Bu Blogda Ara

26 Ağustos 2011 Cuma

Tasarlanmış bir imparatorluk: Amerika Birleşik Devletleri 4


Ortadoğu – Cadı kazanı 2

Bir önceki yazıyı İran’a karşı bir güç dengesinin nasıl kurulacağının sorusunu sormuş ve bu yazıda buna cevap arayacağımızı söyleyerek tamamlamıştık yazımızı. ABD’nin bölgedeki stratejik hedeflerine ulaşması için Irak’taki askeri varlığını (çoktan 50.000’e kadar azaltıldı) kullanmadan ve bölgeye yayılmış askeri varlığını artırmadan İran’a karşı dengeyi sağlayacak bir yol bulması gerekiyor.
Cevap aslında çoook önceden bilinen bir yolun tekrar uygulanmasından geçiyor. Friedman, ülkesinin bölgede denge oluşturmasının yol haritasını İngilizlerin uyguladığı tarihsel stratejiden hareketle kitabında ayrıntılı bir şekilde yine çizmekte. İkiyüzlü ama etkili bir yol: Düşmanın kaynaklarını, ABD üstünden bir komşusuna yönlendirmek.

İran’ın nükleer tesislerine saldırılmasına vereceği cevap, dünyada deniz yoluyla taşınan petrolün yaklaşık yüzde 45’inin dar bir kanaldan geçtiği Hürmüz Boğazı’nı bloke etmeyi denemek oldurdu. İran’ın gemileri vuracak füzeleri ve daha da önemlisi mayınları var. Eğer İran boğazı mayınlamayı başarır ve ABD burayı yeterince güvenilir şekilde temizleyemezse o dağıtım hattı kapatılabilir. Bu, petrol fiyatlarının çarpıcı şekilde yükselmesine ve küresel ekonomideki iyileşmenin kesinlikle durmasına neden olur. Başka bir ifadeyle sanılanın aksine İran’ın kozu daha çok ekonomik boyutta.

Tam bu noktaya dikkat. Eğer yazdıkları yani çıkarımları gerçekleşirse yazar abiyi çok takdir edeceğim. Gelecek on yılda, İran’la ilgili en çok arzulanan seçenek şu an için düşünülemez gibi görünen bir hamleyle gelecek. Aklıma hemen daha önce yazmış olduğum Lord Palmerston’ın sözü geliyor: “Şu veya bu ülkeyi İngiltere’nin sonsuz müttefiki veya ebedi düşmanı diye nitelendirmek sığ bir politika. Sonsuz müttefikimiz veya ebedi düşmanımız yok. Çıkarlarımız sonsuz ve ebedi ve bizim görevimiz bu çıkarları gözetmek.”

Evet doğru tahmin ettiniz: Bu hamle, imkansız gibi görünen stratejik durumlarda Roosevelt ve Nixon’ın seçtikleri yolla aynı: Daha önce stratejik ve ahlaki tehdidi olarak algılanan ülkelerle ittifak yapmak. Roosevelt Stalin’in Rusyası ile ABD’yi müttefik yaptı ve Nixon Mao’cu Çin’le ittifak kurdu, her ikisi de daha tehlikeli görünen üçüncü bir gücü bloke etmek içindi.

Bölgedeki şartlar bugün ABD’yi İran’a karşı aynı duruma soktu. Bu ülkeler birbirinden nefret ediyor. Ancak hiçbiri diğerini kolayca yok edemez ve doğruyu söylemek gerekirse bazı ortak çıkarlara sahipler. Basitçe anlatmak gerekirse Amerikan başkanı stratejik hedeflerine ulaşmak için elini İran’a uzatmak zorunda.

Eğer ABD Irak’ta uzun vadeli bulunan muazzam bir kara birliği yatırımı yapmak istemiyorsa ki bunu açıkça istemiyor, bölgedeki sorunlarının bariz çözümü İran’la uzlaşmak. Gelde bu duruma gülme.

Tabii sinsilikler ne yazık ki devam ediyor ve malesef bu sinsi planın içerisine sokulmak istenen ülke de evet evet biziz. ABD ile yapacağı bir ittifak Araplarla ilişkilerde İran’a geçici olarak üstünlük verir ama birkaç sene içinde ABD’nin ortaya yeni bir güç dengesi sürmesi gerekir. İsrail İran’ın karşı dengesi olmak için çok uzak ve çok küçük. Arap Yarımadası fazla dağınık ve ABD’nin silahlarını artırması için yapacağı teşvikin ikiyüzlülüğü alternatif bir karşı ağırlık olmak için fazla belirgin. Daha gerçekçi bir alternatif, Rusya’yı İran sınırına doğru etkisini artırması için teşvik etmek. Bu zaten olabilir ama göreceğimiz gibi başka yerlerde büyük sorunlar yaratır.

İran için muhtemel karşı denge oluşturabilecek ve bölgede uzun vadeli güç olmayı başarabilecek tek ülke Türkiye. Gelecek on yıl içinde, ABD her ne yaparsa yapsın bu mertebeye ulaşacak. Türkiye dünyanın en büyük on yedinci ekonomisine sahip ve Orta Doğu’daki en büyük ekonomi. Bölgenin -Ruslar ve belki İngilizler hariç- ve büyük ihtimalle Avrupa’nın en güçlü ordusuna sahip. Müslüman dünyasındaki çoğu ülke gibi onlar da şu anda kendi sınırları içinde laiklikle İslamcılık arasında bölünmüş durumdalar ama mücadeleleri Müslüman dünyasını diğer ülkelerinde yaşananlara göre çok daha sınırlı.

İran’ın Arap Yarımadası’na egemen olması Türkiye’nin çıkarlarına uymaz çünkü bölge petrolüne karşı onun da iştahı kabarmış durumda (dışarıdan öyle mi görünüyor bilemiyorum ama biz Yurt’da sulh, cihan’da sulh gibi barış ruhu içindeki bir ülke olarak, bu yazılanlara inanasım gelmiyor), bu onun Rus petrolüne olan bağımlılığını azaltacak. Ayrıca Türkiye İran’ın kendisinden daha güçlü olmasını istemiyor. İran’ın küçük bir Kürt nüfusu varken, Güneydoğu Türkiye çok fazla sayıda Kürt’ün yaşadığı bir yer; bu da İran’ın sömürebileceği bir gerçek. Bölgesel ve küresel güçler Irak, Türkiye ve İran’a baskı yapması veya onların dengesini bozması için Kürtleri kullanıyorlardı. Bu eski bir oyun ve daima bir hassasiyet konusu. Eski ve malesefe hala çok güncel bir konu. Keşke artık kanatmasalarda kabuk bağlayabilse ...

Gelecek on yıl içinde İranlılar, Türkiye’yle başa çıkabilmek için önemli kaynaklar ayırmak zorunda kalacaklar. Bu arada Arap dünyası Şii İran’a karşı öne sürülecek bir şampiyon arayacak. Türk gücünün Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki tarihine rağmen, Sunni Türkiye yine de en iyi aday.

Gelecek on yılda, Birleşik Devletler, Türkiye’nin Amerikan çıkarlarına karşı düşmanca hisler beslememesini sağlamalı ve Arap dünyasına egemen olup onu bölmek için İran ve Türkiye’nin birlik oluşturmasına engel olmalı. Türkiye ve İran ABD’den ne kadar korkarlarsa bunun gerçekleşmesi o kadar muhtemel hale gelir. ABD’yle daha uzun vadeli işbirliğine açık olanlar Türkler ve Türkiye ABD için başka yerlerde de önemli olabilir; özellikle Rus niyetlerine karşı tampon görevi yaptıkları Balkanlar ve Kafkaslar’da. Etinden de sütünden de başka bir ifadeyle. Bu ne güzel dünya.

ABD İran’la anlaşmasının temel şartlarını koruduğu sürece İran, Türkiye için bir tehdit simgesi olacak. Türklerin eğilimi ne olursa olsun kendilerini korumaları gerekecek ve bunu yapmak için Arap Yarımadası’nda ve yarımadanın kuzeyinde bulunan Arap ülkelerinde -Irak, Suriye ve Lübnan- İran’ın gücünü azaltmak için çaba harcayacaklar. Bu işi sadece İran’ı sınırlamak için değil, güneylerindeki petrole ulaşımlarını düzenlemek için de -hem o petrole ihtiyaçları olduğundan hem de ondan kar etmek isteyecekleri için- yapacaklar.

Gelecek on yılda Türkiye ve İran yarışırken, İsrail ve Pakistan yerel güç dengeleri için endişelenecekler. Türkiye uzun süreçte İran tarafından durdurulamaz, Türkiye ekonomik açıdan çok daha dinamik bir ülke ve bu yüzden daha gelişmiş bir orduyu destekleyebilir. Daha da önemlisi, İran’ın coğrafi olarak sınırlı bölgesel seçenekleri varken Türkiye Kafkaslar’a, Balkanlar’a Orta Asya’ya ve en sonunda da Akdeniz’e ve Kuzey Afrika’ya uzanıyor; bu İranlıların mahrum kaldığı fırsatlar ve müttefikler yaratıyor. İran’ın eskiden beri önemli bir donanma gücü olmadı ve limanlarının yerleri yüzünden gelecekte de olamaz. Türkiye tam tersine Akdeniz’de sık sık egemen güç oldu ve yine öyle olacak. Gelecek on yıllık süreçte Türkiye’nin bölgede egemenliğe yükselişini görmeye başlayacağız. İşte bu Türklerin ayak sesleri ... 

Bu  yüzyılda Türkiye’nin çok önemli bir rol oynamadığını düşünmek mümkün değilse de gelecek on yılın hazırlık dönemi olacağını not etmeliyiz. Türkiye’nin iç sorunlarını aşması ve ekonomisini geliştirmesi gerekecek. Türkiye’nin şimdiye kadar sürdürdüğü temkinli dış politika devam edecek. ABD Türkiye’ye uzun vadeli  bakış açısıyla yaklaşmalı ve gelişimini engelleyici bir baskı uygulamamalı. Güçlü bir Türkiye, İran ve İsrail’in karşı dengesi olur ve Arap Yarımadası’nın istikrarını sağlar. Zamanı gelince Türkler İran’a meydan okuyacak, merkezi güç dengesi yeniden doğacak ve bölgeyi istikrara götürecektir. Bu da yeni bir bölgesel denge yaratacak ama bu on yılda değil.

Gelelim kardeş ve dost ülke cive Pakistan’a. Pakistan, Birleşik Devletler’in baskısı altında kalıp Afganistan’daki ABD güçlerine katılır ve El Kaide’yle savaşırsa, Hindistan’la aralarında var olan denge yıkılır ve Hindistan bölgede egemen güç olur. Allahım her yerde bir savaş her yerde bir denge. Paylaşamadılar bu kadar yeri. Afganistan’daki savaş kaçınılmaz olarak Pakistan’a sıçrayacaktır, bu da Pakistan devletini zayıflatıp iç çekişmelere neden olabilir. Bu kesin değil ama yine de görmezden gelinemeyecek kadar muhtemel.

Himalayalar’ın diğer tarafında sıkışmış olan Çinliler dışında belirgin bir düşmanı olmayan Hindistan, kaynaklarını kullanıp Hint Okyanusu havzasına hükmetmeye çalışabilir ve bunu yapmak için donanmasınan büyütmesi hiç şaşırtıcı olmaz. Muzaffer bir Hindistan ABD’nin en büyük arzusu olan dengeyi yok edebilir. Hindistan’la ilgili bu sorunsa terörizmden veya Afganistan’da devlet kurmaya kalkışmaktan daha önemli.

Bu yüzden gelecek on yılda bu bölgedeki  öncelikli Amerikan stratejisi güçlü ve tutarlı bir Pakistan’ın kurulmasına yardım etmek olmalıdır.

Elbette ABD için galip görünme yolu olmayacak ve Afgan savaşı muhtemelen Vietnam Savaşı gibi, üstünde pazarlık yapılmış bir barış anlaşmasının imzalanıp isyancı gücün (bu durumda Taliban) kontrolü almasına izin vererek sonuçlanacak. Daha güçlü bir Pakistan ordusunun Taliban’ı ezmek gibi bir amacı olmayacak ama onu kontrol etmeye razı olacaktır. İşter bir başka takip edilmesi gereken konu. Bekleyip göreceğiz. Ama şu andaki şartlar bu çıkarımı haklı kılar gibi görünüyor.

Başa dönüp toparlayacak olursak, teröre karşı küresel bir savaş sürdürürken sadece bakış açısını kaybetmekle kalmadı, Birleşik Devletler’in çeşitli alanlardaki stratejik çıkarlarını yönetmeyi de unuttu. Mesela İslam dünyasına kendini o kadar kaptırmıştı ki Rusya’nın tekrar yükselmesiyle ilgilenmek için konuya yeterince dikkat ve kaynak ayırmadı. Peki Rusya ile neler olacak? Rusya tekrar eski gücüne kavuşabilecek mi? Tek kutuptan çift hatta çok kutuplu bir dünyaya dönüşebilecek miyiz? Bir sonraki yazıda da Rusya odağında bu sorulara cevap arayacağız.

Birleşik Devletler gibi ülkelerde gerçek bir ulusal güvenlik imkansız ve bu, gelecek on yılda da imkansız kalmaya devam edecek. Sihirli çözümler yok. İslami terörü (terörün dininin olmadığını son olarak Norveç’te görmüş bulunmaktayız) yok etmek de aynı şekilde imkansız. Tehdidi azaltmak mümkün ama elde etmek istedikleri azalma ne kadar çoksa, bedeli de o kadar büyüktür. İmkanların sınırsız ama kaynakların sınırlı olduğu göz önüne alındığında, harcanan çaba ne olursa olsun ABD’ye terörist saldırıların devam edeceğini söylemek daha gerçekçi olur. 
Son sözle cadı kazanına artık bir son verelim: Gelecek on yılda bölgesel problemler konusunda Amerikan başkanının yüzleşmeye devam edeceği en büyük sorun bir yerde kendisinin kurduğu ve sonra yine kendisinin yıktığı güç dengesi konuları olacaktır. 

0 yorum:

Yorum Gönder