Bu Blogda Ara

10 Kasım 2010 Çarşamba

Ben kendi kaderimin efendisi ve kendi ruhumun kaptanıyım ...

 
Bu sayfalarda kendimi tanımlarken bana göre çok önemli bir cümle yazmıştım; Mutlu, şanslı, ve sahip olduklarımın tadını çıkaran bir adamım.  Hayatta tutunduğum belki de en önemli dallardan bir tanesi sahip olduklarımın değerini bilmek ve elimdekilerle mutlu olmaya çalışmak olmuştur. Peki bunu her zaman gerçekleştirebiliyor muyum, belki hayır ama en azından deniyorum. Bunun dışında başka denemelerim de var. Mesela gururumu bırakmayı deniyorum son zamanlarda. Sabır verilmez hak edilir derler. Ben sabırlı olmayı da öğrenmeye çalışıyorum bu sıralarda. Sunulan nimetlerden ve sahip olduklarımdan mutlu olmaya da çalışıyorum ve hergün bunlar için teşekkürlerimi sunuyorum evrenin mimarına.

Başka bir ifade ile ben her sabah uyandığımda hayatı sevmeyi, mutlu olmayı seçiyorum. Bunu yaparken de Mandela’nın motta’sını kullanıyorum:” ben kendi kaderimin efendisi, kendi ruhumun kaptanıyım”.

Ben içsel yolculuklarım için dibe vurmayı beklemiyorum. Zorunda kalarak bir savunma psikozu ile değil ama bilinçli bir seçim bir tercih olarak bu yolculukları gerçekleştirmeğe çalışıyorum. Ulaşılacak yer, ya da hedef de önemli değil benim için, yolculuğun zaten kendisi yeterince heyecan verici. Amaç ise aslında belli. Mümkün olduğu kadar egolardan kurtulabilmek ve böylelikle de korkularımızdan. Derinliklerde sakladığımız ve sevgiyi engel olan korkularımızdan. Bir nevi yapılan yolculuk korkularımızın sevgiye dönüştüğü bir sistem. Anahtar kelime ise bu dönüşümde affetmek. Kendimizi ve geçmişimizi affetmek. Derinlere itmiş olduğumuz, sanki hiç yokmuşlar gibi yaşamaya devam ettiğimiz ve içinde öfke ve kin barındıran tüm olayları, tüm yaşanmışlıkları sevgiye dönüştürebilmek için affetmek.

Her defasında “Neden ben” yerine “Ne öğrenebilirim” sorabilmek kendimize. Sübjektiflikten bir parça yukarı yükselmek ve resimin bütününü görebilemek, bize öğrettiklerini yakalayabilmek ve her defasında itilmiş, unutulmaya çalışmış bir korku ile yüzleşebilmek.

Suçlama, beğenilme isteği, aldatılma, aldatma, parasızlık, aşağılanma, yalnız kalma... Korkuların nedenini bulma yerine bunları yok sayma ve suçu hep başkalarında arama, bu korkuları hep üzerimize çekmekte. Evren bu korkuların çok daha ağırlarını yaşatmakta bizlere her defasında. Ne ekersen onu biçersindir bu gerçek. Ya da başka bir ifade ile hayatı nasıl yaşarsan, hayat da sana onu verir gerçeğidir.

Bu sabah güne çok komik bulduğum bir fıkra ile merhaba dedim. İşin ilginci komik olduğu kadar da düşündürücü olması idi. Tüm yukarıda yazdıklarımı yazmaya karar vermemde bu fıkrayı okumam sonrasında oluştu. Amacım bu sayfalarda fıkralar paylaşmak değil ama bu fıkrayı da yalnızca bir fıkra olarak göremedim ve bu nedenle de sizlerle paylaşmaya karar verdim. Umarım beğenirsiniz.

Dilerim kendi kaderlerinizin efendisi ve kendi ruhlarınızın kaptanları olarak korku ve egolardan kurtulma yolculuğunuzda keyif alarak ilerlersiniz. Dilerim öyle olur ...


Frank diye biri...
Daha sokağa adımını atar atmaz boş bir taksi bulmayı başardı.

Taksiye bindiğinde, şoför: "Mükemmel zamanlama, aynı Frank gibisin." dedi.

"Kim?" diye sordu.

"Frank Feldman. O her şeyi tam zamanında yapan bir adamdı.
Sokağa çıkar çıkmaz hemen taksi bulman gibi şeyleri, Frank Feldman her seferinde başarırdı."

Yolcu: "Bazen herkesin başının üzerinde şans bulutları dolaşır." dedi..

Şoför: "Hayır, Frank Feldman'ın durumu öyle değil. O her yönden süper bir adamdı. Katılsaydı teniste Grand Slam'ı kazanırdı. Golf profesyoneliydi. Bir bariton gibi şarkı söyler, bir Broadway sanatçısı gibi dans ederdi. Piyano çalışını duymalıydın. Muhteşem bir adamdı."

Yolcu; "Kulağa gerçekten özel biriymiş gibi geliyor." dedi.

Şoför: "Dahası var. Hafızası bilgisayar gibiydi. Herkesin doğum
gününü hatırlardı. Şarap hakkında her şeyi, hangi şarapla ne ısmarlayacağını, hangi etin en uygun olacağını bilirdi. Her şeyi tamir edebilirdi. Benim gibi değil. Ben bir sigorta değiştirmeye kalksam, bütün sokağın elektriği gider..."

Yolcu; "Vay be!" dedi, "Önemli biri yani."

Şoför: "Frank, her zaman en çabuk gidilecek yolları bilir,
tıkanıklıklara takılmaz. Benim gibi değil. Ben her zaman trafikte
takılırım. Frank, hayatında bir tek hata yapmamıştır. Kadınlara nasıl davranılması gerektiğini, bir kadına kendisini iyi hissettirmeyi bilir. Kadın haksız bile olsa, bir kere bile cevap vermezdi. Giyimine de her zaman özen gösterirdi. Ayakkabıları hep parlardı. Mükemmel bir insandı. Bir tek hata bile yapmamıştır. Hiç kimse onunla karşılaştırılamaz."

Yolcu: "Muhteşem birine benziyor. Nasıl tanıştın onunla?" diye sordu.

"Frank'la aslında hiç tanışmadım. O ölmüş, ben onun kahrolası
dul karısıyla evlendim."

0 yorum:

Yorum Gönder