Bu Blogda Ara

17 Ocak 2011 Pazartesi

Yine yeni bir senaryo ve yine ayrılık: Muhteşem Yüzyıl

Muhteşem Yüzyıl Ekibi

Son 10 gündür bir kızılca kıyamet, adeta bir bardak suda kıyamet kopuyor ya da koparılmak isteniyor.
Tüm bu yaygara bir dizi için.
Dün ‘Mustafa’ için laik despotizm tarafından yapılan eleştiriler bugün güçlenen muhafazakar despotizm tarafından "Muhteşem Yüzyıl" için yapılıyor.
Kılıçlar yine çekildi. Ayrışmalar yine keskinleşti.
Bir tarafta Osmanlı sempatizanları diğer tarafta hani neredeyse karşıtları.
Düne kadar sağ-sol sonrasında Sünni-Alevi diye ortalığı karıştıranlar kıs kıs gülüyorlardır halimize.
Yakın geçmişte laik - anti-laik oyununu denediler. Bugün ise farklı farklı oyunlarla yine gündemimizdeler.
Onlar denemekten vazgeçmiyorlar bizlerse bu ayrımların üzerlerine atlamaktan.
Her seferinde hani sanki bekliyormuşuz gibi kolayca kamplaşıyoruz ve yara alıyoruz. Toparlansak da sonrasında hep bir izi kalıyor aslında belleklerimizde.
Mustafa bir belgeseldi, subjektif bir bakış açışı olamazdı.
Yeni dizi ise yalnızca bir kurgu.
Kanuni’nin askeri ve siyasi hayatı için çekilen bir belgesel değil. Merkeze Hürrem & Kanuni aşkını koyan ve bunu Hürrem’in harem iktidarını ele geçirmesi için yaptığı mücadelelerle süsleyen, geliştiren bir kurgu.
Esinlenme evet tabii ki var hatta aynı dönemde Kanuni’nin siyasi ve askeri hayatı da gösteriliyor ama gerçekle birebirlik tabi ki yok.
Bilmeyenler için Harem’de konuşulmazdı, oradakiler işaret dili ile anlaşırlardı.
Üstelik Kanuni döneminin ilk yıllarında Harem sarayın içerisinde değil Beyazıt’da bulunmaktaydı.
O zaman gerçek olacak diye dizide de konuşma olmasın ya da Hürrem her ziyaretini aslına uygun olarak Beyazıt’tan saraya yapsın.
Kimse fragmandaki Ayasofya'nın 4 minaresinin olmamasına dikkat etmiyor. Başarılar görülmüyor her zamanki gibi yine ayrışmaları sağlayacak konuları bulmak için tüm bu çaba.
Peki, bu itirazlar neden? Buz dağının görünen kısmı çok açık: İlk bölümü bile izleme gereği duymadan fragmanda gördükleri bir bakış ve içilen bir kadeh. Hemen homoseksüellik ve şarap yaftaları takıldı bile.
Bilinen Kanuni’nin ne şarap içtiği yönünde ne de İbrahim ile o tür bir yakınlaşmanın içerisinde olduğu. İşin garibi dizide de bu tür bir anlatım ya da kurgu da yok.
İnsanın aklında ne varsa zikrinde de o da vardır derler ya, durum sanki bu.
Padişahların içki içmeleri nedendir bilinmez bir türlü kabul görmedi toplumumuzda.
Osmanlı Padişahları
Osmanlı 600 küsur yıl yalnızca topla, kılıçla, tüfekle yönetilmedi. Diplomasi vardı. Hızlı hareket edebilme vardı. Güçlü bir yapılanma ve sistem vardı. Belki Yavuz gibi, Fatih gibi karizmatik padişahlar vardı ama İbrahim gibi olanları da vardı. Yapı ve protokol öylesine güçlüydü ki baştaki makam adeta kutsaldı. Deli diye bilinen İbrahim’e mutlak saygı ve kabul işte bu güçlü devlet yapısı ve protokolden gelmekteydi. Sanırım bu güçlü yapı bugün bile genlerimize işlenmiş olduğundan varlığını sürdürmekte. Padişahlara hayat tarzlarımız içerisinde yer almayan olguları yakıştıramıyoruz.
Diğer bir rahatsızlıkta Harem konusunda.
Osmanlı beyliğinin imparatorluk olmasının ardında yatan en büyük sebeplerden bir tanesi hanedan olmalarıydı. Avrupa’da Grand Dük’ler vardır ve bir hanedan sona ererse başka bir hanedanın Grand Dükü başa geçer ve ülkeyi yönetir. Osmanlı da bu tür bir yapı yoktu. Hanedanın sürebilmesi için de Harem hayatı şarttı. Harem’e hemen itiraz edenlerin bu yönden de bakmaları gerekir. Konu aslında çoğu kere memleket meselesiydi, kişisel değil.
Buz dağının görünmeyen su altında kalan parçası ise meselenin bence asıl önemli noktası. Tüm bu eleştiri bombardımanının ardındaki sebep eski ile yeni arasındaki bir karşılaştırma yapılması ve muazzam farkın görülmesi. Eskilerin sözü geçen en büyük devleti ile bugünün kafalara geçirilen çuvallara rağmen sessiz kalmak zorunda kalan devleti karşılaştırılıyor ve eskiye kutsallık yükleniyor. Genlerimizde zaten buna müsait hemen destekliyor bu yüklemeyi. Bugün eziklik ne kadar hissediliyorsa yüklenen kutsiyet duygusu o kadar artıyor ve seslerde yükseliyor buna bağlı olarak.
Yoksa tüm bu eleştiriyi yapanlara hassasiyet hissedebilirsiniz ama siz de o halde izlemeyin canım demezler mi? Bu sebepten denemiyor, denilse de işe yaramıyor.
Her milletin güçlü yıllarının da bir ömrü vardır. 16.yy.’da önce Portekiz sonra İspanya güçlüydü sonra bu ülkelerin yerini Hollanda aldı. 17.yy’da İngiltere’nin hakimiyeti vardı ama sonra Fransa ağırlıklı oldu. Daha sonra yeniden İngiltere ve bugün Birleşik Devletler. Biz ise o kadar yüzyıl hep devam ettik ve yorulduk, yıprandık. Bayrağı kimseye devretmedik. Hani belki bir ara Kavala hanedanı ile Mısır olabilirdi ama olmadı. Bu gerçek bence artık kabul edilmeli. Eskiye saygı her zaman olmalı ama karşılaştırma en azından bugünün dünyasından yapılmamalı.
Bugün muhafazakar sermaye güçlenmiştir. Mesela onlarda bir dizi ya da film çeksinler. Mesela peygamberimizin müjdesine mazhar olmuş bir padişah olan Fatih Sultan Mehmet’in hayatını çeksinler. Ya da dizi öyle değil böyle çekilir desinler ve Kanuni’nin hayatını konu alsınlar. Kanuni’nin elinde kılıcı, atın sırtında, saraydan bir çıksın ve bir daha dönmeden önce Belgrat’ı sonra Rodos’u alsın. Milletlere dersler versin. Sonra bir kaç bölüme ancak sığabilecek bir Mohaç Savaşı gelsin ardından ve Viyana kuşatması ile final yapsınlar.
Yoklukta kanaatkar olan bu kesimin şimdi bolluk yıllarında kültüre bu katkıyı sağlamaları gerekliliktir zaten.
Tabuları yıkmamakla övünenler de bu diziyi yayından kaldırırlarsa kendi ayaklarına sıkmış olurlar. Bir zamanlar ezanı halka rağmen Türkçe okutan rejim ile bir farkları kalmamış olur.
Hayat tarzımızı maalesef her yere çanta gibi taşıyoruz. Tarih’e bu şekilde bakamayız.
Değer yargılarımıza ve inançlarımıza göre değerlendirmelerde bulunuyoruz ve hata ediyoruz.
Bugün kim kardeş ya da baba katlini normal görebilir ama kutsallık yüklenen padişahlar yapıyorlardı. Bugünün dünyasından bu katliamları da anlayamayız harem dünyasını da.
Son olarak diziye yapılan eleştirilere karşılık bu kez de Osmanlıya saldırı başladı. Atatürk nasıl ki başımızın tacıdır, yolumuzu aydınlatandır, Fatih de öyledir, Kanuni’de. Necip Fazıl nasıl bu ülke için değerli ise, Nazım Hikmet de aynı şekilde değerlidir. Hepsi bizim ortak değerlerimizdir. Bizi biz yapanlardır. Kimliklerimizdir.
O zaman neden bu kavgalar, neden bu tartışmalar, neden bu ayrışmalar? Bu ülke hepimize yeter. Eşit, özgür, mutlu, huzurlu, korkusuz sıfatlarını neden bu ülke insanları için kullanmak bu kadar zor?! İnsanca ve herkes bir arada yaşayabiliriz.
Gelin önce ilk adımı atan siz olun. Ötekilerle ortak paydalarınızı genişletin, farklılıklarımızı zenginliğimiz sayın.
İnsan insanın kurdu değil ama yoldaşı, arkadaşı, tamamlayıcısı, koruyucusu olsun.  Bu güzel topraklarda birbirimizi kırmadan, bundan önce olduğu gibi yine kardeşçe yine sevgi ve saygı dolu bir şekilde beraberce, el ele yaşayalım.

0 yorum:

Yorum Gönder