Bu Blogda Ara

2 Mayıs 2012 Çarşamba

Hoşçakal! İstanbul’a düşünsel anlamda bir veda...


“Eğer dünya tek bir devletten ibaret olsaydı, başkenti İstanbul olurdu.” Bir şehir için söylenebilecek ne kadar güzel bir söz değil mi? 200 kusur sene önce söylenmiş ve üstelik söyleyen de bir Osmanlı değil, bir Fransız. Hem de tüm dünyada tanınan, nam salmış, meşhur bir fransız. Napoleon Bonaparte bu sözü ya deli gibi aşık olduğu ve ayrıldığı fakir fransız çiftçisinin kızı olan Joséphine de Beauharnais’nin ardından devirdiği şişe şişe şarapların etkisiyle söylemiştir ya da gerçekten de o devirler İstanbul çok güzeldi. Aynı devirlerde yaşayan başka bir İstanbul aşığı da Lamartine’di. “Dünyaya son kere bakacaksın deseler İstanbul’un Çamlıca’sından bakmak isterdim” diyebilecek kadar meftundu kahpe bizansa.

Tabii bundan 200 sene evvel bu gizemli şehirde ne akıllara ziyan bir trafik vardı ne de sürekli bir koşuşturma. Sürekli bir yere yetişme çabası içerisinde hissetmenize neden olan yorucu ve stresli bir hayat da yoktu, aynı şehirde yaşıyor olmanıza rağmen görüşemediğinizden biten arkadaşlıklar da. Tamam yazları gereksiz sıcak ve nemli bir hava muhtemelen o zamanlarda da vardı ama yine o zamanlarda denizlere gerek temizlik ve gerekse diğer katılımcıları nedeniyle girilebilecek güzelim bakir plajlar ve koylar da vardı. Pahalılık, hayat kaliteleri arasındaki uçurumlar, üzerinize üzerinize gelen boğucu kalabalıklık, cin olmadan adam çarpmaya kalkan zeka yoksunları, sonradan görme ne oldum delileri, insanların kabalıkları, estetik ve terbiye yoksunu çoğunluk halkı o zamanlarda da var mıydı bilemiyorum, araştırmalıyım ama günümüzde oldukça ve yaygın olarak ve maalesef var. Bizleri burada yaşamaya iten, zorlayan, kandıran sayısız avantajları olduğu gibi bu yılların şarap tadındaki şehrinin hayatınızdan çalan sayısız tatsızlıkları da bünyesinde barındırdığı acı bir gerçek. Alınması gereken bir reçete, içilmesi gerekli acı bir ilaç bu şehirde yaşamak.

Ben de naçizane kendimce çok sevdim İstanbul’u. Bu aşkım uğruna hayatımın en güzel, en huzurlu, en mutlu ve en kazançlı günlerini geçirdiğim Hollanda’dan bile vazgeçmiştim. Ortaköy’de dolaşmak, rakıyı yavan ve tatsız kuzey balıklarıyla değil yağlı, ufak ve leziz güney balıklarıyla içmek istemiştim. Varsın ülkemin şarapları hem baş ağrıtsınlar ve hem de pahalı olsunlar  ve evet şarabın yanındaki peynir tabağı da varsın çok çeşitli olmasın ne yazardı. Ben dostlarımla kadeh tokuşturduktan sonra şarabımı içmeyi tercih etmiştim. İnsanın kaderi tercihlerine göre şekilleniyor. Sonradan ve çok geç olarak anladım ki ben düşlerimde, hayallerimde, zihnimde yaratmış olduğum İstanbul’u sevmişim yoksa kendisini değil. Anılarım ve çocukluğumdu beni buralara bağlayan ben geleceğim sanmıştım. Ben yaklaştıkça o kaçtı benden her defasında. Bir türlü hayalini kurduğum anlamda kavuşamadık birbirimize.

Candan Erçetin’in söylediği gibi “Bu şehir insana tuzak kuruyor, Bu şehir insanı uzak kılıyor, Bu şehir insanı hayli yoruyor, Bu şehir insanı hep kandırıyor”. Kandırmasına da izin verdim yıllar yılı, tuzak kurmasına da, yormasına da. Bu şehirde doğmuştum ve bu şehir de ölecektim. Doğru olan buydu benim için. Yanılmışım.

Bilmem hatırlar mısınız şimdilerdeki Şehzade Mustafa’nın (Mehmet Günsür) oynadığı Aşk Tesadüfleri Sever diye bir filmi vardı. Ben filmi sevmiştim. Filmden daha çok ise filmin sonunda ki Şebnem Ferah’in Hoşçakal adlı şarkısını sevmiştim (hala da çok severim). Neden bilmem bu satırları yazarken o şarkıyı dinleyesim geldi. Sözlerinin en azından bazı bölümleri benim şu andaki İstanbul için olan duygularıma tercüman olmakta.

“Seni ararken
Kendimi kaybetmekten yoruldum
Bulduğumu zannettiğimde
Kendimden ayrı düştüm

Bu garip bir veda olacak
Çünkü aslında hep içimdesin
Ne kadar uzağa gitsem de
Gittiğim her yerde benimlesin

Söylenecek söz yok
Gidiyorum ben

Hoşçakal..!”

Bazen arkama yaslanıyorum ve hayatımın aslında her türlü kendimi şanslı hissedebileceğim güzelliklerine rağmen ne kadar da tekdüze ve hatta ne kadar sıkıcı olduğunu düşünüp duruyorum. Sıkılmadın mı diye soruyorum kendi kendime ve her defasında aldığım cevap koca bir evet oluyor. Ne duruyorsun o zaman diye ikinci soruma ise hiçbir zaman için cevap almayı başaramıyorum. Sorunda burada zaten. Bir sonraki seviyeye geçemeyen bilgisayar oyunları tadında bir hayatım varmış gibi hissediyorum. Bu dünyaya bir kere geliyorum. Dellenmek, hatta çıldırmak ve planlarda olmayan işlere kalkışmak istiyorum ama her defasında yine kendimi kandıracak bir sebep bulup oturuyorum yine televizyon karşısına.

İşte bu yoğun duygularla hadi kalk bir yerlere gidelim dedim eşime 23 Nisan tatili hemen öncesinde. Sonra ne mi oldu? Tabii ki girişi bu kadar uzun olan bir yazı tek seferde bitmez, bitemez. Bitse de okunmaz. Bir sonraki yazı gidilen tatil hakkında olacak. Oldukça keyifli geçen ve İstanbul’a en azından düşünsel anlamda veda etmeme neden olacak yer hakkında olacak.

Yakında hem de çok yakında yeniden görüşmek üzere!

4 yorum:

  1. Büyük ve karmaşık bir şehirde yaşamanın getirdiği duygular bu bahsettiklerin. Hep söylüyorum İstanbul'a turist olarak gidince İstanbul güzel bir şehir, yaşamak için değil. İstanbul'da yaşayan kaç kişi şehrin güzelliklerini tam anlamıyla yaşayabiliyor ki? E, bu durumda güzelliklerinden çok eziyeti kalıyor sanırım geriye. Tabi bu tamamen benim fikrim. Belirli aralıklarla gelip görüp gezip dönülecek bir şehirdir benim için İstanbul.

    Yazının devamını (bir kısmını bilsem de) merakla bekliyorum, bakalım tatil izlenimleri ve geriye bıraktığı duygular nelermiş ;)

    Bu arada Şebnem Ferah'ın o şarkısını ben de çok severim :)

    Sevgiler...

    YanıtlaSil
  2. Yazıya İzmir'de yaşadıklarımızı anlatmak için başlamıştım ama bir anda kendimi yine kendimle İstanbul konusunda yüzleşirken buldum. Aslında nicedir bu konu gündemimde ama bu sefer iyice bir su yüzüne çıktı.

    Dediklerinde çok haklısın. İstanbul aldığı tüm göçe rağmen güzel hatta çok güzel bir şehir ama tadını çıkarabilene. Biz maalesef yalnızca sıkıntılarını yaşıyoruz. İş böyle olunca da bu tür bir yazı kaçınılmaz oluyor.

    Yazının devamı aslında çok ilginç. Futbol var, milli bayramlar var, özel şarkılar var, ve tabii yine İstanbul ve İzmir var. Umarım beğenirsin. Blog için yazmanın en keyifli tarafı sınırlarım olmadan yazabilme şansımın olması. Nasıl başlayıp nasıl bitireceğime inan ben bile ilk başında bilmiyorum :)

    Şebnem Ferah'ın şarkısı dışında iki çok eski şarkı daha paylaşacağım bu arada, bakalım onları da sevecek misin?

    Selam ve sevgilerimle,

    YanıtlaSil
  3. İçinde İzmir olduğu için mutlaka beğenirim :)) Bir de özel şarkılar demişsin yazını daha da çok merak ettim şimdi :)

    YanıtlaSil
  4. :) Bugün zaten yayınlamayı düşünüyorum. Umarım beğenirsin ...

    YanıtlaSil