Bu Blogda Ara

2 Mayıs 2013 Perşembe

Tasarlanmış Hayatlar 1


Mevsimlerden Kış sonrası ruh halim

Bir kaç hafta evvel Mevsimlerden Kış diye bir yazı kaleme almıştım. Karamsar hatta depresif özellikler taşıyan bir yazıydı. Kendimle yüzleştiğim bir yazı olmasından sebep kişisel olarak yazdıklarımı beğenmiştim ama sonrasında nedenlerini düşünmeden de edemedim. Aslında yazdığım kelimelerin anlatmaya çalıştığı asıl hikaye, o kelimelerin o anda nerede ve hangi şartlarda seçilirse seçilsin, kendi iç dünyama yaptığım yolculuğun ip uçlarını verebilmeleriydi. Kelimeler yalnızca bir araçtı. Zihnimin bilinçli olarak unutmayı tercih ettiğim, çoğu zaman görmezden ve duymazdan geldiğim en ücra köşelerine beni taşıyan araçlardı. Önemli olan okunan ya da yazılmış olan satırlar, ezberlenen cümleler değil, bunlardan geride kalması gereken tortular, atılması gerekli olan safralardı. Beynimin, zihnimin bu sayede tetiklenmesi ve bu tetiklenme sonucu olarak üretilen düşünceler, fikirler ve hayallerdi. İşin ilginç, rahatlatıcı, ve muhteşem olan noktası ise yaratılan tüm düşünce, hayal ve fikirlerin yazılmış olan satırlardan bağımsız olabilmesiydi. Yazı yazmak, kitap okumak gibi, her bir yazanın ya da okuyanın ayrı bir hikayedir aslında. Yazı yazmak aynı kitaplar gibi kişiselliktir. Yazı yazmak kendi iç dünyana yaptığın yolculuğun altın anahtarıdır. Kimsenin bilmediği sığınağındır. İnsanlardan, olaylardan, dertlerden veya seni rahatsız eden ne ise onlardan bir kaçış ya da bazen kaçmaktan sıkılıp çözüm arayışına geçebilme cesaretidir. Bu yazı işte böylesi bir ruh hali sonrasında kaleme alınmıştır. Mevsimlerden Kış yazımın bende tetiklemiş olduğu duygu ve düşüncelerin paylaşılması adına kaleme alınmıştır.  

Geçenlerde incelediğim bir kitabın içerisinde çok değil yalnızca yüz yıl önce çekilmiş bazı resimleri gördüm.  Ortalama bir insan ömründen biraz daha fazla bir süre. Başka bir ifadeyle o devirleri ve günümüzü gören insanlardan bazıları hala bizimle beraberler. Resimlerdeki giysilerini, üstünde yürüdükleri caddeleri, binaları görünce şaşırmadan edemedim. Eminim böylesi fotoğraflar sizler de çoğu kere görmüşsünüzdür. Bu resimleri daha doğrusu resimlerdeki hayatı günümüz şartları ile karşılaştırdım. Üstelik çok uzağa gitmeme gerek de yoktu. Değişimin büyüklüğünü ve hatta korkutuculuğunu görebilmek için resimdeki binaları Uzakdoğudaki uzaya yükselen binalarla karşılaştırmama gerek bile yoktu aslında. Yalnızca bir insan ömrü süresinde değişim ve gelişim bir hayli fazlaydı. Sonra oğlumun belki de ev telefonu gören son nesil olacağı gerçeği geldi bir anda aklıma. Elveda Rumeli dizisinde (çok sevdiğim, içimi titreten bir diziydi) nehir kenarlarında çamaşır yıkayıp, türküler söyleyen kişiler geldi sonrasında aklıma. Geçmişin televizyonsuz, radyosuz ve hatta elektriksiz  günleri ve o günlerdeki hayatın zorlukları ile günümüzün bilgiye nasıl da kolay ulaşılabilirliğini, karşılaştırdım ister istemez. Tüm bu gelişimin tek nedeni insan hayatının daha da kolaylaşması ve bizlerin daha bir mutlu olmamızdı. 

Peki sahi, bizler mutlu muyuz? Bir çok kez sordum, tekrar sormak istiyorum. En son ne zaman içten gelerek kahkaha attınız? Neden insanlar kendilerinden dahi sıkılır oldular? Ailemiz dışındaki kişilere karşı şefkatli olmayı ne zaman, neden ve nasıl bıraktık? Şartsız sevgimize ne oldu? Her şeyin iyi yanını görmeye ne zaman son verdik? Ne zaman beynimiz hislerimizin yerini aldı? Bir zamanların insanı insan yapan özelliklerinin yerini neden başka başka, tanımadığımız, yadırgadığımız ve dahası hiç alışamadığımız özellikler gelip yerleştiler? Neden daha bir panik, daha birdepresif özellikler sergilemeye başladık? Yaptıklarımız neden daha çok bir fedakarlık olarak görülür oldu? 

Bugün tango yüklü bir hayat yaşayan, davetkar bir hüzün denizinde yüzüp, umut ile çıkış yolu arayan yalnız ben değilim. Çevremde farklı eğitim, farklı vizyon ve farklı sosyo-ekonomik seviyelere sahip bir çok insan benimle aynı durumda. Eminim bu durum yalnız ülkem için de geçerli değil. Avrupa, Asya ve Amerika’da da durum çok farklı değil bence. Tamam tabii ki şartlar, imkanlar ve beklentiler farklı ama yaşanan gerçekler büyük resim açısından pek de farklı değil. Kimse aslında mutlu değil. Ya mutluluk oyunu oynuyor ya da içinde bulunduğu durumu tanımlamaya çalışıyor. Şanslı olanlar ise tanımlama fazını geçip çözüm aramaya başlamış olanlar. Bataklık gibi, girdap gibi bizi içine çeken ve orada tutup enerjilerimizi, hayallerimizi ve umutlarımızı yok eden bir mekanizma sanki görev başında. Beklenti düzeylerimizi her geçen gün biraz daha sığlaştıran acımasız bir tasarlanmış düzen. Kendi hayatlarımızın kaptanları olmalıyız haykırışları güzel de hayatlarımız ne kadar bizlere ait ki!

Ben hemen peşin peşin ifade edeyim. Bize ait olanı değil, bizim içi,n tasarlanmış olanı yaşıyoruz. Doğallık bence artık bizim için mevzu bahis değil. Sanayi Devrimi ile artık yeni bir dönem yaşanmakta ve bizler sadece birer piyonuz. Hoşunuza gitmiyor değil mi? Benim de hem de hiç ama düşünün en son ne zaman hiçbir şey düşünmeden, sonrasını umursamadan çılgınca, yalnızca siz istiyorsunuz diye bir şey yaptınız? Sorumluluklarınız var, endişeleriniz var, alışılageldik doğrularınız ve sizin sandığınız bir hayatınız var.

Bu konu bu yazı ile bitmeyecek kadar derin ve kapsamlı. Tadında bırakalım. Bir sonraki yazımda bu konuya yine devam edeceğim. Yorumunuz ile katkı yapsanız da yapmasanız da ...

Selam ve sevgilerimle,

0 yorum:

Yorum Gönder