Bu Blogda Ara

9 Haziran 2015 Salı

Bir dönüşümün hazin dolu hikayesi 1

Bir kedimiz eksikti!

İşte yine uzun bir aradan sonra beraberiz dostlar. Biliyorum benim için çok uzun sayılabilecek bir süredir yazmıyordum. Haklısınız, yazılarım sizlerde bu kadar alışkanlık yaratmışken, bu kadar uzun bir süre yazmamak, sizler için büyük bir haksızlık olmuştur. Eminim sudan çıkmış balık gibi kalmışsınızdır. Gönderdiğiniz yüzlerce yorumdan ve sayısız mesajdan beni ne kadar özlediğinizin farkındayım ve sizlere en içten ve kalbi!!! (artık out olması ne de güzel) duygu ve selamlarımı sunuyorum.  Yazmadım çünkü yazamadım. Yazamadım çünkü büyük bir ruhsal değişim içeresindeydim. Bir şekilde ruhsal dengemi kaybetmiş gibiydim. Günlük hayat tüm hızıyla etrafımda akıp giderken ben kendi dünyamda zaman geçiriyor gibiydim. Kafayı yemekle yememek arasında bir süre gidip geldikten ve antidepresan kullanımını ciddi ciddi düşündükten sonra bir gün yine okuduğum tek bir kitap sayesinde çok şükür ki kendimce yine aydınlığa çıkmayı başardım. Umarım bu aydınlık bu sefer daha uzun sürer. Hayır efendim bu yazının konusu hayatımı değiştiren ve bana yol gösteren kitap değil. Zaten olmamalı da. O kitap evet benim hayatımı değiştirmişti ama sizler için bir şey ifade etmeyebilirdi zira benim dinamiklerim yalnızca bana özel. Sizler için, sizlere ne kadar çok değer verdiğimden sebep, başımdan geçen deneyimleri paylaşıp, olayları genelleştirmeye karar verdim. Aslında bu yazıda ruhsal hayatımın dengesini sağlayabilmek için girdiğim yolları ve bu yolların aslında nasıl birer çıkmaz sokaklar olduğunu bulacaksınız. Anlayacağınız tam bir başarısızlık öyküsü bundan sonraki satırlar. Ne ile karşılaşacağınızı artık bildiğinize göre başlayabilirim. 

Benim hayatım en genel anlamda en azından bugüne kadar 4 ana evreden oluşmuştur. Birinci evre bebeklik ve çocukluk dönemidir. En ufak bir kötü anı hatırlamamakla beraber, 3.evrede ki yaşadığım sıkıntılardan illaki bir şeylerin olduğu, bir takım travmaların yaşandığı su götürmez bir gerçek. Dedim ya sizlerle paylaşabileceğim bir hatıra olmadığından bu bölüm hakkında çok şey yazamayacağım. Tek hatırladığım sevildiğim, sevdiğim, mutlu ve sakin bir çocuk olduğum. Bu evre ile ilgili olarak hatırladığım bir başka şey ise sınır tanımaz hayallerimdi. Ucu bucağı yoktu o zamanlardaki hayallerimin. Tüm dünya beni bekliyordu. Önümdeki tek engel ise yaşımdı. Büyüyecek ve tüm hayallerime kavuşacaktım.

Sonrasında biraz büyüdüm, yaşım ilerledi ve gençlik evresine ulaştım. 2. Evre. Altın çağlarım. Her türlü eğlencenin, fırlamalalıkların tavan yaptığı, özgüven patlamalarının yaşandığı unutulmaz yıllar. Neler yaşandı neler neler. Büyük başarılara, unutulmaz anılara imzalar atıldı. Arkadaşlıklar kuruldu, ilişkiler yaşandı hem de tüm hızıyla. Küçüklük hayallerime ulaşıyordum işte. Gerçekten de tek sorun yaşımmış işte. Bak büyümüş ve hayaller artık hayatımın birer parçası olmaya, gerçekleşmeye başlamışlardı. Bu evrede de hayaller vardı. Belki çok belirgin olmasa da sınırları vardı artık ama yeterince tatminkar ve büyüklerdi. Sonra işte o evre geldi. Adı batasıca o evre. Bitmek, tükenmek bilmeyen o evre. Hayatımı tüketen o uzun yıllar. Güneşli, insanın içini ısıtan, yaşama sevinci veren, pas parlak günler artık geride kalmış, kara bulutlar acımasızca ve ansızın kaplamışlardı gökyüzünü. Evet bazen kara bulutların dağılmasını sağlayan güzel günler olmuşsa da, içinde muazzam güzel duyguları barındıran günler yaşanmışsa da, dayanılması ve dengede kalınması çok zor bir evreydi. Nice benim diyen kişiler hep bu evrede antidepresanlara başlamışlardı. Nicelerinin saçları yine bu evrede dökülmüş, yine niceleri bu evrede göbeklenmişlerdi. Diğer taraftan evet kesinlikle gereken bir evreydi; beni geliştiren ve bir sonraki evreye hazırlayan zorlu, acımasız, gaddar bir evreydi. Hedeflerine ulaşmak için her türlü eylemi yapabilen, machiavellist, acımasız ve hatta mazoşist bir öğretmen tarafından bir sınava hazırlanmak gibiydi ve hocayı bırakma şansı da yoktu. Hayallerimizdeki yere ulaşmak için dikenlerle dolu bir yoldan geçmek gibiydi. Çok zor geçti dostlar hem de çok zor. 2.evrenin tüm güzelliklerini, duygu ve düşüncelerini, hayallerini, naifliğini tüketti, acımasızca bitirdi. Bu dönemlerde artık hayal kurmayı bırakmıştım. Yalnızca nefes alıyor, yükümlülüklerimi yerine getiriyordum. Duygular hayallar kadar çabuk yok olmuyorlar. İçimde hep artık tanımlayamadığım, eski günlerden kalan bir duygu kırıntısı vardı ve zaman zaman anlık olarak kaplıyordu içimi ama daha tadını bile çıkarıp keyiflenemeden yok olup gidiyordu içimden.
Tüm yukarıda yazmış olduğum 3.evre ile ilgili yazmış olduklarımdan bir yanlış anlama da olmasın. Tüm bu yazılanlar benim kendi kendimle olan durumlarımdı. Kendi kendimi ve yaptıklarımı beğenmiyor olmam ile ilgiliydi yoksa hayatımda hiç bir şeyle değişemeyeceğim güzellikler ve hediyeler yine bu dönemde gelmişler ve hayatlarımın bir parçası hatta belki kendisi olmuşlardı. 3.evrenin kötülüğü, 2.evreden sonra gelmiş olmasıydı. İki evre arasında dayanması zor bir uçurum vardı. Bir yandan gelen güzelliklere şükrediyor ama bir yandan da aynada yüzüme bakamıyordum. Kendimle yüzleşemiyor ve çözümleri hep dışarıda arıyordum. Zaman zaman tüm çözüm içinizde tipi yazılar okuyor olsam da bunu hayata geçiremiyordum. Yine böyle yaprak gibi savrulup, mutsuz mutsuz ilaç mı kullansam yoksa alkolün miktarını mı arttırsam dediğim günlerden birinde bir kitap okudum. Güzel, ışıl ışıl bir kitaptı. Üstelik ingilizce yazılmış bir kitaptı. Düşünün okudum ve okumakla kalmayıp anladım da. Hoş belki de baştan aşağıya yanlış anlamışımdır :) ama sonuçta bir şekilde tekrar huzur bulmamı sağladı işte.

4.evre için belki zaman gelmişti ama işte bu kitap bu evre için gereken bilinci sağlamıştı. Ama yalnızca bilinç evre değişiklikleri için yeterli olmuyor. Bazen çok sarsıcı bir olayın ya da hayatını olumlu ya da olumsuz değiştirecek bir olayın da beraberinde de gelmesi gerekiyor. Sarsılmalısın ki evre başlasın. 4.evre için gerekli olan sarsılma da geçen gün bizim evin salonunda gerçekleşti. Eşim bir kedi alalım mı? diye sordu. Ardından da sarsılmamı sağlayan o mucizevi açıklamaya başladı: “negatif enerjiler hep yerlerde toplanıyor ve bunların dağıtılmaları gerekiyor. Ya çalı süpürgesi ile evi her gün süpürmek gerekiyor ya da bir kedi almak. Kediler hep yerlerdeler ya, negatif enerjiye de çok güzel dağıtıyorlar. Çalı süpürgemiz yok, yerine kedi çok daha iyi olmaz mı? Ne dersin?”

Ne mi derim?!! Hani ekmek yok pasta vereyim mi abime tadında  basit bir çalı süpürgemiz yok diye bir kedimiz mi olacak düşüncesine mi yoğunlaşayım yoksa kedinin bu muazzam yeteneğini mi düşüneyim bilemedim. Bir anda ev, salon, eşim, çevrem bulanıklaştı, sözler uzaklaştı, anlamsızlaştı. Çalı süpürgesi, negatif enerji, kedi, süpürme, enerjinin dağıtılması gibi kelimeleri tekrar etmeye başladım. Ben içimden ettiğimi sanıyordum ama meğer yüksek sesle tekrarlıyormuşum. Eşim bu tekrardan memnun olmadığından sebep feng shui de bu durumu destekliyor diye kendi teklifini desteklemek istemesiyle gerçeklerle ve kendimle bir anda yüzleşmeye başladım. İşte o yüzleşmeyi, 4.evrenin sarsılması olarak tanımlıyorum. Şimdi iyice saçmaladığımı düşünebilirsiniz, merak etmeyin yazı bittiğinde tüm bu yazdıklarım birer anlam kazanacaklar. 

Normal şartlarda kedileri severim. En azından saygı duyarım onlara. Kediler patrondurlar, sahiplerdir, sizden çok şey beklemezler, dikkatlidirler, kendi kendilerine yeterler. Bence saygındırlar. Küçükken kendilerine bir ev bulana kadar tatlı görünür sonra eve senden çok sahip çıkarlar. Bilirler ki kolay kolay artık o evden ayrılmazlar. Dedim ya kedileri severim ve belki alabilirdik de ve eminim negatif enerji konusunda bugüne kadar yaptıklarımızdan çok daha fazla işe yararlardı ama kedi ve feng shui’nin aynı cümlede kullanılmaları ve 3.evrede bu uğurda yapmış olduğum çalışmalar bir anda aklıma gelince 4.evrenin kapıları bir anda ardına kadar açıldılar.

3.evredeki çalışmalara geçmeden, 3.evreyi, 3.evre yapan düşünce tarzını öncelikle sizinle paylaşmalıyım. Düşünün ki 2.evrenin sonlarında artık zirvedeyim. Eğlencenin de, başarı duygusunun da, sevmenin de sevilmenin de zirvelerindeyim. Bu seviyede kalmak sanırım yetmemiş olacak ki günlük hayatımda kalıp, mutlu mesut devam etmek varken düşünmeye, okumaya ve tekrar düşünmeye yöneldim. Hatayı da zaten burada yaptım. Düşündükçe araştırdım, araştırdıkça okudum ve değişmeye başladım. Babamdan gördüğüm ve beni her zaman huzurlu ve mutlu kılan basit ama bir o kadar derin kadercilik anlayışından kendi kaderimin efendisi olma yoluna doğru yöneldim. Mandela bile kendi ruhumun kaptanıyım dememiş mi, ben neden kaptan olmayayım ki dedim ve dipsiz bir kuyunun içine hem de oldukça hazırlıksız bir şekilde kendimi bırakıverdim. İçsel yolculuklarım için dibe vurmayı beklemeyip, zorunda kalarak bir savunma psikozu ile değil ama bilinçli bir seçim, bir tercih ile yolculuklarımı gerçekleştirmeğe çalıştım. İyi de bok yedim. Zirveden bırakın yokuş aşağıya yavaş yavaş ve sindire sindire inmeyi, adeta serbest bir düşüş ile dibe vurdum ve dahası ve daha da kötüsü kalakaldım dibin o en karanlık yerinde.

Aslında her şey son derece naif ve güzel duygularla başlamıştı. Rekabetin, uyuşmazlıkların, güvensizliğin, düşmanlıkların, nüfus patlamasının, çevre kirliliğinin, cehaletin ve olağanüstü bencilliğin  egemen olduğu bir dünyadan iş birliği bilincinin, sevginin ve bilgeliğin yaşandığı bir dünyaya nasıl geçilebilir gereksiz araştırmasını yapıyordum. Evet bu ütopya için bir nefer olacaktım. Yahu sana ne? Sen neden böyle bilmediğin yollara girersin ki? Nefer kim sen kimsin? Yok efendim su ile temizlenebilirmişiz de, ısınmamızı sağlayan ateşi söndürebilirmişiz de. Yok efendim ateşi yok etmek için de kullanılabilirmişiz, ısıtmak/ısınmak için de. Bir yıldız güneş olup hayat da verebilir yörüngesindeki gezegenlere, kendi içine dönüp kara deliğe de dönüşebilirmiş. Bunlar arasında bir seçim yapmak hep bize bırakılmışmış bu dünyada. Hangisini istersek onu elde edebilirmişiz. Miş de miş ve gene miş de miş. Bunun gibi daha nicelerini düşündüm, yazdım, paylaştım, inandım.

Sonra bir adım daha ileri gittim. Unutmuş olsa da insanın; potansiyelinde, özünde Tanrısal özelliklere sahip olan ilahi bir varlık olduğuna, ve Tanrı'dan yansımış olduğuna inanmaya başladım. Yani parça bütüne aitti. Daha tasavvufi bir ifade ile gerçek olan “Bir”di. Tüm evren “Bir”in farklı biçim ve nitelikteki yansımalarından ibaretti. Gerçek sır, Tanrısallığı insanın içinde görülebilmesiydi. Boşuna “Kendini bilen Tanrı'yı da bilir...” denilmemişti. Delf mabedi'nin kapısında da “Kendini bil ibaresi” yer almaktaydı ve Hermes de binlerce yıl önce “İnsan varoluşun aynası ve özetidir. Aşağıda olan da yukarıda olan gibidir. Evren ise, büyük çapta bir insandır. İşte birlik mucizesi budur” demişti. Daha ne olsun yani, herkesin ağzında bu sözler vardı işte, ben neden inanmayacaktım ki... Aslında her şeye rağmen buraya kadar da sorun yoktu. Sorun buraya kadar gelmiş olanın burada durmayacak olmasıydı. Ve tabii ben de bir adım daha ileri gittim. Yapmış olduğum araştırmalar, gittiğim kurslar/seminerler/eğitimler ve katıldığım toplantılar sonrasında ve sayesinde din ile bilimin aslında sanılanın tam tersi olarak hem de çok büyük bir payda da birleştiğini kendimce tespit ettim: Hepimiz birer küçük yaratıcılarız. İçimizde Tanrısal bu nüve, Tanrısal bu özellik bulunmaktadır. Kendi kaderlerimizi, kendi hayatlarımızı bizzat yaratmaktayız. İşte çöküş tam da bu nokta da başladı. Haddim olmayarak Tasavvuf’da da, Kabala’da da ve Kuantum’da da bu düşüncenin geçerli olduğunu tespit ettim.

Kaderciliğin rahat, yumuşak, sarmalayan şefkatli, ulvi ve ruhani kollarından ayrılıp kendi başıma kalıverdim. Sudan çıkmış balık olmak bu olmalıydı. Eksik olan bir çok şey varken sen bir anda inanç sistemini değiştirirsen olacağı buydu. Bunca yıl sırtımı dayadığım büyük bir güç varken şimdi tüm hayatın akışı karşısında tek başımaydım. Heyecanlı ve bir o kadar da aptalmışım. Artık çok çalışmalı ve hayatımı kendime göre kurmalı, yaratmalıydım. Önce eksikler tamamlanmalı dedim ve sırayla sayısız kurslara ve seminerlere katılmaya başladım. Çok eksiğim vardı, çok açtım ve bir şekilde bu açığı kapatmalıydım. Bu konuda mütavazi olmayacağım. Konuya amatörce yaklaşan biri olarak ulaşılabilecek en üst noktadada olduğumu çok rahat söyleyebilirim. Bir üst noktası zaten bu işten para kazanmak oluyor ki profesyonalleşme ile zaten olayın anlamı da yitip gidiyor. Yani aslında başka bir deyişle kendimi oldukça iyi de yetiştirdim durdum bu dönemde.

Şimdi takdir edersiniz ki bu yazı böyle uzun uzun sürüp gidecek. Düşünsenize büyük bir dönüşümün acıklı hikayesinden bahsediyorum sizlere. Böyle olunca sizler için de benim için de bir ara vermek iyi olacaktır düşüncesindeyim. Bir sonraki yazıma son paragraf ile başlayıp bu yolda başarılı olmak için yapmış olduğum hani neredeyse uzman seviyesindeki yaptıklarımdan bahsedeceğim. Acıklı ve bir o kadar da komik bir hikaye olacak sizler için çünkü benim için gerçekten de böyle oldu.

Şimdilik sizlere hoşçakalın diyor ve aranızdan ayrılıyorum...

Sevgi ve saygılarımla,

0 yorum:

Yorum Gönder