Bu Blogda Ara

20 Mart 2012 Salı

Evliya Çelebi tadında bir Şubat


Seyahatlerim, ailem ve ben 1

Şubat ayında resmen leyleği havada gördüm. Sanki başka aylar yokmuş gibi bu kısacık ay için planlanan iki yurt dışı ve bir de yurt içi seyahatim aylar öncesinden tüm tadımı kaçırıverdi. Oturup ne yapabilirim diye kara kara düşünmeye başladım. Kolay değildir düzenin değişmesi. Evde dengeleri oluşturmak ve düzeni sağlamak için bir çok kriter vardır ama en önemlisi benim evde olmamdır. Ne zaman evden bir nedenle uzaklaşmam gerekiyor olsa ben kendimi  oturup mevcut duruma çözüm ararken bulurum ve inanın bana çözüm her zaman çok zor olur. Zordur hem de çok zordur benim ev dışında uyanıyor olmam. Kafalarda oluşabilecek karışıklığın önüne geçebilmek için bazı açıklamalarda bulunabilmek adına bazı nedenleri sizlerle paylaşmak isterim. Birbirlerinden farklı nedenler olduklarından, evden neden ayrılmamam gerektiğinin ayrı ayrı listelemek isterim:

Eşim bildiğiniz üzere konuşmayı çok sever. Dahası konuşmadan duramaz. Ben olmazsam oğlumuza kesin saracak ve onun konuşmaktan soğumasına neden olacak. Uyuması sonrasında ise konuşamayacağından iyice daralacak, kendini kapana sıkışmış gibi hissedecek. Böylesi bir evden ayrılışı, iş için ve zoraki bile olsa kolay kabul edemez, ederse de problem çıkarabilir.

Evde hemen hemen tüm işi ben yaparım. Sakın hataya düşüp naif ve romantik bir şekilde sanmayın ki ben olmazsam işler eşime kalır. Tabii ki kalmaz. Tüm biriken işleri dönünce yine benim yapmam gerekeceğinden dönüşüm muhteşemlikten hem çok uzak bir trajediye dönüşür. Ne ben ne de eşim benim bu kadar çok yorulmamı ister.

Yemek benim için önemlidir. Mümkün olduğunca öğün atlamamaya çalışırım zira benim keyif aldığım, yaşadığımı hissettiğim anlardır bu anlar. Eşime ise keşke bir hap olsa, yutsak ve tüm yeme ihtiyacımız bir anda karşılansa tadında yaklaşır yemek olayına.   Hani gören, duyan da yemeği onun hazırladığını, masayı onun kurduğunu, dahası onun kaldırdığına ve ohası bulaşıkları bile onun yıkadığını sanır. Nerede efendim?! Kendisi yalnızca bana eşlik eder o kadar. Neyse bu yazı bir şikayet yazısı olmadığından bu konu üzerinde daha fazla durmayacağım. Benim olmadığım akşamları genelde geçiştirir.  Abuk sabuk şeyler yer ya da çoğu zaman hiç yemez. Yemek ritüelini sevmiyor olsa bile yemek yememek henüz hayalini kurduğu hap icat edilmemiş olduğundan (belki de icat olmuştur ama biz henüz kullanmaya başlamadık) pek hoşuna gitmez.

Akşamları aynı saatte yatıyor olmamıza rağmen geceleri oğlum çağırdığında kalkmak ve ilgilenmek, üstünü örtmek veya uykusu kaçtığında ona eşlik etmek hep bana düşer. Geceyi oldukça delikli bir uykuyla geçirmiş olmama rağmen sabahları gün ışımadan kalkan oğlumla ilgilenmek de yine benim görevimdir. Olmadığım zamanlarda yaşadıklarımı deneyimlemek, bu konuda hiç ama hiç deneyimi olmayan eşime oldukça zor gelecektir.

Yemeksiz, uykusuz yani bensiz kalan eşimin migreni mutlak surette tetiklenir. İşte böylesine derin bir sevgi, böylesine kalın bir gönül bağıdır bizim aramızdaki. Migren pis hem de çok pis bir ağrıdır ve insanı bitirir. Gözünü açamaz, sesleri duyamaz olursun. Oğlumla tek başına kalan eşimin bitme hakkı bile olmayacağından çözüm bulmak şarttır benim her bir yolculuğumda.

Yoğun çabalarım, büyük entrikalarım ve ali cengiz oyunlarım sayesinde önce neredeyse bir hafta sürecek Çin yolculuğundan kurtulmayı başardım. Artık bana karada ölüm yoktu. Kazanılmış olan büyük bir zafer olduğundan diğer iki seyahate pek ses çıkarmadım. Yapılması gereken tek şey ise ev dışında geçireceğim toplamdaki 4 akşam için bir çözüm bulmaktı. İki ayrı tarih için iki ayrı akşam. En temiz ve ideal çözüm eşimin ailesinin bize gelmesiydi ki çok şükür geldiler de. Artık yolculuklarım başlayabilirdi. İlk yolculuk acı vatan Almanya’ya oldu. Almanlarla yapılan toplantılardan ne anlatabilirim ki? Gittim ve döndüm. Fena geçmedi ama anlatacağım çok fazla şey de yok. Ben daha çok Antalya seyahatime odaklanmayı tercih edeceğim: Senelik olarak düzenlenen yıl sonu (tarih itibariyle belki yıl başı demek daha mantıklı olurdu) toplantısı.

Oğlumdan ve eşimden ayrılmak iki gün için bile olsa, ucunda eğlenme, bol bol uyuma, güzel yemekler yeme, istediğin kadar televizyon seyretme ve istediğin televizyon kanalını seyretme olsa da kolay olmuyor. Aslında bu yeni dönemde insan bir önceki dönemlerin keyiflerini belki de unutmuş olduğundan, en azından alışkanlığını yitirmiş olduğundan, karşısına çıkan bu tür görünüşte keyifli aktivite ve yolculuklardan kesinlikle zevk alamıyor. Hatta zevk bir yana sıkıntı bile duyar oluyor. İnanın ne zerre hevesim vardı ne de isteğim. Tabii gelin de bu hissettiklerimi eşime anlatın bakalım. Israrla o keyifli gibi görünen saatlerin geçmediğini anlatmaya çalışıyorum, o da her seferin de biraz da biz gidip sıkılalım deyip duruyor. Hele ki bir önceki akşam beni görenler sanki hani bir kaç yıllığına gidiyorum diye sanır. Durup öpmeler, sarılmalar, sanırım abartmayı seviyorum. Bavulumu erkenden hazırladım. Zaten hepi topu iki akşam kalacağımdan çok da fazla bir şey almamıştım. Aslında önemli olan her şey ki takım elbise ve iki gömlek zangoç’umdaydı. Buruşmasınlar diye ertesi gün yola çıkana kadar asılı kalsın dedim ve güzelce gardırobuma astım.

Ertesi gün Antalya’ya vardığım zaman eşime haber vermek için aradığımda zangoçta bulunan takım elbise ve gömleklerimi zangoçtan çıkarmasını ve yerleri asmasını rica ettim. Evet evde dört yetişkin ve bir de çocuk vardı (ki oğlum zangocun varlığından haberi olsaydı mutlaka hatırlatırdı) ve ben bu seyahat için en önemli şeyi almadan yola çıkmıştım. İşin benim için daha acı tarafı ise uçakta yanıma oturan kişi kendi zangocunu hostese verene kadar almayı unuttuğumu bile fark etmemiş olmamdı. Eşimi aramadan tüm gün sürecek bir iş toplantısı ve sonrasındaki gala yemeğine üzerimdekilerle katılacak olmanın dayanılmaz sıkıntısı ve utangaçlığı içerisinde ne halt edeceğimi düşünüyordum. Bir kot, yuvarlak yaka merserize bir beyaz kazak ve üzerine önü fermuarlı spor bir ceket çok mu sırıtırdı herkesin muhtemelen siyah takım elbiseleri giyeceği bir yemekte. Farklı olmanın dayanılmaz cazibesine kapılmak üzereydim ki eşim hemen alışveriş yapmam gerektiğini söyledi. 
  
Otele gider ve oradan o bölgede ki operasyon takımından yardım ister ve alışverişe giderdim. Eşime kolay hayır denmez. Ben de fiziksel olarak ayrı olmanın avantajı içerisinde tamam dedim ve telefonu kapattım. İçinde bulunduğum avantajı ve beni çok iyi bilen eşimin içi rahat etmemiş olacak ki tekrar aradı ve zangocumu THY’nın bir sonraki uçuşuna vereceğini ve ya benim ya da ismini vereceğim bir kişinin hava alanı kargo bölümünden alması gerektiğini söyledi. Temiz iş. Soru yok, cevap hakkın yok. Beni resmen ezmişti hatta ezmek ne kelime çözümü bulması, hemen uygulamaya koyması ve bana hiç bir iş bırakmamasıyla beni adeta çiğnemişti. Ya sen gidip alacaksın ya da ya da bana bir isim ver cümlesiyle son noktayı da koymuştu. Ben otelin  imkanlarını ve havalanı-otel arasında ki gidip gelmenin iç açıcı büyük keyfini düşünündüm ve muhtemelen bana hala küfür ediyor olan bir arkadaşın ismini ve telefonunu verdim. Ne toplantı da ne de yemek de artık farklı olabilecektim. Onlarca metre öteden gösterilme ve hatta arkamdan hem de bolca konuşulabilme şansım da elimden alınmıştı. Büyük bir olgunluk içinde bu çözüme itiraz etmedim, kızmadım ve hatta ancak bana yakışacak bir hassasiyet içerisinde eşime teşekkürlerimi sundum.

İlk sorun sorunsuz ve bensiz bir şekilde çözüm bulmuştu. Oysaki beni bekleyen daha nice başka sorunlar vardı ve bu sefer eşim yanımda da değildi. Dikkat dağılmasının önüne geçmek adına bu heyecan dolu macerayı şimdilik burada ve tadında kesiyorum. Yakında hem de çok yakında devamını sizlerle paylaşacağım. O zamana kadar hayatın tüm güzelliklerini sizler için diliyorum ...

0 yorum:

Yorum Gönder