Aydınlanabilmek neden bu kadar zor?
Bundan önceki yazılarımda özetle tarih boyunca bir çok savaşın ana nedeni olarak gösterilen dinlerin arasında bir farkın olmamasından bahsetmiş ve köklerinin aynı olduğunu göstermeye çalışmıştım. Sonrasında bir adım daha ileri giderek bu dünyanın hepimizin kardeşçe, eşit, özgür, mutlu, huzurlu ve güvenli bir şekilde yaşamasına yetecek büyüklük ve bollukta olduğunu iddia etmiştim. Peki ama neden bunu başaramamaktayız? Bu yazımda bunun nedenlerini ortaya koymaya çalışacağım.
Eski devirlerdeki tüm dinlerin ve felsefi çalışmaların hedeflediği gaye insandaki değişimin sağlanmasıydı ki günümüzde bu dönüşüme 'aydınlanma' denmektedir. Tufan sonrasında, bu gayeye ulaşmada öğrenilmesi gerekli töresel, bilimsel, felsefi bilgi ve öğretiler, sembollerle ve kademeli bir şekilde insanların anlayışlarına ve olgunluklarına göre bir takım kalıplar içerisinde sunulur, doğrudan doğruya bir düşünce ya da bir bilgi izah edilmez, üstü adeta örtülerek aktarılırdı (bu uygulama ana kaynağın yok olması sonrasında eski kadim dinin yok olmaması için başlamış koruyucu bir uygulamadır ve halen devam etmektedir).
Dinsel öğretiler, herkes tarafından bilinen öğretiler (egzoterik) ile, sembolizmalar tarafından örtülmüş, içsel, tinsel farkındalık yaratan, belirli kişilerin aşamalardan geçerek bilmeye hak kazandığı öğretilerden (ezoterizm) oluşurdu. Tek bir cümle ile, Egzoterik öğretiler buz dağının görünen kısmı iken, tüm anlamın yüklü olduğu ezoretik kısım buz dağının su altında kalan kısmıydı.
Bu anlayış ve uygulama, tüm dinlerin içinde uzun bir süre yaşamıştır. Dünyanın hangi yöresinde olursa olsun ilk dönem öğretileri (buz dağının tamamının öğretildiği zamanlar) farklı yollardan gidiyormuş gibi görünseler de, sonunda “tek bir ortak alanda” buluşmaktaydılar: Hepsinin nihai amaçları, insanların dinlerin özünü yakalayabilmeleri için gereken ezoterik bilgiyi öğretebilmekti.
Bugün yaşanan durum nedir? Bugün bir çok öğretide maalesef elimizde yalnızca buz dağının yalnızca görünen kısmı kalmıştır. Hatta o kadar ileri gidilmiş ki artık adeta günlük yapacaklarımız ya da yapmayacaklarımız basitliğine indirgenmiştir.
Bugün artık birçok insan için inanmış oldukları din, onlar için sadece inanılacak ve Tanrı'ya ibadet edilecek bir araçtan öteye geçemez durumdadır. Oysaki tüm dinlerin asıl amaçları; insanları ruhsal dünya ile irtibatlandırmak noktasında birleştirmek değil miydi?
Pavlov ve meşhur köpeği |
Günümüz dinleri bana hep Pavlov'un köpekler üzerinde yaptığı klasik koşullanma deneylerini hatırlatır. Köpeğe ilk olarak birkaç kez zil çalınır. Fakat köpek tepki vermez. Sonradan et verilir. Köpeğin salyaları akar. Sonra et ile birlikte zil çalınır. Daha sonra et verilmediği halde zil çalındığında köpeğin ağzının suyunun aktığı görülür. Buna zaten şartlı ya da şartlandırılmış refleks denmekte. Sevap işle, cennete git. Tavşana gösterilen havuç seviyesinde bir ödüllendirme.
Günah işlersen sonun cehennemdir korkutmacası. Tanrı'yı sevmek yerine korkmalı yapılandırması ve sözü dahi edilmeyen evrensel sevgi.
Terimler bile erozyona uğramış, belki de değiştirilmiş. Günah, aslında negatif enerji üretmek ve negatif enerjileri beslemek anlamında ele alınması gereken dinsel bir terim. Bunun yine dinsel karşıtı olan sevap ise pozitif enerji üretmek ve biriktirmek anlamına gelmekte. Görüldüğü gibi her şey varlıkların daha olumlu bir atmosferde yaşayabilmeleri için. Yani bir sevap kazanılacaksa bu Tanrı için değil, insanın bizzat kendisi ve çevresi için. Tanrı'nın sevap ve günah ile bir alıp veremediği yok. Çünkü bu dünyada pozitif ya da negatif ağırlıklı bir çevrede yaşayacak olan ve bundan etkilenecek olan yine insan.
Bugün buz dağının hem görünen ve hem de görünmeyen yüzlerini uygulayan anlayışlar, öğretiler de mevcut aslında. Mesela Kabala öğretisi, mesela Sufi öğretisi. 2 farklı dinin 2 ayrı ama özünde aynı kolu. Aslında tüm dinler bir elin parmakları gibi, farklı yollar gibi görünse de birleştikleri yer aynı, içerikleri, kökenleri, yapıları hep aynı.
İki farklı dinin iki ayrı ama özünde aynı kolları ne diyor: Varolan her şey Tanrı’dan oluşmuştur diyor. Evren ve Tanrı birdir diyor. Ezberlediğimiz anlayıştan farklı olarak Tanrı yaratan değil, varolandır ve evrenin toplamıdır diyor. Tanrısal ışığın bir parçası olan ruhun ölmeyeceğini ve yegane amacı ayrıldığı ana kaynağa, yani Tanrı’ya dönmek olduğunu söylüyor. Bu dönüşü de ya da bu birleşmeyi de ancak ruhun tekamülü yani kendini geliştirebilmesi, aydınlanabilmesi ile olabileceğini söylüyor.
Size de tüm bu söylenenler şaşırtıcı gelmedi mi? Bundan binlerce yıl öncesine ait Naacal tabletlerinde neredeyse kelimesi kelimesine aynı ifadeler mevcuttu.
İslamiyet'in ezoterik öğreti ile ilk tanışması Mısır'ın Müslümanlarla kuşatılması sırasında gerçekleşmiş. İslamiyet'in Arap Yarımadası'nın dışına taşarak tüm Ortadoğu'ya yayılmaya başladığı sırada, Mısır'da halkın bir bölümü İncil'in, diğer bir bölümü ise Tevrat'ın etkisi altındaydı. Ama yine de büyük bir çoğunluk, eski bir kadim (Osiris Öğretisi) öğretinin etrafında bulunmaktaydı.
Mısır’ın ele geçmesi sonrasında bu öğreti taraftarlarının iki seçenekleri vardı; ya Müslüman olacaklardı ya da kılıçtan geçeceklerdi. Müslüman oldular. İskenderiye Okulu dağıtıldı. Çok sayıda ezoterik kitap bu şekilde yok edildi. Bu şartlar altında, rahiplerin yapabilecekleri tek şey vardı: Müslümanlara İslamiyet'i ezoterik olarak anlatabilirlerdi. Ve bunu yaptılar. Bu çalışmaları, İslam Tasavvufunun ve Batıni İslam Ezoterizmi'nin ortaya çıkışını sağladı. Rahipler için tüm dinler bir ve aynı şeydi.Allah'a ibadet olgusu yerine, Tanrı-Evren-İnsan üçlemesinden oluşan Varlığın Birliği ilkesine bıraktı.
“Sofos” kelimesi Yunancadır ve “Akıl-hikmet ve bilgelik” anlamlarına gelir. İskenderiye Okulu mensuplarının “Sufi” kelimesini kullanmaları işte bu nedenledir. Temelinde Ezoterik Öğreti ve gizli bilgiler bulunan Sufizm, İslami görüntü altında gittikçe güçlenen bir ekol oldu. Sufizm herhangi bir ulus ya da yöreyle kısıtlı olmayan ve tüm dünyaya yayılmış bir Batıni organizasyon oldu.
Eğer Sufi'ler olmasaydı belki Türkler de İslamiyeti bu kadar kolay benimsemeyeceklerdi. Türklerin bu öğretiye çok kolay yakınlık göstermelerinin sebebi, eski inançları Şamanizm ile Sufi öğretisi arasındaki paralelliklerdir. Yalnız Türkler arasında değil, Tasavvufi çalışmalar olmasaydı, Müslümanlık sadece savaşlarla bu denli yayılma olanağı belki de hiçbir zaman bulamayacaktı.
Bugün hepimizin bildiği ya da en azından adını duymuş olduğu Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre, Mevlana, Hallac-ı Mansur, Nasreddin Hoca, Feridettin Attar tanınmış sufilerden sadece bir kaçıdır.
Tüm ezoterik bilgilerin temeli arınabilmek ve aydınlanabilmektir. Aydınlanmış insan, uyanmış, şuurlanmış, insan anlamına gelmektedir.
Peki ama nasıl ve hangi süreçlerden sonra uyanabileceğiz, ne zaman bu dönüşüm için adım atmaya başlayabileceğiz? İşte bir sonraki yazımda bu soruya cevap bulmaya çalışacağım ...
0 yorum:
Yorum Gönder