Avrupa Avrupa
duy sesimiziiii ...1
Hemen konuya belki de
balıklama bir şekilde girmek gerekirse gelecek on yıl açısından Avrupa’nın
ikilemini iki sorun oluşturuyor: Birincisi bir önceki yazıda olası tehlikesinden
bahsettiğimiz yeniden doğan Rusya’yla Avrupa’nın ne tür bir ilişki içinde
olacağının belirgin hale getirilmesi. İkincisi Avrupa’nın en dinamik ekonomisi
olan Almanya’nın hangi rolü oynayacağının belirlenmesi. Gelin yavaş yavaş
incelemeye başlayalım.
Rusya’nın paradoksu
–zayıf ekonomi ve büyük askeri güç- ortadan kalkmayacak, Almanya’nın dinamizmi
de öyle. Geriye kalan Avrupa devletleri bu iki güçle ilişkilerini birbirleriyle
olan ilişkilerin ön koşulu olarak belirlemeliler. Bu sürecin sıkıntısı gelecek
on yılda farklı bir Avrupa’nın doğmasına neden olacak ve birleşik Devletler
için büyük bir zorluk ortaya koyacak.Geçen yazıda da belirtmiş olduğum gibi
bu tehlikeli yakınlaşma tüm dünya için bir zorluk ve hatta tehlike olur. İşin
kötüsü olmazsa kabadayı rejiminin devam edeceği ama olur ise savaşın patlak
verebileceği gerçeği. Kötünün iyisini tercih etmek gerekir diye
düşünüyorum.
Önce tabii ki biraz
tarih ... Her iki dünya savaşı
da tekbir senaryoya göre başlatıldı: Almanya, coğrafi konumu yüzünden güvensiz
olduğu için şimşek hızıyla Fransa’ya saldırdı. İki olayda da amaç Fransa’yı
çabucak yenmek, sonra Rusya’yla ilgilenmekti. 1914’te Almanya Fransa’yı hızlı
bir şekilde yenmeyi başaramadı, birlikleri siperlere indi ve çatışma uzatılmış
bir savaşa döndü. Almanlar hem doğuda hem de batıda kendilerini Fransa, Britanya
ve Rusya’yla aynı anda savaşırken buldu. Bolşevik İhtilali’nin Rusya’yı savaştan
çıkartıp Almanya’yı kurtaracak gibi görünmesiyle ABD Avrupa’ya birliklerini
gönderdi ve Almanya’nın emellerine ulaşmasını engelleyerek dünya sahnesinde ilk
büyük rolünü oynadı. Yalnız burada dikkat çekici unsur, Almanya’nın gözü
karalığı ve kaç devlete birden kafa tutabilecek gücü ve cesareti. Bundan sonraki
dönemler için beni bu özellikler korkutmaya yetiyor da artıyor
açıkçası.
1940’ta Almanya
Fransa’yı işgal etmeyi başardı ama yine de Sovyetler Birliği’ni yenemeyeceğini
keşfetti. Bunun bir nedeni ABD’nin dramatik çıkışının ikinci perdesiydi. ABD, üç
yıl sonra Fransa’ya yapılan İngiliz-Amerikan işgalinin Almanya’nın çeyrek asırda
ikinci kez yok edilmesine yardım ettiğini görünceye kadar Sovyetler’i savaşta
tutacak yardımlar sağladı. Almanya bölünmüş ve muzafferler tarafından ele
geçirilmişti. Ne diyebilirim ki imparatorluk sanatını iyi kavramış ve ona
göre stratejilerini iyi uygulamışlar.
Almanya fiziksel
olarak harap olmuştu ama hareketleri çok daha önemli bir şeyin yok olmasıyla
sonuçlandı. 500 yıl boyunca, Avrupa dünyaya egemen olmuştu. Ağustos 1914’te
başlayan kendini yok etme dalgasına kadar Avrupa, Asya ve Afrika’nın birçok
bölgesini doğrudan kontrol ediyordu ve dolaylı olarak gezegenin geri kalanına
hükmediyordu. Belçika ve Hollanda gibi küçük ülkeler,Kongo veya bugünkü
Endonezya kadar geniş alanları kontrol altında tutabiliyorlardı. Afrika’da
yaşanan katliamlardan sonrası kendi pisliklerine bakmadan bize laf etmeleri de
ayrı bir utanç olsa gerek onlar için ama tabii anlayana ...
Avrupa dünya
imparatorluğunun merkezi olmaktan çıkıp üçüncü bir dünya savaşının potansiyel
savaş alanı olmaya geçti. Güvenli bölgeleri artık tehlikeli bir
bölge.
Gelecek on yılda
oynanacak oyunlar için sahneyi iki olay hazırladı. İlki on dokuzuncu yüzyıldaki
birleşmesinden beri hep savaşları tetiklemiş olan Almanya’nın Avrupa’daki rolü
sorunuydu. İkincisi Avrupa’nın gücünün azalmasıydı. 1960’ların sonuna geldiğinde
Sovyetler Birliği dışında hiçbir Avrupa ülkesi gerçek anlamda küresel değildi.
Diğerleri, ortak güçleri ABD ve Sovyetler Birliği’nin gücü altında ezilen
bölgesel güçlere indirgenmişti.
Tüm Avrupa için
entegrasyon, bir yanda Rus tehdidi öte yanda Birleşik Devletler’in yaptığı baskı
yüzünden kaçınılmaz bir sonuçtu. Gelecek on yılın kilit konularından biri
ABD’nin Avrupa’nın birleşmesini aynı şekilde görmeye devam edip
etmeyeceği.
1992’de Maastricht
(Maastricht, Hollanda-Almanya sınırında bulunan kesinlikle görülmesi gereken
bir küçük şehir – sokakta kışın satılan sıcak kırmızı şarap şiddetle tavsiye
edilir) Antlaşması Avrupa Birliği’ni resmen oluşturdu ama bu mefhum aslında
eski bir Avrupa rüyasıydı. Geçmişi 1950 başlarına, liderlerinin o zamanlar bile
varlığından Avrupa federasyonunun temeli olarak bahsettikleri dar bir odak alanı
olan Avrupa Çelik ve Kömür Birliği’ne kadar gidiyor.
Avrupa Birliği
fikrinin Soğuk Savaş’ta gelişmesi ve Soğuk Savaş’ın amacına cevap olarak ortaya
çıkması rastlantısal ama son derece önemli.
Avrupa Birliği’nin
iki amaca hizmet etmesi planlanıyordu. İlki, Almanya’yı Fransa’yla bir araya
getirip Almanya sorununu çözmek ve savaş tehdidini azaltmak için Batı Avrupa’nın
sınırlı bir federasyona katılmasıydı. İkincisi Doğu Avrupa’nın Avrupa
topluluğuna tekrar girişin sağlamak için bir araç oluşturmaktı.
ABD aynı dili konuşan
ama diğer konularda son derece farklı olan bağımsız ülkelerin yarattığı bir
federasyondu.
Avrupa Birliği’ndeyse
konfederasyon modeli tam tersine hala yerinde duruyor ve her ulus devletin
egemenliği kendisinde. En temel öncelikler düzeyinde bile Avrupa Birliği otorite
iddialarına ve fedakarlık talep etme hakkına ciddi sınırlar koyuyor. Bu birlik
yine de ilginç çünkü bütün Avrupa onun parçası değil. Bazı üyeleri aynı para
birimini paylaşıyor; diğerleri paylaşamıyor. Birleşik savunma politikası
olmadığı gibi, Avrupa ordusu da yok. Dahası, her devletin kendi tarihi, eşsiz
kimliği var ve fedakarlık fikrine karşı bireysel yaklaşımları var.
Yani özetle hiçbir
şekilde Avrupa Birliği’nin ideallerini korumak için savaşıp ölmeyi teşvik edecek
bir temel veya ilham verici bir söylem yok.
Önümüzdeki on yıla
bakarsak Almanya’yı engellemek için kurulan hassas dengenin Almanya istediğinden
değil, şartla öyle gerektirdiği için dağıldığını görürüz.
Ayrışma 2008 krizinde
başladı. 2008 ekonomik krizi vurunca Almanya da başkaları gibi hasar gördü ama
ekonomisi şoka dayanacak kadar güçlüydü. İlk yıkım dalgası en şiddetli olarak
Sovyet egemenliğinden yeni çıkmış Doğu Avrupa’da hissedildi. O ülkelerin çoğunun
bankacılık sistemi Batı Avrupa’da hissedildi. O ülkelerin çoğunun bankacılık
sistemi Batı Avrupa ülkelerinde kurulmuş veya bu ülkeler tarafından, özellikle
Avusturya, İsveç, İtalya ve aynı zamanda bazı Alman bankalarınca satın
alınmıştı. Çek Cumhuriyeti’nde bankacılık sistemi yüzde 96 oranında diğer Avrupa
ülkelerine aitti. Avrupa Birliği’nin bu ülkelerin çoğunu kabul ettiği
düşünülürse –Çek Cumhuriyeti, Polonya, Slovakya, Macaristan, Romanya,
Bulgaristan ayrıca Baltık ulus devletleri olan Letonya, Litvanya ve Estonya-
bundan rahatsızlık duyulması için bir neden yok gibiydi. Ama Avrupa Birliği’nin
parçası oldukları halde, bu Doğu Avrupa ülkelerinin kendi para birimleri vardı.
Bu para birimlerinin değeri sadece avrodan düşük değildi, aynı zamanda faiz
oranları da daha yüksekti.
Kendi finans
sistemini kontrol etmeyen bir ülke egemenliğini kaybetme yolunda büyük yol kat
etmiş demektir. Bu, Avrupa Birliği’nin gelecekteki sorununa işaret ediyor.
Almanya gibi daha güçlü ülkeler ekonomik kriz sırasında egemenliklerini koruyup
güçlendirdiler, daha zayıf devletler egemenliklerinin azaldığını gördüler.
Gelecek on yılda bu dengesizliğe çözüm bulunması gerekecek.
2008 krizindeki bu
fikir ayrılığı Avrupa’nın tek bir ülke olmaktan ne kadar uzak olduğunu gerçeğine
dikkatleri çekti. Eğer Almanya kurtarma operasyonu isteseydi Avrupa buna
uyardı.
1993’teki
kuruluşundan 2008’e kadar Avrupa Birliği, emsalsiz bir refahın tadını çıkarttı
ve bu refah tamamen çözümlenmemiş sorunları bir süreliğine bastırdı. Politik bir
birliğin ölçüsü rekabeti ele alış tarzına bağlıdır.
2008 kriziyle beraber
bütün halledilmemiş sorunlar ve onlarla beraber federasyonun yok etmeye
niyetlendiği milliyetçilik ortaya çıktı. Almanların büyük çoğunluğu Yunanistan’a
yardıma karşı çıktı. Yunanlıların çoğunluğu AB şartlarına boyun eğmektense iflas
etmeyi tercih etti ki bunları Almanya’nın şartları olarak
görüyorlardı.
Peki önümüzdeki 10
yılda Avrupa’da neler olacak, neler yaşanacak? Birlik dağılacak mı? Yoksa çoktan
dağıldı da yalnızca ismi mi kaldı? Almanya – Fransa dikleşmesi/zıtlaşması olacak
mı? Kim kazançlı çıkacak? Tüm bunlara karşı denge de denge diye tutturan
Birleşik Devletler neler yapacak?Bizim bu ortamdaki yerimiz neresi ve ne olacak?
Çok klişe olacak ama
hepsinin ve daha fazlasının cevabını bir sonraki yazıda bulmaya
çalışacağız.
Beklerim efendim
...
0 yorum:
Yorum Gönder