Bu Blogda Ara

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Tasarlanmış bir imparatorluk: Amerika Birleşik Devletleri 4


Ortadoğu – Cadı kazanı 1

Doğu Akdeniz ile Hindikus arasındaki bölge ABD politikasının odak noktasında yer almaya devam ediyor. Yazarımıza göre bölgede Birleşik Devletler’in üç ana çıkarı var: Bölgesel güç dengesini sürdürmek; petrol akışının kesilmemesini sağlamak ve bölgeyi merkez edinen ve ABD için tehdit oluşturan İslamcı grupları bastırmak. Birleşik Devletler bu hedeflerden herhangi birine doğru adım atarken diğer ikisini de göz önünde mutlaka bulundurmalı diye de dikkat çekmekte.

Buradaki üç bölgede güç dengesini sağlamakla ilgili bir zorluk da söz konusu. Üç bölge şunları kapsıyor: Araplar ve İsrailliler, Hintliler ve Pakistanlılar, Iraklılar ve İranlılar.

Günümüzde artık hani neredeyse kundaktaki çocuk bile, Amerikan çıkarlarının en başta gelenlerinden bir tanesinin Arap Yarımadası’nın ve Arap petrolünün korunması olduğunu bilir. Söz konusu petrol herhangi bir bölgesel gücün eline geçmesi gerekir. Tüm stratejide bunun üzerine kurulmuştur. ABD bölgede etki sahibi olduğu sürece, ki muhtemeldir ki bir 10 sene daha bu sürecektir, Arap petrolünün Suudi kraliyet ailesinin ve nispeten ABD’ye bağımlı diğer şeyhliklerin elinde bulunması hep tercih edilecek bir durum olacaktır. Başka bir ifadeyle bu stratejik öncelik devam edecektir.

Dikkat edecek olursanız, ABD petrol akışını korumak için Arabistan’ı işgal etmektense, imparatorluğun klasik stratejisini uyguladı; İran ve Irak arasındaki rekabeti kızıştırdı, onları birbirlerine düşürerek güçlerini dengeleyip etkisiz hale getirdi.

11 Eylül 2001’de Usame Bin Ladin Orta Doğu ve Güney Asya’nın jeopolitik gerçeğini yeniden tanımlamaya çalışırken mevcut durum buydu. Bin Ladin, New York ve Washington’a yaptığı saldırılarla insanlara acı çektirdi ama hareketinin en önemli etkisi bir Amerikan başkanına uzun zamandır süregelen başarılı bir stratejiyi terk ettirmesiydi. Gerçekte Bin Ladin bir Amerikan başkanının yemi yutmasını sağlamıştı.

Bin Ladin ve arkadaşlarının Amerikan operasyonlarına aşinalıkları vardı, bu hem 1991’de Çöl Fırtınası operasyonunun gözlemlemekten hem de 1980’de Rusya-Afganistan savaşında Amerikalılarla eğitim yapmaktan kaynaklanıyordu. Sonuç olarak, kim ne derse desin Taliban gerçek anlamda asla yenilmedi.

ABD’nin teröre karşı savaştaki bir sonraki hamlesi 2003’teki Irak saldırısıydı. Askeri harekatın sonucu, anında yeni bir stratejik gerçek yaratmak oldu. Suudi petrol yataklarından birkaç saatlik mesafeye ABD birlikleri yerleştirerek özellikle Suudi Arabistan’ın gözünü korkuttu.

ABD birlikleri Bağdat’a kolayca girdiler ama isyanların etkisiyle eli kolu bağlanmış hale düştüler ve Irak’ı dışarıya güç gönderecekleri bir üs olarak kullanmaya  odaklanmışken birden bütün birliklerini içeriye yönlendirmek zorunda kaldılar.

Bush stratejisi başarısız oldu çünkü daha başlangıçtaki önerme hatalıydı: Direniş vardı, hem de muazzam bir direniş. En büyük istihbarat başarısızlığı da kitle imha silahlarıyla ilgili değil, Saddam Hüseyin’in işgalle baş etme planının uzun süreden beri Iraklı direnişçilerden geçtiğinin anlaşılmamasıydı.

Başkanın yönetme yeteneğinin altını oyan başka hatalar vardı. İşgal için ikinci savunması demokratik bir Irak yaratma gereğiydi. Bu, Amerikan halkından destek bulmadı çünkü böyle bir çabayı lüzumlu görmüyorlardı. Bu ülke inşa etme motivasyonu aslında bir yalandı. Yazar sanırım eski başkanı pek tutmuyor.

Artık Irak etkili bir karşı ağırlık olmadığından İran’la güç dengesi tamamen bozuldu. Amerikan birliklerinin çekilmesi İran’ı bölgedeki egemen güç olarak bırakacak ve onu dengeleyip engelleyecek hiçbir yerel güç kalmayacak. Arap güçlerinin, İsrail’in ve Birleşik Devletler’in sinirini bozan bu ihtimal eğer uygun bir çözüm bulunmazsa hala yüksek bir ihtimal olarak hayatını sürdürmekte.

Hatırlayacak olursanız İranlılar Irak işgalini büyük bir memnuniyetle karşılamışlardı. Bu medeniyetinin tarih sahnesindeki yerleri unutulmamalı. Diplomasiyi ve stratejiyi bu kadar iyi bilmeseler bu kadar uzun süre tarihte yer alamazlardı. İranlılar ABD’nin Sünnileri tecrit eden ve Şiileri öne çıkartan bir hükümet yaratmasını ummuşlardı. ABD’nin bölgeden çekilmesinden sonra öyle bir hükümet İran’ın uydusu olurdu. Bundan iyisi Persliler için Şam’da kayısı olurdu ama o kadar da uzun boylu olmazdı, olmazdı.

Ama bütün bu faktörler Tahran hükümeti için tehlikeli bir durum yaratıyordu. İsyankar bir ülkeyi doğrudan kendisi yönetmek ile sorumluluğu İran ajanları ve taraftarlarının sızdığı bir hükümete devrettikten sonra çekilmek arasında sıkışan ABD, daha radikal bir olasılık düşünmek zorunda kaldı: İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ı ve Cumhurbaşkanlığının dayandığı rejimi yıkacak bir saldırı düzenlemek.

Dağlık sınırları içinde 70 milyon nüfusu olan İran, topoğrafya açısından tam bir kale. Arazi doğrudan bir işgali imkansız kıldığı için, Amerikalılar birçok kez eski Sovyetler Birliği’nde olduğu gibi hükümetleri devirecek ihtilaller yaratmayı denediler. Yıllar boyunca bu çabalar hep başarısız oldu.

İranlılar Amerika’nın nükleer fobisi üstüne oynayarak kendilerini Kuzey Kore imajına sokma çalışmalarını da içeren bir programla on yıldır nükleer teknoloji üstünde çalışıyorlardı. Ayrıca İran’ın önemli kozları vardı: Irak’ın ve bir dereceye kadar da Afganistan’ın istikrarını daha da bozmak gibi. İran ayrıca El Kaide’den daha becerikli bir örgüt olan Hizbullah’ı da salabilirdi. Ayrıca Hürmüz Boğazı’na mayın döşeyip Basra Körfezi’nden petrol akışını bloke edebilirdi. Artık Basra Körfezi’nde egemen olan tek yerel güç İran’dı ve bunun karşı dengesini sadece ABD oluşturabilirdi ama bu da Amerika’nın temel stratejik ilkelerini daha da ihlal ederdi. Dahası o bölgedeki dengesiz varlığı ABD’yi dünyanın başka yerlerinde zayıf bırakmıştı.

Başkan Obama’ya miras kalan bu jeopolitik sorun, kendisinin ve gelecek on yıldaki bütün başkanların bir çıkar yol bulup halletmesi gerekecek bir konu olarak kalacak gibi.

İran ve Irak arasındaki güç dengesi 2003 yılında ABD işgali Irak hükümetini ve ordusunu yok edinceye kadar sağlam kaldı. O zamandan beri İranlıları hizada tutan ana güç ABD oldu.

İşte tam bu noktada kitapta adımız geçmeye başladı. Tamam Birleşik Devletlerin çıkarlarını sağlayacak bir piyon gibi görünüyoruz ama yine de bölgede bu dengeyi sağlayacak tek güç gibi görünüyor olmamız hiç de fena sayılmaz hani. Türkiye geniş nüfusuyla yükselen ama etkisini Basra Körfezi’ne kadar yansıtamayan ve hala sınırlı olan bir güç. Kuzeyde İran ve Irak’a baskı yapılabilir ve dikkatlerini körfezden uzaklaştırabilir ama Arap petrol yataklarını korumak için doğrudan müdahale edemez. Ayrıca Irak’ın istikrarı, şu anki durumunda bile fazlasıyla İran’ın elinde. İran Bağdat’ta İran yanlısı bir rejim kurulmasını dayatmayı başaramayabilir ama istediğinde Bağdat’ın dengesini bozacak gücü var. İran-Türkiye sınırı son derece engebeli bir arazi ve bu, askeri operasyonları son derece zor hale getiriyor. Irak’ın dağılmasıyla, Arap Yarımadası’ndaki bütün uluslar birlikte hareket etseler bile İran’a karşı koyamazlar.

Peki ama bu durumda ne olacak? Birleşik Devletler ne yapacak? Planları, stratejileri ne olacak? Tahmin ettiğiniz üzere bu sorulara cevapları bir sonraki yazı da arayacağız. Umarım sizler de benim kadar keyif alıyorsunuzdur. Zihni modellemelere ve akıl oyunlarına gelin devam edelim ...

0 yorum:

Yorum Gönder