Bu Blogda Ara

8 Mayıs 2013 Çarşamba

Tasarlanmış Hayatlar 2


Bir nevi Komplo Teorisi: Sapartacus’lerin sonu

Farkında olalım ya da olmayalım başkalarının tasarlamış olduğu hayatları yaşamaktayız. Amacım komplo teorisi üretmek değil ama görünen köy de kılavuz istemiyor işte. Bırakın hayatlarımızı beyinlerimizin bile özgür değiller. Amacım ne siyasi bir yazı yazmak ne de bir medya eleştirisinde bulunmak ama bugün maalesef tüm gençlik ve hatta neredeyse tüm toplum depolitize edilmiş durumda. Dahası olmamış olanlar da sindirilmiş, sessizleştirilmiş durumda. Tüketime odaklanmış, kaliteli kitap, şiir ve müzik yoksunu bir toplum hedeflenmiş ve kötüsü başarılmış durumda. Tüm dünya için cahilleştirme, sıradanlaştırma ve bizimkine ilave yeşilleştirme gayet başarılı bir şekilde uygulanmış ve uygulanmaya her daim devam ediliyor. Kimseler kafasını kaldırmasın, farklı yollara sapıp, hayaller kurup, bu düzenden ayrılmaması için günlük bazen ufak bazen ise yüksek dozlarda endişe kapsülleri verilmeye başlanmış. Yalan değil hepimiz geleceğimiz için endişeliyiz. Geleceğimizi garanti altına almaya çalışıyoruz. Çocuklarımız için en iyi okulları seçmek için uğraşıyoruz. Yılda zaten bir kere tatilim var, en iyisi olmalı diyoruz. İyi bir evde oturmak, güzel eşyalar sahip olmak istiyoruz. Çeşit çeşit markalar için harcadığımız zamanları ve paraları düşünün. 

Endişe, sürekli endişe şırınga ediliyor bizlere. Hayatlarımız endişelerimizi gidermek için yaptığımız uğraşlarla geçip gidiyor. Başarı bile kriterlere bağlanmış aynı performans gibi. Kimin hayatında Key Performance Indicator bugün yok ki? Neye ve kime göre başarı? Kim bu tanımlamayı yapabilir ki? Kullandığımız arabanın markası, evimizin bulunduğu semt, çocuğumuzu gönderdiğimiz okul nasıl bizlerin başarısını ölçebilir ki? Tek kriter maddiyat nasıl olabilir? Kriterler bu olunca bir optimizasyon da sağlanamıyor işte. Varımızı yoğumuzu çocuğumuzun okuluna gömüp yalancı bir fedakarlığın sağladığı his ile kendi mutluluklarımızı minimize edebiliyoruz. Oysaki amaç ailenin mutluluk optimizasyonu olması gerekmez mi? Yaratılan kişisel milatlar içimizdeki bu eksikliklerden değil mi? Kaçımız aslında aldığımız bir gömlek, gittiğimiz bir kurs ya da okuduğumuz bir kitap ile yeni bir başlangıç yapmak istiyor ama her defasında aslında duvara toslayıp kendimizi kandırdığımız gerçeği ile yüz yüze geliyoruz.

Düşünün ki sosyal medyayı kullanan bizler, ne zaman ve neden nickname kullanacak kadar çekingen ve mesafeliyken bugün bu kadar tüm hayatımızı paylaşır ve dahası paylaşmaktan keyif alır ve bunun için çaba sarf eder olduk? Aslında her birimiz büyük bir oyunun yalnızca küçük birer parçalarıyız. Biliyorum kulağa çok komplo teorisi gibi geliyor ama aslında amaç hiçbir zaman bizim sisteme ulaşmamız olmamıştı, sistemin bize ulaşabilmesiydi. Bugün artık kullandığımız sosyal medya ve medyayı kullandığımız araç ve gereçler sayesinde, ne içiyor, ne tüketiyor, hangi kitapları okuyor, ne zaman nereye gidip, ne kadar kalıyor, ne konuşuyor ve hatta ne düşünüyor, hayata nasıl bakıyoruz hep ama ama hep biliniyor. Gerçekleştirilen ve geliştirilen tüm pazarlama, satış ve yönetim stratejileri aslında hep iplerimizi tutanların menfaatlerine. Bir kaç hareketle altın düşebiliyor, borsa çıkabiliyor, Araplar baharlaştırılabiliyor, depremler olabiliyor, nükleer denemeler yapılabiliyor. Bizler mi? Kaptan mı? Yok canım, bizler yalnızca piyonlarız. Kabul etmek gerekiyor ki bizler yalnızca matrixin birer parçalarıyız. Söz konusu matrixin hayalini kuran kişilerin çocuk ve torunları ise bizlerin belki de yeni ya da her daim yöneticileri, bizler farkında olalım ya da olmayalım, kabul edelim ya da etmeyelim.

Dünyada en çok kullanılan ilacın bir anti depresan olduğunu biliyor muydunuz? Depresyon ve stres dolu hayatlar yaşamaktayız ve bulabildiğimiz tek çözüm maalesef kimyasallar.  Tüm bu endişe ve sıkıntılardan, stres dolu koşuşturmacalardan siz de sıkılmadınız mı? Tüm bunları içinizde yaşarken dışarıya karşı başınızı dik tutmaya çalışmaktan yorulmadınız mı?

Jean Jacques Rousseau zamanında ne de güzel söylemiş: “Özgürlüğün, insanın canının istediğini yapması demek olduğuna hiçbir zaman inanmadım. Özgürlük daha çok yapmak istemediğini yapmamaktır..." Ben tüm bu endişelerden, koşuşturmacalardan, stres dolu hayattan yoruldum. Özgür olmak ve bu mekanizmanın bir parçası olmak istemiyorum. Ama bunu nasıl gerçekleştirebileceğim, işte bilemiyorum.

Bundan yıllar yıllar Fransız halkı evrim geçirmiş, büyük bir bilinçlenme ve aydınlanma hareketiyle başta saray ve kral olmak üzere seçkinlerin denetiminden çıkma başarısını göstermişti. Soylu sınıfı ile burjuvalar arasındaki amansız savaşı burjuvalar kazanmıştı. İhtilalin ve devrimin mottosu ise özgürlüğün tüm alanda olması gerekliliği idi. Dile kolay yüzlerce yıl önce Descartes, Montesquieu, Voltaire, Rousseau, Diderot, d’Alambert ve daha niceleri kol kola girip, omuz omuza yürüyüp düşünce ve ifade özgürlüğü için savaşmışlardı. “Senin düşüncelerine katılmıyorum ama düşüncelerini özgürce ifade edebilmen için hayatımı bile verebilirim…” düşüncesinin hakim olduğu yıllar ve bu yılların ürünü Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik idealleri ve bu ideallerin vücut bulduğu 1789 Fransız İhtilali.  

Ya da daha eskilere gidin ve gerçekleştirilen Rönesansı bir düşünün. Ya da daha da eskilere gidip koskoca Roma İmparatorluğuna kafa tutan Spartacus’leri düşünün. Toplumumuzda bugün de nice Spartacusler, nice Voltaire’ler mevcut. Eskinin kişilerden gerçekleştirilen ve tüm topluma mal olan kıvılcımları bugünün erkleri tarafından maalesef parlamadan söndürülüyor. Nasıl mı? Az önce bahsettiğim endişe kapsülleri ile. Nice Spartacus’ler daha arenaya bile çıkamadan sıradan bir Roma askerine dönüşüyor. Bu dönüşüm o kadar başarılı ve bir o kadar sistematik ki takdir etmemek ve kaderimiz için acı duymamak içten değil.

Kendimi düşünüyorum mesela. İçimde biliyorum ve hissediyorum 1000 Spartacus yatıyor. Bir kalksa ne de güzel olacak ama sürekli pinekleyip duruyor işte. Kaldır kaldırabilirsen. Miskin miskin tembellik yapıyor zar. Ne Voltairevari düşünceler gelip geçiyor. En az Da Vinci kadar mühendis olduğumu da biliyorum. Buradaki en az kelimesi sonrasında da ufak at da civcivler yesin demek istedim bir anda. Ama işte ne bedenen ne de ruhen rahatlayıp da fikirlerimi hayata geçiremiyorum, hatta çoğu kere fikirlerimi odaklamayı bile başaramıyorum. Ben de Newton gibi ağaç altında yatıp, keyif çatmak ve bir şeyler keşfetmek isterdim. Ya da ne bileyim hamamda keyif yapıp, sonrasında Evreka diye bağırarak koşup çıkmak isterdim. Bir şeyler keşfedebilmek için çalışmanın, öğrenmenin, deneyimlemenin, yaratıcı olmanın yanı sıra ruhsal ve fiziksel bir detox da gerekiyor bence. O kadar yorulmuş, o kadar kirlelenmiş, o kadar stres yüklüyüz ki yeni bir şeyler ortaya çıkarıp, fikirler geliştiremiyoruz atamıyoruz. Daldığımız, bizi sürekli tüketen, alışageldik hayatlarımızı yaşamaya devam ediyoruz.
  
Çok şükür ben ve ailem sağlıklıyız, para kazanıyoruz, işte ve evde belli bir seviye mutlu ve huzurluyuz da daha ne olsun diyoruz ve aynı hayatı, bizim için tasarlanmış olan hatayı yaşamaya devam ediyoruz.  Sonrasında da işte sessiz çığlıklarımız sağır duvarlardan yansıyıp ve tekrar yansıyıp  ve hatta tekrar yansıyıp duruyor hiç durmadan. Birbirinin kopyası olan evden işe, işten eve günlerimizi bozup bozup harcıyoruz. Monotonluğun ve sıradanlığın dayanılmaz hafiflik ve gücü karşısında ezilip tükeniyoruz, yok oluyoruz, marinalaşıyoruz.  Anı yerden alınan sebzeler, sürekli tercih edilen aynı veya birbirinin benzeri tatil mekanları, aynı sınıf arabalar,birbirinin kopyası benzer hayatlar. Her birimiz birer makine aksamı olup çıktık, her geçen gün birbirimize biraz daha çok benzemeye başladık. Her şeyin nedeni endişe topları nedeniyle arayışlarımız ve amaçlarımızda zaten hep aynı: Güvenlik ve Garanti. Stres yüklü, yılgın ve yorgun hayatlar ve karşılığında kısıtlı seçenekler ve zincirlenmiş beyinler. Bir tshirt ve kot giyip Starbucks’a ya da Caffe Nero’ya oturmak, amaçsız saatlerce boş boş yürüyebilmek, geleceği en azından bir saat olsun düşünmemek öyle kolay değildir, en azından alışılmadıktır. Ben demiyorum bahçelerdeki sularla dans edip ıslanalım, elbiselerle denize atlayalım ya da saatlerce balık tutup, kumsallarda gitar çalalım. Ben yalnızca zincirlerimizi ve zorunlu dayatılan şeylerden bir an olsun uzaklaşabilelim diyorum. Tek ihtiyacımız olan şey aslında özgür olabilmemiz.

Ne zamandır istediğim bir eve taşınmak, yine istediğim bir hayatı yaşamak istiyorum ama iş ciddi planlamaya gelince hemen bu hayallerime bir son veriyorum. Başlıyorum elimde olanların artılarını yazmaya. Hayalini kurduklarımın birden hiç düşünmediğim kadar eksileri gözümün içine kadar girmeyi başarıyor. Üzümün sapı, armudun çözü derken bir anda mevcut sisteme yine dönüş yapıp duruyorum her seferinde. Amaç, hayal, istek, donanım tabii ki olmalı ama başka bir şey daha olmalı. Başlayabilme cesareti. İlk adımı atabilme çılgınlığı.

Herkesin hayatı benzer de olsa, şartları ve sahip oldukları açısından kendi mikro dünyamızda kendine göre. Bu nedenle herkes kendisi için en iyi yolu yine kendisi bulacaktır. Bununla beraber siz siz olun kişilik alanlarınızı yaratın ve sahip çıkın. Kurmuş olduğunuz empatinin fazlasının sizden götürdüğünü bilin. Kendinize zaman ayırın. Hobiler edinin. Bol bol hayaller kurun ve bu hayallerinizin peşinden koşun. Kendinizin değerini bilin. Sizden bir tane daha yok bu dünyada. Kendinizi sevin ve dahası gurur duyun. Mutluluğunuz varsa sıkıca sarılıp nedenini düşünmeden, sorgulamadan tadını hem de sonuna kadar çıkarın. Size heyecan veren, hayatınıza neşe ve anlam katan ne varsa düşünmeden peşinden gidin hatta koşun. Unutmayın bu dünyaya yalnızca bir kere geliyoruz. Hayat bizlerin hayatları olmalı. Nasıl olacağına ilişkin kararı da bir başkası bizim adımıza değil, ancak bizler verebiliriz.

Tercihlerimizin hayal dünyamıza giden yollar olması dileklerimle ...


0 yorum:

Yorum Gönder