Soğuk bir kış günüydü. Oğlum daha yalnızca bir kaç aylıktı. Eşim, annesi ve oğlum, sabahın ilk saatlerini, karşı blokta oturan ve aynı şirkette beraber çalıştığımız komşumuzun evine sığınaraktan geçirmişlerdi. Eşimin babası ve ben ise, sabahın ilk ışıklarından itibaren çalışmaya başlamıştık. Hava çok soğuktu ve donmamak için hareket etmemiz gerekiyordu. Sanki şartmış gibi kışın ortasında biz taşınıyorduk.
Aslında kışın ortasında taşınan kiracılar ev sahiplerinde hep tedirginlik yaratmışlardır. Öyle ya neden insana yaşama sevinci veren bahar aylarında ya da sıcak ve kuru yaz mevsiminde değil de soğuk ve yağışlı bir ortamda taşınıyorlar? Bu taşınma zorunlu bir kaçış olabilir mi mesela? Tüm bu soğuğa ve sulara katlanma çabası, kirayı, aidatları ve tüm diğer harcamaları ödememek için bir kaçış olabilir mi? Babam mesela bu tür ev sahiplerindendir. Kışın gelen kiracıya hep tereddütle, hatta biraz da korkarak bakar. Çok gözü tutmazsa da anlaşmaya varmaz ve evini kiralamaz.
Biz kaçmıyorduk. Dahası bırakıp gittiğimiz ev bizim kendi evimizdi. Her bir planlama ve yapım aşamasına katıldığımız, adeta yerleştirilen her bir tuğlayı takip ettiğimiz biricik evimizden ayrılmak zorunda kalıyorduk. İçini ne özenle, ne mutlulukla, ne heyecanla dekore etmiştik. Kim bilir kaç tane mutfakçı gezmiştik, sayısını bile hatırlamıyorum. Ne model, ne fiyat araştırmaları yapmıştık öyle. Nice XL hücresini bu uğurda doldurup, ne raporlar hazırlamıştık. Hayatımızda bu taşınma ve yerleşme öncesinde adımımızı bile atmadığımız ne farklı yerlere gitmiş, beğendiğimiz mutfak seramiklerini ucuza alabilmek için, üreticilerini bulmuş ve alabilmek için ne diller dökmüştük. İşte tüm bunları hayatımızda hiç tanımadığımız hatta daha önce görmediğimiz birilerine bırakıp gidiyorduk. Evimizi kiraya verirken biz kiraya taşınıyorduk.
Bazen tüm güzellikler bir arada olamayabiliyor. Tercihler insanların hayatlarını belirliyor. Oğlumun doğuşu sonrasında ona bakıcı abla aramaya başladık. Evimiz şehrin yaklaşık olarak bir 30-40 dakika dışındaydı ve yatılı bir kişi istemiyorduk. Aslında ben rahatımın daha az bozulması adına deli gibi yatılı birisini istiyordum ama eşim bu isteğimin ne kadar yanlış olduğunu bana güzelce anlattı ve beni ikna etti. Bizim evde son sözü hep ben söylediğimden ve konuşma ve tartışmaları peki karıcığım diye bitirdiğimden, yatılı bakıcı hayalimde ertelenmiş oldu (ertelenmiş oldu diyorum çünkü artık yer altına indim, gizli gizli ve bu kutsal amaç doğrultusunda faaliyetlerimi sürdürüyorum. Beyin yıkama ya da yaşanan her bir olumsuzluğu buna bağlama gibi korkunç ve zeka ürünü stratejlerime amansızca devam ediyorum, biliyorum birgün zafer benim olacak ve ben yine hiçbir iş yapmadan evde zaman geçirebileceğim).
Zamanımız daralıyordu çünkü eşim kısa bir süre sonra işe başlayacaktı. Bir ara evinin kadını, çocuklarının anası ol tadında işe belirli bir süre ara vermesi yönünde başarısız ikna çalışmalarım olmuş olsa da, bu düşünce ve konuşmalarım çok ses getirmedi. Daha açık bir ifadeyle hiçbir karşılık bulmadı. Evde sesim duyulmamış, adeta kendi kendime söylenip durmuştum. Anladım ki Türk filmleri düşünce yapısı bizim eve tersmiş. Sonuç olarak istediğimiz özelliklerde bir abla bulamadık. Onlar bize gelmiyorlarsa biz onlara gitmeliyiz dedik ve Etilere zorunlu geri dönüş yolculuğu da bu şekilde başlamış oldu. Bir arkadaşımız yurt dışında yaşıyordu ve Etiler’deki evi yeni boşalmıştı. Gidip gördük beğendik ve taşınmaya karar verdik.
Geride bıraktığımız tanıdık ve sıcak evimizin en çok özlediğim eşyası, çizimine bizzat karıştığım, kurulurken yanında yer aldığım ve kitaplarımı büyük bir özen, mutluluk ve heyecan içerisinde teker teker yerleştirdiğim kütüphanemiz olmuştu. Hani elimde olsa onu yanımda her yere götürece k kadar çok sevmiştim. Tabii ki bulunduğu yerde bıraktım çünkü orası için yapılmıştı. Boydan boya tüm duvarı bütün ihtişamı ile kaplıyor, odaya, eve ve hayatıma değer katıyordu. Onsuz yeni evimize hiç ısınamadım. Gözüm her odada onu aradı. Eksikliğini evde geçirdiğim her bir anımda hissettim. Kitaplar da eski konforlu ve gösterişli yerlerini bırakmışlar, yeni evdeki tüm boşlukları birer sığıntı gibi kaplamışlardı. Bazıları kolisinden bile çıkamamış, balkonda iki sene boyunca başlarına gelece kleri beklemişlerdi. Balkonlarda, odalarda ve hatta banyoda küme küme kitap yığınları oluşmuştu. Ne zaman onları görsem, hem bulundukları yer ve yeni hayat şartları için ve hem de eski dostumu hatırladığımdan üzülüp duruyordum.
Eşimin bana olan düşkünlüğü, bu üzüntülerime daha fazla kayıtsız kalamamasını sağladı ve kütüphane yaptırmaya karar verdi(k). Yavaş yavaş tüm yaşam alanlarını kaplamaya başlayan kitaplarımızın belirgin bir yer darlığına neden olmaya başlamalarının, eşimin bu yönde karar vermesine tesir etmediğini düşünüyorum. Karar tamamen benim için verilmiştir.
Sonrası ise nasıl da keyifli anlardı. Neşeli Günler filminin canlı, melodik ve samimi müziği çalmaya başlamıştı hayatımızda. Önceki kütüphanemizi yapan kişiye haber verdik. Sağ olsun bizleri çok sever, hemen geldi, ölçtü, biçti, fikrimizi aldı, tartıştı ve sonra yeniden kendi bildiğini yaptı. Çok da iyi yaptı. Artık evimizde, evi ev yapan, hayatımıza anlam katan yeni bir eşyamız olmuştu. Özenle yerleştirilmiş kitaplarımız da en az bizim kadar mutlular artık. Onların bu mutluluğu dünyaya bedel. İstediğin zaman, istediğin kitabı, banyoda, odada, salonda aramadan, kolinin üzerlerindeki yükleri kaldırıp, koliyi açıp, onca kitabın arasından bulmaya çalışmadan bulabilmenin tadı ise paha biçilmez.
Bu mutluluk veren değişiklik, diğer başka değişikliklerin de yapılabilir olduğunu bizlere gösterdi. Değişmez denilen bazı değişiklikler, alınamaz denen bazı karalar alındı hemen sonrasında.Neler olduğunu anlatmaya müsaadenizle bir sonraki yazımda devam edece ğim.
Kitaplarım ve onlara olan düşkünlük ve hassasiyetim oğluma göstereceğim belki de en önemli hayat dersi olacak. Kütüphane bu yolda atılmış çok önemli bir adımdı. Bu vesile ile de beni bu yönde destekleyen eşime teşekkür ve sevgilerimi sunarım.
0 yorum:
Yorum Gönder