Bu Blogda Ara

6 Ağustos 2011 Cumartesi

Tasarlanmış bir imparatorluk: Amerika Birleşik Devletleri 1

Süper gücün ikilemleri. Ben nerede yanlış yaptım?

Kitabın bana göre en dikkat çekici ve hatta etkileyici bölümü ülkesini çok seven ve bu uğurda gerekirse objektiflikten ayrılmak pahasına spekülatif açıklamalarda bulunan Friedman’ın ülkesi aleyhine yapmış olduğu itirafın yazıldığı bölümdü. Son 10 yıl için, ABD’nin yönetim zafiyetlerinde bulunduğunu ve bu sürece henüz hazır olmadığını itiraf etmekteydi. Tabii olaya yine kendi penceresinden bakmak suretiyle bu zafiyeti eğitici ve değerli bir tecrübe olarak yorumluyordu.

Friedman bir konu da haklıydı: 11 Eylül saldırısını Ulusal güvenliği tehdit edici bir saldırı olarak kabul etmediğinden, bu süreçte meydana gelen tüm olaylar, ABD’nin varoluşunu tehdit etmekten hem de çok uzaktı.
Yine yazar ileride meydana gelebilecek olay ve tehditlerin çok daha baskın ve hatta tehlikeli olabileceği sinyallerini vererek bir nevi ülkesine gerekli hazırlıkları yap mesajını kitabında özellikle vermekte.

Douglas MacArthur
ABD son elli yılın on altısını Asya’da savaşarak geçirdi. Kore’deki tecrübelerinden sonra Douglas MacArthur barış yanlısı birisi olmadığı halde böyle bir kaderden kaçınılmasını söyleyerek Amerikalıları uyarmıştı. Nedeni basitti: Amerikalılar Asya’ya ayak basar basmaz sayıca azınlıkta kalıyorlar.

Bunu iyi gören ve değerlendiren Friedman, ülkesinin başarıya!!! ulaşmasında ki yol haritasını da İngilizlerin uyguladığı tarihsel stratejiden hareketle kitabında ayrıntılı bir şekilde çizmekte ve bana göre akıllıca ama bir o kadar da sinsi ve hatta gayrı insani bulduğum stratejisini ülkesinin yetkililerine hatırlatmaktan geri kalmıyor:
Friedman’a göre çıkarılması ve öğrenilmesi gereken ders, Asya ve Avrupa’da savaşmanın çok daha etkili ve ikiyüzlü yolları olduğu gerçeği: Muhtemel düşmanın kaynaklarını, ABD üstünden bir komşusuna yönlendirmek (size de bu yazılanlar ve söz konusu anti - Don Kişotsal strateji çok tanıdık gelmiyor mu?).

Peki ama ABD nerede hata yaptı? Neden son 10 seneyi iyi yönetemedi?

Gelecek her ne gizliyorsa gizlesin, bugünkü sistem, tıpkı Birinci Dünya Savaşı’na giden günlerde İngiltere’nin etrafında döndüğü gibi ABD etrafında dönüyor. Amerika’nın liderliğini hiç yakınmadan kabul etmiş görünen bir dünyada, Birleşik Devletler’in bir stratejiye ihtiyacı yoktu. Bu aroganlığını ABD çok pahalı ödedi. On yıl sonra, 11 Eylül bu hayali yerle bir etti. Dünya artık, yine yazara göre, tahmin edildiğinden çok daha tehlikeliydi, ve seçenekler de daha az gibi görünüyordu.

Amerika Birleşik Devletleri işte tam bu noktada hata yaptı: Bu saldırıya karşılık olarak, küresel bir strateji yaratmadı. Bunun yerine terörizmi yenmek için tasarlanmış, dar alana odaklı bir siyasi-askeri strateji geliştirdi.

Bugüne kadar çevresindeki engin okyanusların tamponunda korunan vatan topraklarında, güvenliğin tadını çıkaran ABD vatan vatandaşları artık güvenli değillerdi. Ne kendilerini teröristlerden artık koruyabiliyorlardı ne de Birleşik Devletler’i tehlikeli bulan ve ne  yapacağının belli olmadığını düşünen ulus devletlerden.

Oysaki kısa tarihleri boyunca taktiksel hatalardan hep kaçınmışlar ve bu zaman kadar da bunda çok da başarılı olmuşlardı. Birleşik Devletler, Birinci Dünya Şavaşı’na, ancak Avrupalı güçlerin arasındaki yenişememe durumu sona ererken ve Almanların (doğuda Rusya’nın çöküşü sırasında) batıda İngiliz ve Fransız gücünü yeniyor gibi görünmesinden sonra devreye girdi. Hırpalanmış ülkelerin oyun alanına oyuna sonradan katılan ve maçın kaderini değiştiren oyuncu gibi katıldı ve bence hakkı olmadığı halde savaş bitiminde Fransa’nın savaş sonrası Avrupası’nda üstünlük sağlamasını engelleyen bir barış anlaşması yapılmasına ön ayak oldu.

İkinci Dünya Savaşın’nda da aynı taktiği uyguladı. Bekle, biraz daha bekle, az daha bekle, bırak hırpalansınlar, bırak ölenler iyice artsın, bırak ekonomi yok olsun, bırak kimsenin gücü kalmasın (ki buraya kadar istediklerini  yapabilirler zira savaşı başlatan ya da körükleyen – en azından buz dağının görünen kısmında- onlar değil. Size sonra başka bir yazıda su altında ki tarafı da özetlemeye çalışırım)son anda katıl ve ganimeti paylaş (yakışıksız kalan kısım da bana göre zaten burası). Savaşın başlarında da ABD, elinden geldiğince savaştan uzak durdu, batıda İngilizlerin Almanları durdurma çabalarına yardım ederken doğuda Almanların kanını akıtmaları için Rusları cesaretlendirdi. Sonrasında Birleşik Devletler, Sovyetler Birliği’nin Batı Avrupa’ya, Orta Doğu’ya ve son olarak Çin’e egemen olmasını önleyecek güç dengesi stratejisini planladı. “Demir Perde”nin ilk ortaya çıkışından Soğuk Savaş’ın bitimine kadar süren bu uzun dönemde ABD’nin ilgi dağıtma ve maniple etme stratejisi mantıklı, tutarlı ve oldukça dolambaçlıydı. Kesinlikle de çok başarılıydılar. Akıl Oyunlarında artık uzmanlaşmışlardı.Zaten sonrasında da bu oyunun doğal bir sonucu olarak, Sovyetler Birliği çöküşe geçti ve oyun sahnesinde tek kaldılar.

Yine kitaba ve hatta başına dönecek olursak, 11 Eylül 2001’den sonra terörizme karşı takıntılı bir tavır alınmasıyla birlikte, ABD, yönünü şaşırdı. Uzun süreli stratejik ilkelerini  tamamen kaybetti. Alternatif olarak yeni ama ulaşılması mümkün olmayan stratejik bir hedef yarattı: Terörizm tehdidi ve o tehdidin ana kaynağı olan El Kaide.

El Kaide saldırılarına cevap olarak Birleşik Devletler, İslam dünyasını, hızlı bir intikam duygusuyla tam anlamıyla vurdu; özellikle de Afganistan ve Irak’ı. Amacı ABD’nin yapabileceklerini ve gücünü göstermekti ama bunlar yine dengeyi sarsıcı saldırılar olmuşlardı. Amaçları bir orduyu yenip topraklarına yerleşmek değil, El Kaide’yi yok etmek ve İslam dünyasını kaosa sürüklemekti.

Dünyanın tek ve süper gücü, bazen kendi içinde dalgalanmalar da yaşamıyor değil hani. Beyaz’ın bir psikopat karakteri vardı zamanında. Ben çok severdim. Yıkanmak istiyorum ama ıslanmak istemiyorum gibisinden ikilemler yaratan isteklerde bulunurdu. Aynı onun gibiler. Ekonomik olarak mesela, Amerikalılar, Serbest pazarın büyüme potansiyelini istiyorlar ama sorunlarını istemiyorlar. Politik olarak dünyada önemli söz sahibi olmak istiyorlar ama dünyanın öfkesini karşılarına almak istemiyorlar. Askeri olarak tehlikeden korunmak istiyorlar ama uzun süreli stratejilerin sıkıntılarını çekmek istemiyorlar.

İmparatorluklar ender olarak planlanır ya da önceden tasarlanır ve böyle olanlar da Napolyon ve Hitler’inki gibi uzun ömürlü olmaz. Organik şekilde büyüyenler ezici büyüklüğe ulaşana kadar fark edilmezler. Roma, Britanya ve Osmanlı için bu böyleydi; başarılı olmalarının nedeni imparatorluk konumuna ulaşınca onu sadece sahiplenmekle kalmayıp yönetmeyi de öğrenmiş olmalarıydı.

Friedman’a göre Birleşik Devletler için tartışılması gerekli olan, önümüzdeki on yılın, Birleşik Devletler’in yukarıda bahsedilen gerçeği görmezden gelmek yerine bu gerçeği istemsizce de olsa kabul ettiği bir on yıl olması gerektiği. Bunu kabul etmek daha ince ayarlı bir dış politikanın ilk adamı demektir. İmparatorluk ilan edilmeyecek, sadece durumun altta yatan gerçeğine dayalı daha etkili bir yönetim söz konusu olacaktır.


Beğendiğinizi umaraktan yazmaya devam edeceğimi bildirmek isterim.

0 yorum:

Yorum Gönder