Bu Blogda Ara

11 Ekim 2012 Perşembe

Sosyal medya üzerine bir meydan okuma!


Eşim sözde Sosyal Medya konusunda uzman!!! Alın işte okumaya başladığınız yazı benim bu konudaki ikinci yazım. Evimizin biricik uzmanının ise konu hakkında ne bir yorumu ne de bir yazısı var. Yazsın hemen yayımlayacağım. Söz uçar yazı kalır. Tarihe bir not düşüvermek ve bir nevi eşime ve tüm konunun uzmanlarına karşı meydan okumak adına bu yazıyı kaleme alıyorum. Eş mi yaman, bey mi yaman! Hodri meydan!

Aslında her şey bir kaç hafta önce eşimle yapmaya başladığımız sohbet ile başladı. Konu sosyal medya idi. Eşimin “bugünkü aklım olsaydı kesin sosyoloji okurdum” diyerek başlattığı konuşmayı yine kendisinin bir anda monoloğa dönüştürüp beni hem sürklase etmesi ve sonrasında uyutması ile bir son bulmuştu. Evet evet kelime anlamı ile uyutması ile. Yazımı hatırlamak isteyenler Özgürlük canının istediğini yapmak değil, daha çok yapmak istemediğini yapmamaktır... linkinden okuyabilirler. Geri dönüşüm ise Serdar Kuzuloğlu ve Okan Bayülgen sayesinde muhteşem oldu. TRT’de yayınlanan Sosyal Medya programında Serdar Kuzuloğlu’nun konuğu Okan Bayülgen’di ve muhteşem bir programa imza attılar. Programı büyük bir dikkatle izledim ve özümsediğim ve dahası inandığım, evet işte bu, hislerime tercüman oldunuz dediğim noktaları sizlerle paylaşmaya karar verdim.


1. Sosyal medyayı kullanan bizler, ne zaman ve neden nick name kullanacak kadar çekingen ve mesafeliyken bugün bu kadar tüm hayatımızı paylaşır ve dahası paylaşmaktan keyif alır ve bunun için çaba sarf eder olduk?

2. Neden, niçin ve belki de nasıl bu kadar kısa süre içerisinde bu denli sosyalleşmeyi (tabii buna sosyalleşme ne kadar denirse) başarabildik ?

Programı izlerken aklımda cevap bulmayı beklediğim ve hemencecik yukarıda sizlerle paylaştığım iki de temel soru vardı. Programla bu sorulara cevap bulabildim mi halen bilemiyorum ama bir çok önemli kavramın zihnimde aydınlanmasını vesile olan bir kaç saat oldu. Program kesinlikle çok keyif verici ve öğretici idi. Çok yaralandım. Yazdıklarımın bir çoğu bu program sayesindedir ama kendi çıkarımlarım da vardır. Yani tüm olumlu noktaları programa olumsuz gördüğünüz noktaları ise bana bağlayabilirsiniz. Umarım siz de beğenirsiniz.

Arap Baharı gibi sosyal, kültürel, siyasi ve hatta ölümcül ve tarihi olayların tetikleyicisi olan bir mecra ya da bir teknoloji, ya da bir moda ya da bir akım, aynı zamanda aynı sayıda tıklamayı ya da okunmayı ya da mesajlaşmayı bir köpeğin kaybolması sonrasında bulunması için de üretebiliyor. İşin özü ise yalnızca birileri istiyor diye yalnızca bir takım kanaat önderleri arzuluyor diye kendi yarattıkları içeriklerin pompalanması işlemi en azından günümüzün sosyal medya arka planı. Biz gerçekten de her şeyden bu kadar çok haberdar olmak istiyor muyuz? Başka çok daha yalın bir ifadeyle mal esef bugünün sosyal medyası gaza getiren yer teknolojisinden başka bir şey değildir. Peki ama bunun nedeni nedir diye olayı irdelediğimizde karşımıza çıkan durum oldukça düşündürücü ve bir o kadar da karamsar aslında: Sosyalleşemiyoruz. Adı sosyal medya olan mecra aslında sosyalleşememenin sebep olduğu kanallardan beslenmekte.  Kendi içinde bir çıkmaz ya da belki tam bir dilemma. Bugün hemen hemen tüm paylaşılan bilgiler çeşitli haber siteleri üzerinden yapılmakta. Aksini iddia edebilir miyiz? Oysaki sosyalleşmek için sokağa çıkmak lazım. Sinemaya, tiyatroya gitmek lazım. İnsanlarla iletişim içinde olma ve etrafımızda yaşanan, gelişen olaylara tepkimizi, kendi penceremizden paylaşabilmenin adı olmalıydı sosyal medya. Peki olan nedir? Akış en basit haliyle televizyon ya da diğer çeşitli haber sitelerinden alınan bilgilerin farklı kelimelerle paylaşılması.

İnsanlar yeterince sokağa çıkmıyorlar. Yeterince sosyalleşmek için zaman harcamıyorlar. Sokağa çıkmadan sosyal medya olamaz. Ama ucundan, kıyısından içinde olmak için tek kaynaklı haberleri paylaşmaya devam ediyoruz. Büyük bir çaba ve bilgi birikimi sayesinde bizleri mesajları ile zenginleştiren, geliştiren kişiler tabii ki var ve iyi ki de varlar ve umarım ki sıkılmadan varlıklarını sürdürürler ama günümüzün sosyal medyası geleneksel mecranın sözlerini dijital ortama taşıyan bir aracıdan öteye geçememektedir.

Temel sorunu aslında tahmin etmek zor değil: Aynı noktaya bakıyor, tek kaynaktan besleniyor olmamız. Oysaki bu mecranın alanı hani neredeyse sınırsız. Yapabilecekleri hayal gücümüzün de ötesinde. Belki bu yeni alanın gelişimine ve bu yeni alana bizim alışabilmemize daha çok zaman tanımalıyız. Yorumlarımızda ve değerlendirmelerimizde çok da acımasız olmamalıyız. Sonuçta kimsenin elinde sihirli bir değnek yok ve öyle ya da böyle konuştuğumuz yalnızca bir teknoloji ama yine de bize bir takım tespitler yaptırtabilen bir teknoloji. Önemli olan bu tespitlerden hareketle bu sınırsız dünyaya açılabilme olmalı. Twitter mesela aynı sözlükler gibi insanları sosyal olarak rahatsız edebilmeliydi. Tamam sözlükler çoğu kere yalnızca olumsuz şeyler üzerine kalem oynatılan bir yer ama en azından samimiyet var. Bugün Erol Köse dışında twitter için bunu söyleyebilir miyiz? Sözlüklerin bakış açısı varken twitter ve diğer sosyal medya mecraları için yalnızca aynı yöne bakmak var.  

Günümüzde artık izleyici, seyirci, okuyucu kavramları da yerlerini takipçi kavramına bırakmaya başladılar. Televizyon ile sosyal medya arasındaki en temel fark da bu zaten. İnsanların profilleri ve istekleri değişmeye başladı. Zamanlar artık hiç olmadığı kadar daralmış durumda. Karşılıklı etkileşim, yorum yazma, cevap alma kısacası aktif hatta interaktif olma bugün artık mecraları öne çıkaran en önemli olgular haline geldiler. Yarının televizyonları da zaten bu yola girmek için çabalamakta. Girmeyenin hayatta kalma şansı da bence yok.

Sorularıma gelince. En azından ikinci sorumun cevabı belli. Maalesef sosyalleşmeyi henüz başaramadık. Yolumuz uzun ve yürümeye devam ediyoruz. Bizim yaptığımız ise geleneksel mecranın sözcülüğünden başka bir şey değil. İlk sorumun cevabını ise kısmen aldım. Halen arayışlarımız, uğraşlarımız devam etmekte. Herkes kendine göre bir stil, bir yol bulmaya çalışıyor. Zamana ihtiyacımız var. Rejimler sonrası kaybedilen kilolar sonrasında bile vücutlarımız için kilonun bir oturma süresi var. Çılgınca bu çok cazip dünyanın içinde savrulup durmaktayız. Bu hızlı farklılık hep keşfetmeye olan isteğimizden kaynaklanmakta. Su yolunu bulur. Gün gelip gerçek anlamda tek bir kaynağın ürünü olmayan, kendi üretimimiz paylaşımlarla dolu bir sosyal medya dünyasına kavuşacağız. O zamana kadar da arayışlarımız hep devam edecek.

Bir önceki aynı konulu yazımı bitirdiğim paragrafla yine bu yazımı sonlandırmak istiyorum, Jean Jacques Rousseau’nun o çok sevdiğim sözü ile: “Özgürlüğün, insanın canının istediğini yapması demek olduğuna hiçbir zaman inanmadım. Özgürlük daha çok yapmak istemediğini yapmamaktır..."

Dilerim yapmak istemediklerimizi yapmak zorunda kalacağımız günleri hiçbir zaman yaşamayız ...

0 yorum:

Yorum Gönder