Bu Blogda Ara

11 Mart 2011 Cuma

Öykü Atölyesi'nden selam ve sevgiler

10 haftalık Öykü Atölyesi tüm hızıyla devam etmekte, ama açıkçası çok keyif aldığımı söyleyemem. Oğlum ve eşimi zaten tüm gün göremiyorum, bir de hafta da bir gün bile olsa bu vesile ile 3 saat daha az görüyor olmamdan sebep, çalışmalara ayaklarım hep geri geri gidiyor. Tüm bu isteksizliğimin yanına bir de aynı zamanda hem mimar hem genel müdür ve hem de astrolog olan muhlis mizaçlı bayanın çalışmalara son zamanlarda katılmıyor olması, çalışmaların oldukça sönük ve barış dolu bir ortamda geçmesine sebep oluyor ki bu da alışılagelmiş bir durum olmadığından ben de gereksiz bir gerginlik yaratıyor ve dikkatimi derslere veremememe neden oluyor.

Diğer bir sıkıntı yaratan ve beni geren bir konu ise ödevler. Sürekli belirli sınırlar dahilinde yazılar yazmamız isteniyor. Tamam, ben yazmayı zaten çok seviyorum ve zaten sırf bu nedenle bu kursa katılırdım ama durum ödev adı altında istenince, okul yıllarından kalma isyankarlığım ön plana çıkıyor ve yazamıyorum. Şaka değil, istek olmayınca ne yazacak tek bir kelime ne de bunu gerçekleştirebileceğim bir zaman aralığı bulabiliyorum. Dahası ve kötüsü yapmadığım her ödev için yaşıma yakışmayan mazeretler uydurmak zorunda kalıyorum. Sakın ödevlerin okunduğunu ve bize eksik yanlarımızın söylendiğini de düşünmeyin çünkü öyle bir durum yok. Bir kaç kez bu isteği sınıfın çok konuşan elit tabakası dilek belki de rica tadında dile getirdi ama hocamız herkes zaman içerisinde kendi hatalarını fark edecektir, benim okuyup sizleri yönlendirmeme ve düzeltmeme gerek yok ifadeleriyle başarılı bir şekilde bu rica ve dilekleri savuşturdu. 

İlk ders ödevimiz kendimizi tanıtmamızdı. İkinci hafta ödevimiz ise aşağıda sizlere de sunmuş olduğum ipuçlarından hareketle iki sayfalık bir hikaye yazmaktı. İlk derslerin verdiği coşku, motivasyon ve şevkle ben bu iki ödevi de başarılı bir şekilde yaptım. Burada ki başarı kıstasım içerik kesinlikle değil, daha çok ödevi yapmış olmamla ilgili. Zaten bu yaptığım son ödev oldu. Kendimi sizlere zaten daha önceleri tanıtmış olduğumdan o ödevimi hiç yayınlamıyorum. Belki merak etmiş olabilirsiniz diye aşağıda sizlere bu ödevimi sunuyorum. Baştan belirtmeliyim ki içerik derslerdeki karamsarlık ve gerginliğimden sebep çok renkli değildir. Başkaları belki bu ipuçlarından çok daha farklı, renkli ve belki de eğlenceli hikayeler üretmiş olabilirler ama bunu asla bilemeyeceğiz zira hikayeler hakkında teslim sonrası tek kelime edilmiyor, ettirilmiyor. İşte böylesi özgürlükçü, böylesi açık bir kursa katılmış olmanın tarifsiz mutluluğunu ve huzurunu sürüyorum. Mutlaka sinirlendiğim insanlara tavsiye etmeliyim. 

İPUÇLARI
* Genç bir bayan, yaşlı bir adamla erken bir saatte, bir kır kahvesinde, çiçeklerin açıp, kuşların şakıdığı bir mevsimde muhabbet ediyor
* Yaşlı adam çok kederli ve Beni Öp diye mırıldanıyor.

ÖP BENİ

Bir sigara yalnızca bir sigara daha, tüm ihtiyacım olan işte bu” diye düşündü ve karşısındakine nezaketen bile sorma ihtiyacı duymadan artık titremeye başlamış elleriyle paketten zor da olsa bir sigara çıkarıp yaktı. Derin bir nefes çekti ve ağır ağır sanki içindeki tüm dertleri, biriktirdiği tüm zehiri dışarı atar gibi dumanı dışarıya doğru üfledi. Karşısındaki ile göz göze gelmekten kaçınıyordu. Her ikisi de biliyordu ki gözler birbirini bulduğunda içine akıttığı damlalar sel olup artık içine sığmaz hale gelip dışarı akmaya başlayacaklardı.

“O bambaşka biriydi. O kadar farklı, o kadar özel, o kadar kendine özgü biriydi ki, sanki bu kirli dünyaya ait değil, sanki farklı çok daha güzel bir yerlere aitti “dedi zorlanaraktan. Derin bir nefes sonrası artık çatallanmış olan sesi tekrar duyuldu:

“Çıkmadan elinde mantosu, kapıda durmuş, bana bakmıştı. Yaşlı gözleriyle gülümsemeye çalışmış ve sanki gitme kal dememi beklemişti. Karım benim, öylece durmuş beni beklemişti. Ben ise başıma gelecekleri biliyor ama içkinin verdiği cesaret ve aptallıktan sessizliği tercih ediyordum. Gururumun son olarak öne geçtiği bir andı ve zafer anlarım yalnızca saniyeler sürecekti. Kapının kapanma sesi ne kadar acı verebilir hiç bilir misin? Yıllarca o kapanma sesini duydum zihnimde. Her kapanış tekrar tekrar kanattı kalbimi hem de yıllarca”. İçi yeterince dolmuş ve sular dışarı akmaya başlamıştı. Bir kere başladı mı insanın bu akan damlaları durdurması çok zordur. Yaşlı adam ise artık buna çaba harcamaktan çok uzaklarda, bir tanecik karısıyla beraberdi yeniden. Bazı yaşananların sorumluluğunu almak her zaman kolay olmuyordu. Yenilmişti. İlk ve son defa yenilmişti.

“En zoru ilk akşamdır bilir misin?” diye yaşlı gözlerle ona bakan gözlerin tam içine bakıp konuşmasına devam etti. Kokusu hala yataktadır. Gidip yatarsın ve aniden kokusunu duyarsın. Sıçrayarak kalkarsın yataktan. Ağlamaya, çılgınca ağlamaya başlarsın. Yaşama sebebin bizzat senin elinden alınmıştır artık. İçin acır, üşümeye başlarsın. Ana rahminde olduğu gibi uzanırsın yatağa kokudan uzak ücra bir noktaya ama gelir yine de bulur o koku seni. Hıçkırıkların kesilmiştir ama yaşlar akmaya devam eder yatağa ta ki için boşalana, yaşların kuruyana, ruhun seni terk edene kadar. Uykun kaçıyor, yağmur yağıyor ya da düğmen kopuyor diye ağlama krizlerine yakalanırsın. İçindeki burukluk ve hüzün artık en yakın arkadaşların olurlar. Bitmesi için her gün dua ettiğin kabusun kaderin olmuştur artık.

Hayat çok hızlı geçmeye başlar, çok hızlı ve dümdüz. Bu seni çok rahatsız etmeye başlar ama elinden artık hiçbir şey gelmez. Birden nasıl olduğunu bile anlamadan kokusunu hatırlarsın.  İnsan kokuyu hatırlar mı?” diye sorduğunda artık hıçkırıkları ile dışarıdaki baharı kışa çevirmeye başlamıştı bile.

“Sürekli olarak aklına gülümsemesi gelir, ne kadar da güzel gülerdi. Ne kadar üzüntülü de olsan karşılık verirdin o gülümsemeye, kim vermeyebilirdi ki. Gözünün tam içine bakardı ve gülerdi tüm içtenliği ile. Sana bu şekilde kaç kere gülmüştü acaba diye düşünmeden edemezsin. Evin her bir köşesinde onun gülüşü varken eve de giremezsin, en azından ayıkken giremezsin. Kaç şişe devirdiğimi bir zamanlar sayardım, artık onu da bıraktım” dedi gülerekten.  “Ben onu çok özlüyorum. Hani uyanık olup da aslında uyuduğun ya da uykuda olup da aslında uyanık olduğun anlar vardır ya onun gidişi sonrası işte ben öylesi bir andayım. Ne ölüyüm ne de canlı, arafta sıkışmış kalmışım gibi. Sanki asit kullanmış gibi insanlar garip şekillere giriyor karşımda ve sesler yüz binlerce ses kafamda. Şunu yap, bunu yap, arama, ara, mesaj çek, mesaj çekme, ne yapıyor, ne yapmıyor... Sürekli konuşmalar ve tüm bu karmaşada ben sanki korunmuş gibi içinde ama uzaktayım tüm olanların, yaşananların. Yani belki de artık Japonya’daki  kelebeğin kanat çırpışının etkisi altına girmeyecek bir alandayım ama tek bildiğim mutsuz olduğum. Hep aklımda bir keşkem var. Ne yapsan silemediğim bir motta kafamda. Onunla ne zaman kavga etsek, tartışsak kavgalarımızı bitiren iki kelimelik bir emir kipi kullanırdık: Beni öp. Hep de işe yarardı dedi gülerekten. O akşam kapıyı açtığı zaman hep dilimin ucundaydı bu emir. Beni öp diye bağıracaktım ve o gelip beni öpecek ve biz yine biz olacaktık”. Cebinden çıkardığı mendil ile burnunu ve gözyaşlarını sildi. Birden karşısındakini hatırlayıp tüm dışa vurumundan belki de utanıp silik ve sessiz bir şekilde özür diledi. Sonra yine zorlukla bir sigara daha çıkarıp dudaklarına götürdü. Yakmadan içinden alev alev gelen duygularını söze dönüştürdü:

"Diyemedim biliyor musun? Emir kipini kullanamadım, beni öp diyemedim. Mucizeyi gerçekleştiremedim. Kapı kapandı, sesi kulaklarıma erişti. Koş git peşinden yakala ve sarıl, sarıl ve bir daha asla bırakma dedim kendime. İstedim hem de çok istedim ama beynimden gelen bu emri ayaklarım uygulamaya sokmadı, sokamadı. Oysaki biliyorum merdivenlerde yakalayabilir, kaldığımız yerden devam edebilirdik annenle ama olmadı işte. Bana giderken ki gülüşünde aslında bu bekleyiş vardı ama olmadı”.

Yaşlı adamın kızına ilk açılışıydı bu. Bir bahar gününün ilk saatlerinde, bir kaç emeklinin gelip çay içtikleri bu çay bahçesinde yaşlı adam ilk defa içinden geçenleri haykırmıştı. Biricik karısının özlemi içine girerken sıkıntıları, yıllarca biriktirdiği söylemedikleri, pişmanlıkları dışarı çıkmıştı. “O nasıl?” diye sordu göz göze gelmemeye çalışaraktan. Bu soruyu sormaya hiç hakkı yokmuş gibi hissediyordu.

“İyi, çok iyi. Bana hep ne der biliyor musun? ‘Gururunu dipsiz bir kuyuya at, bırak düşmeye hep devam etsin. Onunla işin hiç ama hiç olmasın’. Her sabah uyandığında hayatı sevmeyi, mutlu olmayı seçiyor.’Ben kendi kaderimin efendisi, kendi ruhumun kaptanıyım’ derken o kadar güçlü görünür ki onunla gurur duyarsın. Sunulan nimetlerden ve sahip olduklarından mutlu olmaya çalışıp, her gün evrene bunlar için teşekkürlerini sunar. Annem gerçekten de muhteşem bir kadındır baba, gerçekten de o bambaşkadır.

Baba, artık kendini affet. Hayatı nasıl yaşarsan, hayat da sana onu veriyor. Annem hayatı mutlu, huzurlu ve kendisiyle barışık yaşıyor. Seni sevmekten ise hiç vazgeçmedi. Biliyorum onun hala dualarının en başındasın. Sen onu değil ama o seni hak ediyor. Artık eve gidelim mi?”

*

Güzel bir gülüş, karanlık bir eve giren güneş ışığına benzer derler. Yaşlı kadının evine hiç bu kadar güneş ışığı aynı andan girmemişti.

0 yorum:

Yorum Gönder