Bu Blogda Ara

16 Eylül 2014 Salı

Bol kırık çıkıklı bir kese 2

Nerede kalmıştık? Heh tamam şimdi hatırladım: Gösteriş uğruna tüm bir hayatımı etkileyen en büyük pişmanlığımı anlatıyordum. Sözü çok uzatmaya gerek yok aslında. Kıyıdan denize balıklama atlama aptallığını gösteren herkesin başına gelebilecek bir durumu yaşadım: Çakıldım. Gereksizdi, aptalcaydı, yapılmamalıydı ama oldu bir kere. Boynumun kırılmaması ve ölmemem yalnızca daha yaşayacak günlerimin olmasından sebepti. Ucuz hem de çok ucuz kurtulmuştum. Farkında olmadan intihar etmiş ama başarılı olamamıştım. Boynum kırılmadı ama omuzum yerinden çıktı. Ben ömrü hayatımda böylesi bir acı hiç ama hiç duymamıştım. Sen misin bu aptallığı yapan, iyi olmuş sana bile diyemedim bu acı karşısında.

Acı öylesine büyük, sıkıntım o kadar fazlaydı ki yok olmak istedim bir anda. Acıyı çekip yaşamaya devam etmek o kadar zor geliyordu. Sağlam kolum ile çıkmış kolumu tuttum. Omuzum saçma sapan bir yere kaymıştı. Acıdan bayılmayı gözlerimi hastanede açmayı çok istedim o an ama uyanıktım işte. Tüm sinirlerim kırmızı alarmda, oradan oraya hızla gidip geliyor, acıma acı katmaya tüm hızlarıyla devam ediyorlardı. Kendilerince beynime vücutta yolunda gitmeyen bir şey var, haberin ola uyarısını yapıyorlardı. Ülen size mi kaldı bu uyarıyı yapmak, kesin sesinizi ve oturun yerinize ve bir daha da sakın kıpırdamayın diye bağırmak istiyordum salakça. Çok ama çok canım yanıyordu. Şaşkındım, acı doluydum ve oldukça korkuyordum. Üşümeye de başlamıştım. Acısız bir zamana oldukça uzaktaydım ve bu uzaklık düşündükçe beni daha da kötü yapıyordu. Bir yerden başlamalıydım. Bir kaç kez omuzumu oynatmayı denedim ki bu beni öldürecekti. Acım dayanılmazdı.

Yüzüm kumlu ve tüm vücudum ıslak olarak hastanenin yolunu tuttuk. Kuşadası Devlet Hastanesi. Kumdan bir kale. Kağıttan bir kaplan. Bizi içeri bile almadılar. Burada çıkık tedavimiz yok dediler. Ne demek yok ulan? Burası hastane değil mi? Sen nasıl beni içeri almazsın? Hayır tabii ki diyemedim, bunları deyiverecek durumdan çok hem de çok uzaktaydım. Hastaneye kadar bile zor dayanıvermiştim. Her bir sallantıda, arabanın her ivmelenmesinde veya fren yapmasında ben acıdan  bağırıyordum. Düşünebileceğinizden çok daha fazla bir acı ve çaresizlik duygusu. Arabayı kullanan, kod adı ile otelin adamının bildiği kırık çıkıkçı bir amca varmış. Oraya gitmeyi teklif etti. Alternatifi olan  Söke Devlet Hastanesine gidemeyecek kadar canım yanıyordu.Mecburiyetten adamın yolunu tuttuk. Allah adamdan binlerce kere razı olsun, terledi ama birbirinden iptidai yöntemlerle taktı omuzu yerine. Mucize gibi bir olay. Omuz yerine takılır takılmaz sancı bıçak gibi kesildi. Bir anda mı geçer yahu? Evet bir anda geçiyor işte. Çıkıkçı amca sonrasında iyice de tembihledi: Aman haaa evlat, sen sen ol sakın yarın yüzme hatta bir süre hiç yüzme, tekrar çıkarak yer etmesin ... Dedi de kime dedi? Aklı olan biri olsam zaten denize öyle girmeye çalışır mıydım.

Amcam benim, canım amcam benim, sen dalga mı geçiyorsun? Zaten atlayarak ve çakılarak karizmayı yok etmişiz, bir de sakın yüzme diyorsun. Ben nasıl yüzmem. Bilakis her zamankinden çok daha güzel, çok daha hızlı yüzmeliyim ki arkadaşlarım nasıl yüzülüyor görsünler. Sanki şartmış gibi hiç olmazsa bir nebze olsun karizmayı düzelteyim.... Kibar adamımdır, düşündüm ama dile getirmedim. O kadar uğraştı taktı o kolu yerine, ayıp olurdu bunları söylemek.  Ertesi gün oldu. Gezilecek yerler gezildi ve yine akşam üzerine doğru otele dönüldü. Bu sefer denize atlamadım, ders almıştım. Ama bir güzel yüzdüm ders almamıştım. Bu son yüzüşüm oldu. Sonrasında bir daha yüzemedim ve yüzemeyeceğim de. Yalnızca yüzmeyerek de kalmadım, spor hayatım da sona erdi. Kısa bir süre sonra da sigaraya başladım. Yıllarca da içtim durdum. Basit bir atlama ya da hava atma uğruna basit bir yüzme hayatımı bir anda değiştirivermişti. Diyeceğim odur ki yüzdüm efendim ve kolum tekrar çıktı. Üstelik derinlerdeyken. İkinci kez ölüme oldukça yaklaşmıştım. Birer gün arayla bu kadar yaklaşma. Resmen aranıyordum çok şükür ki Azrail bana yüz vermemişti. Geçirecek daha günlerim varmış. Omuz çıkınca ne mi oluyor? Sağlam kol refleks bir şekilde çıkan kolun yardımına gidiyor ve hoooop suyun altındasın işte. Solungacın yoksa işin zor anlayacağın. Su topu sporunun olmazsa olmaz antrenmanı eller sanki teslim alınmışsın gibi suyun üstünde yukarıda, yalnızca ayaklarını kullanarak havuzu baştan sona gidip gelmedir. Suyun içinde terler insan, o kadar zor bir olaydır. Havuzu böyle çok gidip gelmişliğim vardır benim. Hayatta kalmak bazen eski bildiğin şeyleri refleks olarak hatırlamaktan geçiyor. Bu sayede kıyıya kadar geldim. Tekrar aynı amcanın yolunu tuttuk. Bu sefer hastane ile zaman harcamadık. Ben sana yüzme demedim mi ilk dediği laftı. O haklı, ben aptal ve salaktım. Gençtim. İlk keşkelerimden birini gerçekleştirmiştim. Çoktan pişmandım ve o pişmanlığı hala yaşamaktayım.

Amcam yaşlı bir adamdı sonuçta. Takmaya çalışıyor ama inatçı kol sürekli direniyor ve bir türlü yerine girmiyordu. Sonradan çektiğimiz filmler sayesinde öğrendik ki yırtılmayan kas kalmamıştı omuz çevresinde. Amcam bu nedenle omuzu bir türlü oturtamıyordu. Sonunda yoruldu, pes etti ve ben yapamayacağım dedi. Amcam benim etme eğleme, canım nasıl yanıyor anlatamam. Yap bir şeyler Allah rızası için bile diyebilecek durumda değildim. Bir yere de kıpırdamıyordum ama. Hiç bir yere gitmeyecektim. Varsın polis zor ile beni dışarı atsınlar. Bu omuz takılmalıydı ve bu amca benim son şansımdı. Bu arada adamın çocukları da orada, babamızı zorlamayın, hadi gidin hastaneye diyorlardı sürekli. Hastane dedikleri de taaaaa Söke. Allahım bir yandan acım bir yandan bu durum, ne zor bir anıydı bu. Keşke bir an önce tarih sayfasındaki o pişmanlıklar bölümündeki sevimsiz ve bol acılı yerini alsa diye dualar ediyordum. Neyse ki adam vicdanlı ve çok iyi bir adamdı. Tekrar denedi, uğraştı ve bir şekilde taktı o omuzu yerine. Bu kez sardı da. Bir sonraki durak olan Pamukkale’de o güzelim sulara giremeyecektim. Yazık sonra sonra oraları da bozuldu. Keşke tüm bunlar olmasaydı da ben o güzelim sulara girebilseydim. Karizma mı? Hatırlatmayın o kelimeyi bana. O günden sonra bir daha herhalde hiç düzelemedi. Riski sevmeyen korkak bir adam oldum çıktım sonrasında.

90’lı yıllar meğer ne kadar çok acıyı içinde barındırıyormuş. 1999’da omuzum bir kere daha yerinden çıktı. Düşünün 10 yıla 2 kırık, 3 çıkık sığdırabilmişim. Fena sayılmaz hani.

O yıllarda sabah koşularına başlamıştım. Son zamanlarda aldığım kiloları vermeye iyice niyetlenmiştim. Amerika’ya böyle fazla kilolarla gidemezdim. O zamanlarda üniversitede araştırma görevlisi olarak çalıştığımdan keyfim yerindeydi. Giriş çıkışa kimse karışmazdı. Sabahları öne güzelce koşar, sonra duşumu alıp, arabamla üniversiteye giderdim. Bir de parası iyi olsaydı ne de güzel olacaktı aslında akademik hayat. Lüküs hayat gibi canına yandığımın . Parasız bir lüküs hayat. Rüya gibi zamanlardı. Yine bir sabah koşuyorum, soluklanmak için durduğum bir anda 50-60 metre kadar uzağımdan bir köpek sürüsü geçmeye başladı. Göz göze gelmeyerekten ama çaktırmadan bakıyorum. Ben köpekleri severim ama uzaktan. Son köpekte tam görüş alanımdan geçiyordu ki ben boş bulunup ona baktım. O da bana baktı. Bakışıverdik anlayacağınız ve gözden kayboldu. Daha çok şükür bile dememiştim ki bakıştığım köpek önde ve diğer çok sevgili arkadaşları arkasında koşarak bana geliyorlar. Muhtemelen koklaşıp, sevilmek için geliyorlardı ama ben emin olamadım. Bir süre sakın kaçma sonra sana saldırırlar dediysem de bu yalnızca aradaki mesafenin kapanmasına neden oldu. Sonrasında tabii ki adrenalin kazandı ve ben deli gibi kaçmaya başladım. Bir ara onlardan hızlı olduğumu bile düşündüm. Tabii kısa bir an için. En son popomu tam ısıracak dişleri gördüm ve kendimi son bir umutla ama aslında büyük bir çaresizlikle bayırdan aşağıya doğru bıraktım. Bir akşam önce yağmur yağmış ve yollar çamur gibi olmuştu. Sol kolumla ağacı tutunup yönümü hızlıca değiştirmek istedim ama düşüncelerimi uygulamaya geçiremedim. İyi bir plan belki değildi ama elimdeki kaçarken bulabildiğim tek plandı. Sol kolum ağacın üzerindeyken ayağım kaydı ve ben sol kolum açık omuzumun üzerine düştüm. Kolum zaar yeniden çıkıverdi bir anda. Zaten çıkmak için fırsat kollayan şımarık omuzum bu tarihi fırsatı kaçırmak için bir an bile düşünmedi. Omuzum çıkmış, her tarafım çamurlu ve köpekler tarafından sarılmış bir şekilde yerde kendimi otururken buldum. Köpekler üzerime doğru havlıyor ben ise onlara geri zekalılar sizin yüzünüzden  omuzum çıktı diye bağırıp duruyordum. Tam bir karmaşa. Hani dışarıdan halimi görsem gülebilirdim de ama canım çok yanıyordu ve köpeklere çok sinirlenmiştim. Isırmaları umurumda bile değildi o andan sonra. Sonrasında bir adam (ben uzun bir süre onun ete kemiğe bürünmüş bir melek olduğuna inandım) mucize kabilinden taş atarak köpeklere hücuma geçti ve beni onların elinden aldı. Tut şu kolun ucunu da omuzu yerine takalım dediğim anda da beni oracıkta bırakıp kaçtı gitti. Ben o halde bayırı tırmanıp eve gittim. Sonrasında yine hastane. Neyse ki bu kez geri çevrilmedik. Kolayca ve adeta acısız omuz yeniden yerine takıldı. 3 -4 hafta da askıda kaldı. Sonrasındaki kireçlenme ve tedavi dönemi ise tam bir kabustu.

Şimdi ne tıp bayramı ne de doktorlar günü, sen bize tüm bunları neden anlatıyorsun diye sorabilirsiniz. Anlatayım efendim. Biricik oğlum geçen gün top oynarken düştü ve sol kolunu kırdı. Arkadaşıyla birlikte bahçede top oynuyormuşlar. İlk devre sorunsuz tamamlanmış. Su molası vermişler. Sonrasında tekrar maça başlamışlar. Daha oğlum atak bile yapmamışken topun üzerine basıp sol kolunun üzerine düşmüş. Çok canı yanmış. O kadar yanmış ki ağlamasını durduramamış. Ofisten eve nasıl gittim anlatamam. Anne baba olmak gerçekten de zor bir olay. Gittiğimde hala ağlıyordu. Hemen doktorunu aradık, sonrasında hastanenin yolunu tuttuk. Bizim için çok büyük hastane için oldukça sıradan bir olaydı. Kırık olduğu tespit edildi ve alçıya alındı kolu. Eskinin o benim çok iyi bildiğim alçıları çoktan tarih olmuş. Bu yeni olanlar oldukça ince ve çok daha kullanışlı. Bu sıralar alçının üzerini doldurmakla meşgulüz. Bu sıralar yaptığımız başka bir şey ise eskinin kırık çıkık hikayelerini oğluma anlatmak. O kadar çok anlattım ki bu aralar, oldu olacak yazayım da sizlerde biraz olsun bilin dedim.


Her anı güzel olmuyor. Güzel olsun olmasın kesemize bir anı daha attık. Bende çok olan bu anılardan bir tane de oğlum da oldu. Umarım bir tane numunelik olarak kalır. Tüm çabalarımız onların mutlu olmaları için. Keşke her daim onları koruyabilsek, buna imkanımız olsa ama elimizde olmayan durumlarda yaşanabiliyor işte. Dedim ya anne baba olmak çok zor. O ağladığında benim içim eriyor. Dilerim ve umarım çok güzel günleri olur. Sağlık, mutluluk ve huzur içinde uzun hem de çok uzun yılları olur. Dilerim öyle de olur!  

0 yorum:

Yorum Gönder