ve nasıl ki Kaybedenler Kulübünde söylendiği gibi <i>bu kadar yalnız varken neden bu kadar yalnız
var</i> cümlesini kurabiliyorsak, yine bu nedenden işte
dil balığı yerine pangasius yemek zorunda bırakılıyorduk. Cevap ise basit ve
bir o kadar da düşündürücü ve sıkıntı verici. Bizler artık kabul edelim ya da etmeyelim kendimizi
sevmiyoruz, değer vermiyoruz. Kendisini sevmeyen başkasını nasıl sevebilir ki.
Kendimizi sevmiyoruz ve dahası önemsemiyoruz.
Çoğu kere de olaylara ve hatta kendimize umursamaz oluyoruz. Haklı
olduğumuz durumda bile çoğu kere tartışmaktan kaçıyoruz. Oysaki arkadaşım
kandırılmayı sevmiyor. Dil balığı yerine vücuduna akvaryum balığı girsin
istemiyor. Kendine değer veriyor ve bunun için araştırıyor, zaman harcıyor.
Çünkü kendisinin buna değer olduğuna inanıyor. Biz ise <i>kardeşim beğenmiyorsan maval okuma bize, başka birşey sipariş et, gurme
misin lan sen, artist herif ne olacak </i> basitliğini ve umursamazlığını çoğu kere
yaşıyoruz. Yetmez ama evet diyerek beni benden alan ve dahası beni
onsuz bırakan büyük besteci ama dar vizyonlu Sezen Aksu’nun dediği gibi <i>Masum değiliz hiç birimiz</i>. Bir yerlerde
okumuştum “<i>Tecrübe yitip giden
masumiyetmizdir</i>” yazıyordu. Ne kadar romantik ve naif bir tanım değil miş?
Evet hepimiz çok ama çok tecrübeliyiz artık ama maalesef masum değiliz. Artık
hiçbirimiz ilk taşı atabilecek özellikte değiliz. Oscar Wilde “<i>Tecrübe sadece hatalarımıza verdiğimiz
isimdir</i>"demiş. Bu denklemin doğruluğundan hareketle yitip giden
masumiyet hata kabul edilmiş oluyor olmasına da dünyamız daha kaç tane Oscar
Wilde çıkarabilir ki? İşte belki de bu nedenle biz ne yazsak ne söylesek az ve
anlamsız. Yine de denize atılan deniz yıldızı hikayesinde olduğu gibi atılan
deniz yıldızı için önemli olması gibi bir şeyler yapmak, bir şeyler söylemek ve
bir şeyler yazmak gerekiyor.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<span style="text-align: justify;">Unutmayın ki kendimize verdiğimiz
değer dil balığı ile </span>pangasius<span style="text-align: justify;"> balığı arasındaki fark kadar. Gereksinimlerinizle
sınırlı kalmayan, isteklerinize, hayallerinize yönelen bir hayat yolculuğu
dileklerimle ...</span><br />
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<o:p></o:p></div>
İçimdeki Dört Mevsimhttp://www.blogger.com/profile/08795600068611732975noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8497925912916809196.post-16181951968111294612014-02-17T23:51:00.000-08:002014-02-17T23:51:07.503-08:00Ödem dolu karanlık geceler 2<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhiPStJVsHkSnNPP-ZVmudmTf3RFFP0ZQF7t-XYrTpCYoqWDh8zT5Am8_UmWXu8Y_9Zn_sJP81FD83UUTLfpymD6BZWLxOM6ERVO76b-UhliDD3r_VfE3v_206hS5QERvd-qeS1wnMhvaY/s1600/bel+a%C4%9Fr%C4%B1s%C4%B1.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhiPStJVsHkSnNPP-ZVmudmTf3RFFP0ZQF7t-XYrTpCYoqWDh8zT5Am8_UmWXu8Y_9Zn_sJP81FD83UUTLfpymD6BZWLxOM6ERVO76b-UhliDD3r_VfE3v_206hS5QERvd-qeS1wnMhvaY/s1600/bel+a%C4%9Fr%C4%B1s%C4%B1.jpg" height="200" width="193" /></a>Bol sucuklu yumurta... Hatırlarsanız bir önceki yazım bu
leziz yemekle sona ermişti. Sonrasında ne mi oldu? Ben yine tıpış tıpış odama
geri döndüm. Sonrasındaki bir kaç gün, sancılı ve raporlu bir şekilde yine
yatakta yine tavanı seyreder vaziyetteydim. Yine bir önceki yazıda olduğu gibi ne
gücüm vardı yataktan çıkacak ne de isteğim. Moral de gitmişti, neşem de
mutluluğumda. Arada bir içtiğim salep zaman zaman beni mutlu etse de sıkıntım
bir hayli fazlaydı. Tek eğlencem ise tüm bu olayların 17 Aralık tarihlerine
denk gelmesiydi. Ortalık flaş haberden geçilmiyordu ve ben hiç bir dönem
olmadığı kadar tüm bu haberleri takip edebildim. Hoş ettim de ne oldu? Başım
göğe mi erdi? Ettim de bir işe mi yaradı? Koca bir hiç ama yazının konusu bu
olmadığından sıkıntılarımı yine içime atıp başımdan geçenleri anlatmaya devam
edeceğim.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Tahmin edebileceğiniz üzere bundan sonraki aşama zor hem de
çok zor oldu. Siz hiç iki büklüm, acılar içerisinde işe gitmek durumunda
kaldınız mı? Ne yalan söyleyeyim ilk iş günleri acıyla geçti. Ne oturabiliyor
ne de yürüyebiliyordum. Araba bile kullanamıyordum. Tüm gideceğim yerlere
sağ olsunlar arkadaşlarım gönüllü olarak alıp bıraktılar beni. Acınacak
haldeydim. Sürekli belimde bir acı ile yaşamaya başladım. Yine böyle acılarla
dopdolu iken doktorun talimatları sonucunda fizik tedaviye ya da daha bilimsel
ismiyle fizyoterapiye başladım. Öncesinde ufak bir araştırma yaptığımdan başıma
gelecekleri hemen hemen biliyordum. Belim ile ilgili fonksiyonel hareketleri
geri kazandırma amaçlı olarak vücuduma elektrik akımı verilecek, duruma göre sıcak
duruma göre soğuk uygulama (çok şükür benim şansıma sıcak düşmüştü) yapılacak,
tüm bu süreç masaj ve egzersizlerle desteklenecekti. Desteklendi de. Bugün çok şükür günlük hayatın
içerisindeysem bu süreç sayesindedir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Amerikan filmlerinin acil servislerindeki gibi büyükçe bir
oda sağlı sollu olarak ufak bölmelere bölünmüş ve her bir bölme perdelerle
birbirlerinden ayrılmışlardı. Beni işte böylesi odacıklardan birinin içine
buyur edip, <i>sen kendine bir içki koy, ben
de üzerime rahat bir şeyler giyip geleyim</i> tadında s<i>iz soyunun fizyoterapistiniz birazdan gelecek</i> dediler. İlk aklımdan
geçen <i>hımmmm burayı seveceğim galiba</i>
düşüncesi oldu. Yine böyle düşüncelerin geçtiği bir masaj öncesinde gelen masör
(ben bir masöz beklemekteydim) ile tüm hayallerim yıkılmıştı. Tarih tekerrürden
ibarettir derler ya gelecek olan kişiyi bilmediğimden bir anda irkildim.
Sonuçta Türk erkeği soyunmayı pek sevmez. Yavaş yavaş hareketlerle üst tarafımı
çıkardım. Bu kadarı yeterli olmalıydı. Pantolon benim özelimle aramdaki koruyucumdu
ve sağlık nedenleriyle bile olsa ondan vazgeçmek niyetinde değildim.</div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjrJdHXRNBvqdsJtsjoxGcOSuDHl60tzSFg-vXld25ToRALGEHazg1HGbOkllyB728NfoskCJiymNsaTh_c390LHaLbIgGN827_U3JCxX0IR2qQKx1TIIFTTxQDK5X6c2rAxWv20UUPeOI/s1600/physiotherapytreatment.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjrJdHXRNBvqdsJtsjoxGcOSuDHl60tzSFg-vXld25ToRALGEHazg1HGbOkllyB728NfoskCJiymNsaTh_c390LHaLbIgGN827_U3JCxX0IR2qQKx1TIIFTTxQDK5X6c2rAxWv20UUPeOI/s1600/physiotherapytreatment.jpg" height="200" width="200" /></a></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Sonunda fizyoterapistim teşrif ettiler. Çok şükür gençten bir bayandı. Yüzüstü
uzanmamı söyledi. Yattığım yer spa merkezlerindeki o rahat masaj olmadan bile
uyunası yataklar gibi değildi. Paradan tasarruf için midir bilemem oldukça sert
zeminli yataklardı. Zaten sırf bu nedenle isterseniz yastık koyup üzerine yatın
diye uyarıda bile bulundu fizyoterapistim. Ben gerek görmediğimi söyledim. Ne
olabilirdi ki. Dayanabilirdim. Ben bir erkektim. Acı benim için önemli olmazdı.
Oldu canım, iki de çay söyle istersen. Ertesi akşam (bir kez daha yastıksız
yatmam sonrasında) göğüs bölgemde sürekli bir ağrı hissettim. Bir anda çok
doğal olarak yaşım da uygun olduğundan kalp krizi geçiriyorum sandım. Sonra her
iki bölgenin de ağrıdığını fark edip rahatladım. Böylesi sert zemin üzerinde
geçirdiğim zaman sonrası resmen bu bölgedeki yerlerim incinmişti ve ağrı
yapıyordu. Neyse biz tekrar ilk güne geri dönelim. Gençten bayan belimi iyice
açığa çıkardı ve soğuk , kıvamlı bir sıvıyı bel kısmıma bolca boca etti.
Hareketleri ne iş yaptığını biliyor kararlılığında idi. Bir yandan da nasıl
böyle bu hale geldiğimi soruyordu. Benim gibi değildi, hem iş yapıp hem de
sohbet edebiliyordu yani. Sonrasında o kıvamın üzerinden bir aletle ki ben
sonradan ultrason cihazı olduğunu öğrendim, kulağımın işitemeyeceği kadar
yüksek frekanslı ses dalgaları vermek suretiyle belime masaj yapmaya başladı.
Ses de sonuçta bir enerji türüydü ve cisimlerin titreşimi sonucunda meydana gelmekte.
Korunumu yasasından hareketle de <i>taaa</i>
dış uygulamalarla ulaşılamayacak yerlere bu akustik dalgalar sayesinde ısı verilmeye
başlandı. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Yaklaşık bir on dakika sonrasında çalan ve bu kez
duyabildiğim bir uyarı sesi ile masaj bir son buldu. Sonrası insanın kendini kötü hissettiği bir
şeydi. Elinde bir kağıt havlu ile belime sürdüğü kıvamlı cismi silmeye başladı.
Kendimi tekrar bebekliğe dönmüş gibi ya da hadi size doğruyu yazayım yaşlanıp
da tuvaletini tutamayan bir kişi gibi hissetmeye başladım. Hani dışa vurum
sonrası beni temizlemeye çalışan bakıcı gibi gördüm bir anda onu. Umarım
böylesi bir durum ileride başıma gelmez. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Bu ruh halini üzerimden daha atamamıştım ki üzerime kablolar
bağlanıp içi sıcaklık barındıran ve hiç de hafif sayılmayacak bir yastık belimin
üzerine koyuldu. Hemen akabinde de elektrik akımı verilmeye başlandı.
Milyonlarca karınca bel kısmımda rezonans olmuş bir şekilde yürüyüşe
geçmişlerdi sanki. Aslında yürüyüş de değil de oldukları yerde sayıyor
gibilerdi. Karıncaların bu çilesi 20 dakika sürecekti. Karıncaların dinlenmeye
geçmesi sonrasında muhtemelen SPA’da çalışacağı yalanlarıyla kandırılıp
uzakdoğunun bağrından koparılan bir bayan, masaj için odacığıma teşrif etti.
Masaj yalnızca 10 dakika sürüyordu ama ben her defasında yattığım oldukça sert
zemine rağmen uykuya dalacak kadar gevşiyordum. Ne işi vardı onun burada hala anlamış
değilim. Param olsa onu özel masözüm olarak sürekli yanımda tutardım. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjio040jW8dWjLQnOCf8IKsjPPNKaOyVekdeYFdsHTQlwQFZefUaDTc572tXEMcEjXyZ48GwJVcnWjZxaHFclbhuI_o8XO68CNfhAv31NNsJmev3yR-Jg8-KhR3btS2XO36p7RP2hZgUNo/s1600/dunyanin-en-uzun-adaminin-dunyanin-en-kisa-adamiyla-bulusmasi,2,con.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjio040jW8dWjLQnOCf8IKsjPPNKaOyVekdeYFdsHTQlwQFZefUaDTc572tXEMcEjXyZ48GwJVcnWjZxaHFclbhuI_o8XO68CNfhAv31NNsJmev3yR-Jg8-KhR3btS2XO36p7RP2hZgUNo/s1600/dunyanin-en-uzun-adaminin-dunyanin-en-kisa-adamiyla-bulusmasi,2,con.jpg" height="150" width="200" /></a>Masöze yarı uykulu <i>bye</i>
dedikten sonra doğaldır giyinmeye başladım. Bu kadar çıplaklık yeterli olmalıydı.
Masajımı da olmuştum. Teşekkür edip gidecektim. Öyle olmadı efendim.
Fizyoterapistim yine odada beliriverdi. Giyindiğimi görünce pek mutlu olmadı
hatta şaşırdı da. Meğer daha yapılması gereken sportif hareketlerimiz varmış.
Lafı uzatmayacağım utanmasam ağlayacak kadar canım yandı. Basketbolcu olması
beklenen kaslarım meğerse cüceymişler. İyi de bunda benim ne kabahatim var.
Tanrı onları öyle yaratmış. Yaratılanı hoşgör yaradandan ötürü diyecektim ki
kazın ayağının öyle olmadığı açıklandı. Çalışma belki 20 dakika sürüyordu ama
ben her defasında ter içinde kalıyordum. Bugün artık usta birer basketbol
oyuncusu olan kaslarımla gurur duyuyorum. No pain no gain dediklerini ben
bizzat yaşayarak öğrendim. Bir çok defa çığlık atıp <i>yandım Allah</i> diyecektim ama fizyoterapistimi zor duruma sokarım
diye hep frenledim kendimi her defasında. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
İlk gün çalışmasının sonunda fizyoterapistim <i>yarın size bir şort verelim pantolon ile zor
oluyor</i> dedi . Bu bir dönüm noktasıydı aslında. Yerimde sıkı durup <i>asla</i> diye bağırmalıydım ama başıma
geleceklerden habersiz kafa sallamakla yetindim. Ertesi gün gerçekten de
üzerinde ismim yazan bir torbanın içersinde bel ve bacak kısımları lastikli
mavi bir şort verildi. Vücudumun şekli
bir zamanlar iyi idi. Beğenirdim, beğenenler de vardı ama son 20 yıldır
kötü konumunu hep korumayı başardı. Yine de mavi şort sonrası ben ben olmaktan
çıkmıştım. Mavi şortlu yaratık tadında ve çaresizliğinde odacığımda kalakalmıştım.
Mavi şort bir çok şeyi rahatlaştırmıştı. Pantolonun yarattığı doğal koruma şekli
şemali olmayan zavallı bir şortla son bulmuş ve ben adeta çatalı ile yedi
düvele nam salmış muslukçu kıvamına gelmiştim. Bu savaşta yenilmiş, çatalımın
görünmesini engelleyememiştim. Gelen gördü, giden gördü. Odacığım doldu taştı,
görmeyen kalmadı.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Odacıklar perdelerle ayrılmış olunca doğal olarak her bir
odacıktaki konuşma diğer odacıkta konuşuluyor gibi duyulabiliyordu. Size
peşinen tek diyebileceğim 15 seans gittim ve tek bir seansta bile sıkılmadım.
Böylesi istemeden de olsa kaçak duyumlar elde ettiğimden her duyduğumu
yazmayacağım ama ben de yer etmiş bazı konulara da değinmeden de geçemeyeceğim.
Bölüm toplam da 3 fizyoterapistten, 1 masözden (hoş ben sanki bana ilk gün
masaj yapan ile diğer günler yapanın farklı olduğunu hep düşündüm ama emin de
olamadım hani) ve 2 yardımcı roldeki ablalardan oluşuyordu. Ve tabii bölüme
renk katan bir de biz hastalar. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
En renkli kişilik dalında bir numaralı ödül tabii bence
meslekte 20 yılını çoktan devirmiş, bu işi para için değil ama insanlara
yardımcı olmak adına yapan, Kemerburgaz’da oturan bir ablaydı. Motivasyon
yöntemi kesinlikle çok farklı ve sıra dışıydı. Eski Doğu Alman antrenörlerini
muhtemelen kendine örnek almıştı. Sertti. Ödün vermiyordu. AÇÇÇÇÇ, KAPAAAA,
İTTTT, ÇEKKKK, TUT ORADA gibisinden kesin talimatlarla hastayı bir anda
çepeçevre sarıyor ve hastanın <i>ama
ağrıyor, ama titriyor</i> gibisinden boş ve bir o kadar anlamsız yakarışlarını
yok kabul ediyordu. Hakaret dolu bir şikayet mektubunu <i>Sevgiler</i> diye bitirmek nasıl komik kaçarsa, bu ablanın da sert emir
komutları sonrasında kullandığı <i>Bitanem</i>
kelimesi de bir o kadar komik kaçıyordu. Bazen dozu kaçırıp <i>bak sen aynı böyle yürüyorsun</i> gibi
taklitleriyle oldukça farkındalık yaratıyordu. Çok şükür benimle çalışmadı.
Birbirimizi kesinlikle çok kırardık.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Diğer bir abla ise Bayan Canım’dı. Ben cümlelerin arasına
onun kadar canım lafını sıkıştıranı görmedim. Kendisi nokta, virgül yerine
canımı tercih ediyordu. Tercih onundu tabii. Bir de bir hasta bir abla vardı.
Şivesi nereli olduğunu hemen belli eden cinsten. Bir seansta bana elektrik
verildiği 20 dakika süresince yan odacıkta oğluyla beraber alacakları
ayakkabıyı konuştular. Konuştular dediysem füzyon konuşmuyorlardı. Oğlundaki
ayakkabının aynısından kendine de istiyordu ve konuşmalarından anladığım
ayakkabının 2 farklı rengi vardı: yeşil ve mor. İnanın 20 dakika süresince
sınırlı parametreli (aynı ayakkabı, 2 farklı renk ve ayakkabı ölçüsü) bu konuyu
konuştular. Bir ara üzerimdeki akımları söküp, yan odacığa dalıp, <i>ablam 37 numara mor renkli ayağındakinden
istiyor</i> diye bağıracaktım. İşin ilginci sonradan yeşil renkte olanı
giydiğini öğrendim. Muhtemelen son anda karar değiştirmiştir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjcp_a0atWtDVOOrc2olxo_yxhVH7Lei3Mn8-JUcUNsdwmps5wOnqia4cG24_IOCz-cskuPEtAeD4Yb_GSqMTVJgu1Ca7LNRTh-PgQLKX4tGrjYqwnkFY2K6WjSSO0qdfczSKcDfhp66W0/s1600/hurricane_clouds__gulf_of_mexico5.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjcp_a0atWtDVOOrc2olxo_yxhVH7Lei3Mn8-JUcUNsdwmps5wOnqia4cG24_IOCz-cskuPEtAeD4Yb_GSqMTVJgu1Ca7LNRTh-PgQLKX4tGrjYqwnkFY2K6WjSSO0qdfczSKcDfhp66W0/s1600/hurricane_clouds__gulf_of_mexico5.jpg" height="150" width="200" /></a>Son bir kaç kelimede fizyoterapistim için etmek isterim. Çok ama çok şanslıydım;
benim fizyoterapistim süperdi. Daha yeni mezundu. Bu işteki tecrübesi bir yıl
bile değildi. Olaya meslekte geçirdiği yıl bakımından yani nicelik olarak
bakacak olursanız çömezin tekiydi. Ama işte o olayın nicelik değil nitelik
olduğunu gösteren kişilerdendi. Hani farklı olup fark yaratanlar vardır ya
benim fizyoterapistim diye söylemiyorum ama işte öyle kişilerdendi. Mesleğinin
başındaydı ama ne sorsam mantıklı bir cevap alabiliyordum, işinin ehliydi. Oldukça
titiz, takipçi, nazik ve bir o kadar da kendinden emindi. Kaslarımın kopacağına
adeta emin olduğum zamanlarda bile zorla dese zorlamaya devam ediyordum.
Biliyordum kopmazdı çünkü o kopmayacağını söylemişti bir kere. Cüce kaslarım
sayesinde sırım gibi oldular. Beni bayağı bir terletti, canımı da acıttı ama
gerekliydi. Sayesinde bir hayli düzeldim. Geçmez dediğim acılarım oldukça azaldılar.
Mesleğinde çok başarılı olacağını biliyorum, dilerim olur da.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
İşte böyle. Bir kar
savaşı yapalım dedik ve karşılığını mislisiyle gördük. Siz siz olun savaştan
kaçın. Savaşın kazananı olmuyor. Tek bir
gerçeği de siz siz olun sakın ama sakın unutmayın: <b><i>Her şeyin başı sağlık</i></b>.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Bol sağlıklı mutlu,
huzurlu günler dileklerimle ...<o:p></o:p></div>
İçimdeki Dört Mevsimhttp://www.blogger.com/profile/08795600068611732975noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8497925912916809196.post-51693650728024558432014-02-04T00:07:00.000-08:002014-02-04T00:07:04.692-08:00Ödem dolu karanlık geceler 1<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjTfSV-h6Zdc6Hs-Ky184r3egc_POsJ_krKfhZP3H204uJdutmdTjLuH6oAP-Po_A9VGveoVBpx1lv_vTcQLk2DCv6DkDaqkHfSJXAqgp32OJVifYQLek28p5g0fdP19xEY_hJ2W8v49WY/s1600/galatasaray-juventus-maci-dunya-basininda--3862630.Jpeg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjTfSV-h6Zdc6Hs-Ky184r3egc_POsJ_krKfhZP3H204uJdutmdTjLuH6oAP-Po_A9VGveoVBpx1lv_vTcQLk2DCv6DkDaqkHfSJXAqgp32OJVifYQLek28p5g0fdP19xEY_hJ2W8v49WY/s1600/galatasaray-juventus-maci-dunya-basininda--3862630.Jpeg" height="235" width="320" /></a>O gün aslında her şey ne de güzel başlamıştı. Uzun zamandır
beklenen kar yağışı başlamış, etraf bir anda bembeyaz olmuştu. Dışarıda olanlar
için pek olmasa da bizim için etraf bir anda romantikleşmişti. Çalıştığım firma
rahat rahat evlerimize dönebilelim diye paydos saatini hatırı sayılır bir
oranda geri çekmişti. Tüm bunlar bir yana Galatasaray bir önceki gün başladığı
işi başarıyla tamamlamış ve Juventus gibi bir devi elimine edip bir üst tura
adını yazdırmıştı. O gün aslında her şey o kadar güzeldi ki maçın tek golünü
bile eve yetişip kendi televizyonumdan oğlum kucağımda seyretmiştim. Dedim ya o
gün her şey o kadar güzeldi ki taçlandırılmalıydı. İşte bu nedenle iyi b..
yiyip, oğlumla eşime <i>hadi aşağı inip kar
topu savaşı yapalım</i> dedim. Yaptık da. Çok da eğlendik. Oğlum ve karımın
içten gülüşlerini seyretmek başlıca bir mutluluk kaynağı zaten. Eve çıktık.
Ayakkabılarımı çıkardım. Paltomu çıkarırken bir şeyler şüphelenmeye başlamıştım
ama hiç dokundurmadım. Odama girip üstümü değiştirirken bir şeylerin ters gitmeye
başladığı anlamıştım. Anlamak da zor olmamıştı zira belim de büyük bir baskı,
basınç ve sancı hissetmeye başlamıştım. Canım hem de bir anda ve hiç bir şey
yapmamışken öyle bir ağrımaya ve beni hareketsiz bırakmaya başladı ki ilk
hissettiğim şaşırma olmuştu. Yavaşça kendimi yatağa bıraktım. En başta bizzat
ben, şahsım, kendim olarak olanlara bir anlam verememiştim, siz bir de
evdekileri düşünün. İnansalar ve bana hakkettiğim üzere hizmet etmeye
başlasalar bir türlü, inanmayıp hadi canım sen de deseler bir türlü. Çok şükür
ki doğru olan oldu ve ben yatmaya başladım. Yapılan servisin kalitesine rağmen
güzel başlayan ve güzel devam eden gün bulutlanmıştı artık.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Geçtiği onca filtre sebebiyle oldukça hijyen olmasına
rağmen, toplum tarafından hak ettiği saygıyı yeterince görmeyen ve dahi işe bile
yaramayan içinizdeki sıvı atıklarını siz hiç pet şişesine tahliye ettiniz mi?
Bu dönemde hayat bunu da tecrübe etmemi istedi ve ben de ettim efendim. Bırakın
banyoya gitmeyi yatakta sağdan sola dönemiyordum bile. Güç bela nefes nefese
kalarak ve büyük acılarla doğrulup yine güç bela pet şişeye tahliye işlemini
gerçekleştiriyordum. Gerek bu işlem ve gerekse eşimin çoraplarımı giydirmesi ve
dahi çıkarması evdeki karizmamın tükendiği an olarak kişisel kayıtlarıma geçmiştir.
Ama siz siz olun yine de bu iki işlemin başınıza gelebilecek en kötü olay
olduğunu düşünmeyin. Başınıza gelebilecek daha da kötü şey, içinizdeki sıvının
pet şişenin alabileceği hacimden çok daha fazla birikmiş olması. Çektiğim
acıdan ve olayın zaten yeterince sevimsiz olmasından sebep ben tahliye işlemini
tutabildiğim kadar tutuyordum her seferinde. Doğal olarak bazı zamanlarda ufak
bir pet şişesi tüm tahliye için yeterli olamıyordu. Böylesi berbat anlarda
zorunlu olarak tahliye işlemini sonlandırıp <i>bu
seferlik bu kadar yeter</i> mantığı içerisinde ve yine ağrılar eşliğinde
yatağımdaki yerimi alıyordum.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<span style="text-align: justify;">Belimin ağrısı iştahımı kesemedi ve ben yapmamam gereken bir
şeyi yaptım: Yemeğe devam ettim. Malumunuzdur, her tahliye sıvı olmuyor. Zamanı
geldiğinde işe yaramaz atıkları da </span>vücuttan<span style="text-align: justify;"> atmak gerekmekte. İşte kabus
böylesi anlardaydı. Yataktan kalkmak başlı başına bir </span>ızdırapken<span style="text-align: justify;">, banyoya kadar
yürümek tam bir </span>işkence<span style="text-align: justify;"> oluyordu. Üstelik tüm bu acıları yaşarken oğlunuz
hiçbir şeyi anlamasın ya da en az şekilde etkilensin diye hem </span><i style="text-align: justify;">kan kusup kızılcık şerbeti içtim</i><span style="text-align: justify;"> tadında
rol kesmeniz ve hem de birbirinden yaratıcı oyunlar bulmanız gerekmekteydi
çünkü ben bırakın dik olarak yürümeyi dik olarak ayakta duramıyordum bile.
Çocuk dostu tatil köylerine gidenleriniz bilirler, çocuk kulüpleri akşamları
çocuklar için eğlenceler düzenlerler. Her eğlencenin olmazsa olmazı ise köprü
ve altından geçen trendir. Siz ve diğer anne babalar el ele verip köprü
oluşturursunuz ve müzik eşliğinde dans etmeye başlarsınız. Birbirinden yakışıklı
ve güzel vagonlar da tren olup köprünüzün altından geçerler. Katı atım
projesinde de biz bunu gerçekleştirdik. Suratımda büyük bir mutluluk ifadesiyle
iki büklüm olmamı minimum gösterecek şekilde eşimin ardına takılan bir vagon
olup söz konusu çocuk şarkısını mırıldanarak banyonun yolunu tuttum(k) her
defasında. En büyük korkum ise oğlumun hoşuna gidip de bize katılabilecek
olmasıydı ki yeterince ilgisini çekmeyi çok şükür başaramadık. Bir başka pembe
yalanım ise oğluma sürekli olarak </span><i style="text-align: justify;">dinleniyorum</i><span style="text-align: justify;">
dememdi. Ne yorulduysam artık bir türlü tam olarak dinlenemedim.</span><br />
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjMpfoXGimIxiXe6uIH7x4TFP58gYydhqz3D0ojy4qF33yF8uKsIe6aDVnrCDp9-WNTjI1sa2NqVE2htzQtvzSa-tQNOnj9yB9tbCigGKV6L_Xu37PGqj9P7E6XDk72FaJap4h_pY2QHLg/s1600/f%C4%B1t%C4%B1k.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjMpfoXGimIxiXe6uIH7x4TFP58gYydhqz3D0ojy4qF33yF8uKsIe6aDVnrCDp9-WNTjI1sa2NqVE2htzQtvzSa-tQNOnj9yB9tbCigGKV6L_Xu37PGqj9P7E6XDk72FaJap4h_pY2QHLg/s1600/f%C4%B1t%C4%B1k.jpg" height="200" width="200" /></a>Çarşamba yatışım sonrasında Perşembe biraz hava şartlarından
biraz da <i>yatayım nasılsa geçer</i>
vurdumduymazlığından evde kaldım. Cuma günü sabahı değişen ve geçen hiç bir
şeyin olmaması sonucundaki karamsarlık ve dehşetimden hastanenin yolunu
tuttuk. Hastane girişindeki tekerlekli sandalyeye oturmam mecburiyeti durumun
vahametini gösterir nitelikteydi. Acil kısmından bu şekilde girişim doğal
olarak tüm dikkatleri üzerime topladı. Kısa bir ilk kontrol sonrası konu ile
ilgili bir Prof.’a gönderildim. Oysaki ben bir iğne yapıp beni düzeltirler
sanıyordum. Oysaki çilem daha bitmemişti. Yaşarken tabuta girmek gibi gördüğüm
MR beni bekliyordu. Sanırım ben de klostrofobi var. Hem sancım vardı ve hem de oradayken
oldukça gerildim. İlk MR’ım değildi ama en çok bu kadar gerildiğim MR’ımdı. MR
neticesinde disk kaymasına bağlı bel fıtığı teşhisi kondu. Bildiğiniz fıtık
işte. Hani bazı hastalıklar alengirli, fiyakalı olurlar, bu bildiğiniz fıtıktı
işte. Sonrasında bana bir serum bağladılar. İçine artık ne koydularsa kalp
atışımı dinlemeye aldılar. Zaman zaman oldukça hızlandı kalp atışım. Meğer
koydukları ilaç narkozda da kullanılan oldukça ağır bir ağrı kesiciymiş, hani
fillere yapılanlardan. İster inanın ister inanmayın serum bitti ağrım bitmedi.
O kadar ödem yapmış vücut. Gören de bir şey kaldırdım çok zorladım sanır.
Bildiğiniz aşağı eğilip kar topu savaşı için kar almaktı suçum. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Sonrasında evime ve yatağıma geri döndüm. Tüm hafta sonu
yine yataktaydım. Zaten ne gücüm vardı yataktan çıkacak ne isteğim. Moral de
gitmişti, neşem de mutluluğumda. Hasta olmak zor zanaat. İnsan asla
iyileşemeyecek gibi geliyor bazen. <i>Her
şeyin başı sağlık</i> diyor başka da bir şey demez oluyorsunuz bir kaç gün
sonra unutacağınızı bilmenize rağmen. Keşke unutmasak, keşke tek gerçeğin bu
olduğunu hep hatırlayabilsek. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgsEbCAwF4Uq-CZZbi2ggOnJ6GwWrbIdRbfiewJV85UbCApQP4i_9ynjRahQjlS9gnEXDZAIIHtOq6BzeAUM5jgMHPLdBVsqUV6NuTxG7CHLjjd0dbTBXKuo9823Ji21eOTJNlcBw5cr2s/s1600/sucuklu-yumurta_289497.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgsEbCAwF4Uq-CZZbi2ggOnJ6GwWrbIdRbfiewJV85UbCApQP4i_9ynjRahQjlS9gnEXDZAIIHtOq6BzeAUM5jgMHPLdBVsqUV6NuTxG7CHLjjd0dbTBXKuo9823Ji21eOTJNlcBw5cr2s/s1600/sucuklu-yumurta_289497.jpg" height="241" width="320" /></a>Pazartesi işe başlarım diyordum ama ben yine kendimi
Pazartesi sabahı ofis yerine hastanede buldum. Değişen bir şey yoktu. İki
büklümdüm, acılar içerisindeydim. Prof. <i>vah
vah demek geçmemiş</i> dedikten sonra beni <i>Ağrı
bölümüne</i> gönderdi. Bölüm zaten adından belli, ağrıyı kendine arkadaş
edinmiş kişilerden oluşuyordu. Her yer sıkıntısı yüzüne yansımış kişilerle
doluydu. Ben de tekerlekli sandalye üzerinde onlardan biriydim işte. Tek farkım
ben neredeyse ağlayacak bir ruh haliyle aralarına katılmıştım. İlgilenecek
doktor henüz gelmemişti. Öğrendiğimiz kadarıyla trafikte mahsur kalmıştı. Tüm
randevular birbirine girmiş, acı çeken bir çok insan ve onların yanında yer
alan eş, dost, ve akrabaları sıralarını kaptırmamak için aportta beklemekteydi.
Biz o kadar sefil ve bir o kadar da zavallıydık ki bırakın sıramızı kaptırmayı
bizden önceki adam yerini bile bize önermişti. İçimdeki şövalyelikten olsa
kabul etmedim. Sıra bize geldiğinde olayları kısaca anlattık. MR’ımıza bakan
doktor, <i>abim benim, sen hiç dert etme</i>
tadında ve umursamazlığında, <i>eğer yemek
yememişseniz, önce sizi uyuturuz, sonra omurilikten iğne ile girer ödemi yok
ederiz. Üstüne bir de size özel ozon tedavisi yaparız. Nasıl ama? </i>demez mi.
İnanın dedi. Bu kadar soğukkanlılıkla bu zalimce yaklaşımı bana öneri olarak
sundu. Bu kadarıyla korkutmuş olması yetmiyormuş gibi bir de kafatasına girmiş
koca, koskoca bir iğne röntgen resmini bana gösterdi. O noktadan sonra adamo
tam duymuyor, çevremde olanları tam duyumsayamıyordum. Adam konuşmaya devam
ediyordu. ... “<i>riskleri tabii ki de var,
bunları söylemek zorundayım ama bunca senedir başarıyla...” </i>Uzaklardan hem
de çok uzaklardan doktoru duyuyordum sanki. Kafa sallıyordum ama işte öylesine.<i> </i>Ya eli kayarsa, titrerse, ya
hapşırırsa, ya da öksürürüse, o iğne nereye doğru yol alırdı. Diğer yandan
sancım dayanılmaz boyutlardaydı. Bir ara nasıl oldu bilmiyorum, titrer bir ses
tonuyla <i>tamam hemen bugün yapalım şu işi</i>
zaten yemek de yemedim dedim. Eşim şaşkınlık dolu bir ifadeyle bana
bakakalmıştı. Belki de hayatında beni ilk defa bu kadar cesaretli görüyordu.
Doktor tamam öyleyse hemen sigortadan onayları alalım dedi. Eşim beni
kafetaryaya doğru itmeye başladı. Yerleştikten sonra <i>farkında mısın suratın bembeyaz</i> dedi. Tüm kanım bilmediğim bir yere
çekilmişti ve geri dönecek gibi görünmüyordu. <i>Neden dedi? Neden istedin, hem de bugüne? Bir araştırsaydık ... </i>Sonra
babamı arayıp gelişmeleri anlattım. Benzer cümleler ondan da geldi. <i>Neden dedi? Neden istedin, hem de bugüne?
Bir araştırsaydık ... </i>Bir günde bu kadar kısa süreyle aynı cümleleri duymak
bana fazla gelmişti. İnsanların cesaretlerinin bir anda geldiği anlar olduğu
gibi bir anda yok olduğu anlarda vardır. Ne ilginç benim bu gelgit aynı günde başıma
gelmişti. Hemen bir şeyler yemeliyim diye düşündüm. Öyle ya iğne girişini ancak
yemek girişi ile engelleyebilirdim. Bu parlak fikrimi eşime açtım: <i>“Şimdi bol sucuklu bir yumurta yerim sonra
da doktora gidip bol sucuklu yumurta yemekten sayılır mı diye sorarım, ne
dersin?”. </i>Cevabı alıştığım tarz bir laf sokmaktı. <i>Ooo hoşgeldin yine aramıza bay cesaret</i>. <i>Ben de şaşırmıştım bu kahraman gözüpek tavrına</i>. <i>Kırıcı oluyorsun</i> diye sitem edip, esip
gürleyecektim ama onun yerine onu açıklama yapması için doktora gönderdim.
Gelişi ile de hastaneden belimde yine sancılarla güzelce uzaklaştık. Eve kurt
gibi acıkmış bir şekilde girdik. Tahmin edin ben ne yedim? Evet tabii ki de bol
sucuklu bir yumurta.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Anlatacak daha yığınla şey var. Başlarken tek yazı ile
tamamlayabilirim diye düşünüyordum ama olmadı işte. Ağrılı ilk iş günlerim ve
Fizik Tedavi anılarım mutlak surette yazılmalı diye düşünüyorum. Bu nedenle
aranızdan şimdilik ayrılıyorum.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Sizlere ödemden uzak, sağlıklı ve mutlu bir ömür dilerim ...<o:p></o:p></div>
İçimdeki Dört Mevsimhttp://www.blogger.com/profile/08795600068611732975noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8497925912916809196.post-33065676463627578892014-01-21T00:47:00.000-08:002014-01-21T00:47:57.716-08:00Mesele ezik olabilmek değil, ezik kalabilmek<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg8fUPkg7inSHAoPY3Y8XwCBxiIzXEzAm77O2t5879C3z9SjTJAQB8_piwQXSAU-tSinuIaNX8QE9rAzK1gmlqxphgBv1xMwPwFfxcTgtOij5qvWXExuR4rir5edXnmuPHZWikfe3ihUI0/s1600/Queen_Victoria_1887.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg8fUPkg7inSHAoPY3Y8XwCBxiIzXEzAm77O2t5879C3z9SjTJAQB8_piwQXSAU-tSinuIaNX8QE9rAzK1gmlqxphgBv1xMwPwFfxcTgtOij5qvWXExuR4rir5edXnmuPHZWikfe3ihUI0/s200/Queen_Victoria_1887.jpg" height="200" width="147" /></a>Tamı tamına 63 yıl 7 ay. O dönemlerde bu kadar yaşamak bile
büyük bir olay iken Viktorya adında bir kraliçe bu süre boyunca, öldüğü 1901
yılına kadar Britanya imparatorluğunu yönetmiştir. Olumlu ve olumsuz bir çok
şeye imza atarak bir döneme kendi adını verdirmeyi başarmıştır. Mesela
yönettiği dönemde İngiltere zamanının Birleşik Devletleridir. Zengindir,
sömürgeleri vardır, sanayi devrimi başlamıştır. Sanat ve bilimde de almış
başını gitmiştir. Robert Browning, Charles Darwin, Charles Dickens, Rudyard Kipling,
John Stuart Mill, Robert Louis Stevenson, Arthur Conan Doyle, Oscar Wilde hep bu dönemde yaşamıştır. Diğer
taraftan muhafazakârlık ve şeklî ahlâk konusunda gösterdiği titizlik ile de önemli
izler bırakmıştır. Gerçek olan şu ki, kendisi de bir kadın olan kraliçe
Viktorya döneminde kadınlar, (anne dahi olsalar) daima birer potansiyel günah
kaynakları olarak görülmüşler ve bu yüzden de sürekli aşağılanmaya ve ikinci
sınıf insanlar olarak yaşamaya mahkûm edilmişlerdir. Evet İngiliz sanayi
devriminin altın çağıdır ama fahişelik ve çocuk işçi çalıştırma da en fazla bu
dönemde görülmüştür. Baskıcı ahlak kuralları, toplumsal hayattaki sıkı
disiplin, cinsel doyum arayışı ama evliliğe üstün bir saygınlık atfetme,
cinselliğe karşı istemem ama yan cebime koy sahtekarlığı hep bu dönemin
ürünleridir. O kadar ki Lewis Carroll'ın Alice Harikalar Diyarı - f<i>antastik bir çocuk masalı gibi görünse de </i>-
insana ve özellikle de çocuklara nefes aldırmayan İngiliz disiplinini için
kaleme alınmıştır.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Tüm bu girişin nedeni ne miydi? Günümüzde sanki Viktoryen
bir iklimde ve çağda yaşıyormuşuz gibi duygu ve hissettiklerimizde bir
bastırılmışlık hakim. İşte bastırılmışlığın ne kadar büyük olduğunu
anlatabilmek içindi ilk paragrafın tamamı. İnsan o devirlerin çoktan geride
kaldığını düşünürken ama bu ama şu sebepten ve bazen aynı bazen de farklı faklı
konular için benzer bastırılmışlık duygusunu hissedebiliyor tüm hücrelerinde ve
oldukça yoğun bir şekilde. Bugün bunların en önde gidenlerinden biri de duygu
ve hissettiklerimizdeki bastırılmışlık. Nedeni ise deli saçması bir özentilik
durumu. <i>Cool</i> olma isteği efendim.
Cool olmak çok önemli çünkü aksi olunma durumu oldukça istenmeyen, oldukça kötü
bir durum: Ezik olmak. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Cool olamayan ezik oluyor, looser oluyor ya da kadınlar için
kezban oluyor. Oysaki bu çekici gibi görünen sıfata odaklananlar bilmiyorlar ki
ezik olan duyguları olan, merhamet gösteren, ağlayabilen, ihtiyaçları olan, ve
bunu dile getire(bile)n, üzülebilen, çaresizlik gösteren, beklentileri olan,
bazen başaran, bazen başaramayan, bazen incinen, bazen düşen, kırılan, kişi
aslında, yani insanın ta kendisi. Övünmek gibi olmasın ama ben eziklerin önde
gidenlerinden biriyim mesela ve hep öyle kalmak isteğinde olan biriyim. Yanlış
bilinenin tersine ezik olan, ezilen, aptal olan, ilişki kuramayan değildir.
Bilakis ilişkinin en kralını kurabilendir. Buna rağmen günümüzde ezik olmak bir
eksiklik olarak görünmekte. Tam bir ikilem aslında.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
İnsanlar robot değillerdir, en cool olanlar bile. Duygu,
düşünce ve tepkileri vardır. Her yerde, her ortam da, bu duyguları aslında
yaşıyorlar ama robot bir dış görünüş ile, taktıkları maskeler ve çevrelerine
kurdukları <i>bence kağıttan</i> kalelerle
bu duyguları yansıtmıyorlar. Kendi kalelerinin için de kim bilir ne acılar
çekiyorlar. Mutluluğu ve mutsuzluğu, neşeyi ve acıyı, güzeli ve çirkini, başarı
ve başarısızlığı paylaşmak da ezikliktir ve ne de güzeldir oysa. Nasıl ki
paylaştıkça çoğalırsa sevgiler, yine paylaştıkça azalır acılar. Paylaşılmaması,
gösterilmemesi gerekli olan en önemli duygu da aşk olmuş.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiyAc6CCWhUV4VRVWI-QKQtPKkaXT-JofDRwnzKbaoSRVGyoiHMfPkWrVJ-JhaPAzB8eAvwNuHa9lKSFcyes_jZ6cnuvyibDD50EEwDBVMTqmvqLtzcolfP72-pGQEC2De1TYj15G4NPPs/s1600/maske.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiyAc6CCWhUV4VRVWI-QKQtPKkaXT-JofDRwnzKbaoSRVGyoiHMfPkWrVJ-JhaPAzB8eAvwNuHa9lKSFcyes_jZ6cnuvyibDD50EEwDBVMTqmvqLtzcolfP72-pGQEC2De1TYj15G4NPPs/s200/maske.jpg" height="200" width="145" /></a>Bir zamanlar cinsellikten korkulurdu şimdi ise korkulan aşk
olmuş. Belki de bu nedenle zaten cool’lardan uzak ve eziklerin yanında olmayı
tercih etmiş. Aşk bir ihtiyaçtır, eksikliktir, şanstır, mutluluktur, duadır,
şükretmektir. Ve aşk her zaman diğer bir teni ister. Dokunmak, hissetmek ve
olabiliyorsa bir olmak ister. Bir robotu, metalik bir yüzeyi, duygusuz bir
mekanizmayı istemez. Giyilen bir zırh, takılan bir maske, inşa edilen bir kale
varsa, aşk yoktur. Aşk kaptırmaktır, düşmektir, hem yenilmektir ve hem de
zaferlerin en büyüğüdür. Aşk kaybetmeyi düşünmeden yapılan bir eylemdir. Suya
atlamak gibidir, geri dönüşü olmayan bir yola girmek, düşünmemektir ve
unutulmamalıdır ki ancak ölümlüler aşık olabilirler. Kaybetme riski, endişesi,
korkusu yoksa aşk da yoktur ama işte sen riski, endişeyi, korkuyu düşünmezsin,
düşünemezsin, hissetmezsin aşık olurken.
Ne demek mi istiyorum? Kafanız mı karıştı? Size garip hatta ters mi
geldi? Açıklayayım efendim. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhlEoFOUf3hg0laqtKEYgtWK_kUi4_W9GYO6CYX4gywCRCUdEUToFsn8gAGOfyA6y7Pl2gHDge7Wwvsp9_qHZQaRJ5ZAXTtdwRrS6be4k4XsyMRh1WCOcGxAEPO7-xpH3AdhLdBZR5Bt3g/s1600/death.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhlEoFOUf3hg0laqtKEYgtWK_kUi4_W9GYO6CYX4gywCRCUdEUToFsn8gAGOfyA6y7Pl2gHDge7Wwvsp9_qHZQaRJ5ZAXTtdwRrS6be4k4XsyMRh1WCOcGxAEPO7-xpH3AdhLdBZR5Bt3g/s200/death.jpg" height="150" width="200" /></a>Biliyorum çok klişe bir laftır ama (hangi araştırma, kim
yapmış, neden yapmış, ne zaman yapmış) yapılan araştırmalar sonucunda %80’den
fazla insanın ölümü pek düşünmeden yaşadığı ortaya çıkmıştır. Belki de mutlu
olmak, kafayı sıyırmamak, için gerekli olan bir kodları mıdır bilemiyorum. İşte bu
sözde ölümsüz olma durumu ya da ölümü aklına bile getirmeden yaşama durumu aşkı
öldüren bir olguymuş. Eros kaybetme ihtimali olmadan harekete geçmezmiş.
Düşünün ya da hayal edin, size hiç ölmeyeceğiniz söylendi. O noktadan sonra
artık ne kitap okursunuz, ne yazı yazarsınız. Nasılsa bir ara yaparsınız çünkü
artık. Zaman kısıtınız kalmamıştır. Tüm zamanlar artık size aittir ve tahmin
ettiğinizden bile hatta ondan bile çoktur yaşayacağınız günler ve yıllar.
Hayata dair bir coşkunuz kalmadığı gibi onları kaybetmeye ilişkin bir endişeniz
de kalmaz. Hoş hayatın tanımını bir başka olasılığın her zaman için olası olma
durumudur diye yapacak olursak belki de hayata karşı coşkunuz yine geri
gelebilir bilemiyorum. Aslını isterseniz ölümün kendisinden başka kesin bir
gerçek yoktur elimizde yani bir başka olasılığın artık olası olmadığı durumu
belki de sahip olduğumuz yegane gerçek olarak görmeliyiz. Diyeceğim o ki bir
gün öleceğiz. Ertelediğimiz, zaten her an yapabiliriz diye ötelediğimiz ve
yapmadığımız, hep birer set çektiğimiz dürtülerimiz, hem hayatın coşkusunu yok
etmekte ve hem de aşkı öldürmekte. Siz siz olun üst benliğinize bu kadar kulak
asmayın. İçinizdeki çocuğu da zaman zaman dinleyin.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Diğer çok önemli bir konu ise tercihlerimiz. Ne zaman ki
tercihlerimiz artık birer zorunluluk haline dönüşür, işte o zaman bulunduğunuz
yer artık sizin tabutunuz olmuş olur. Ne aşk kalır, ne mutluluk. <i>Bir yastıkta kocayacaksınız</i> diye duymak
ve tercihinizin bir zorunluluğa dönüşmesi ile <i>seni o kadar seviyorum ki dilerim seninle bir yastıkta kocarım</i>
düşüncesi ile tercihimizin ortaya konması evliliklerin neden mutlu ya da
boşanmaların neden bu kadar çabuk oluyor olmasının cevabı oluyor aslında.
Zorunda olduğunuz için değil tercih etmeye devam ettiğiniz için evli
kalmalısınız. Balayı sonrası yada çocuk sonrası evliliklerin irtifa kaybetmesi
işte olasılığın artık tükenmiş olarak görülmesi ve tercihin yerini zorunluluğa
bırakmış olması durumudur. <i>Artık ben hep
onunlayım!</i> Mecbur olduğun için değil, gidebilme özgürlüğün olmasına rağmen,
her sabah onunla uyanmayı seçtiğin, onca insan arasından her akşam yine onunla
olmayı tercih ettiğin için onunlasın. Özgürlüğün hep var ama seçimin onunla
olmak. Bunu hissetmiyorsan kardeşim, mutsuz olursun. Tabutun içine girip ölüm
anksiyetesini yaşamaya başladıktan sonra karşındakini çekici de bulamazsın üstelik.
Asla değişiklik olmayacak ve ben hayatımı hep onunla geçireceğim bir tercihten
çok zorunluluk olur ise mutsuzluk kaçınılmazdır. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<i>Annem ne der, babam ne
der, etraf ne der, sosyal olarak ne kaybederim, çocuğum var onu düşünmeliyim</i>
gibi şeylerin ardına saklanırsınız. Aslında sandığımızın ve hissettiğimizin
tersine kapı kilitli değil ama kilidi oraya biz takıyoruz, ya da belki daha
doğru ifadeyle kilitli olmayan kapıyı kilitli sanıyoruz. Endişelerimizden,
korkularımızdan ve belki de suçluluk hissimizden (ben nasıl böyle düşünebilirim
gibisinden) kıpırdayamaz ve çoğu kere de karşımızdan bir hareket bekler duruma
geliyoruz. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Diğer taraftan, başka bir nokta da (bakın konuyu nasıl
pijamaya getiriyorum) eşimizin de bir çok olasılık ve seçenek arasından bizi
seçmiş olmasıdır. Ama bu seçime inat eve gittiğimizde hımbıllaşıp, pijamaları
giyip sıkıcı ve sıradan bir hayat yaşamayı alışkanlık haline getirirsek işler
işte zorlaşıyor, karışıyor. Siz, belki de zaman içersinde ve evet çevrenin
zorlaması ve hayat koşulları nedeniyle
seçtiği, beğendiği ve ilişki yaşamaya başladığı siz olmaktan çıkıp,
karikatürleşiyorsunuz. Neden bu kadar rahatsınız ve hatta umursamazsınız
biliyor musunuz? Kaybetmeyeceksiniz sanıyorsunuz . Nasılsa kapı kilitli,
nasılsa imzalar atılmış, nasılsa çocuk olmuş, bir yere kıpırdayamaz
sanıyorsunuz. Belki kıpırdamıyor da ama mutlu bir hayat şansını da tepmiş
oluyorsunuz. Kaybetme korkusunun kıyısından köşesinden hissedilmesi gerekiyor.
Bu demek değil ki flörtöz olup kendimizi kıskandıralım ama evlendik diye de
kendimizi bırakmayalım, <i>amannnn nasılsa </i><i>beni alan almış</i> demeyelim, <i>başım
ağrıyor, çocuk uyanır</i> mazeretlerine girmeyelim, hayatın
içinde kalalım. Belki her gün çiçek
getirmeyebilirsiniz ama her gün birbirinize bir kaç güzel söz
söyleyebilirsiniz. Hiç bir şey yapmıyorsanız bile, en azından gün de bir kere içinde
bulunduğunuz ve yüzleşmediğiniz iki durumu kendimize söyleyip, durum analizi
yapmak da fayda olacaktır:</div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
1. Bu ilişkiyi ben istiyorum, istediğim zaman
sonlandırabilirim. Bu bir tercihtir, zorunluluk değil <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
2. Eşim de bir çok kişi arasından beni seçti ve istediği
zaman gidebilir. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Kapısında kilit olmayan odalara suni kilitler takıp
mutsuzlaşmayalım. Fanilik bilincimizi de her zaman koruyalım. Hiç ölmeyecek ve
hemen yarın ölecek gibi yaşamak belki de altın anahtar. Kullanım alanlarını iyi
bilip, iyi uygulayalım. Hımbıl hımbıl pijama giyip oturmak (isteyen tabii ki
giyebilir. Burada anlatmaya çalıştığım pijamanın sembolizmasıdır)ölümsüz
olduğunu düşünmektir, zamanın değerini bilememek, fırsatları kaçırmaktır ve aşk
ölmeye mahkumdur. Zaman çok kıymetli, boşa geçmemeli. Sıradan, stresli
hayatlarımızla ölümsüzleşiyor ve aşkın ömrünü yapılan çalışmalarda oldukça kısa
sürelere indiriyoruz.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Diğer son bir konuda ifade edebilme becerisi. İçinde
bulunduğumuz endişelerimizi, sıkıntılarımızı, problemlerimizi yüzleşmek yerine
eyleme dökmeyi tercih ediyoruz. Biri bize ters bir şey söylediğinde direk kavga
etmeyi tercih ediyoruz. Oysaki <i>bu söylediklerin
beni çok kırdı</i> diye de söyleyebiliriz ve belki bu çok daha da etkili olur.
Eşimiz ile sorun olanı bulmak ve hatta çözmek yerine bağırmayı, içki içmeyi ya
da aldatmayı tercih ediyoruz. Meselenin kendisine bakmak yerine belki de zor
geldiğinden alışkanlığımızı yitirdiğimizden bunu es geçip, eyleme
dönüştürüyoruz. Örnek mi istersiniz? Alın size libido. Bir ilişki için çok
önemli ve nedendir bilinmez yıllanmış evliliklerde tersi olacağına libido da bastırılmaya çalışılıyor.
Biten bir seks hayatı ve kerhen devam eden ilişkiler. Oysaki karşılıklı
konuşularak çözümler aranmalı ve ya bulunup yola devam edilmeli ya da yollar
ayrılmalıdır.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Müziği yapan notalar arasındaki boşluklardır denir. Resim
için de bu geçerli. Mimarlar bile evlerin içindeki boşluklar için tüm yapıyı
çizerler. Dinlenin, nefes alın, soluklarınızla yalnız kalın, kendinizle yalnız
kalın ve kendinizi dinleyin. Aslında belki de en dolu, en değerli anlarınızdır
boş zamanlarınız. Newton ne saatler boyunca çalıştıktan sonra dinlenmek için
uzandığı ağacın altındayken elma düştü kafasına ya da Arşimed rahatlamak için
hamama gittiğinde evraka dedi. Boşlukları doldurmaya çalışmayalım, onlar bizler
için gerekli. Zamanı da öldürmeye çalışmayın. Ben demiyorum her gününüzü aynı
geçirin ama zaman zaman hiç bir şey yapmadan da zaman geçirip o ana kadar ki
çalışmalarınızın kristalleşip elle tutulur bir sonuç haline gelmesini bekleyin
derim.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Pijamalı ezikten şimdilik bu kadar. Önemli olan pijamalı ya
da pijamasız ezik kalıp, hayata tutunabilmek. <o:p></o:p></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Sevgi ve saygılarımla,<o:p></o:p></div>
İçimdeki Dört Mevsimhttp://www.blogger.com/profile/08795600068611732975noreply@blogger.com0