Bu Blogda Ara

20 Şubat 2013 Çarşamba

Semboller dünyasında bir Şaşkın Aile ...


İnsanlar binlerce yıldır, bir düşünceyi izah etmek için bir çok yollar denemişlerdir. Bir düşüncenin anlamını kademeli şekilde insanların anlayışlarına ve olgunluklarına göre bir takım kalıplar içerisine koyup sunmuşlar, doğrudan doğruya bir düşünce, yada bir bilgi izah edilmemiş, üstü adeta örtülerek bohçalandıktan sonra aktarılmıştır. Bir sembol anlatmak istediği fikri, kısa, en kesin ve en belirli şekilde ifade eden bir işarettir. Bir şeyi diğer bir şeye benzeterek ve onun içinde adeta kaybederek anlatma tarzıdır. Farz edin ki karşınızda farklı seviyelerde kişiler var ve onlara bazı gerçekleri açıkça anlatma güçlüğü ile karşı karşıyasınız. Bazı insanlara bir meseleyi açıkça bir kalıba sokmadan anlatabilirsiniz. Bazı kişilere ise bunu bir benzetme yoluyla anlatmanız lazım gelebilir. Çünkü o, henüz o meseleyle, açık bir şekilde  karşı karşıya gelebilecek durumda olmayabilir. İşte o anda onun daha önce bildiği bir şeyden hareket etmeniz gerekebilir.

İster fark etmiş olalım, ister olmayalım, semboller manevi hayatımızda büyük  ölçüde rol oynarlar. Bizler ise çoğu kere bunun farkına bile varmayız. Sembolleri, manevi olan şeyleri algılanabilir biçime getirmek için kullanılan bir araç diye açıklamak da mümkündür. Bu çok geniş yorumlanmış kavram içinde sembollerin iki özelliği yatmaktadır. Sembol, soyut düşüncelere herkesin anlayacağı bir biçim verebilir. Öte yandan somut nesneleri manevi alana çıkarabilir. Hem apaçık, hem de kapalı ve anlaşılmaz durumdadır. Çünkü “sembol gizleyerek açıklar, açıklayarak gizler.”

Eski devirlerde tüm dinlerin, felsefi çalışmaların ve inisitayik öğretilerinin tamamının hedeflediği gaye ve bu gayeye ulaşmada öğrenilmesi gerekli töresel, bilimsel ve felsefi bilgi ve öğretiler, sembollerle ve aşama aşama anlatılırdı. Amaç ise insandaki değişimin sağlanmasıydı. Günümüzde 'şuurlanma' ve 'aydınlanma' olarak nitelendirilen bu değişim için yapılan çeşitli ritüeller ve özel çalışmalar, tüm dinlerin içinde uzun bir süre yaşamıştır. Ancak insanlığın aşamalı aşağıya iniş sürecinin bir sonucu olarak, günümüzdeki tüm sistemler bu özelliklerini tamamen yitirmiş bulunmaktadır.

Bazı kesimlerce belki de kasıtlı olarak bu semboller kalıplaştırılmış, tek tip tanımlarla ifadesine izin verilmiş, adeta günlük yapacaklarımız ya da yapmayacaklarımız basitliğine indirgenmiştir. Oysaki unutulmaması gereken nokta bu değişimin bir deniz olduğu ve her bir bireyin ondan ancak kendi elindeki kabın büyüklüğü kadar su alabileceği gerçeğidir.

Bu uzun sayılabilecek girişi neden mi yaptım?

Sanırım Sevgililer Gününü eşimle geçirmek yerine briç oynadığım için. Kendimi suçlu gibi hissediyormuş gibi görünsem de aslında böyle hissetmiyorum. Zaten bu nedenle hem eşime ve hem de kendime bu yazıyı yazma ihtiyacı gördüm. Son söyleyeceğim cümleyi hemen söyleyeyim: 14 Şubat tarihinde Sevgililer Günü nedeniyle eşimle mesela dışarıda bir akşam yemeği yeseydik ve birbirimize hediyeler almış olsaydık kendimi o yukarıda yazmış olduğum gibi bazı kesimlerce belki de kasıtlı olarak neler yapıp yapmayacağım konusunda zorlanmış hissedecektim. Bana göre Sevgililer Günü bir semboldür. Önemli olan bu düşüncenin ardında yatan duyguyu, düşünceyi, felsefeyi anlayabilmektir yoksa kırmızı kalpler ile paketlenmiş bir hediye almak değil. Kalıplaştırılmasına ve tek bir tanıma indirgenmesine açıkçası bozuluyorum zira en az bu kalıplaşma işlemini, gerçekleştirenler kadar ben de düşünebiliyorum.

Noel’i bir düşünün. Hristiyanlık ve batı kültürünün dünyada baskın olmasından dolayı dünya kültürünü oldukça etkilemiştir. Noel kutlamaları kış mevsimi kutlamaları arasında en ünlü kutlamalardandır. Oysaki dine bile sonradan eklenmiş bir pagan hatta bir Türk geleneğidir. Noel gelenekleri film endüstrisi, popüler edebiyat, medya ve televizyon aracılığı sayesinde dünyada en yaygın olarak kullanılan motiflerin belki de başında gelmektedir. Aslında her birimiz büyük bir oyunun yalnızca küçük birer parçalarıyız. Biliyorum kulağa çok komplo teorisi gibi geliyor. Sosyal Medya gelişimini bir düşünün. Amaç tabii bence hiçbir zaman bizim sisteme ulaşmamız olmamıştı, sistemin bize ulaşabilmesiydi. Bugün artık kullandığımız bu medya ve medyayı kullandığımız araç ve gereçler sayesinde, ne içiyor, ne tüketiyor, hangi kitapları okuyor, ne zaman nereye gidip, ne kadar kalıyor, ne konuşuyor ve hatta ne düşünüyor, hayata nasıl bakıyoruz hep ama ama hep biliniyor. Gerçekleştirilen ve geliştirilen tüm pazarlama, satış ve yönetim stratejilerine de aslında artık hep bu açıdan bakmak gerekir. Sosyal Medya konulu yazımda belirtmiştim, tekrarlamak isterim: “Kabul etmek gerekiyor ki bizler artık yalnızca matrisin birer parçalarıyız. Söz konusu matrisin hayalini kuran kişilerin çocuk ve torunları ise bizlerin belki de yeni ya da her daim yöneticileri, bizler farkında olalım ya da olmayalım, kabul edelim ya da etmeyelim. Facebook’ta olmayanların artık günümüzde psikopat ve suç işlemeye eğilimli kabul edilmeleri de bir tesadüf değil bence”.

Ya da gelin biraz tehlikeli sularda gezinelim. Kandil Geceleri mesela. Burada bir şeyi özellikle fikre saygı açısından belirtmeliyim ki bundan sonraki iki paragraftaki hakim düşünce bana internet yolu ile geldi. Yazanı belli değildi bu nedenle sizinle paylaşamıyorum. Açıkçası yazdıklarına imzamı atardım. Kendimce önemli olan ve düşüncelerimi pekiştiren kısmı özetleyerek size sunuyorum.

Din adına geliştirilmiş bu türden kutsal gece ve günler, İslam aleminde büyük bir kabul görmüş durumda. Olmamalı demiyorum. Keşke geliştirilmeseydi hiç demiyorum. Ama gelin madalyona bir de öbür tarafından bakalım. Kur'an'da süreklilik esastır. Kur'an zamanın ve hayatın tamamına hiçbir boşluk bırakmaksızın hakimdir. Zamanın ve mekanın tamamı Allah'ındır. Hiçbir gün ve zaman bir başka gün ve zamandan üstün değildir. Günah ve sevap, hayır ve şer işlendiği zamana ve güne göre ne artabilir ne de eksilebilir. Artma ve eksilme amele göre belirlenmektedir. Hangi zaman diliminde veya günde yapılmış olunursa olunsun o zamanın ve günün yapılan şeyin değerini arttırma ve eksiltme gibi bir özelliği yoktur. Haram olan bir şeyi yapan kimse bunu ne gün ve zamanda yaparsa yapsın haramlığın derecesine etkisi olmaz. Veya sevap olan bir şeyi yapan bir kimse bunu ne zaman ve gün yapmışsa yapsın, zaman ve gün o sevabın derecesini etkilemez.

Araçla amacı birbirine karıştırmamak lazım. Kur'an, başta kadir gecesi olmak üzere Ramazan ayı, cuma günü, Kâbe, Arafat, Mescid-i Haram gibi birçok gün ve mekandan tabii ki söz etmektedir. Ancak, bu söz ediliş söz konusu gün ve mekanların özel ve önemli olmalarından değil bu zaman ve mekanlarda yapılan ibadetler içindir. Yani kutsal olan, Ramazan ayı değil, bu ayda oruç tutulmasıdır. Kutsal olan kadir gecesinin kendisi değil, Kur'an'ın o gecede indirilmiş olmasıdır. Oruçlar başka bir ayda tutulsaydı o zamanda başka bir aya özel anlamalar yüklenecekti ki bu olmamalı. Cuma namazı Pazartesi günü için olsaydı Pazartesi özel olmuş olacaktı oysaki Pazartesi de Cuma da Cumartesi de hep aynı önemde. Yoktur birbirlerinden farkları ne günlerin ne de gecelerin. Kadir gecesinin tek önemi o gecede vahyin gelmiş olmasıdır. Onun bin aydan daha hayırlı olduğunun söylenmesi Kur'an'ın önemini vurgulamak içindir. Yani tabii bence vurgulanmak istenen önemli olanın gün ya da gecenin olmadığı Kur’an’ın olduğudur”.

Ramazan ayında eğer alışveriş merkezlerinde öğle yemekleri yenilebiliyorsa ve yemeklerini bitirenler koltuklarını iftar için ötekilere değil, kardeşlerine, komşularına, arkadaşlarına, sevdiklerine devredebiliyorlarsa o ülkede hem denge sağlanmış demektir ve hem de verilmek istenen doğru aktarılmış. Ülkemiz inancın her bir derecesinin yaşanabildiği bir ülke olduğu için değerli, özel ve tektir. 11 ay içki içip Ramazan ayında içmeyen niceleri vardır aynı namaz kılmayıp bu kutsal ayda niyetlenenler gibi. Hac görevini sürekli ötelerler ama zekatlarını hiç aksatmazlar. İçimiz iyidir ve genelde sevgi doluyuzdur. Dinimizi farklı farklı derecelerde uyguluyor olsak da yoktur aslında birbirimizden çok farkımız.

Doğum günleri de yine bence sembolik günlerdendir. En azından benim için bir nevi hesap günüdür. Kendimi sorguladığım, geçen bir senenin muhasebesini yaptığım bir gündür. Aklımdan geçirdiğim düşünceler, vermiş olduğum ya da vereceğim kararlar, sürdürdüğüm, dört elle tutunduğum hayatım, tercih ederek, sözde bilinçli bir şekilde girdiğimi sandığım yollar, benimle, gerçek nüvemle, hani bir an yüz yüze geldiğim ama sonra hemen korkarak arkalara ittiğim gerçek benimle ne kadar uyumludur onları tartarım.

Hayat durmuyor ve kimseyi beklemiyor. Zaman kaybetmeden tadını çıkarmalıyız. Bunu yaparken de sapla samanı, araçlarla da amacı birbirinden ayırmalı ve bize empoze edilen kalıplar yerine bu kalıpların ardında yatan felsefeyi iyice düşünmeli ve dahası uygulamalıyız. Sevgililer Günü evet benim için önemlidir. Ama Sevgililer Günü aynı aynı Anneler Günü ve Babalar Günü gibi yalnızca yılda bir defaya özel değildir benim için. Eşime yani biricik sevgilime her an bir sürpriz yapabilir her an bir hediye alabilir ve her an yemeğe çıkarabilirim. Bunları yapmak için illa o günün gelmesini beklemem gerekmiyor. Annemle de babamla da sebepsiz yemeklere çıkarız. Onlara yine hediyeler alıp güzel sözler söylemem için Mayıs’ın 2.haftasını ya da Haziran ayını beklemem gerekmiyor. Cumhuriyet’in ne kadar önemli olduğunu bilip ona göre hareket etmem için Ekim’in sonunun gelmesini de beklemiyorum. 14 Şubat’da evet briç oynadım. Çok da keyif aldım. Eşim biliyorum ben keyifli bir gece geçirdiği için çok mutlu oldu. İşte bence Sevgililer Günü ruhu burada yatmakta yoksa alınan bir kaç kalpli çikolata da değil.

 Daha önceden yazmışımdır, biricik oğlum bizim aile için Şaşkın Aile diyor. Nedeni ise evde birbirimize sürekli olarak yaptığımız sürprizler ve sonrasındaki şaşırmalarımız. Dilerim kalıplar üstü bir hayatı üstelik bol ve güzel sürprizlerle yaşamaya devam edebilir, şaşkın bir aile olma özelliğimizi sürdürebiliriz. 

2 yorum:

  1. Hah, demek biz yalnız değilmişiz bu konuda :)

    Ben de bize dayatılan bu "özel gün" kavramını pek sevmiyorum. Sevdiklerime ne zaman hediye alacağıma benim yerime başkalarının karar vermesini de istemiyorum. Aynı şekilde yaygın olarak kadınların erkeklerden özel günlerde hediye, sürpiz vs beklemesini de anlayamıyorum. Ben beklemiyorum deyince insanlar inanmıyorlar, "bekliyorsundur, her kadın bekler" deyip beni iyice çileden çıkarıyorlar :))

    Çok dar kalıplarla düşünüyor insanlar. Belki aynı zamanda herkesle aynı şeyi yapmak daha kolay olduğu için ;)

    Alıntı yaptığın metindeki her cümleye hayran kaldım. Ne kadar da doğru! Yine içerik yerine biçime takıldığımızı yüzümüze vuran bir yazı olmuş. Paylaşmana sevindim :)

    "Semboller dünyası"nda "şaşkın aile" olmak ne güzel :)

    Sevgilerimle...

    YanıtlaSil
  2. Aynen öyle! Birileri çıkıyor "Bugün hadi bakalım hep beraber annelerimize hediye alıyoruz" diyor ve geri çekiliyor sanki. Sonra pat yine birileri ortaya çıkıyor ve "bugün babalara hediye alma günü, elimizi çabuk tutalım" diyor. Biz de derhal diyoruz ve alıyoruz. Sistemin böyle kurulmuş olması ve dahası kimsenin itiraz etmeden paşa paşa bu yolu izlemesi beni oldukça şaşırtıyor ve üzüyor. Eşimle ben kendimizce bu yoldan pek yürümüyoruz :)

    Alıntı evet tehlikeli sularda geziniyor ama hangi kelimesine karşı çıkabilirsin ki?!

    Yorumun ve değerli katkın için çok teşekkürler :)

    Selam ve sevgilerimle,

    YanıtlaSil