Kadercilik vs
Kadim teknikler
Kaderciliğin rahat, yumuşak, sarmalayan şefkatli, ulvi ve
ruhani kollarından ayrılıp kendi başıma kalıvermiştim. Sudan çıkmış balık olmak bu
olmalıydı. Eksik olan bir çok şey varken sen bir anda inanç sistemini
değiştirirsen olacağı buydu işte. Bunca yıl sırtımı dayadığım büyük bir güç varken
şimdi tüm hayatın aman vermez akışı karşısında tek başımaydım. Heyecanlı ve bir o kadar da
aptalmışım. Artık daha çok çalışmalı ve hayatımı kendime göre kurmalı,
yaratmalıydım. Önce eksikler tamamlanmalı dedim ve sırayla sayısız kurslara ve
seminerlere katılmaya başladım. Çok eksiğim vardı, çok açtım ve bir şekilde bu
açığı kapatmalıydım. Bu konuda mütevazi olmayacağım. Konuya amatörce yaklaşan
biri olarak ulaşılabilecek en üst noktada olduğumu çok rahat söyleyebilirim.
Hala da öyleyim aslını isterseniz ama artık bu işlerle pek uğraşmıyorum. Bir
üst noktası zaten bu işten para kazanmak oluyor ki profesyonelleşme ile zaten
olayın anlamı da yitip gidiyor. Yani aslında başka bir deyişle kendimi oldukça
iyi de yetiştirdim durdum bu dönemde. Sonunda ne mi oldu? Nothing, Nada, Hiçbir şey...
En son ne zaman içten gelerek kahkaha attınız? Ben 2.evrede
karnım ağrıyana kadar gülebilirdim. Öyle büyük zeka ürünü bir espri ya da şaka
olması da gerekmezdi hani. Ufak deli saçması şeylere dakikalarca ve yerlere
düşene kadar gülerdim, gülerdik. Hem biz buna uygunduk, hem çevremiz ve hem de
konu içerikleri. Yaşadığım, tercih ettiğim hayat da tüm bu hislerimi
desteklerdi.
Sorumluluklarım sınırlıydı. Kendi hayatımı çizmek gibi bir
derdim yoktu. Dahası tercihlerim hep hayal dünyama giden yollar olmuşlardı.
Ekonomide arz ve talep dengesi denen bir kavram vardır. Bir şeye ihtiyaç
duyulursa anlam kazanır ve insanın dikkatini çeker. 2.everenin bütününde gerek
ruhen ve gerekse fiziksel açıdan bana iyi gelecek hiç bir öğretiye, tekniğe ve
eğitime ihtiyaç duymadım. Hayat büyük bir hız, coşku ve eğlence içerisinde
gidiyordu. Kahkahalar atıyor, karnım ağrıyana kadar gülüyordum. Kendime güvenim
üst düzeydi ve her şeyi yapabileceğimi biliyordum. Desteklendiğimi biliyor zaman
zaman sıkıştığım noktalarda bir dua ile dengemi tekrar sağlayabiliyordum. Kimin
böylesi zamanlarda spiritüel şeylere ihtiyacı olabilirdi ki?!! Böylesi
ihtiyaçlar adı üstünde zaten ihtiyaçlar bir eksikliğin tamamlanması
için vardırlar ve insan ihtiyaç duyana kadar böylesi şeylere zaman
harcayamazdı. En azından ben harcamamıştım.
Peki neler mi yaptım? Hemen hemen hepsini, tüm teknikleri
... Kimisine dünyaların parasını verdim, kimileri için yurt dışlarından
siparişler verip bekledim. Kimileri için büyük uzmanlarla yazıştım kimileri
için ise bizzati kendim dereceler alıp taçlandırıldım. Hepsindeki temel amaç fiziksel
bedenimle, duygu ve düşüncelerim arasında yaşamsal bir bağlantı kuruverilmesini
sağlamaktı. Neler yaptıklarıma geçmeden önce gelin sizlere tüm bu tekniklerin
önce ortak noktalarından bahsedeyim. Bahsedeyim ki siz siz olun bu tür
tekniklerden uzak durun, genel kültür olarak bilin yeter.
Bir kere bu işi yapanlar, organize edenler çok ama çok akıllı
kişilerden oluşur. Bu ve aşağıdaki bölümlerde sıralayacağım konular resmen
toplumu şekillendirme araçları olarak kullanılmakta. Bir nevi aslında yapılan
toplum mühendisliği. Düşünsenize toplumda bu ve bunun gibi araçlara inanmaya
hazır 400 milyon kişi olsa ve bu kişiler yıllık 2000 dolar harcamaya hazır
olsalar, toplamda iyi para etmez mi? Hem iyi para eder ve hem de bu 400 milyon
bu kadar paraları kendi özel ilgi alanları için harcanmayıp büyük döngünün
içerisine kullanılmış olurlar.
Bakıyorlar aklı karışık bir çok kişi var toplumda. Bir
şeylere ihtiyaçları olan kişiler. Kimisine secret kitabını veriyor, kimisine
reikiyi, kimisine nefesi, kimisine melekleri, kimisine de feng shui’yi. Babam
gibi kaderci anlayışı seçenler oldukça rahatlar. Bir karar vermişler kafaları
karışmadan yaşayıp gidiyorlar. Kafası karışık olanlar için ise seçimden bol şey
yok. Ben işte hemen hemen hepsini yaptım yıllar içersinde. Aslında bu da kendi
içinde mantıklı zira bu işi yapan büyük abiler dönem dönem yeni dozlar
veriyorlar. Hepsini aynı anda ortaya çıkarmıyorlar ama hepsinin ortak bir
yanları var aslını isterseniz: Ortaya çıkardığı yenilenme ve iyileşme gücü ile
hepsi bilinen insanlık tarihinin en eski ve en önemli tedavi yöntemleri. On
sene öncesinde adı bilinmeyen teknik aslında oldukça kadimmiş. Kimisinin tarihi
5000 yıllık kimisinin ki insanlık tarihi kadar eski ve bir o kadar kadim. Kadim kelimesi ise en sevilen sıfat bu
öğretiler için. Bu kelimeyi kullanmayan uzman yok gibi. Fiziksel bedenle, duygu
ve düşünce arasında yaşamsal bir bağlantı hemen şipşak kuruluveriyor. Sonrasında
ise kadim zamanlardan günümüze gelen bu birçok spritüel ve mistik
gelenek sayesinde bilinçsel aydınlanmalar yaşamaya başlıyoruz. Sonrasında ise
gelsin daha fazla fiziksel ve mental enerji. Daha açık ve daha net bir bilince
ne dersiniz? Ya size duygusal ve fiziksel acıların yok olacağını söylesem? Daha
sağlıklı ve enerjik bir yaşama ne dersiniz? Gevşeme, huzur, mutluluk ve bol
para olmazsa tabii ki olmaz. Ben ne mi aldım? Ben kendi adıma babayı aldım tüm
geçen bu süre sonunda.
Genel görüntü bir şekilde sıkıntıları ve problemleri olan,
hayat ve kendileriyle çok barışık olmayan, ikili ilişkilerde umduğunu
bulamamış, finansal açıdan daha parlak günler yaşamak isteyen, ya da parası
olup mutlu ve huzurlu olmayan her yaştan erkek ve kadınlar. İnsan tabii ister
istemez acaba ben de mi dışarıdan böyle görünüyorum diye düşünüyor. Sahi
gerçekten de mutsuz muydum? Bunları yapıyor olma sebebim neydi? Boşanmak üzere
olanlar vardı, sevgilisi ile arası iyi olmayanlar, henüz sevgilisi olmayanlar,
işinde memnun olmayanlar, sağlık sorunu bulunanlar...
Katılımda bulunduğum her bir eğitim ya da seminerde bir süre
sonra insanların içinde bulundukları bu son derece üzüntü ve bir o kadar iriti
edici durum, daha çok hüzünlenmeme neden olurdu. Farklı bir gözle bakmaya başlardım.
Hepsi de iyi insanlardı ve yalnızca hayatla istedikleri ritmi
yakalayamamışlardı. Hayatla dansa yanlış adımla başlamış gibilerdi. Eğitmenin
telefonlarınızı lütfen kapayın ya da sessize alın diye belki 5 kere söylemesine
rağmen çalan telefonlar ve Vallahi
kapamıştım, nasıl çaldı anlamadım diye kendini savunanlar bile (en az 4
farklı vak’a) beni artık ne rahatsız ediyordu, ne de kızdırıyordu. Koca koca
teyze diyeceğim kadınların büyük bir ısrarla parmak kaldırıp söz istemeleri ise
artık yalnızca sempatik geliyordu. Büyük ikramiye kazanmak isteyenlerin
sayısıyla, aşk isteyenlerin sayısı hemen hemen aynıydı. Ben de kendilerine
içten bir amin dedim her defasında.
Bu toplum mühendisleri ayrıca işi garantiye de almış
durumdalar. Practice makes perfect.
Olması için çok ama çok çalışmalısın. Yine de olmazsa bil ki sen bilinç altı
olarak istemediğinden ya da inanmadığından olmuyor. Öyle ya bu işte inanma
olmazsa olmaz. Yani teknik işe yaramazsa ya az çalıştığından ya da gerçek senin
istememiş olmasından. Yerseniz! Ne güzel İstanbul be!
Benim için her şey aslında Stefano E. D Anna’nın Tanrılar Okulu kitabını okuduğumda
başlamıştı. Güzel kitaptı güzel olmasına da beni farklı bir yola keşkem
sokmasaydı. Adam daha sonra Türkiye’ye de geldi. BÜMED’de söyleşi yaptı. Çok
şeker ve kibar bir adam ama bana pek hayrı dokunmadı zat’ın. Büyük kara
bulutlarla dolu ufuklar açtı. Kendisinin efendisi olan, dünyanın da efendisi
olur diyordu kitapta. Yıllar sonra Mandela’nın aynı şeyi söylediğini okudum: Ben kendi kaderimin efendisi, kendi ruhumun
kaptanıyım. Kitabın vermek istediği
mesaj bundan yüzyıllar önce hak ettiği ölçüde tanınmayan, büyük bir düşünür ve
felsefeci olduğuna inandığım Lupelius’un verdiği mesaj ile aynıydı: İster
bilinçli, ister bilinçsiz verilmiş olsun, kişinin başına kendi rızası olmadan
hiçbir dış olay gelemez. Öncelikle psikolojisinden geçmeden, hiçbir şeyle
karşılaşamaz. Düşünce bu yüzden çok güçlüdür. düşünüş yazgıdır. Varoluş bizim
buluşumuzdur ve bu yüzden sadece bize bağlıdır. Bu dünyadaki yaşantı, bir
Tanrılar Okuludur.
Kitap sonrasında her şey çok çabuk gelişti. Bir anda uçsuz bucaksız bir düşünce karşısında kalakalmış ve hepsini bir anda içselleştirmeyi istiyordum. Önümde her biri bir ömre yetecek derinlikte ve gizemde olan konulara balıklama daldım. Kabala’dan girdim, tasavvuf’tan çıktım. Kuantum du Buda’ydı derken kafam oldukça karışmıştı. Kendimce çıkarımlar yapıyor olsam da huzur katsayım giderek azalıyordu. Ben ise okumaktan, araştırmaktan geri kalmadım. Okudum da okudum. Dahası bir çoğunu daha iyi anlamak için yazdım, sevdiğim insanlarla paylaştım, tartıştım. Sonuç kendimce iyi yolda olduğumdu ama aslında olup biten tek şey giderek dibe battığımdı.
Kitap sonrasında her şey çok çabuk gelişti. Bir anda uçsuz bucaksız bir düşünce karşısında kalakalmış ve hepsini bir anda içselleştirmeyi istiyordum. Önümde her biri bir ömre yetecek derinlikte ve gizemde olan konulara balıklama daldım. Kabala’dan girdim, tasavvuf’tan çıktım. Kuantum du Buda’ydı derken kafam oldukça karışmıştı. Kendimce çıkarımlar yapıyor olsam da huzur katsayım giderek azalıyordu. Ben ise okumaktan, araştırmaktan geri kalmadım. Okudum da okudum. Dahası bir çoğunu daha iyi anlamak için yazdım, sevdiğim insanlarla paylaştım, tartıştım. Sonuç kendimce iyi yolda olduğumdu ama aslında olup biten tek şey giderek dibe battığımdı.
Reiki bu tekniklerin en önemlilerindendi. En azından bir
zamanlar. Ellerimden enerji fışkıracak ve dahası bizler bu enerjiyi hem hissedebilecek
ve hem de şifalar verebilecektik. Finlandiyalı bir zat-ı muhteremden el almaya
karar verdik. Gittik de. Türkler bizi kesmemiş ve bu ulvi adamı keşfetmiştik. Hatta
zaman içersinde o kadar memnun kaldık, enerjilerimizi ellerimizden o kadar
fışkırttık ki hızımızı almayıp aynı ermiş Finliden Reiki II kursunu da aldık.
Sonrasında sahip olduğumuz enerjiyi kullanabilme yeteneği ile bir yürüdük bir
yürüdük ki dönüp arkamıza baktığımızda bir adım bile yol almadığımızı fark
ettik. İşte bu kadar yararlı oldu reiki sanatını bilme bizlere. Ne zaman
başımız ağrısa, midemiz bulansa uyguladık durduk. Her piyango bileti ya da
sayısal loto kuponu alımı öncesinde ilgili tekniği gizliden gizliye uyguladım.
Ne başımızın ağrısı geçti, şansa ne de bir amorti çıktı. Evren aslında her
defasında avazı çıktığı kadar bağırıyordu bizlere inanma kardeşim diye ama bizde nerede o kafa. Yıllar yılı
inanmaya devam ettik. Düşünsenize eşim ve ben bazen 1 saat boyunca çakralarımıza
enerjiler verdik durduk. Sürekli devam ettik çünkü zaten kursa bile inanmaya
hazır olarak gitmiştik. Çakralarımız açık, tütsüler yanık, umutlar hep
yemyeşil ama bulutlar hep kapkaranlıktı.
Sonra ne mi oldu?
Aslında koca bir hiç ama gittiğim ve uyguladığım diğer
teknikleri anlatmaya devam edeceğim. İç dünyama yapmış olduğum bu
başarısızlıklarla dolu yolculuğum hakkında yazmış olduğum itiraflarım tüm
hızıyla bir sonraki yazımda devam edecek diyerekten huzurlarınızdan
ayrılıyorum.
Sevgi ve saygılarımla,
0 yorum:
Yorum Gönder