Daha önceki bir çok yazımda da belirttiğim üzere oğlumuz, üzerine güneşin doğmasına kesinlikle izin vermez. Kör karanlıklarda uyanır ve uyandırır. Artık konuşmaya da başladı.Önce yatağından sesler gelmeye başlar. Hemen anlarsınız ki kalkmaya başlamış. Sonra da tatlı mı tatlı o sesi duyulur: “Babaaaaa, uyku bitti”.
Bu cümlenin anlamı ise “hadi bakalım tembeller kalkın. Güneş neredeyse doğmak üzere. Gelin beni alın buradan. Karnım çok acıktı ve altım da pis. Önce beni temizleyin sonrada kahvaltımı hazırlayın”. Tabii hemen yataktan kalkarım ve dekoderden geçmiş olan söylediklerini hayata geçirmeye başlarım. Gün artık benim için başlamıştır. Şanslı isem yani eşim bir şekilde banyoya gitmek ya da su içmek için o sırada kalkmış ise kahvemi arada içebilirim yoksa ancak oğlumun kahvaltısını hazırlarken içebilirim.
Her ne kadar eşimle aynı anda yatmış olsak da ve ben tüm gece ya oğlum çağırdığı için ya da üstünü örtmek için sürekli kalkmış olsam da onun yatmaya devam etmesi bizim evde normal karşılanan rutin bir olaydır. Aslında nasıl bu duruma geldik sürekli düşünüyorum. Diğer taraftan bu şekilde olmamızı sağlayan eşimin hakkını da vermek lazım. Bu anlamda kendisine gizli bir hayranlık ve saygı da duymuyor değilim hani. Sen kalk aynı saatte yat, tüm gece bırak kalkmayı uyanma bile ve akşamı sürekli ayakta geçiren eşin sabah gün ışımadan kalkıp güne başlarken, uyumana devam et ve dahası bunu normal kabul et daha da dahası hatta "oha"sı normal kabul edilmesini sağla. Tebrik edilmeyi gerçekten de hak ediyor.
Oğlumun erken uyanmasının önüne geçmek için her şeyi yaptık ama hiçbir sonuç alamadık. Son olarak odasında ki muhteşem şirin perdesi yerine güneş ışığı geçirmeyen yeni bir perde bile aldık. Sen misin bu perdeyi takan normalden de erken uyanmaya başladı.
Bu Cumartesi “Babaaaaa, uyku bitti” dediği zaman saatler daha 6:00 bile olmamıştı. Daha suratımı yıkamak için banyoya bile gidemeden hırkasını ve çoraplarını giydirip altını değiştirdim. Baba yufka yüreği denilen şey de bu olmalı. Salona gidip ışıkları açtık. Sonra her türlü saldırıyı göze alarak televizyonu açtım ve kendime kahve koymaya gittim. Ben bir babaydım ve gün başlamıştı. Benim her şeye hazır olmam gerekiyordu, bunun için de kesinlikle kahve içmem.
Elektrikler kesildiği zaman oğlumun kahvaltısını daha yeni bitirmişti. Son zamanlarda bu arada elektrik kesintileri de bir hayli arttı. Milletin ayda koloniler kurmak için girişimlerde bulunduğu bir dönemde ülkemizde hala elektriklerin kesilebiliyor olması ne kadar geliştiğimizi de gösterir nitelikte. Aslında konumuz bu olmadığından bu ve türevi olan konulara girmek istemiyorum ama kesinlikle nükleer enerji ve elektrik ihtiyacımız hakkındaki düşüncelerimi bir gün yazacağım.
Bizim evde elektriklerin olmaması demek aç kalmak, üşümek ve susuz kalmak demek. Tehlikenin farkında mısınız reklamını izlediğim andaki gibi sarsılıp hemen çıkmalıyız diye düşündüm. Hemen eşimi uyandırdım, giyindik ve dışarı çıktık.
İstinyepark |
Herkes farklı farklı yerlere gitmek istiyordu. Oğlum dur-geç’e gitmek istiyordu. Şimdi dur geç de nedir dediğinizi duyar gibi oluyorum. Anlatayım efendim. Malumunuzdur ki alışveriş merkezlerinde otoparklara girilmeden araçlar kontrol edilirler. Görevliler ellerindeki levhaların kırmızı tarafı ile önce bizleri durdurur, kontrollerini yapar ve sonra da levhaların yeşil tarafını göstermek suretiyle geçişimize izin verirler. Yani oğlumun özetlemesiyle dur-geç yaparlar. Bizim evde bu nedenle alışveriş merkezlerinin genel ismi dur-geç’tir. Nasıl ki kağıt mendil yerine bir kağıt mendil markası olan selpak kelimesini kullanırız, benzer şekilde oğlum dur-geç dediği zaman aslında gitmek istediği herhangi bir alışveriş merkezi değil İstinye Park’tır. İçindeki D&R’ın büyüklüğünden ve çocuk kitapları bölümünün genişliğinden, ortadaki çocukların buluşma ve azma yeri olan dairesel alandan, Günaydın’ın köftesinden, Mezzaluna’nın Rossi pizzasından, içindeki ufak su havuzlarından, oyuncak dükkanlarından, içinde bisiklet sürülebiliyor olmasından, çocuk mağazalarının fazla olmasından, büyüklük ve kalabalıklığından oğlumun bir numaralı yeridir burası. O kadar ki Bebek parkından bile daha çok sever.
Oğlum dur-geç derken eşim Bebek’te kahvaltı etmek, sonrasında da güzel havadan yararlanıp yürüyüş yapmak istemekteydi. Benim çok söz hakkım olmamakla birlikte oğlum gibi oradan oraya savrulmak yerine direk İstinye Parkına gitmek ve karnımızı orada doyurmak istemekteydim.
Ne karar mı verildi? Bebek’de edilen kahvaltı sonrasında güzel havada yürüyüş yaptık. Sonrasında bu size ders olsun benim isteklerime karşı birleşirseniz yok olursunuz diye özetlenecek bir tavır ile İstinye Park yerine Profilo AVM’ye gitme kararı verildi. Yıllardır gitmemiştim. Nostalji olur gibi kendime göre olayı pembe tarafından görme girişimlerim olduysa da bu girişimlerim ancak belki de duymak istemediğimden eşime bir kaç kez tekrarlattığım bowling kelimesini duyana kadar sürdü.
Saat daha 10:00 bile değildi. Yıllardır oynamadığımız bir oyundu ve hep alkollü ve kalabalık arkadaş grupları ile şen şakrak oynadığım bu oyunu şimdi fazlasıyla ayık bir kafa ile ve oğlumuz yanımızdayken oynayacaktım. Önce daha açılmamıştır dedim ama lanet teknolojik I-phone sayesinde önce AVM’deki bowling merkezinin adını ve telefonunu buldu sonra da arayıp açılış saatlerini sordu. Açıktı ve büyük bir heyecan ve sabırsızlık içerisinde bizleri bekliyorlardı. Başka kim sabahın bu saatinde bowling oynamaya gidebilirdi ki?! Ödül verseler yeminle şaşırmazdım.
Bowling salonuna vardığımızda hani derler ya iğne atsan yere düşmez öyle bir durum vardı. Meğer sabah saatleri lisanslı bowling oyuncuların antrenman yaptığı saatlermiş. Ben bu kadar kukanın (pin) aynı anda devrildiği bir salon görmemiştim. Tüm ekranlar X (double strike)işaretleri ile doluydu. Herkes özel giysileri içerisindeydi. Masaların yanlarında 3 top alabilen yine özel çantaları, özel bileklikleri, özel şık ayakkkabıları ve kendinden emin attığını deviren birbirinden usta artist (yada bana öyle göründüler)çocuklar. Kısa süren şaşkınlığım yerini utanmaya, yerin dibine geçmeye bıraktı. Geçip yerimize oturduk. Bakışlar ister istemez yanlarında 2,5 yaşında çocuk ile o saatte oraya gelen aileye bakmaya başladı. Biz de etrafa gülücükler saçıp tanımadığımız kişilere selamlar vermeye başladık. Omuzlarım çöktüğünü hissediyordum. Çantaları bir kenara bıraktık. Montlarımızı çıkardık. Ortam sıcak olduğundan oğlumun ceketini de çıkardık. Bomboş masa bir anda bir sürü eşya ile doluverdi. Sonra oturduğumuz yerden kaldırıldık. Meğerse orası da antrenman alanına giren bir yermiş ve biz muhtemel atış kalitelerimizle dikkatlerini dağıtabilirdik. Bunu söylemediler ama jestleri ile daha çok hissettirdiler. Kızmadık tabii ki ama gücendik. En azından ben kişisel olarak kırıldım. Sen kalk o kadar dağıldıktan sonra bir de o kadar bakış seni seyrederken tekrar toparlan ve yer değiştir. Bize iyice kenar bir yere aldılar ama hala yanyana sayılabilecek bir yerdi.
Palyaçoların giydiği renkli şeritli ayakkabılarımızı giydik ve oyuna başladık. Aslında oyundan ziyade rezil olmaya başladık. Normalde bu oyunu çok da kötü oynamayız hatta genel ortalamaya göre iyi bile sayılabiliriz. Ama Cumartesi sabahı oyuna kötü başladık hem de çok kötü. Eminim kötü oyunumuza sebep sabahın erken saati olmuş olması olabilirdi ama asıl sebebi çok iyi biliyordum; yanımızdakilerin ardı adına yaptıkları strike’lardı. Bir yandan terliyor bir yandan da üşüyordum. Bizi izliyorlar ama gülmüyorlardı. Daha çok acınası bir ifade ile bakıyorlardı. Bazıları ise bu yetenek seviyesine rağmen onlar arasında olma ve oyun oynama cesaretimizden ötürü saygı dolu bakışlar fırlatıyorlardı kafamıza kafamıza. Sonra bir gülme krizi başladı. Sebepsiz, nedensiz bir gülme, bir sinir boşalması.
Bu arada oğlum da deneme atışları için sabırsızlanıyordu. En hafifi 8 kg olan topları taşıması bile mümkün değilken o kaldırma girişimlerine başlamıştı bile. Atışta bulunmayan kişinin işi çok daha zordu. Onun yaşı için tehlikeli oluşturabilecek bu kadar ilgisini çekecek ve ona göre hepsi birer oyuncak olan bu ortamda onu oyalamaya çalışmak, aşağılayıcı bakışlar altında atış yapmaktan çok daha zordu.
Bu arada halimiz görüp acıyarak bakan bazı kişiler ideal top ağırlıkları hakkında dersler verip ilgili topları bizim bölümümüze getirme nezaketini de gösteriyorlardı. Sevgi dolu büyük bir aile olmuştuk. Bizi içlerine almışlardı. Bu vesile ile de Bowling Federasyonuna şükranlarımızı sunarız.
Sonrasında oğlumuza yemek yedirme girişimimiz oldu. Hüsran dolu oyun sonrasındaki moral çöküntüsü nedeniyle 1 adet kızarmış patates, 2 çatal ucu pilav ve bir köftenin 6’da 1’ini ancak yedirebildik. Yemek konusundaki mücadelemiz hep hüsran olduğundan ve bunu artık bildiğimizden hiç üstelemedik.
Durmamalıydık. Sürekli hareket halinde olmalı, bir yerden başka bir yere gitmeli, enerjimizi bol keseden, düşünmeden harcamalıydık. Biz de böyle yapmaya devam ettik. Bir sonraki istikamet annemle, babamlardı. Babaanne, dede, torun üçlüsü bol bol hasret giderdiler. Biz de bu arada eşimle beraber baş başa bir öğle yemeği yedik, üstüne alışveriş bile yaptık. Artık hızlı hareket edebiliyorduk. Çok kısa sürelere çok büyük işler sığdırabiliyorduk.
Eve dönüş yolunda oğlumuz uykuya daldı. Eve varır varmaz yatağına yatırıp uyanana kadar aktif dinlenmeye çekildik. Benim yapacağım iş eşim tarafından daha bir önce ki akşamdan zaten belirlenmişti. Uyuduğumu, televizyon seyrettiğimi, internette gezindiğimi, hiçbir şey yapmadan boş gözlerle duvara baktığımı, lambanın düğmesini sürekli açıp kapadığımı sananlar yanılıyorlar. Çocuk eğitimi hakkında verilen kitabı okumaya başlamıştım bile. İtiraz edip zaten sonu belli olan bir tartışmaya girmeyi gereksiz buldum ve paşa paşa bana denileni yapmaya başladım. Bu kadar olgun bir davranış sergilemekten ötürü de kendimle gurur duymayı da ihmal etmedim.
Yanlışlarım her insan gibi benim de varmış. Bunu kabul etmek kolay olmasa da size itiraf etmekte bir sakınca görmüyorum. Yapılmaması gerekli herşeyi yapıyor olmak beni açıkçası şaşırttı. İlk önce yazarına bok atayım dedim ama farklı yazarların kitapları ile burun buruna getirildim. İlgili bölümler gösterilip yazarın mesleki bilgisinden şüphe edemeyeceğim konusunda ikna edildim. Tabii sonrasında çok daha dikkatli okumaya başladım. Oğlumu çok seviyorum ve işte zaten sırf bu nedenle çok daha dikkatli olmam ve bana ilk başta ters gibi gelen şeyleri uygulamaya çalışmam gerekmekte.
Cumartesi ateşimiz erken saatte sona erdi. İyi bir uyku çekip yarına hazırlanmalıydık. En zor gün her zaman Pazar’ları olmuştur ve ertesi gün uzun hem de çoookkk uzun bir Pazar günüydü. Başarabilirdik. Başarmayı istedik, inandık ve hayalini kurduk.
Nasıl mı geçti?
Tam anlamıyla çılgınca...
0 yorum:
Yorum Gönder