Fark yaratan bakış açılarımızdır...
2 Ocak 2012. Çok değil yalnızca 2 hafta sonrası. Birçoğunuz için yalnızca basit bir tarih. 365 günden sadece bir tanesi, belki en sıradanlarından. Hani zorlarsanız bazılarınız 2012 senesinin ilk çalışma günü olduğunu söyleyebilir. O gün doğanlar için bir yorumum tabii ki olmaz. O gün doğanlar ve hissettiklei bu yazının konusu zaten değil. 2 Ocak 2012, 2012 senesinin ilk çalışma günü. Birçoğunuz için sıradan bir gün olan bu tarih bizim biricik ailemiz için bir dönüm noktası oldu çıktı iyi mi?!! O gün evimizin gelirlerinin yarı yarıya azaldığı bir gün olarak tarihlerdeki yerini aldı. Efendim diyeceğim odur ki eşim verdiği ani bir kararla işinden ayrılmaya karar verdi. Son çalışma günü ise 2 Ocak 2012 olacak.
Herşey yine çok konuştuğu sıradan akşamlardan birinde söylediği, “artık yoruldum, çalışmak istemiyorum, biraz dinlenmeliyim, belki hatta sonra kendi işimi yaparım” gibisinden anlamsız sözleriyle başladı. Muhtemelen ya yine dinlememiş ve dinliyormuş gibi yapmıştım ya da doğal olarak söylediklerini ciddiye almamış, ön belleğe bile geçirmeden direk arka belleğe ağ bağlaması için fırlatmıştım. Bugün yapmış olduğu bu yönde bir ön açıklamayı hatırlamıyorum. Tamam söylediklerini dinlemediğim için benim tabii ki suçum var ama böylesine hayatımızı direk etkileyebilecek bir olayı diğer sıradan olaylar potasında eriterek önemsiz birşey gibi gösterip dikkatimi çekmeyi başaramaması, onun hanesine mutlak bir başarı hatta zafer ama aynı zamanda bir hata olarak yazıldı. Bunu inanmayacaksınız ama yüzüne karşı da söyledim. O kadar dellenmiş, şaşırmış ve paniklemiş olmalıyım ki kontrolü kaybedip bu hatasını üstelik Başak burcu kadını olduğunu hem de çok iyi biliyor olmama rağmen direk yüzüne söyleme cesaretini gösterdim. Benden size ncizane ufak bir tavsiye, sizi siz olun sakın ama sakın Başak burcu kadınını eleştirmeyin. Mümkünse zaten direk uzak durun. Yok eğer bu mümkün değil ise konuşmamaya çalışın. En masum söylediğiniz cümlelerden bile birşeyler çıkarabilme yetisi vardır. Hadi konuştunuz sakın ama sakın eleştirmeye kalkmayın. Suçu üzerinize alın, ben eşşeğim diye bağırın ama onu eleştirmeyin. Neyse ben eleştirdim düşünün artık.
Sonra ne mi oldu?
Tabii ki tatlı tatlı konuşmaya başladık. Allahım ne hoş ne yapıcı ne unutlmaz bir konuşmaydı o. Muhteşemdi, öyle bir sinerji vardı ki. Elle tutulamayan, görülemeyen, yalnızca hissedilebilen, kokusu, rengi olmayan, başka bir forma dönüştüğümüz, başka bir dünyaya ait olduğumuz bir tartışma ortamıydı. Tarihte hakettiği yeri alan konuşmalardandı. Nasıl rakı ile balık, rakı ile beyaz peynir, Zeki ile Metin, şarap ile peynir gibi çok iyi giden birbirlerine uyumlu ve 1+1’in 3 hatta 5 ettiği ikililer vardır, eşim konuşmaya başladı mı ya yanına televizyon ya da alkollü bir içki eklenmeli. Tek başına bu monolog çok tesirli ve hatta yakıcı olabiliyor. Eleştiri sonrası konuşmaya başladığı o anda televizyonu açmam ve seyretmem içinde bulunduğum durumu daha da acıklı hale getirebileceğinden ben diğer joker hakkımı kullandım ve içmeye başladım. Beyaz şarap içeceğim neşeli, eğlenceli ve fresh havayı hissetmemiş olmalıyım ki kırmızı şarabı tercih ettim. Genelde önce soğutur sonra karafta dinlendiririm. Ritüelim yani içmeye karar vermemle ilk yudumu almam, yaklaşık 45 dakikalık bir zamanı bulur. Büyük ve genişçe bir kadeh hep tercihim olur. O akşam ise direk şişeyi açtım ve bulduğum ilk küçük beyaz şarap kadehine kırmızı şarabı boca ettim. Zaman kaybedemezdim, desteğe, yardıma ihtiyacım vardı. Konuşmamızın sonunda sürekli içiyor olmamdan mıdır yoksa dert etsem de artık yapacak birşeyin olmadığı gerçeğinin bende yaratmış olduğu geçici delilik ve bundan kaynmaklı mutluluk havasından mıdır bilinmez etrafa gülücükler saçıyordum. Hafif sarhoş belki yalnızca çakır keyif bile olmuştum. Hatırlayabildiğim konuşmanın sonunda “ne iyi ettin de bu işe karar verdin” deyip sarılmamdı.
Eşim işten ayrılmakla gerçekten de çok iyi etti. Onunla gurur duymadan edemiyorum. İçim içime sığmıyor. Onu hep ve sürekli tebrik etme dürtüsüyle yaşıyorum. Ne zaman görsem sarılmak istiyorum. Çalışırken bile konu ne zaman aklıma gelse hemen tek başıma kalabileceğim bir yere gizlenip mutluluk dansı yapmaya başlıyorum. Yaşadığım bu büyük mutluluğu hararetle tavsiye etmiyorum çünkü ister denize ister kuyuya daldır, alacağın su elindeki kabın büyüklüğü kadardır. Benim delilik kabım yeterince geniş olduğundan ben bu mutluluğu yaşayabiliyorum, başkası adına yorum yapmak bu nedenle istemem.
2 Ocak 2012 tarihinden itibaren eşimin işe gidip gelirken ve benim de hafta sonlarında kullandığım bir arabamız artık hayatımızda olmayacak. Araba olmadığından doğal olarak firmanın biz iyi ve naif insanlara sunduğu yakıt ısmarlamaları da olmayacak. Eşimden daha çok oğlumun elinde görmeye alıştığım Iphone’da artık tarihe karışacak. Meğer bizim evin internet giderlerini bile firma karşılarmış. Bu nezaket ve bonkörlüğe de elveda diyeceğiz ki bunları yazarken ciddi ciddi içim burkulmakta.
Sahi elveda diyecek miyiz?
İşte zaten zurnanın zırt mıdır dırt mıdır dediği yerde tam burası. Pek tabii ki elveda demeyeceğiz. Verilen üç kuruştan önce araba, sonra yakıtı ve sonra da Iphone’u alınacak. Kalan para ile de bir kaç aylık internet giderimizi karşılayacağız. Benim görevim tabii kabul edersem ki inanın çoktan kabul ettim, önce arabanın ve sınırsız bir internet paketinin ne kadar gereksiz birer lüks olduğuna eşimi
inandırmam. Bunu başarabilirsem sonrasında da ilk yurt dışına gidecek bir zavallıdan telefon sipariş etme işlemlerine başlayacağım. Amaç durum-hasar tespiti yapıp, mevcut hasarı en az zararla atlatabilmek. Bu konuda tek başımayım. Kimselere güvenemem. İnanıyorum ve biliyorum ki başaracağım. Hem boşa dememişler inanmak başarmanın yarısıdır diye.
Tabii tüm bu yazdıklarım yaşadığımız bu keskin dönemeci anlatan gırgır anlatımlar. Eşim kendi alanında söz sahibi olan ülkedeki bir kaç kişiden bir tanesi. Benim tüm başarım şirkette işe başlamış yeni bir kaç kişiye öğütler vermek olurken o panellerde kendi alanında konuşmalar yapıyor. Yurtiçi ve yurtdışındaki panel ve konferanslarda,Türkçe ve İngilizce konuşmalar yapabilmek zaten benim harcım hiç olmamıştır. En büyük erdem kendi sınırlarını bilebilmektir. Ben eşimle her zaman gurur duymuşumdur. İşten çıkmasını da tüm kalbimle destekliyorum. Çalıştığı yer ona artık dar geliyordu. Benim kendim ve ailem adına en korktuğum ve olmaması için uğraş verdiğim konuların başında hem sahip olduğumuz potansiyeli tam kullanamamak gelmektedir. Eşim bu zor kararı vererek bu korkumuzu yok etti. Çok daha büyük başarılara yelken açacağından ve beni bu zor ve çetrefilli çalışma hayatından çekip çıkaracağından hiç şüphem yok.
Bazıları sıcak sever bazıları ise soğuk. Oğlum mesela soğuk sever. Yine bazıları çalışma hayatını sever bazıları ise sevmez. Eşim seven, ben ise sevmeyen taraftayım. Bir hayvan seçecek olsak ben Ağustosböceğini o ise karıncayı seçer. İşte bu nedenle köprüyü geçene kadar fazladan bir “d” söylemeyi ve eşime sonuna kadar destek olmayı kendime bir borç biliyorum. Oğlumla zaman geçirip, lak lak edeceğim, Cihangir kafelerinde yazar triplerine girip blog yazılarımı ve ikinci romanımı (hayır malesef hayır ... hala ilk romanımla ilgili güzel bir gelişme bulunmamakta. Son olarak dizilerde senaryo yazan ve bu işte çok da başarılı olan komşumuza verdim ki okusun ve elimden tutup beni meşhur etsin diye ama ondan da ya okumadığından ya da okuyup da beğenmediğinden hala bir ses yok) yazacağım, geç saatlere kadar televizyon seyredip buna rağmen erkenden balık tutmaya gideceğim, öğlenleri şarap içip siesta yapacağım ve canım ne zaman isterse kitap okuyacağım, gelecek kaygısı olmadan ve çalışmadan yaşayacağım o muhteşem, o mucizevi, o mutluluk ve huzur dolu günlerin artık çok yakında olduğunu hissediyorum. Bu uğurda bir süre en azından evin tüm yükünü çekmem gerekiyorsa da çekerim dert değil. Maksat gönüller bir olsun.
2 Ocak 2012. 2012 senesinin ilk çalışma günü. Birçoğunuz için sıradan bir gün. Bizim biricik ailemiz için bir dönüm noktası. Önemli olan başınıza gelen olaylar değildir. Önemli olan başınıza bu olaylar geldiği zaman tutunduğunuz tavır, tercih ettiğiniz yollardır. Önemli olan bu başınıza gelen olaya gösterdiğinbiz tepkidir. Fark yaratan bakış açınızdır. Tepkilerinizin içinde yer alan sevgi ve korku oranlarıdır.
Sevgiye yakın, korkudan uzak durmaya çalışarak, ışıklarla dolu, aydınlık günler ümidi ve isteği ile yeni bir dönemi, büyük bir mutluluk ve bir fırsat olarak görerek karşılayacağım. Biliyorum gerisi zaten yalnızca bir teferruat olarak kalacaktır. Dilerim öyle de olur !
0 yorum:
Yorum Gönder