Yıl 1996. Yer İngiltere’nin en güney noktasında, İngiltere
gibi olmayan belki tek yer, sıcak, sıcacık insanların oturduğu, şirin mi şirin bir deniz
kenti olan Bournemouth’da yemyeşil bir park. Parkta bulunan biz 3 kafadar Türk
ve bizlere karşı futbol maçı yapan Güney Kore eşrafından çekik gözlü çocuklar. O
gün derler ya günümüzdeyiz; birbirinden
güzel paslar, şutlar, şiir gibi oynuyoruz, adeta döktürüyoruz. Ülkemizden
yaklaşık 4000 kilometre uzakta bu Koreli çocuklara karşı ülkemizi en iyi
şekilde temsil etmeye çalışıyoruz. Tabii
ki öndeyiz ve maçı alacağımız gün gibi aşikar. Akşam için de programımız hazır,
zaferimizi kutlayıp bol bol bira içeceğiz. Bir kaç gol sonra maç sona erecek ve
evlere duş almaya dağılacağız. Güzel bir günün ardından bizleri bekleyen daha da
güzel bir geceye merhaba diyeceğiz. Daha ne olsun diyor insan içinden. Tam ben
bu yoğun ve sevecen duygular içerisinde koşup top oynarken, bu centilmenler
diyarı diye bilinen ülkede, maçın böyle tamamlanmasını istemeyen anticentilmen
bir Koreli, top yerine ayağımı hedef alıp vurmasıyla maç bir anda sona erdi.
Bir elektrik çarpması gibi bir kıvılcım ayak parmağımdan tüm vücuduma bir anda
yayıldı. Parmak bir anda şişti. Acı belki dayanılmaz değildi ama doktora gitmeyi
gerektirmeyecek kadar da az değildi. Hemen maç bitirildi ve hastanenin yolu
tutuldu. Hastanenin yolunu tuttuk ileride
de bol bol karşılaşacağınız bir cümle olacak, şimdiden alışsanız iyi olur. Sıra
beklendi ve beklememize değecek sarışın oldukça güzel sayılabilecek bir ingiliz
doktorun önünde buluverdim kendimi. Bir süre konuştuktan sonra öpüşmeye
başladık dermişimmmmmm. Nerdee?? Ayak
parmaklarımı inceleyip, kontrol ettikten sonra kırık dedi. Sohbet bitti. Daha
birbirimizi yeni tanımaya başlamıştık, nereye gidiyorsun demeye kalmadan
bir hasta bakıcı gelip ayak parmağımı bandajlayıverdi. Korelinin yaptığı olacak
şey değildi. Bir ara gidip dövelim dedik ama bize yakışmazdı. Sayesinde toe kelimesinin ayak parmağı olduğunu da
öğrenmiştim. Ona borçlu bile sayılırdım. İngiltere günlerimin geri kalanı artık
kırık bir parmakla geçecekti.
90’lı yıllarda, Galatasaray 9.sınıfta okurken, bir kere de sağ
elimin yüzük parmağını kırmıştım. Kaleciydim. Tamam panter gibi değildim belki ama
kötü olduğum da söylenemezdi. En azından elimden geleni yapardım. Bu uğurda
parmağımı da kırmaktan çekinmemiştim bir maç sırasında. Muhteşem kurtarışım
sonrası mecburi olarak revirin yolunu tuttum. Ne olduğu oldukça aslında oldukça
açıktı. Parmağımın tırnağa yakın olan boğumu düz değildi, aşağı doğru
düşüyordu. Yüzük parmağım sürekli 1 rakamı gibi duruyordu. Boğumdaki kemik
kırılmıştı. Acı yine dayanılmaz değildi ama tüm bir ömrü 1 rakamına benzeyen
bir parmakla geçiremezdim. Yüzük takmak da ileride problem olabilirdi. Revirdeki
hemşire annemi arayıp oğlunuzun eli
tutmuyor hemen gelin demez mi? Zavallı annem konuşamamış bile ve telefonu
yanındaki babama vermiş. Allahtan ben o devirlerde de, en az şimdilerde olduğu
kadar akıllı ve olgundum. Telefonu kapıp babama bir şey yok, parmağım kırıldı yalnızca dedim. Babam gelip beni aldı
ve biz yine hastanenin yolunu tuttuk. Hastane tarafı komikti aslını isterseniz
trajikomikti. Yalnızca sargıladılar. Sargıların içinde parmağımın bırakın sabit
durmasını adeta dans ediyordu. Ertesi gün başka bir doktora daha gittik de bir plastik
parmaklık sayesinde sabitlediler benim ufaklığı.

90’lı yıllara 2 kırık sığdırmış olmam aslında şaşırtıcı
değildi. Tarih ders almazsan tekerrür
eder derler. Ben kolay kolay ders almam, alamıyorum, bünyem buna müsait değil. 90’lı
yıllardan bir 20 yıl evvel 70’li yıllarda da yaşamış olduğum 2 kırık vakam daha
vardır benim. Ufacık tatlı mı tatlı bir bebek olan beni, üstelik bu kadar çok hareketli
olduğum biliniyorken yatakta yalnız bırakırsanız olacağı da budur aslında. Bebeğim
ben, ne yaptığımın farkında bile değilim. Muhtemelen uyanmış, seslerin olduğu
tarafa gitmek istemiş ve bunun sonucu olarak da kendimi yerde sol kolumun
üzerinde bulmuştum üstelik kırılmış bir halde. Zavallı ben, kim bilir ne kadar
ağlamışımdır. Miş’li geçmiş zaman kullanıyorum çünkü hatırlayamayacak kadar
küçüğüm o zamanlar. Neler çektim, neler oldu bilemiyorum ama illaki bende geri
dönülmez bir travma yaratmıştır.
Bir sonraki kırık ise daha dün gibi aklımda, canım o kadar
acımış anlayacağınız. Henüz 6’lı yaşlardayım ve sürekli sokaktayım. Bizim
zamanımız kesinlikle çok daha keyifliydi ve kesinlikle çok daha sahici. Tüm
günü arkadaşlarımızla sokakta geçirebiliyorduk ve daha okula bile başlamamıştık
üstelik. Yaşadığımız yerin hemen yanında bir bostan-arsa karışımı bir yer
vardı. Genelde bütün bir gün bir topun arkasından koşturur dururduk. Bazen de aslında
orada olmaması gereken tekerlekli bir taşıma cihazının üzerine çıkıp kayardık.
Biz tüm çocuklar ve yanımızda bizden yalnızca bir kaç yaş daha büyük
ağabeylerle o cihazı eğimli bir yerin tepesine çıkarır, sonra da üstüne binip
aşağıya doğru kayardık. Evet hem de çok keyifliydi çünkü oldukça tehlikeliydi.
Risklerden uzaklaşıp, tehlikelerden kaçar hayatım sanki o olaydan sonra
başlamış gibidir benim. Yine kasvetli ve gri bir günde cihazın üzerine bindik
ve kaymaya başladık. Kayarken ağabeyler tarafından bizlere öğretilen iki temel
kural vardır: Sıkı tutunun ve ayaklarınızı tekerleklerden uzak tutun. Evet ben
o gri günde oldukça sıkı tutunmuştum. Tüm dikkatimi aslını isterseniz tutunmaya
vermiştim. Ne mi oldu? Sizce? Ayağım tekerleklere girdi ve 3 yerinden ayrı ayrı
kırıldı. Ağabeylerden birinin beni kucağına alıp, ağlama, ağlarsan seni eve götürmem demesini bugün bile oldukça net
hatırlıyorum. Ağlamamaya çalışıyorum ama ne fayda. Sonrasında ki uzun bir
dönemi ayağım alçıda Erol Evgin’nin aaahhh
bu hayat çeçilmez şarkısını harflerini hafif değiştirerek söyleyerek
geçirdim.
Hayatım yalnızca kırıklarla dolu geçmedi aslını isterseniz.
Çıkık konusunda da fena sayılmam hani. Kuşadası Kadınlar Plajında siz siz olun
kıyıdan denize balıklama atlamayın sakın. Hatta siz siz olun bilmediğiniz hiç
bir yerde ne balıklama ne de çivileme atlamayın. Efendi efendi ve yavaş yavaş
girin denize. Avşa Adasında denizin hemen kıyısındaki kumlar yumuşaktır ve deniz
göreceli olarak çabuk derinleşir. O yaşlarda, ufacık aklım ve sıfır öngörü ile
kıyıdan denize üstelik balıklama atlayarak girmek çok havalı gelirdi bana. İyi
de yapardım hani. Gereksiz bir kabiliyet ve aptal cesareti birleşirse sonuç pek
de iyi olmuyor. Bugün nasıl da aptalca geliyor. O zamanlar gençtik. Havalı
şeyler hoşumuza giderdi. Nereden bilecektim ki Kuşadasındaki o atlayış
sonrasında bir kez hariç bir daha
yüzemeyecektim.
Kızlı erkekli bir grup olarak başımızda bir kaç kendi
halinde öğretmenle birlikte sınıf gezisine çıkmıştık. Yollarda nasıl eğlenmiş,
nasıl şarkılar söyleyip ne yaratıcı gösterilere imza atmıştık inanın anlatamam.
Oldukça hareketli ve eğlenceli geçen bir otobüs yolculuğundan sonra otele
varmış, odalara hızlıca yerleşmiş, mayoları giyip kumsalın yolunu tutmuştuk.
Sınıf arkadaşlarım beni ilk defa yüzerken göreceklerdi. O
dönemlerde yaptığım en iyi iş yüzmekti. Galatasaray’ın yüzme takımı lisanlı
yüzücüsüydüm bir zamanlar. Ayıptır yazması (neden ayıp olacaksa!!) madalyalarım
bile vardır benim. Sonrasında önce yine Galatasarayın sutopu takımına seçilmiş
sonra ev ile antreman yeri arasında gidip gelmek çok olduğundan Ortaköy’de
bulunan ve o zamanların açık ara en iyi sutopu takımına sahip Yüzme İhtisasın
sutopu takımına girmiştim. Yüzme de kraldım anlayacağınız. Sonraki yıllarda
Galatasaray Adasında yıllarca kürek sporu ile de ilgilendiğimden vücudum da
oldukça iyi sayılırdı o yıllarda. Daha ne
olsun? İyi, yapılı ve gösterişli bir vücut, muhteşem bir yüzme yeteneği ve
zaten doğal yakışıklılığım. İşte ben biraz dahası
da olsun dedim. Bu üç alandaki dikkat çekiciliğimi, denize balıklama atlayarak
taçlandırmak da istedim. İyi de bok yedim. Vezir olmaya çalışırken rezil oldum.
Bu son aptallığım olmadı belki ama hayatımın bundan sonraki dönemine etkisi hep ve olumsuz olarak devam eden bir aptallık oldu doğrusu. Geriye hani
bazen insan bakıp da pişmanlık duyduğu olaylar görür ya geçmişinde, benim tüm
hayatım boyunca pişmanlığını duyduğum bir kaç olaydan bir tanesidir o akşam
üzeri ve sonrasındaki günde Kadınlar Plajında yaşadıklarım. Geriye
dönebilseydim o iki günde yaptıklarımı değiştirmek hem de çok isteredim.
Neler mi oldu? Anlatacağım efendim ama hem o konu ve hem de
sonrasında anlatacaklarım az sayılmayacak kadar çok. Bu nedenle kırık
çıkıklarla dolu anılarıma ufak bir ara veriyorum. Yakında, pek yakında,
kaldığımız yerden devam etmek
dileklerimle huzurlarınızdan çekiliyorum. Sağlıcakla ve hem mutlu kalın!
0 yorum:
Yorum Gönder