Son çalışma haftamız ne yalan söyleyeyim oldukça güzeldi. Yoğun kar yağışı nedeniyle her gün saat 3’lerde paydos ettik. Arabayı almaya cesaret edemediğimden her gün ya birisi acıyarak beni eve bıraktı ya da otobüsle eve döndüm. Cuma günü ise ne kar yağışı vardı, ne de erken paydos. Firmamız acımasız bir tutum içinde birden tam gün mesaiye geçiş yaptı. Ruh sağlığımız ve motivasyonumuz için alıştıra alıştıra bir kaç hafta içerisinde tüm gün çalışmaya dönmek varken, birden tam güne geçiş yaptılar. Bütün bir gün, hava kararana kadar çalışmak zorunda kaldık. Her şeye rağmen yoğun ve yorucu olmayan bir çalışma haftasının ardından, herkesin kolay kolay bırakın her haftasına, bir haftasına bile kolay dayanamayacağı yoğunluktaki bir hafta sonunu merhaba dedim.
Biz de hafta sonu çok farklıdır.
Çok ama çok özeldir. Tüm bu özellikler dünyasında en yoğun ve ağırlıklı olarak
öne çıkan his yorgunluktur. Yoğun fiziksel tempo o kadar yakıcı seviyelerdedir
ki ilerleyen zamanlarda artık vücudumuzu dahi hissetmez oluruz. Vakumlanmış ve
artık bitmeye yüz tutmuş enerjilerimizle bir alışveriş merkezinden, bir
alışveriş merkezine, bir parktan diğer bir yeşillik alana kendimizi sürükler
dururuz. Yanımızdan geçenlerin yüzüne bile bakmak içimizden gelmez. Sabahın kör karanlığından, akşamın geç
saatlerine kadar yaşayan bir ölü gibi hisseder dururuz kendimizi. Yaşadığımızı
gösteren tek emare ise geç yenen akşam yemeğinin çok zor ve tatsız bir şekilde
sindirilme çabalarıdır.
Hafta sonlarında diğer bir
ağırlıklı olarak öne çıkan his ise artık yanmaya başlayan gözlerimizden akan
sürekli ve acı veren uyku halidir. İlk dönemlerde oğlumun geç yatıp, erken
uyanması ve arada da sürekli uyanması nedeniyle böyle olmaktaydı. Son
dönemlerde ise durum biraz farklı. Oğlum Allah için güzel güzel uyuyup
babasının dinlenmesi için gerekli zamanı fazlasıyla tanıyor ama bu kez de eşim
buna izin vermiyor.
Her akşam yeni bir oyun, yeni bir
söylem, yeni bir deneyim. Bazen “artık
oğlumuz da uyuyor ama bak yine erken
yatıyorsun” söylenişleri, bazen “gel
bu akşam canasta ya da bezik oynayalım” diye tutturmaları, hatta masayı
bile bir anda hazır etmeleri, bazen de masum ve hatta davetkar bir ses tonuyla “bu akşam şöyle güzel bir filme ne dersin”
baştan çıkarmaları. Tüm gün keyif yaparak, yorulmadığından benzer enerjinin
bende de olduğunu düşünüyor. Oysaki zavallı ben akşamın bu saatlerine bile zor
ulaşıyorum.
En tehlikeli teklifler ise Cuma
akşamı yapılanlar zira hafta sonlarında bakıcı ablamız yok ve oğlumuz ile
ilgili iş bölümünde fiziksel çaba gerektiren bölümler her daim benim
sorumluluğumda. Bu adaletsiz iş bölümünün doğal bir sonucu olarak Cuma akşamları böylesi teklifler sonrasında hep kavga
çıkarırım. Ani çıkardığım akıl ve zeka ürünü kavgalarımla genelde kaçmayı
başarıp yatabiliyorum. Sabah ise hiçbir şey olmamış gibi hayatıma devam etmeye
çalışıyorum. Tabii bazen bu akıl dolu kaçışlar yaşanmayabiliyor. İşte böylesi
durumlarda vücudum acil kafein girişini emretmeye başlar. Bu takviyeyi hemen yapmazsam
ya uyuyakalırım ya da gözlerimi sabit olarak bir yere dikip, aval aval bakmaya
başlarım. Bönlük durumuna geçiş o kadar çabuk ve bir o kadar sinsice olur ki
önlem almaya bile zaman bulamayabilirim çoğu zaman.
Uyanır uyanmaz yapılması gerekli
olan belki tek şey değil ama ilk şey mutlak surette yüzümü yıkıyorum bahanesinin ardına sığınıp
sessizce mutfağa yönelmek ve koyu bir kahveyi hemencecik içmektir. Bu yalnızca size ait olan zaman çoğu zaman
bölünecektir. Oğlunuz ve/veya eşiniz tarafından evde aranıp, çağrılabilirsiniz.
Sizi bu işlemden mahrum etmek isteyecek dahili girişimler illaki olacaktır. Uygulanması
gereken tek ve yegane hatta en akıllıca strateji duymamaktır. Geçici sağırlık
bu işte olmazsa olmaz durumdur. Siz siz olun, duymayın. Kahvenizi için,
yüzünüzü yıkayın öyle günlük işlerinize başlayın. Ben öyle yapıyorum, en
azından yapmaya çalışıyorum.
Pazartesi sabahı güneş her
zamankinden bir başka doğar. Bakıcı ablanın gelişi ile birlikte her şey
düzelmeye başlar. İşe adım attığım andan itibaren ise hafiflemeye başlarım.
Üzerime yüklenen tonlarca yük artık alınmış gibidir. Bir kaç saat öncesinin tüm gerginliği ve
huzursuzluğu, hissedilen yorgunluğa rağmen daha normale yakın bir hale gelmiştir.
Tam iyileşme için belki Salı gününe ulaşmak gerekebilir ama yavaş yavaş
iyileşmeye başladığımı yine de hissederim. Bir hafta sonunu daha başarılı bir
şekilde geçirmiş olmanın o dayanılmaz gururunu yudumladığım kahve ile Pazartesi
gününün ilk saatlerini geçirmeye başlarım.Tabii hafta sonuna merhaba dediğim
saatlerde daha Pazartesi kahvesine çok ama çok vardı, aradaki bu dönemde
içilecek daha yığınla kahve olduğu gibi.
Siz bakmayın şikayet edip
durduğuma, hem hafta içlerinde işte, trafikte, toplantılarda ve hem de hafta
sonlarında evin içerisindeki yoğun işlerde, tüm bu zorluklara katlanabilmemi
sağlayan tek şey oğlum ve eşimle geçirdiğim zamanın sağladığı büyük keyif ve
mutluluktur. Hayatta zaten bu mutluluğu ve keyfiyeti sağlayabilecek başka ne
olabilir ki!
Beni rahatlatan ne içtiğim kahvelerdir, ne boşalttığım içki kadehleri, ne farklı
çiçeklerden oluşmuş sakinleştirici bitki çayları, ne de mis gibi kokan
rahatlatıcı mumlar. Yorgunluğumu hissetmememi sağlayan, her bir anımda zinde ve
enerjik yalancı hissi duymama olanak veren ve beni mutlu ve huzurlu kılan
yegane şey,eşimin ve oğlumun varlıklarıdır, eve varışımda onları bulmamdır, eşimin
sarılması, oğlumun öpmesidir.
Aynı örneği ve aynı reklamı bir
kere daha vermiştim ama bence bir kere daha hatırlanmayı hakkediyorlar: Bir
zamanlar Anadolu Hayat Sigortanın bir reklamı vardı. Erik Satie'nin Gymnopédie
no.1 eşliğinde söylenen sloganı birçok kişi gibi benim de hala aklımdadır: Evdeki huzur,
mutluluk budur.
Sözüm
ona geçirdiğimiz hafta sonunu anlatacaktım. Biliyorum hala anlatmaya başlamış
değilim. Zaten işin güzel yanı da bu, anlatacak çok da fazla bir şey yok. Cuma
günü, Yalancı Dünya günüdür bizim evde. Son zamanlardaki en büyük Cuma mutluluğumuz
yeni başlayan bu dizidir.
Eve varışım sonrasında oğlumla oynamaya ve eşimin jargonu ile kaliteli zaman geçirmeye başladım. Bir süredir öğle uykularını anaokulu saat 15:30’a kadar devam ettiği için artık hayatımızdan ve hayatından çıkardığımızdan, saat 19:30 gibi süngüsü düşmeye başlar. Nasıl da tatlılaşır zaten her daim tatlı olan oğlum anlatamam. Onun uyku düzeyindeki artış ile benim onu öpüp sarılma isteğim hep doğru orantılı olmakta. Laura’nın Yıldızı, Kahverengi Ayıcık ve Çufçuflar Diyarı dizilerini izledikten sonra, bir süre sahip olduğumuz erkek hormonları nedeniyle top oynamak zorunda hissettik kendimizi. Sonrasında biraz puzzle ve biraz da lego derken yatma zamanı gelmiş de geçmiş oldu.
İyi geceler
dileklerimiz sonrasında beraber yatmaya gittik.Son zamanlarda masala bile gerek
kalmıyor ki genelde en az 2 tane anlatmak durumunda kalırdım. Biraz ondan biraz
bundan konuşuyoruz sonrasında zaten uyuyakalıyor. Yine öyle oldu. Genelde ilk
uykuya dalmam oğlumu uyuturken gerçekleşir ve eşim tarafından haince
uyandırılırım sonrasında. Onun uyandırması ve benim de uyanmam gerekir zira bir
eş olarak görevlerimi yapmam gerekir: Onu dinlemek. Aslında biliyorum bana
uyumamam için yaptığı tüm teklifler ben uyurken onun konuşamayacak olmasından
kaynaklanmakta. Biricik eşi olarak gerekirse yarı kapalı gözlerle onu dinleme
(ya da dinliyormuş gibi yapma) benim gecenin bu saatlerinde üstlenmem gereken
görevlerin başında gelmektedir.
Konuşması
için bu arada zannetmeyin ki herhangi bir olaya ihtiyaç duysun, her konuda, her
zaman konuşabilir. Hem de ne konuşma, susmamasına. Belki de bu nedenle ben az
konuşan bir adam oldum çıktım ya da belki de birbirimizi bu sayede
tamamlıyoruz. Gerçekleşebilecek senaryolardan en kötüsü ben uyudum diye beni
suçlamasıdır. Sakat bir durumdur zira bu nedenle insan suçlanabiliyorsa geride,
arkalarda belki de çok arkalarda yatan başka bir şey var demektir. Bir yandan
dayanılmaz uyku durumu ve bir yandan da eğer uyursam çıkacak olan kavga. Bu
tatlı stres aynı donma anında ki tatlı uyku gibidir. Uyku tüm strese rağmen o
kadar tatlı gelir ki kaçamazsınız. Evdeki huzur, mutluluk budur.
Bu kez beni uyandırmasına gerek kalmadı. Hızlı bir şekilde görevlerimin başına yani mutfağıma döndüm. Yemek yapımına yardıma ve masayı kurmaya başladım. Mutfağımda eşim bile olsa başka birinin varlığına katlanamam. :-)
Eşim
de bu arada başkaları tarafından hazırlanmış olan yemekleri ısıtmaya başladı ve
sanki kendi yapmış bir edayla masayı kurmaya beni davet etti. Bu davet lafı
size olan saygımdan yoksa alenen emretti, buyurdu, çemkirdi. Tabii doğal olarak
kolay kabul gördü. İtiraz edecek ve sonrasında belki de Yalan Dünya’yı yarım
yamalak seyretmeme neden olacak bir tartışmayı göze alamazdım, almadım da.
Kendimi takdir edişim böylesi anlarda göstermiş olduğum cesaret ve kıvrak
zekadan gelir.
Masa
alışık olduğu üzere yine çok kolay kuruldu çünkü bizde önünüze çıkan yemek, hep
rejim yapmayı çağrıştıracak miktar ve basitliktedir. Sırf bu nedenle sormaya
gerek bile görmeden eve gelirken bir kaç çeşit meze alırım. Benim can
simitlerim gibidirler.
Tüm bir haftanın yorgunluğu, yemekle birlikte içilen bir kadeh sonrasında
ziyadesiyle hissedilir ama dinlenmek için hala toplanması gerekli bir masa ve
yerleştirilmesi gerekli bir bulaşık makinası vardır. Çoğu kere kadehte kalan
şarabı mutfakta iş yaparken bitiririm. Özenle olmasa da hızlı bir şekilde
yapılan bu işlerden sonra kahve yapması için eşimin gözlerine taaa içine bakarım.
Genelde işi düşmediği zamanlarda beni görmediğinden , talebimi bir de sesli tekrarlarım.
Aslında gören, duyan da bir füzyon deneyi için talepte bulunduğumu ya da köz
üstünde ağır ağır Türk kahvesi yapması için ricada bulunduğumu sanır. Alt
tarafı yaptığı kapsülü makinanın içine yerleştirip düğmeye basmaktır. Kahveyi
verirken yüzünde Nobel Ödülü kazanmış bir ifade olur her defasında. Genelde tebrik
eder, böylesi nice kahve yapım dileklerinde bulunurum. Uzatmak istemiyorum tüm
bunlar Cuma günü de aynen tekrarlandı.
Ben kızımı uyumaya götürürken bilirim ki, kızımız daha uyumadan eşim rüyalar alemine dalacaktır çoktan :) Eskiden film izlemek için uyandırmaya çalışırdım ama baktım olmuyor, vazgeçtim :))) Koltuk-yatakta uykusu bozulmasın diye evde sessizce hallediyorum işlerimi :)
YanıtlaSilBen okurken kıs kıs gülüyorum ama acaba sevgili eşin de okurken gülüyor mudur diye düşünmeden edemedim :)) (bu arada ona da çok sevgilerimi ilet lütfen)
Bizde de durum aynısı :) Tek farkla ben mutlaka uyandırılırım :( Neyse ki artık alıştım. Eskiden zor uykuya dalan bir kişiydim, artık dakikasına uyuyabiliyorum bu sayede :)
YanıtlaSilTabii ki iletirim ... İçinden kesin gülüyordur. Bazen dayanamayıp güldüğü anlar da hiç olmuyor değil ama çabuk toparlıyor :)
Selam ve sevgilerimle,
merhaba...çok şaşırdım gerçekmi bunlar? eşimede okudum dediği lafa bakın "anlayamadım ben bunu" anlamaz çünkü işine gelmiyor...yürekten bravoooooo...
YanıtlaSil:) Selamlar, çok teşekkürler.
YanıtlaSilÖvünmeli miyim maalesef mi demeliyim bilemiyorum ama evet gerçek ve üstelik dahası da var. Onları da çok yakında açıklayacağım. Önceki yazılarımdan haftasonlarımın ne kadar bu yazdıklarıma benzer geçtiğini görebilirsiniz :)
ya blogcu anneden yazınızı okuyup birde sizin blogunuza bakayım dedim. bakmaz olaydım Şaka mı bu? yoksa ben mi yanlış anladım.
YanıtlaSilEşiniz çalışmıyor,evde bir yardımcı var ve eve geldikten sonra ve geceleri çocukla siz ilgileniyorsunuz, ayrıyeten ev işlerine yardım ediyosunuz üstelik mutluluğunuza diyecek yok.
ya bütün bunlar bi şaka deyin ya da ben boşanıyorum:))
Öncelikle ne iyi ettiniz de geldiniz. Hep bekleriz...
YanıtlaSilŞaka gibi değil mi? :) Aslını isterseniz eşim daha yeni işi bıraktı. Öncesinde oldukça yoğun ve yorucu bir iş hayatı vardı.Şimdilik evde ama daha ne kadar oturur bilemiyorum. Bakıcımızın tek işi ise oğlumuzdur. Sekiz gibi gelir ve 6 gibi de gider.
Başka bir ifadeyle şaka gibi görünse de pek öyle değil :)