Bu Blogda Ara

16 Nisan 2013 Salı

Heyecan dolu bir Cumartesinin ardından ...


Güzel bir öğle vakti. Güneş Mart ayında olmamıza rağmen sıcacık, insanı ısıtıyor. Eşim ki kolay üşür, dışarıda oturalım demiş. Masamıza kurulmuş, yüzümü güneşe doğru vermişim. O sıcacık ışınların yüzüme vurmasıyla biraz daha mutluluk hormonu salgılayıp duruyorum. Az önce soğuk biramdan bir yudum daha içmiş, siparişini verdiğimiz yemekleri bekliyoruz. Oğlum bazen Ipad’i ile oynuyor bazen de sıkılıp ben dolaşmak istiyorum diyor. Masada durduğu sürece söylenmesi beni pek de etkilemiyor açıkçası. Eşimin zaman zaman sorularına da kısa cevaplar veriyorum. Oğlum bir süre önce hobisel çalışmalarını tamamlamış, bir hayli de yorulmuş. Şimdi de güneş ile bol bol temas halinde. Birazdan da yemeği gelecek. Huzur ve mutluluk bu olsa gerek. Mutluyum ve huzurluyum ama duyarsız değil. Sonunda oğlumun dolaşalım yakınmalarına dayanamıyorum ve onunla tenis topu bulmaya ve bulduğumuz tenis toplarını havuza atmaya başlıyoruz. Boğaziçi Mezunlar Derneği Lokalindeyiz. Etraf yemyeşil, hava güneşli, ve biz havuz kenarında gevşemiş bir halde bu güzel ortamın tadını çıkarıyoruz.

Bir süre sonra yemekler geliyor. Biralar yenileniyor. Keyifler parlayıp, mideler doluyor. Oğlum ben havuz kenarındayım, sopa ile suya vuracağım diyor. Gözümüzün önü, izin veriyoruz. Nasıl mutlu, başlıyor yeşilliklerden bulduğu bir dal parçası ile suya vurmaya. Güneş ısıtmaya, mutluluk hormonu salgılanmaya devam ediyor. Gözüm bir yandan hep oğlumda ama gevşemişlik düzeyim de bir hayli yukarılarda.

Önce dal parçası suya düşüyor. Çıkardığı ses, oğlumun vurduğu andaki çıkan sesten biraz daha az çıkıyor. Sonra oğlumun sağ ayağı havuza doğru hareketleniyor. İşte tüm masalsı anlatım, yor’lu kullanım, gevşeme durumu, salgılanan hormon bu hareketlenme ile bir son buluyor. Ayağın suya girmesi ile vücuduma bırakın mg seviyelerini gram seviyesinde kafein girmiş gibi oluyor. Tüm duygu ve kas sistemim alarm durumuna geçiyor. Mutluluk hormon salgısı yerini adrenalin salgısına bırakıyor. Dizinin suya girmesi ile yolu yarılamıştım bile. Havuz kenarına ulaştığımda saçının son kısımları daha yeni ıslanmıştı. Tuttuğum gibi çekip çıkardım oğlumu sudan.

Islanmış, korkmuş, üşümüş, ve kendisine kızmıştı. Ağlamaya başladı. Doğal olarak tüm ilgi üstümüze yöneldi bir anda. Sürekli olarak belki de panikten ayakkabılarım su içinde ama diyordu. Meğer ayakkabılarını ne de çok seviyormuş. Sakince oğlumu yatıştırdım. Yıllarca her zaman ve her gittiğimiz yere boş yere taşıyıp durduğumuz ve içinde oğlum ile ilgili her şeyin olduğu dopdolu çanta ilk defa işe yaramıştı. Ayakkabı hariç her şeyi vardı içinde. Hemen üstünü değiştirdik. Bu kadar gevşeme bize fazlaydı, yeter dedik ve eve geri döndük. Hala istemeden de olsa antibiyotik kullandığımız bir dönemde oğlum buz gibi pis suya düşmüştü. Hemencecik yıkayıp pakladık.

Lokale ilk giriş yaptığımızda oğlum hadi havuza girelim demişti. Ben de ona havuz mevsiminin henüz açılmadığından bahsetmiştim. Oğlum ise ısrarla havuza girelim diye tutturmuştu. Banyo sonrası oğlum ben havuza zaten girerim demiştim demez mi! Kaza ile mi düştü yoksa nasılsa babam burada ben bir girip çıkayım mı diye mi düşünüp atladı hiç bir zaman bilemeyeceğiz. Çıktığı andaki şaşkınlığı kaza ile düşme ihtimalini artırsa da banyo sonrası bu sözleri oldukça düşündürücüydü.

Siz bakmayın bu kadar kolay anlattığıma, insanın ömründen ömür gideceği bir olaydı ve kelimenin tam anlamıyla anlık bir hadiseydi . Allah korusun dalabilirdik, o sırada başka bir şeyle ilgileniyor olabilirdik ya da en basitinden fark etmeyebilirdik. Anne babalık kesinlikle 24 saatlik bir iş. Tamam çok keyifli ama bir o kadar da dikkat isteyen bir iş. Gevşemeye asla yer olmayan bir iş. Siz siz olun aman dikkatli olmayı elden bırakmayın.

Dilerim biriktirdiklerimiz hep güzel anılar olur ...

0 yorum:

Yorum Gönder