Geceleri çok uyumam ben, uyuyamam. Ya oğlum uyandığından kalkıp ona eşlik
ederim, ya üstünü sürekli açtığını bildiğimden örtmek için kalkar dururum. Kesintisiz
uyku dönemi benim için artık çok gerilerde kalmış tatlı bir anıdır yalnızca.
Benzer bir akşamı geçirip sabaha karşı tatlı bir uykuya dalmıştım ki tatlı
mı tatlı bir ses duydum: “Babaaaaa, uyku
bitti”
Daha önceki birçok yazımda da belirttiğim üzere oğlumuz,
üzerine güneşin doğmasına kesinlikle izin vermez. Kör karanlıklarda uyanır ve
uyandırır. Oğlumun erken uyanmasının önüne geçmek için her şeyi yaptık ama
hiçbir sonuç alamadık. Son olarak odasında ki muhteşem şirin perdesi yerine
güneş ışığı geçirmeyen yeni bir perde bile aldık. Sen misin bu perdeyi takan
normalden de erken uyanmaya başladı.
Bu Cumartesi “Babaaaaa,
uyku bitti” dediği zaman saatler daha 6:30 bile olmamıştı. Oğlumu hemen
yanı başımda gözlerimi açmaya çalışırken buldum. Gözlerimi evet açamıyordum ama
aslında onun daha yatağında çıkardığı ilk sesine uyanmıştım. Boş bir ümitle
belki tekrar uyur ya da annesi kalkıp ilgilenir diye düşünmüştüm. Tabii ki hata
idi. Uyumadı ve ilgilenmedi. Oğlumun elinde terliklerim vardı. Bu onun en kibar
şekilde kalk demesiydi. Arka fonda ise şaka gibi eşimin ağzından çıkan seni çok özlemiş ama hadi kalk gizli
emri vardı.
Her ne kadar eşimle aynı anda yatmış olsak da ve ben tüm
gece ya oğlum çağırdığı için ya da üstünü örtmek için sürekli kalkmış olsam da
onun yatmaya devam etmesi bizim evde normal karşılanan rutin bir olaydır.
Aslında nasıl bu duruma geldik sürekli düşünüyorum. Diğer taraftan bu şekilde
olmamızı sağlayan eşimin hakkını da vermek lazım. Bu anlamda kendisine gizli
bir hayranlık ve saygı da duymuyor değilim hani. Sen kalk aynı saatte yat, tüm
gece bırak kalkmayı uyanma bile ve akşamı sürekli ayakta geçiren eşin sabah gün
ışımadan kalkıp güne başlarken, uyumana devam et ve dahası bunu normal kabul et
daha da dahası hatta "oha"sı normal kabul edilmesini sağla. Tebrik edilmeyi
gerçekten de hak ediyor (bu paragrafı aslında başka bir yazımda sizlerle
paylaşmıştım ama içinde bulunduğum durumu çok iyi yansıtıyor olması sebebiyle
tekrarlamak istedim – evet değişen hala bir şey yok).
Daha suratımı yıkamak için banyoya bile gidemeden
hırkasını ve çoraplarını giydirdim. Baba yufka yüreği denilen şey de bu olmalı.
Salona gidip ışıkları açtık. Sonra her türlü saldırıyı göze alarak televizyonu
açtım ve kendimi koltuğa bıraktım. Kalkmış olmam herkes için yeterli olmuştu.
Salondaki koltukta uykusuz, yorgun, ve kafeinsiz olarak kalakalmıştım. O sırada
eşim geldi ve neden iki kişilik koltuğa uzandığımı ve neden üç kişiliğe
yatmadığımın hesabını sordu. Cevap verecektim ki önümdeki uzun ve yorgun günü
düşünüp sustum ve yer değiştirdim. Eşim tabii ki de her şeyin yolunda olduğunu
görüp televizyona ses etmeden yatmak için aramızdan ayrıldı. Kendime kahve
koymak için mutfağa kadar ulaşmalıydım. Yapabilirdim. Ben bir babaydım ve gün
başlamıştı. Benim her şeye hazır olmam gerekiyordu, bunun için de kesinlikle
kahve içmem.
Oğlumun kahvaltısını ettiriyordum ki bizim süper annemiz
yanımıza teşrif ettiler. Uykusu bitmiş ve karnı acıkmış olmalıydı. Hazır
kahvaltıya konmanın sinsi planları gözlerinden okunmaktaydı. Sükunetim karşısında
içimden kendime tebrik üstüne tebrik yağdırıyordum. Birden bugün ne yapalım
diye sordu. Hani sanki son 150 hafta sonunun son 300 gününde çok da farklı bir
şey yapmışız gibi bu soruyu sormuştu. Muhtemelen kan şekeri düşmüştü. Çok ama
çok acıkmış olmalıydı.
Bizim genelde tüm hafta sonlarımız hep aynı şekilde
geçer. Ufak tefek farklılıklar vardır ama genel işleyiş ve günün iskeleti hep
aynıdır: Çok ama çok erken kalkış, oğlumuza kahvaltı hazırlama(m) ve ettirilmesi(ettirmem),
bizim evde ya da dışarıda kahvaltı etmemiz, Bebek parkına gidilmesi, sonrasında
sahilde yürüyüş ve bir alışveriş merkezine kapağı atmak. Genelde hep sabit
gerçekleşen programlar.
Ben eşimin sorduğu bu tür açık sorulara hep aynı cevabı veririm
ve bugüne kadar da bu cevabın hiçbir kötülüğünü görmedim. Sen bilirsin canım diyerek topu tekrardan ona attım ve arkama
yaslanıp söyleyeceği sözleri beklemeye başladım.
Bebek Parkı |
Beklenmeyen bir gelişme ile sazı eline oğlumuz aldı ve
gitmek istediği yerleri bugüne kadar edindiği alışkanlıkla bir bir sıraladı: Önce Bebek parkı sonra İstinyepark.
Talimat açık ve kesindi. Biz de aynen bize söyleneni yaptık.
Bebek Parkı güzel olmasına güzel de arabayı park edecek
yer bulması bir dert. Hem de ne dert. Uzun bir süre sırf beni tanısınlar ve
geri çevirmesinler diye bol bol bahşiş verdiğim park yerinde, alt tarafı bir
süre gitmedik diye unutulup geri çevrilmek, çok ama çok ağrıma gitti. Eşimin ve
oğlumun yanında geri çevrildiğime mi üzüleyim yoksa bugüne kadar boşa giden bir
amaç için verdiğim paralara mı yanayım bilemedim. Oğlum ile eşimin arabayı terk
etmeleri sonrasında ben Aşiyan civarlarındaki bir otobüs durağına, çekilme
riskini bile göze alıp arabayı park ettim. Bir an önce aileme kavuşabilmek için
adımlarımı sıklaştırdım. Bir süre sonra yeniden yanlarına ulaştığımda bir terslik
olduğunu şıp diye anladım. Eşimin elinde kahve bardağı yoktu ve oğlumda parkta
oynamak yerine annesinin elini tutmuş yürüyordu. Meğer yerler çok ıslakmış.
Oğlumun bu şartlarda burada oynamasının mümkün olamayacağını dile getirmesi,
annesine ne kadar da çok benzediğinin somut bir deliliydi.
Arabanın uzakta olması işe yaramıştı. Bu sayede ailece
güzel bir yürüyüş de yapmış olduk. İstinyepark bildiğiniz, bildiğimiz
İstinyepark. Yine çok kalabalıktı. Havanın güneşli olması bile insanların oraya
akın etmelerini durduramamıştı. Biz genelde saat 10.00’da açılmasının hemen
akabinde giriş yapıp (hatta güvenlik görevlilerine bizden önce giren oldu mu
diye sorarız J),
saat en geç 13.00 gibi çok kalabalıklaşmadan terk ederiz. Bu sefer gidişimiz
gecikmişti ve bunun pişmanlığını otoparktan eve dönmek için çıkana kadar
yaşadık. Ne keyfimizce kitapçıda zaman geçirebildik, ne Cafe Nero’da, ne de
legocuda.
Öğle yemeğimizi otobüsün içerisindeymişiz gibi yemek
istemediğimizden eve dönmeye karar verdik. Yemek sonrası plan ise belliydi:
Oğlumun saçları yeniden uzayarak, gözlerinin önüne gelip rahatsızlık veremeye
başlamıştı. Ona çok ama çok yakışan saçlarının koruyucu meleği olan ben, aynı
zamanda onun bu rahatsızlığını gideremeyen kişi olarak da ikinci bir rol da
kapmış oluyordum. Koruyucu melek vs başarısız baba. Bu paradoksal duruma daha
fazla dayanamadım. Mücadeleci şövalye tarafım, yumuşak aile babası tarafıma
yeniden boyun eğdi ve dayanamayıp tamam
yeniden kestirelim o zaman dememle öğleden sonraki planımızda kesinleşmiş
oldu.
Asıl mücadelem ise şimdi başlıyordu. Nerede kesilecekti?
Adaylarımız ise 3 taneydi:
Eşimin sürekli gittiği, 3 erkek isminin peş peşe yazılı
olduğu bir tabelası olan,sosyetik ve gereksiz kuaförü
Yalnızca üç makas hareketi için dünyaları isteyen ve
kredi kartı dahi geçmeyen ama çocukların eğlencesi için her bir şeyin
düşünüldüğü, çocuklarımızı gerçek dünyadan koparıp, yalan bir dünyanın içine
hapis eden gereksiz çocuk kuaförü
Yılların basit, yalın ve etkili, limon kokulu mahalle
berberi
Haklı mücadelemiz nasıl sonuçlandı?
Bu sefer hangisine gittik?
Her zaman eşim mi kazanacak?
Her zaman ben mi kaybedeceğim?
Batsın bu dünya şarkısını mı yoksa eller havaya şarkısını
mı söyledim?
Bu ve daha birçok sorunun cevabı bir sonraki yazımda
olacak.
Yakında görüşmek üzere…
Bu paragraf bir anne olarak bana çok tanıdık geliyor, her sabah eşime aynı hayranlık ile bakıyorum nedense:) "Her ne kadar eşimle aynı anda yatmış olsak da ve ben tüm gece ya oğlum çağırdığı için ya da üstünü örtmek için sürekli kalkmış olsam da onun yatmaya devam etmesi bizim evde normal karşılanan rutin bir olaydır. Aslında nasıl bu duruma geldik sürekli düşünüyorum. Diğer taraftan bu şekilde olmamızı sağlayan eşimin hakkını da vermek lazım. Bu anlamda kendisine gizli bir hayranlık ve saygı da duymuyor değilim hani. Sen kalk aynı saatte yat, tüm gece bırak kalkmayı uyanma bile ve akşamı sürekli ayakta geçiren eşin sabah gün ışımadan kalkıp güne başlarken, uyumana devam et ve dahası bunu normal kabul et daha da dahası hatta "oha"sı normal kabul edilmesini sağla. Tebrik edilmeyi gerçekten de hak ediyor "
YanıtlaSilAnnelerin bilinçli ya da bilinçsiz tüm hayatları çocukları ile dopdolu geçtiğinden(hem fiziksel ve hem de düşünsel anlamda)aslında biz babalara bu görevin düşmesi normal olsa gerek :) Zaten bu vesile ile oğlumla daha fazla zaman geçirebildiğim için hem mutlu oluyorum ve hem de keyif alıyorum. Belli bir süre sonra zaten insan uykusuzluğu da alışılıyor. Hatta bu tür görevler ve üstüne yazmış olduğum bu tür yazılarla, kendimi fedakar baba bile olarak görebiliyorum :)
YanıtlaSilEminim benim eşim de bana fark ettirmeden hayranlık ile bakıyordur :)
Bence kesin hayranlik ile bakiyordur.en azindan ben sizi cok takdir ettim.biz evde ne yazik ki hicbir sorumlulugu paylasamadik.hepsi benim uzerimde ev ,cocuk,sabah aksam farketmiyor.bu seferde daha onceki yazilarinizdaki mutsuz anne modeline donusuyorum.her neyse bu sac olayindan ben de cok muzdaribim..hemen de uzuyor masallah..evin yakinindaki mahalle berberini aglamaktan inlettigimiz icin bir daha gimedik,kendi kuaforume goturuyorum ama com da hosuma gitmiyor bu durum.galiba bir degisiklik yapip bu isi babasina yukleyecegim alsin gotursun nerede isterse kestirsin.yapabilir mi acaba??
YanıtlaSilTabii ki de yapar (saç kestirme olayı) yeter ki kendisine güvenip sorumluluğu ona kayıtsız verin. İnanın rahatlayacaksınız.
YanıtlaSilUmarım dediğiniz gibi hayranlıkla bakıyordur zira yazmış olduğunuz "hepsi benim uzerimde ev ,cocuk,sabah aksam fark etmiyor" cümleniz bana o kadar tanıdık geliyor ki. Demek istediğim baba olarak yaptıklarımız çok da anlaşılmıyor. Bu gayet normal çünkü sizin yaptıklarınızın yanında bizimkisi pek dikkat çekmiyor. Mutsuz anne olamayın, onun yerine eşinize daha çok sorumluk verin ama sorumluluğu tam olarak verin. Mesela oğlumu uyutmak, saçını kestirmek, sabah uyandığında zaman geçirmek gibi günlük hayat da çok da yeri olmayan bir çok önemsiz gibi görünen önemli olay artık benim omuzlarımda ve bundan bakmayın yazdıklarıma çok da mutluyum. Yavaş yavaş olsun ama bir yerden başlayın :) Kolay gelsin. Gelişmeleri benimle de paylaşırsanız sevinirim :)