Bu Blogda Ara

15 Haziran 2015 Pazartesi

Bir dönüşümün hazin dolu hikayesi 2

Kadercilik vs Kadim teknikler

Kaderciliğin rahat, yumuşak, sarmalayan şefkatli, ulvi ve ruhani kollarından ayrılıp kendi başıma kalıvermiştim. Sudan çıkmış balık olmak bu olmalıydı. Eksik olan bir çok şey varken sen bir anda inanç sistemini değiştirirsen olacağı buydu işte. Bunca yıl sırtımı dayadığım büyük bir güç varken şimdi tüm hayatın aman vermez akışı karşısında tek başımaydım. Heyecanlı ve bir o kadar da aptalmışım. Artık daha çok çalışmalı ve hayatımı kendime göre kurmalı, yaratmalıydım. Önce eksikler tamamlanmalı dedim ve sırayla sayısız kurslara ve seminerlere katılmaya başladım. Çok eksiğim vardı, çok açtım ve bir şekilde bu açığı kapatmalıydım. Bu konuda mütevazi olmayacağım. Konuya amatörce yaklaşan biri olarak ulaşılabilecek en üst noktada olduğumu çok rahat söyleyebilirim. Hala da öyleyim aslını isterseniz ama artık bu işlerle pek uğraşmıyorum. Bir üst noktası zaten bu işten para kazanmak oluyor ki profesyonelleşme ile zaten olayın anlamı da yitip gidiyor. Yani aslında başka bir deyişle kendimi oldukça iyi de yetiştirdim durdum bu dönemde. Sonunda ne mi oldu? Nothing, Nada, Hiçbir şey...

En son ne zaman içten gelerek kahkaha attınız? Ben 2.evrede karnım ağrıyana kadar gülebilirdim. Öyle büyük zeka ürünü bir espri ya da şaka olması da gerekmezdi hani. Ufak deli saçması şeylere dakikalarca ve yerlere düşene kadar gülerdim, gülerdik. Hem biz buna uygunduk, hem çevremiz ve hem de konu içerikleri. Yaşadığım, tercih ettiğim hayat da tüm bu hislerimi desteklerdi.

Sorumluluklarım sınırlıydı. Kendi hayatımı çizmek gibi bir derdim yoktu. Dahası tercihlerim hep hayal dünyama giden yollar olmuşlardı. Ekonomide arz ve talep dengesi denen bir kavram vardır. Bir şeye ihtiyaç duyulursa anlam kazanır ve insanın dikkatini çeker. 2.everenin bütününde gerek ruhen ve gerekse fiziksel açıdan bana iyi gelecek hiç bir öğretiye, tekniğe ve eğitime ihtiyaç duymadım. Hayat büyük bir hız, coşku ve eğlence içerisinde gidiyordu. Kahkahalar atıyor, karnım ağrıyana kadar gülüyordum. Kendime güvenim üst düzeydi ve her şeyi yapabileceğimi biliyordum. Desteklendiğimi biliyor zaman zaman sıkıştığım noktalarda bir dua ile dengemi tekrar sağlayabiliyordum. Kimin böylesi zamanlarda spiritüel şeylere ihtiyacı olabilirdi ki?!! Böylesi ihtiyaçlar adı üstünde zaten ihtiyaçlar bir eksikliğin tamamlanması için vardırlar ve insan ihtiyaç duyana kadar böylesi şeylere zaman harcayamazdı. En azından ben harcamamıştım.

Peki neler mi yaptım? Hemen hemen hepsini, tüm teknikleri ... Kimisine dünyaların parasını verdim, kimileri için yurt dışlarından siparişler verip bekledim. Kimileri için büyük uzmanlarla yazıştım kimileri için ise bizzati kendim dereceler alıp taçlandırıldım. Hepsindeki temel amaç fiziksel bedenimle, duygu ve düşüncelerim arasında yaşamsal bir bağlantı kuruverilmesini sağlamaktı. Neler yaptıklarıma geçmeden önce gelin sizlere tüm bu tekniklerin önce ortak noktalarından bahsedeyim. Bahsedeyim ki siz siz olun bu tür tekniklerden uzak durun, genel kültür olarak bilin yeter.

Bir kere bu işi yapanlar, organize edenler çok ama çok akıllı kişilerden oluşur. Bu ve aşağıdaki bölümlerde sıralayacağım konular resmen toplumu şekillendirme araçları olarak kullanılmakta. Bir nevi aslında yapılan toplum mühendisliği. Düşünsenize toplumda bu ve bunun gibi araçlara inanmaya hazır 400 milyon kişi olsa ve bu kişiler yıllık 2000 dolar harcamaya hazır olsalar, toplamda iyi para etmez mi? Hem iyi para eder ve hem de bu 400 milyon bu kadar paraları kendi özel ilgi alanları için harcanmayıp büyük döngünün içerisine kullanılmış olurlar.

Bakıyorlar aklı karışık bir çok kişi var toplumda. Bir şeylere ihtiyaçları olan kişiler. Kimisine secret kitabını veriyor, kimisine reikiyi, kimisine nefesi, kimisine melekleri, kimisine de feng shui’yi. Babam gibi kaderci anlayışı seçenler oldukça rahatlar. Bir karar vermişler kafaları karışmadan yaşayıp gidiyorlar. Kafası karışık olanlar için ise seçimden bol şey yok. Ben işte hemen hemen hepsini yaptım yıllar içersinde. Aslında bu da kendi içinde mantıklı zira bu işi yapan büyük abiler dönem dönem yeni dozlar veriyorlar. Hepsini aynı anda ortaya çıkarmıyorlar ama hepsinin ortak bir yanları var aslını isterseniz: Ortaya çıkardığı yenilenme ve iyileşme gücü ile hepsi bilinen insanlık tarihinin en eski ve en önemli tedavi yöntemleri. On sene öncesinde adı bilinmeyen teknik aslında oldukça kadimmiş. Kimisinin tarihi 5000 yıllık kimisinin ki insanlık tarihi kadar eski ve bir o kadar kadim. Kadim kelimesi ise en sevilen sıfat bu öğretiler için. Bu kelimeyi kullanmayan uzman yok gibi. Fiziksel bedenle, duygu ve düşünce arasında yaşamsal bir bağlantı hemen şipşak kuruluveriyor. Sonrasında ise kadim zamanlardan günümüze gelen bu birçok spritüel ve mistik gelenek sayesinde bilinçsel aydınlanmalar yaşamaya başlıyoruz. Sonrasında ise gelsin daha fazla fiziksel ve mental enerji. Daha açık ve daha net bir bilince ne dersiniz? Ya size duygusal ve fiziksel acıların yok olacağını söylesem? Daha sağlıklı ve enerjik bir yaşama ne dersiniz? Gevşeme, huzur, mutluluk ve bol para olmazsa tabii ki olmaz. Ben ne mi aldım? Ben kendi adıma babayı aldım tüm geçen bu süre sonunda.

Genel görüntü bir şekilde sıkıntıları ve problemleri olan, hayat ve kendileriyle çok barışık olmayan, ikili ilişkilerde umduğunu bulamamış, finansal açıdan daha parlak günler yaşamak isteyen, ya da parası olup mutlu ve huzurlu olmayan her yaştan erkek ve kadınlar. İnsan tabii ister istemez acaba ben de mi dışarıdan böyle görünüyorum diye düşünüyor. Sahi gerçekten de mutsuz muydum? Bunları yapıyor olma sebebim neydi? Boşanmak üzere olanlar vardı, sevgilisi ile arası iyi olmayanlar, henüz sevgilisi olmayanlar, işinde memnun olmayanlar, sağlık sorunu bulunanlar...

Katılımda bulunduğum her bir eğitim ya da seminerde bir süre sonra insanların içinde bulundukları bu son derece üzüntü ve bir o kadar iriti edici durum, daha çok hüzünlenmeme neden olurdu. Farklı bir gözle bakmaya başlardım. Hepsi de iyi insanlardı ve yalnızca hayatla istedikleri ritmi yakalayamamışlardı. Hayatla dansa yanlış adımla başlamış gibilerdi. Eğitmenin telefonlarınızı lütfen kapayın ya da sessize alın diye belki 5 kere söylemesine rağmen çalan telefonlar ve Vallahi kapamıştım, nasıl çaldı anlamadım diye kendini savunanlar bile (en az 4 farklı vak’a) beni artık ne rahatsız ediyordu, ne de kızdırıyordu. Koca koca teyze diyeceğim kadınların büyük bir ısrarla parmak kaldırıp söz istemeleri ise artık yalnızca sempatik geliyordu. Büyük ikramiye kazanmak isteyenlerin sayısıyla, aşk isteyenlerin sayısı hemen hemen aynıydı. Ben de kendilerine içten bir amin dedim her defasında.

Bu toplum mühendisleri ayrıca işi garantiye de almış durumdalar. Practice makes perfect. Olması için çok ama çok çalışmalısın. Yine de olmazsa bil ki sen bilinç altı olarak istemediğinden ya da inanmadığından olmuyor. Öyle ya bu işte inanma olmazsa olmaz. Yani teknik işe yaramazsa ya az çalıştığından ya da gerçek senin istememiş olmasından. Yerseniz! Ne güzel İstanbul be!

Benim için her şey aslında Stefano E. D Anna’nın Tanrılar Okulu kitabını okuduğumda başlamıştı. Güzel kitaptı güzel olmasına da beni farklı bir yola keşkem sokmasaydı. Adam daha sonra Türkiye’ye de geldi. BÜMED’de söyleşi yaptı. Çok şeker ve kibar bir adam ama bana pek hayrı dokunmadı zat’ın. Büyük kara bulutlarla dolu ufuklar açtı. Kendisinin efendisi olan, dünyanın da efendisi olur diyordu kitapta. Yıllar sonra Mandela’nın aynı şeyi söylediğini okudum: Ben kendi kaderimin efendisi, kendi ruhumun kaptanıyım.  Kitabın vermek istediği mesaj bundan yüzyıllar önce hak ettiği ölçüde tanınmayan, büyük bir düşünür ve felsefeci olduğuna inandığım Lupelius’un verdiği mesaj ile aynıydı:  İster bilinçli, ister bilinçsiz verilmiş olsun, kişinin başına kendi rızası olmadan hiçbir dış olay gelemez. Öncelikle psikolojisinden geçmeden, hiçbir şeyle karşılaşamaz. Düşünce bu yüzden çok güçlüdür. düşünüş yazgıdır. Varoluş bizim buluşumuzdur ve bu yüzden sadece bize bağlıdır. Bu dünyadaki yaşantı, bir Tanrılar Okuludur.

Kitap sonrasında her şey çok çabuk gelişti. Bir anda uçsuz bucaksız bir düşünce karşısında kalakalmış ve hepsini bir anda içselleştirmeyi istiyordum. Önümde her biri bir ömre yetecek derinlikte ve gizemde olan konulara balıklama daldım. Kabala’dan girdim, tasavvuf’tan çıktım. Kuantum du Buda’ydı derken kafam oldukça karışmıştı. Kendimce çıkarımlar yapıyor olsam da huzur katsayım giderek azalıyordu. Ben ise okumaktan, araştırmaktan geri kalmadım. Okudum da okudum. Dahası bir çoğunu daha iyi anlamak için yazdım, sevdiğim insanlarla paylaştım, tartıştım. Sonuç kendimce iyi yolda olduğumdu ama aslında olup biten tek şey giderek dibe battığımdı.

Reiki bu tekniklerin en önemlilerindendi. En azından bir zamanlar. Ellerimden enerji fışkıracak ve dahası bizler bu enerjiyi hem hissedebilecek ve hem de şifalar verebilecektik. Finlandiyalı bir zat-ı muhteremden el almaya karar verdik. Gittik de. Türkler bizi kesmemiş ve bu ulvi adamı keşfetmiştik. Hatta zaman içersinde o kadar memnun kaldık, enerjilerimizi ellerimizden o kadar fışkırttık ki hızımızı almayıp aynı ermiş Finliden Reiki II kursunu da aldık. Sonrasında sahip olduğumuz enerjiyi kullanabilme yeteneği ile bir yürüdük bir yürüdük ki dönüp arkamıza baktığımızda bir adım bile yol almadığımızı fark ettik. İşte bu kadar yararlı oldu reiki sanatını bilme bizlere. Ne zaman başımız ağrısa, midemiz bulansa uyguladık durduk. Her piyango bileti ya da sayısal loto kuponu alımı öncesinde ilgili tekniği gizliden gizliye uyguladım. Ne başımızın ağrısı geçti, şansa ne de bir amorti çıktı. Evren aslında her defasında  avazı çıktığı kadar bağırıyordu bizlere inanma kardeşim diye ama bizde nerede o kafa. Yıllar yılı inanmaya devam ettik. Düşünsenize eşim ve ben bazen 1 saat boyunca çakralarımıza enerjiler verdik durduk. Sürekli devam ettik çünkü zaten kursa bile inanmaya hazır olarak gitmiştik. Çakralarımız açık, tütsüler yanık, umutlar hep yemyeşil ama bulutlar hep kapkaranlıktı.

Sonra ne mi oldu?

Aslında koca bir hiç ama gittiğim ve uyguladığım diğer teknikleri anlatmaya devam edeceğim. İç dünyama yapmış olduğum bu başarısızlıklarla dolu yolculuğum hakkında yazmış olduğum itiraflarım tüm hızıyla bir sonraki yazımda devam edecek diyerekten huzurlarınızdan ayrılıyorum.

Sevgi ve saygılarımla,

0 yorum:

Yorum Gönder