Seyahatlerim, ailem ve ben 2
Otel güzeldi hatta çok güzeldi ve çok büyük. Dünyanın dört
bir yanından golf oynamak isteyen insanların yaz- kış akın ettikleri bir golf
cennetiydi adeta. Golf dediğinizde
duracaksınız. Çok artistik, cool bir spordur. Aslını isterseniz bana göre bir
spordan ziyade statü sembolüdür. Meşhur sopaları vardır ve özel arabaları. Dize
kadar (ya da bileğin biraz üstü diyelim) pantolonlar giyerler. Yalnız giysileri
bile dünyanın parasına satılırlar. Ağır abiler bir yandan iş bağlantılarını
yaparlar, bir yandan kumdan top çıkarmaya çalışırlar ve bir yandan da brendi,
bourbon ya da cognac içerler. Purolarını 5727 sayılı yasa nedeniyle
bulundukları yerde artık içemezler tabii aksi durumda 75 TL’yi vermeleri
gerekecektir. Bir de benzer statü olayı engelli at binme olayında vardır.
Benzer bir klasmandır. Hani çok şık hanım ve beyler atlarını engellerden
atlatıp dururlar. Genelde soyadlarında von veya de gibi aristokratik
takılı abiler, kontes, prenses, lady gibi ön unvanlı ablalar atları sürerler.
Atların isimleri de çok süslüdür, giysileri de. Bir gün aslında bu konu üzerine
yazmalıyım, eminim yazarken sizin okuduğunuzdan çok daha fazla eğleniyor
olurum. Tabii buradaki genel kabul sizin okuduklarınızdan keyif alıyor olmanız.
Umarım yanılmıyorumdur J
Benim de bir golf geçmişim var. Evet yanlış okumadınız. Zamanında
bir kaç kez mini golf oynamıştım. Mütevazi kişiliğimin bir göstergesi olarak
çevremdekilere bundan tabii bahsetmedim. Otele varır varmaz benim meşhur
zangocumun aldırılma işlemlerini organize edip yemeğe indim. Öğün atlanmaya
gelmez ve her güzel yemek yanında bir kaç kadeh içkiyi ve sonunda tatlıyı
hakkeder gibi yalnızca benim bildiğim ve inandığım, bana özel klişeler ile
karnımı ziyadesiyle doyurdum. Kahvesiydi çaydı derken açık temiz hava ve
güneşin altında ben güzelce bir zaman geçirdim.
Bu tür sene sonu toplantılarının olmazsa olmazı, çalışanları
birbirlerine yaklaştırıcı, takım ruhunu yakalamalarını sağlayıcı oyun ve
aktiviteler üretmek, dahası bu saçma sapan ve anlamsız oyunları oynamaları için
çalışanları zorlamalarıdır. Havaalanına zangocumu almaya malumunuz otelin
etinden suyundan faydalanmak için gitmemiş, bölgeden bir arkadaşa rica
etmiştim. Sen misin bunu yapan? Söz konusu takım oyunu bir garip, bir
koşturucu, bir yorucu çıktı ki şaşardınız. Otelin ucu bucağı belli olmayan
arazisinde bir oradan bir buraya deli danalar gibi koştuk durduk. Amaç da
sonunda içinde abuk sabuk ve dandik altın para ambalajlarında çikolata olan bir
hazineye ulaşma. Hani arkadaşı tanımasam küfür ve sövmenin yanında beddua da
okuduğunu düşünürdüm. Sözde dinlenmek için geldiğim toplantının daha ilk
saatlerinden havlu atmıştım. Yorulduğuma mı yanayım, terlediğime mi, yoksa daha
keyifli zaman geçirmemiş olduğuma mı bilemedim. Zaten oğlumdan, eşimden ayrıyım
ve güzel zaman geçireceğime ben yanımdaki 12 kişi ile otel çevresinde çikolata
dolu hazine bulmak için diğer 20 kadar takım ile birlikte koşuyorum. Oyun
sonunda bir de terli terli havaalanından gelen arkadaşı bekledim. Sonrasında
maceracı ve tek başına yolculuk yapmasını seven isyankar ve unutulmuş
zangocumla beraber odama döndüm.
Akşam yemeği yine çok güzeldi. Ne kadar yediğimi bilemiyorum
ama gün içinde vermiş olduğum tüm gr’ları kilo olarak geri alacak kadar yemiş
olmalıyım. Masamız ise tam bir protokol masasıydı. Duyan gelmiş. Hani zorlasak
şirket yönetim toplantısını bizim masada yapar. Benim patron da bizimleydi. Bir
ara içtiğim şarapların da etkisiyle yorulduğumu, odama dönüp uzanacağımı ve
keyifle Yalan Dünya’yı izleyeceğimi söyledim. Alkol işte tüm kötülüklerin hem
anası, hem babası. Benim patron sen misin bunu söyleyen tavrıyla hadi yiyorsa yap bunu da görelim tadında
seni mutlaka karaoke şarkı yarışmasında görmek istiyorum dedi. Aksi takdirde
şirketin sahibi ile odama gelip şirket aktivitesine katılmadığımı bizzat ona
ispat edecekmiş. İşte biz kendisiyle bu kadar muhabbet içerisindeyiz. Beni
nasıl sever, nasıl sever, gözleriniz yaşarır. Uykuluyum, yorgunum dedikçe
motivasyon dedi, takım çalışması dedi, şirket kültürü dedi.
Beni bu kadar zamandır tanıyorsunuz. Eşime karşı nasıl her
defasında dik durduğumu en iyi sizler biliyorsunuz. Ben bir şeye karar verdim
mi kolay dönmem. Kararlılık düzeyim üst düzeydir. Hemencecik odama döndüm.
Televizyonu açıp, mini-bardan da bir bira kapıp dizimi seyretmeye başladım. Bu
sefer ki bölüm yıkılıyordu. Hele ki inşaat işçilerine bayıldım. Nasıl
gülüyorum, keyfim nasıl yerinde anlatamam. Sonra eşimin işten ayrılması geldi
önce aklıma. Gülmem dondu suratımda. Espriler duyulmaz olmaya başladılar. Bir
an da evde benden yemek bekleyen eşim ve çocuğum gözümün önüne geldi. Hafifçe
doğruldum yataktan. Bira ısındı mı neydi artık tadı güzel gelmemeye başlamıştı.
Hayat yalnız benim hayatım değildi artık. Dizinin reklama girmesini bekledim ve
yarışmanın yapılacağı yere doğru yola çıktım.
İlk önce patronun yanına gidip varlığımı kendisine
gösterdim. Sonra da bara yönelip başka bir biraya bir şans daha verdim. Şansını
iyi değerlendiren bira kısa sürede son buldu. karaoke’leri oldum olası
sevmemişimdir. Seni belirli bir kalıba sokmaya çalışır. Bağıra bağıra ve
istediğin tempoda şarkı söylemene izin vermeyen bir modern çağ eğlencesidir.
Genelde de bu çarka uyamayan kişiler bayılırlar bunu kullanmaya. Ya kendilerini
bilmediklerinden ya da kendileriyle fazlasıyla barışık olduklarından.
Yarışma haftalar öncesinde şirkette duyuruldu. Gruplar
kuranlar mı desem, buluşup çalışanlar mı desem ya da peruk ya da giysiler bulup
olaya bir gösteri boyutu katanlar mı... Bizim şirket karaokeye çok ama çok önem
verdi. Patronun görebileceği bir noktada şarkı söyleyenlere gülmeye başladım.
Yalancı Dünya kadar komik değildi ama daha bir gerçekti . Bu arada bizim
ekipten bir arkadaş yanıma gelip ekip olarak biz de katılalım mı diye sordu.
Alkol dedim ya yine diyorum. Patrona sor, o varsa ben de varım dedim. Patron da
ben olursam olacağını söylemiş. Yumurta-tavuk olayı anlayacağınız. Sen misin
beni odamdan ve Yalancı Dünya’dan eden dedim ve blöfünü gördüm. Grubun ismini
patronun ismi ve saz arkadaşları diye kaydettirdim ki o sahneye çıkmazsa ben de
hiç çıkmayayım. Neyse efendim şarkı seçimi bana bırakıldı. Ben de şimdi bu
platformda söylemekten imtina ettiğim bir şarkıyı seçtim.
Patron adını okunmasıyla sahneye çıktı. Tabii arkasından ben
ve benim tüm ekip. Bir ara size
güveniyorum çocuklar diyeceğini ve sahneden ineceğini sandım ama yapmadı.
Delikanlı adamdır benim patron. Söylediğinin arkasındadır her zaman. Zaten bu
nedenle odama gerçekten de gelebileceklerini düşünüp, korkmuş, ürkmüş ve geceye
katılmaya karar vermiştim. Yalnız gülmek için bile bunu yapabilirdi bana.
Normalde 5’er kişilik takımlar yarışıyorken biz sahnede 10 kişiydik. On adet
alkollü erkek.
Şarkının sona ermesi ile etraf alkıştan yıkıldı. Tekrar mı
isteyenler mi, imza almaya çalışanlar mı, resim çektirmeler mi görmeniz
gerekiyordu. Jüri puanları açıkladığında zirveye yerleştiğimizi biliyorduk.
Dokuz veren jüri üyesi neden tam not vermedi diye uzun süre yuhalandı. Neyse ki
bizler seyirciyi teskin etmeyi başardık. Yarışma sonucunda birinci olduk ve
madalyalarımız podyumda çılgınca alkışlar arasında takıldı. Ödülümüzde vardı
tabii: Antalya’da çift kişilik hafta sonu konaklaması. Normalde ödül 5 adetti
ama bizden dolayı yönetim kararıyla 10 adete çıkarıldı. Anlayacağınız size
Antalya’dan bir yazı daha yazacağım.
Geceye katıldığımı fotoğraflı, ödüllü ve madalyalı olarak
kanıtladıktan sonra odama döndüm. Madalyanın fotoğrafını çekip gururlanması
için eşime gönderdim. Çoktan uyumuştu. Sabah mutluluk göz yaşları içerisinde
beni tebrik etti.
Birinci olmak kolay değil. Sabah gözümü baş ağrısıyla açtım.
Alışkanlıktan olsa gerek 6:30 bile olmadan uyanmıştım. Bir gün öncesinde
koşarak ezberlediğim yerleri bu kez yavaş yavaş yürüyüp derin derin çam
havasını içime çekerek yürüdüm. Baş ağrım öğlene kadar sürdü ve ancak ağrı
kesici almamla geçti.
Toplantı sert geçti, hem de çok sert. Normalde motivasyon
ağırlıklı geçmesi beklenen sene sonu toplantısı, şirketin başındaki kişinin bize
gerçekleri hem de dang diye göstermesi ile başladı. Kızgın kumlar sonrası serin
sulara girmek gibiydi. Soğuk duş etkisi
bizi düşlerimizden uyandırdı. Onun sonrasında yapılan motivasyon
ağırlıklı konuşma ve sunumlar ise pek işe yaramadı.
Ben genelde bu tür toplantılarda tüm boş zamanlarımı odamda
ya film seyrederek ya da kitap okuyarak geçiririm. Uyku da illaki olan başka
bir önemli aktivitemdir. Bu kez öyle olmadı. Sauna, Fin ve Türk Hamamı ve kese
derken odaya kendimi zor attım. Bir uyumuşum ki gala gecesini az kalsın pas
geçecektim. Neyse ki telefon çaldı da çok ama çok derinlerden oteldeki odama
geri döndüm. Bir süre kendimi
toparlayamadımsa da sonra kendime geldim.
Asi ve gezgin zangocumdan takım elbisemi çıkarıp güzelce yemeğe
katıldım.
Sabah gerçekle sert bir şekilde yüzleşmiştik ama gece için
hiç bir fedakarlıktan kaçınılmamıştı. Bir çok ünlü kişi bize şarkılar, türküler
söylediler. Ben yine çok geç saate kalmadan odamın yolunu tutup bavulumu
topladım ve yapılacak en güzel şeyi yaptım: Yatıp güzelce uyudum.
İyi ki de hemen uyumuşum. Sabah saat 6:00 gibi yine uyandım.
İnsanoğlu işte böyle. Uyuma şansım varken iki sabahtır bir şekilde sabahın
köründe uyku muyku kalmaz durumumda buluverdim kendimi. Biraz yine yürüyüş
yapıp kahvaltımı ettim. Odama doğru dönerken eşimi aradım. Açmadı. Ben de mesaj
çekip uyanınca beni aramasını yazdım. Odama henüz girmiştim ki aradı. Sesi kötü
hem de çok kötüydü. Migreni tutmuştu. Bensizliğe yalnızca iki gün
dayanabilmişti. Ailesinin dönüşleri sabah olduğundan migrenli bir şekilde
oğlumuzla beraber zaman geçirmesi gerekecekti. İnsan korktuğu şeylerle daima
bir şekilde yüzleşiyor işte. Tabii bende de ne moral kaldı ne de keyif.
Sonrasında ki zaman nasıl zor geçti hiç anlatmaya çaba dahi göstermeyeyim.
Her türlü plan, her türlü hazırlık yapılmış, eşimle oğlumun
yalnız kalacakları bir kaç saat nasılsa bir şey olmaz canım diye boş
bırakılmıştı. O bir kaç saat kabus oldu çıktı karşımıza. Neyse ki geçen biraz
zaman ve ilacın etkisiyle hafiflemişti ağrısı. Beni karşılamaya bile geldiler.
Oğlumun bir de bana sürprizi vardı. Eli boş gelmek istemeyip benim için kozalak
bulmuştu. Beni gördüğü zaman “Babaaa,
sana bir sürprizim var. İşte bak bu senin” demesi ve koşup bana sarılması, benim
mutlulu olmam ve şükretmem için yeter ve hatta artar bir durumdu.
Oğlumu kucağıma alıp, eşime sarıldım. Zaman ağrıları
geçirme, suratları güldürme ve eve huzuru getirme zamanıydı. Görevimi hem de
nasıl severek yapmanın mutluluğu içerisinde hemen görevime başladım.
Daha eşim de ben de bir çok seyahatlere gitmek zorunda
kalacağız. Kimisi eğlenceli kimisi zor geçecek. Bazen bir kaç gün, bazen daha
uzun ayrı kalacağız. Ama her defasında hem çok özleyeceğiz ve hem de çok
özleneceğiz. Ayrılıklarımız hep buruk, kavuşmalarımız hep mutluluk dolu olacak.
Biz bir aileyiz, birbiriyle kenetlenmiş mutlu bir aile. Umarım, dilerim ve
biliyorum hep öyle de kalacağız.
0 yorum:
Yorum Gönder