Bu Blogda Ara

2 Şubat 2011 Çarşamba

Fethedilecek ilk ülke insanın kendisidir - 2

Yoktur aslında birbirlerinden farkları ... 
Bir varmışşşş bir yokmuşşşş. Çoook çooook eski zamanların birinde kurdukları devlete Güneş İmparatorluğu ismini verdikleri bir imparatorluk varmış. Başlarında rahip-kral hem dini uygulamaları ve hem de devleti yönetirmiş. Bu rahip krallara Güneşin Oğlu yani Ra-Mu denilirmiş.


Miş'li geçmiş zamandan Di'li geçmiş zamana geçecek olursak, bu imparatorluğun kolonilerinden olan Mısır'da da Güneş Tanrı'ya bulmacalardan da çok iyi bildiğimiz Ra adı verilirdi. Kökleri yine bu büyük uygarlığa dayanan günümüzün Japonya'sında da imparatorun ünvanı hala Güneşin Oğlu'dur. Eski koloni ve bizim için ise uygarlıklardan Maya ve İnka uygarlıklarında ise krallar yine aynı ünvanı kullanmaktaydılar.

Tekrar Miş'li geçmiş zaman... Bu imparatorluğun ismi Mu İmparatorluğuymuş. Ra-Mu'nun altında yer alan ve hem bilim adamı ve hem de rahip olan yöneticilere Naacaller Rahipleri denirmiş. İşte  bir önceki yazı da James Churchward'un bulmuş olduğu tabletler bu rahip sınıfının tabletleri olmakta. Mu dini belki de insanlığın ilk tek tanrılı dini imiş. Naacaller bu dini sıradan insanlara anlatırken, anlaşılması daha kolay olan semboller dilini kullanmayı tercih ediyorlarmış.

İlahi varlığın sembolü Göksel Baba imiş. Mu dininde İlahi varlığın sembolü – İlahi varlığın tekliğini ve birliğini topluma daha kolay anlatabilmek adına – Güneş'miş. Yani Güneş aslında doğrudan Tanrı değil yalnızca bir sembolmüş.

Mu dininin 4 temel kavramı varmış:
·   Tanrı tektir. Her şey ondan var olmuştur ve ona dönecektir
·   Ruh ile beden birbirinden ayrıdır. Beden ölür ve ayrışırken ruh ölmez
·   Ruh, mükemmelliğe ulaşmak için değişik bedenlerde yeniden doğar
·   Mükemmelliğe ulaşan ruh, Tanrı’ya döner ve onunla birleşir

Tabletlerdeki bilgi şöyle devam eder: “Tanrı sevginin kendisidir ve tüm evreni de sevgi üzerine kurmuştur. Ancak bu evrensel sevgiyi kavrayabilecek vasıfta olan ruhlar, ona geri dönebilecek yeterliliktedir.”

Tüm evrende görülenlerin aslında bir ve aynı şey olduğu varlığın birliği prensibi vardı. Bunu daire ve güneş ile ifade ediyorlarmış. İleride daha ayrıntılı anlatacağım ama bizim dönemimizde ortaya çıkan dinlerde bu mesele tek tanrı inancı ile şifrelendirilmiştir. Daire, birliği ve bütünselliği ifade eden başı sonu olmayan sonsuz varoluşun bir başka deyişle varlığın birliğinin sembolüymüş. Dairenin içi Tanrı'yı dışı ise Tanrı'nın yansımaları yani varoluşun küreselliğini gösterirmiş. Güneş de bu dairenin görünen en güzel sembolüymüş, çünkü dünyada yaşamın birincil kaynağını oluşturmaktaydı, periyodik doğal afetlerin de birincil sorumlusuydu. Böylelikle varoluşu meydana getiren pozitif ve negatif enerjiler gibi, hem pozitif ve hem de negatif güçleri bünyesinde toplamaktaydı.

O dönemlerde bir dizi sembol varmış ama bu semboller bilgilerin üzerini örtmek için değil, meseleyi en kısa yoldan anlatmak için kullanılıyormuş. Yani sembolün ifade ettiği anlam herkesçe biliniyormuş. Ancak uygarlığın çeşitli nedenlerle yok olması sonrası, zaman içinde bu sembollerin kendileri putlaşmış ve çok tanrılı dinlerin doğmasına sebep olmuştur.

Miş'li Geçmiş zamanın sona ermesini ve Di'li geçmiş zamanın başlama nedenini bazıları Tufan’a bağlamakta bazıları ise o dönemlerde yaşanan nükleer bir savaşa. Nedeni ne olursa olsun, Mu İmparatorluğu ve kıtası yok olunca, ona bağlı koloniler vasıtasıyla yeni uygarlıklar ve dini öğretiler ortaya çıkmaya başladılar.

Burada önemli olan birkaç kavim var: Bunlar birincisi Mu'nun Hindistanda'ki kolu olan Nagalardır. Mısır ve Mezopotamya uygarlıkları Nagalar ve Nagalar'ın devamı niteliğindeki Luviler sayesinde kurulmuştur. Bu kavimlere bir ilave daha yapmak gerekecek ki tarihsel yolculuğumuza başlayabilelim. Saabilik, kökü Mu'ya dayanan Babil okulu öğretisinin halka mal olmuş şekliydi. Hititlilerin yönetimi sırasında Luvi inancı ile Babil öğretisi ile karışarak Saabi kültünü yaratmıştır.

Gelin önce Museviliği ele alalım. İbrahim Peygamber bir Saabi din adamıydı. Mısırlıların Haribu adını verdikleri Saabiler daha sonra Hebrew (İbrani) olarak adlandırılmışlardır ve Tek tanrı inancını sürdürmekte idiler. Musa Peygamber de sanıldığı üzere İsrailoğullarından değil, Firavun 2.Ramses'in öz yeğenidir. Tek tanrı inancını Osiris din adamlarından (Osiris dini yine kökeni Mu dinine dayanan bir dindir) öğrenmiştir. Tek tanrı inancını Mısır halkına kabul ettiremeyeceğini gören Musa Peygamber, Yusuf Peygamber'in Mısır'da yaşayan akrabalarına, o sıralarda tuğlacılık ve taşçılık işleriyle uğraşan İbranilere yöneldi. Musa Peygamber, Saabi inancı ile Osiris öğretisini (Naga öğretisi ile aynı köke bağlı bir öğreti) birleştirerek 10 Emir adı altında kendi öğretisinin temellerini Sina dağında attı.

Musa Peygamber tabletleri, Osiris mabedinde öğrenmiş olduğu Hiyeroglif dilin, kullanarak yazdı ama yazılanlar Naga metinlerinin kopyasıydı tabi bazı farklılıklarla: Naga metinlerinde ölüm sonrası ruhun hesap vermesi esnasında ruha fiziksel yaşamı ile ilgili sorulan  42 soru vardı. Musa Peygamber 42 soruyu önce 10 emire indirdi sonra da halkın anlayabileceği basitliğe getirdi. Yani Musa Peygamber’in en büyük farkı bu emirleri ölülere değil hayattakilere uygulanmasını sağlamış olmasıdır.
Musa Peygamber'in kullandığı bu dili İbranilerin birçoğu bilmemekteydi. Musevi dininde dikkat edilmesi gereken yerde burasıdır zira anlatımda ve yazımda muazzam bir kısalık ve kolaylık getiren bu dilin gerçek anlamını sadece Musa Peygamber'in yandaşları arasında olan ve sayıları oldukça az olan özel seçilmiş kişiler bilebilirdi.

Musa öğretisinin yozlaşmaması ve sembollerin gerçek anlamlarının yok olup gitmemesi için eski bir yöntem kullandı. Müritleri arasında en uygun gördüğü 70 kişiyi seçti ve onları inisiye etti. Zaman içerisinde eğitimlerini tamamladı ve sırların gerçek anlamlarını öğretti. Onlara İbrani dilinde kabul edilmişler anlamında Kabbalacılar ismini verdi. Bugün hala – belki de Madonna sayesinde- çok popüler olarak bu öğreti devam etmektedir.

Ne olduysa Musa Peygamber'den 800 yıl sonra sonra oldu. İsrailoğulları Babil’e sürgün edildiler ve bu zorunlu göç sırasında Tevrat'ı yeniden yazmaya karar verdiler. Yahudi din adamlarının başı Ezra, Babil’de bulunduğu sürede kullanılan Naga dilini öğrenmiş ancak Mısır’ın hiyeroglif yazılımının gerçek anlamını çözememişti. Tevrat’ın yazımı sırasında da bu nedenle birçok hata yapmış ve Tevrat'a da böyle geçirmiştir.

Bunun neticesinde birlik ortadan kalkmış; yaratan ve yaratılanın olduğu bir ikili sistem üzerine din oturtulmuştur. O güne kadar Tanrı'nın birliğini savunan Tek tanrılı inanç temellerinden değişmiş ve amaç, İnsanların Tanrı'ya ulaşma çabasından birer kul olan yaratılmışların, ödül olarak cennete gidebilmelerine dönüşmüştür.

Kökü daha önceden varolan bir öğretiye dayanan, siyasi ve Tek tanrı inancının sürdürülebilmesi adına ortaya çıkan ve günümüzün etkin semavi dinlerinden bir tanesi olan Musevilik hakkında öğrendiklerim beni şaşırtmıştı. Bir sonraki yazımda Hristiyanlık ve İslam hakkında da ilginç bazı noktaları sizlerle paylaşacağım.


Thomas Hobbes'ın dediği gibi Homo Homini Lupus (İnsan insanın kurdudur). Sebep aslında ne inanılan din, ne de seçilen yol. Sebep insanın kendisi...




Fethedilecek ilk ülke insanın kendisidir - 1

0 yorum:

Yorum Gönder