Bu Blogda Ara

21 Ağustos 2014 Perşembe

İki ayrı gün, iki ayrı konser, tek bir usta

Ellerim gözlerime bugüne kadar hiç bu kadar büyük görünmemişlerdi. Hani sanki bütün vücudum elim özeline indirgenmişti. Oturduğum yerde gülücükler saçarak beni nasıl bilirsiniz sorusuna sanki tüm beni tanıyanlar eli büyüktü, hatta çok büyüktü diyecekler gibi hissedip duruyordum. Nereye koyacağımı bilemediğim ellerimi, sanki milletin dikkatini daha da çekmek istercesine sürekli hareket ettirip duruyordum. Önce birleştiriyor, sonra birbirlerinden ayırarak her birini ayrı ayrı masaya koyuyor, saniye geçmeden tekrar hareketlendirip biriyle kulağımı kaşıyor, diğer teki ile saçımı düzeltiyordum. Elimde değildi, engel olamıyordum kendime. Muhtemelen bir orkestra şefi bile elini benim hareket ettirdiğim kadar hareket ettirmiyordu bir konser sırasında. Çok değil yalnızca bir kaç dakika önce kalabalık bir insan selinin çıkardığı uğultu arasında kulağa oldukça hoş gelen bir müzik başlamış ve bu muhteşem notalar karşısında kalabalık ister istemez belki yalnızca meraktan veya belki de yalnızca öyle yapmaları gerektiğini sanmalarından sessizleşmeye başlamışlardı. Hemen ardından bizlere haydi bakalım diye komut gelmişti.  Haydi bakalım! Gerçekten de bir haydi bakalım bilinmezliğinde ama bir kadar da sıcaklığında yürümeye başlamıştık. Zaten bu yürüyüşümüz ne mutlu bize ki şimdiye kadar hem aynı tatta olmaya devam etti, umarım haydi bakalım tadımız hep böyle devam eder. Sinir bozucu bekleyiş sona ermiş, buna karşılık heyecan bir o kadar daha artmış olarak suratlarda zoraki midir yoksa bugüne kadar hep böyle olduğundan mıdır yoksa aşırı heyecandan mıdır bilemediğim bir tebessüm ile ve oldukça ağır adımlarla adeta dura dura yürümeye başlamıştık. İlk gördüklerim ister istemez en değer verdiklerim oldular. Doğduğum anda ilk gördüğüm, ilk tanıdığım, ilk kokularını duyduğum, her daim eksikliklerini hissettiğim canlar en az benim kadar heyecanlıydılar. Gülerek bana güç veriyorlardı. Ben büyürken, boy atarken, koşarken, düşerken, sınıfları geçerken, bayramlara, doğum günlerinde, yaş alırken bana eşlik eden akrabalar hemen sonrasında fark ettiklerimdi. Sıcak, hem de sıcacıktı yüzleri. Ağlarken, sevinirken hep daim yanımda olan arkadaşlarımın ise bazılarını görebildim o kısa yürüyüşte. Arada bir tek tük göze çarpan iş çevresinden kişiler ve komşularda olmadı değil hani. Bunlar dışında kalanlar ve yalnızca resmi tamamlayan diğer parçalar olarak tanımlayabileceğim grimsi alan ise bütün hayatım boyunca bir ya da en fazla iki kere gördüğüm yabancılar ile bugüne kadar hiç görmediğim hepten yabancı kişilerdi. Gabriel Faure’nin muhteşem Pavane parçasının notaları kulaklarımıza erişirken Mayıs ayının Mayıs ayına yakışmayacak soğukluktaki bir gününde bizler evlilik yolunda ilk adımlarımızı atıyorduk birbirimizin dünyalarına. Neden ellerime o gün bu kadar takmıştım hala hiç bir fikrim yok. Heyecan bu olsa gerek.

Şişli Evlendirme Dairesinde Cuma gününün son nikahını almıştık, üstelik tarih sırf ben ileride unutmayayım diye de 20.05.2005 idi. Bak kaç koca uzun sene geçti gerçekten de hala unutmuş değilim. Eşim gerçekten de işini biliyor. Eşimle düğün yapıp yapmama konusunda önceleri biraz araştırma yapmış, alternatifleri değerlendirmiş, hatta sanatçı olarak kimi düğüne getirebiliriz onu bile konuşmuş ve sonrasında antat kalmıştık; düğün için büyük harcama yapmayalım yerine o parayı başka ihtiyaçlarımız için kullanalım. Ben düğün yapıp muhtemelen kimsenin çok da mutlu olmayacağı, dedikodu yapma fırsatı yakalayacağı bir düğün organizasyonu için para saçma isteğinde değildim. Müstakbel eşimin de aynı fikirde olması nasıl büyük bir saadetti anlatamam. Düğün yerine arayı biraz bulmak ve eşimin muhteşem gelinliği ile daha çok vakit geçirmesine olanak sağlamak adına oldukça şık bir o kadar rafine bir kokteyl düzenlemiştik evlendirme dairesinde. Bugün hala o gün yediklerini konuşanlar mevcut, düşünün o kadar yani. İçkileri biz almıştık ve yok yoktu. Müzikler bile bizim seçimlerimizdi. Ses sistemini bile bizim kurduğumuzu söylemeye sanırım hiç gerek yok. Anlayacağınız sıradan bir evlendirme dairesi organizasyonu değildi. Yer onların ama gerisi bizimdi. Nikah şekeri dağıtmamış yerine sevdiğimiz parçaların yer aldığı (yine bizim yaptığımız) ve üzerinde isimlerimizin ve evlenme tarihimizin olduğu birer müzik cdsi hediye etmiştik. Fotoğrafçılar gırla etrafta cirit atmış  ve durmadan fotoğraflar çekmişlerdi. Daha ne olsun değil mi? Değilmiş efendim. O güne kadar kadınları anladığımı sanırdım meğer anlamaktan hem de çok uzaktaymışım. Meğer eşim aslında düğün istermiş. Bunu bir şekilde anlamam gerekirmiş. Anlayamamıştım.

O günlerde düğünümüz için çağırmayı planladığımız kişi Ferhat Göçer’di. O zamanlarda adı yeni yeni duyuluyordu. İlk albümü henüz çıkmamıştı. O zamanlarda Pizza Pino gibi bazı restoranlarda sahne alıyor, firmaların özel gecelerine katlıyordu. Eşim bir çok organizasyonda onu bir çok defalar kullanmıştı ve bizden çok da para istemeyeceğini düşünüyorduk. Ben ise kendisini çok daha öncelerden tanıyordum. Taaaa Ege Bar’da Turkuaz ile birlikte çıktığı dönemlerden. O zamanlarda bence en iyi dönemleriydi. Bir Münir Nurettin okurdu, sanırsınız üstat özel izinle o geceye katılmış. Ben arya dinlemeyi çok ama çok severim ve Turkuaz grubu bu işte çok ama çok iyi idi. Bir ara iyice Ege Barın müdavimlerinden olmuştum. Eğlenceli güzel günlerdi. Bir kaç kez Turkuaz grubu ve Ferhat Göçer ile aynı sahnede şarkı söylemişliğim bile var, düşünün artık. Doğal olarak ben de düğünümde böylesi bir sesi bulundurmaktan ancak mutluluk duyabilirdim. Sonrasında tabii ne Ferhat geldi ne de zaten bir düğün oldu.

Geçenlerde Harbiye Açıkhava’da önce Erol Evgin’in hemen ertesi günde de Ferhat Göçer’in konserine gittik. Bizim için inanılmaz bir değişiklikti. Düşünün ki yıllar olmuş biz konserlere gitmeyeli ve sanki Açıkhavanın kombinesini varmış gibi iki gün arka arkaya konsere gidiyoruz. Eski yıllarda yol kenarlarına arabaları koyardık, döndüğümüzde şanslı isek arabalar yerinde dururdu. Çoğu kere de çekilmiş olurlardı. Arabasız gitsek taksi bulmak zor olurdu. Sonra sonra biraz uzak da olsa bir otopark bulmuş ve hep oraya koymaya başlamıştım. Yollar değişmiş, eski otoparklar yok olmuştu yine zaman içerisinde. Zaten neler değişmiyor ki. Ülkenin insanı değişmiş yollar değişmiş çok mu ki? Alt zemine otopark yapmışlar, ne de güzel yapmışlar. Hiç bir sıkıntı çekmeden arabayı park ettik ve keyiflice Açıkhavanın yolunu tuttuk. Yerleştik. Işıklar kapandı ve konser başladı. Erol Evgin konseri tek kelime ile muhteşemdi. Bilmediğimiz çok az parça vardı, hemen hemen hepsine bağıra bağıra eşlik ettik. Arka panelde gösterilen filmleri izledik, arka arkaya konulan fotoğraflara baktık. Fıkralar dinleyip bol bol güldük, anlatılan hikayeler ile kah hüzünlendik kah sevindik. Her yönü ile her bir duyumuza hitap edilmiş bir konserdi. Bizimle nasıl bütünleşti inanamazsınız. Hani sanki konsere değil de büyük bir evin bahçesine gelmişsiniz de onunla muhabbet ediyormuşsunuz gibiydi. Konserin bir anında, Erol Evgin Aldım başımı gidiyorum adlı şarkısını söylerken, eşim ben gidip sahnede kendisini kutlayacağım dedi. Şaka gibi ya. Ben de boş bulunup yapamazsın dedim. Demez olaydım. Meğer kendisi de bu gaz cümlesini beklermiş. Sen kalk ve sahneye doğru kararlı adımlarla inmeye başla. Şarkının bitimiyle sahneye çıkıp kutladı da. Yok artık Lebron James diye bağırmak istedim o an. Bir yandan da koruma görevlileri onu kesin alacaklar sorunu nasıl çözerim onu düşünüyordum. Eşimle bir şeyler yapmak hep çok keyiflidir çünkü onun ne yapacağı, kiminle dalaşacağı, kime kafa tutacağı ve başını nasıl bir şekilde derde sokacağı hiç belli değildir. Çok şükür bu sefer Erol Evgin’in anlayışı sayesinde sorunsuz bitti. Sahne tozunu ve ışıklarını yakından gördükten sonra eşimin iyice kafası karıştı ve bizim oturduğumuz yeri bulamadı. O ana kadar kimsenin görmemesi için yerine iyice gömülmüş olan ben, ister istemez herkesin dikkatini fazlasıyla çekerek eşime yerimizin nerede olduğunu göstermeye çalıştım. Yerine gelince teşekkür edip, özür dileyeceğine resmimizi çektin mi demez mi? Ben de hiç bir erkek, eşinin Erol Evgin bile olsa, bir erkeği öperken fotoğraflamak istemez dedim ve konu kapandı. O gece çok eğlendik. Yalnız Erol Evgin’in konser sonunda tetkikler ve tahliller iyi olursa, seneye tekrar burada görüşürüz demesi bütün morallerimizi alt üst etti. Umarım çok iyidir ve yalnızca kontrol amaçlı olarak bunları yaptırıyordur. Onun daha nice konserlerini izlemek çok isterim. Uzun bir süre İstanbul Gayrettepe’de bir otelde sahne almış ve ben gitmeyi hiç düşünmemiştim. Salaklık etmişim. Bir kere gitsem kesin nerede olsa onu takip ederdim, o kadar eğlenceli ve güzel bir konser oldu bizler için.

Ertesi gün aynı coşku ve istekle yolumuzu tuttuk. Arabayı yine aynı yere park ettik ve yerimizi aldık. İlk parça Puccini'nin Turandot operasının belki de en ünlü aryası olan Nessun Dorma idi. Fena değildi ama bir şeyler eksik gibiydi. Yıllarca bu sesi dinlemiş biri olarak söylüyorum sonrasında da söylediği tek bir parçayı bile beğenmedim. Kötü söyledi. Arya söylemek demek bağırmak demek değildir. Bizimkisi bağırdı durdu, adeta şarkıları döverek söyledi. Kaç arya da gözlerimin yaşardığı bilen ben, konser sırasında bir kere bile duygulanmadım. Erol Evgin ne kadar bizimle bir bütünlük sağladıysa Ferhat Göçer bir o kadar mesafe koydu. Erol Evgin’in canları olan bizler Ferhat Göçer için Harbiyesi idik. Haydi eller havaya Harbiye! Tüm konser sırasınca protokol ile konuştu durdu. Ama nasıl konuşma, nasıl bir yağ çekme, nasıl bir neyse işte anladınız siz ne demek istediğimi. Her bir şarkı arasında ayrı ayrı protokolde bulunan birilerini poh pohladı durdu. Yok şu adam böyle büyük bir adam, yok bu adam söyle yardımsever, yok böyle vizyoner ... Bir ara iyice abartı ve taverna tadında ....hanımlar da burdalarmış, bu ne şıklık gibisinden sözlere başladı. Vıcık vıcık bir üsluptu, onun adına ben utandım. Tam bir protokol konseriydi anlayacağınız. Eminim Hıncal Uluç konser hakkında çok iyi şeyler yazacaktır, sürekli poh pohlandı durdu. Bana göre ise teknik açıdan konser çok kötü idi, seyirci ile kaynaşma açısından ise bence rezaletti. Daha da kötüsü üyesi hatta yöneticisi olduğu derneğin yaptığı bir yardımı gözümüzün taaa içine kadar sokmasıydı.  Yapılanları anlattırdı, kocaman sembolik bir karton çeki de yanında tuttu durdu. Hadi kendisi bilmiyor, hiç mi kimse ona yardımın reklamın yapılmayacağını, yapılırsa çok çiğ kaçacağını söylemedi. Sağ elin verdiğini sol elin görmesin atasözünü hiç mi duymadı ömrü boyunca? Hadi peki içi içine sığmadı ve bir şekilde bu yardımı yaptığını, organizasyonunda görev aldığını paylaşmak istedi ki bunu yapmasının bence bir bahanesi olamaz, neden her bir kişiye başka neler yaptınız, anlatın anlatın yaptıklarımız bilinsin gibisinden zorlamalarda bulundu inanın anlayamadım. Zamanında onu bu kadar izleyen, takip eden, seven bir kişi olarak onun için çok ama çok üzüldüm ve adına utandım. Tarzı ve üslubu da çok kötü idi. Nasıl anlatsam bir hazmetme sıkıntısı var gibiydi. Zamanında çok ezildiğinden muhtemelen olsa gerek ezmeye çalışır tavırlardaydı. Belki heyecandandır diye ümit ediyorum ama arkasında yer alan ekibe davranışları küçümser ve çoğu kere emreder bir havadaydı.  Erol Evgin ne kadar aşmış görünüyorsa bizimkisi o kadar sinir bozucu ve kaba görünüyordu. Arkasındaki ekibe ama söz yok. Bence muhteşem bir müzik yaptılar. Bizimkisi ise çakma il maestro pozlarında oldukça yapmacık ve bir o kadar da oraya ait değilmiş gibiydi. Onu izlemeye gelen bu kadar insana bence ayıp etti. Ben büyük konuşmayayım ama onu izlemeye bir daha gitmem. Yolu açık olsun. Umarım zamanla çok daha samimi olmayı öğrenir. Eğer tüm bunları yalnızca heyecandan yapmışsa ki olabilir, bence o zaman göz önünde bulunan biri olarak daha profesyonel bir davranış sergilemeli(ydi), kendi bunu beceremiyorsa bir uzmandan yardım almalı(ydı) diye düşünüyorum.

Nereden nereye ... Nikah gününden, elin adamının dedikodusuna. İki ayrı gün, iki ayrı konser, tek bir usta  tadında bir yazı yazmak istemiştim ortaya bu çıktı. Umarım beğenmişsinizdir. Bu arada belki de uzunca bir aradan sonra gittiğimizden olsa gerek Açıkhava’da konsere gitmek bir hayli keyifliydi. Özlemişim, özlemişiz. Umarım daha nicelerine hep beraber ailece gidebiliriz. Bizler kendi adımıza anı kesemize anı toplamaya devam ediyoruz. Daha nicelerini dileyerek aranızdan şimdilik ayrılıyorum.

Sevgi ve saygılarımla,

0 yorum:

Yorum Gönder