Bu Blogda Ara

4 Ocak 2011 Salı

Bir tanışmanın hikayesi

Dizileri seyrederken “bu aile de (ya da bu kişi de) ne şansız, bütün sorunlar gelip bunları buluyor “diye hepimiz içimizden geçirmişizdir. Sonrasında da zaten hemen senaryo gereği olduğunu düşünüp, başka bir düşünceye geçiş yapmışızdır. Blog yazmaya başladıktan sonra şunu fark ettim ki aslında günlük koşuşturma sırasında farkına bile varmadığımız ya da farkına vardığımız ama günlük koşuşturmanın bir parçası gibi değerlendirip yaşadığımız birçok sorun, günlük alışkanlıklarımız ve hayat akışımızın dışında birçok olay ile sürekli karşı karşıya kalmaktayız. Aslında hepimiz birer dizi oyuncusu ya da bir filmin ana karakterleriyiz. Hepimiz aslında kendi filmimizde birer baş rolü oynamaktayız. Gün içerisinde yeni insanlarla tanışıyor, yeni sorunlar hakkında çözüm yolları arıyor, karşılaştığımız küçüklü büyüklü mutlulukların tadını çıkarıyor ve yeni bir çok duyguyu bazen kendi içimizde ve bazen başkalarıyla paylaşarak deneyimliyoruz çoğu kere farkında bile olmadan, günlük koşuşturmaca içerisinde. İşte blog yazmaya başladıktan sonra farkına vardığım şey, hiçbir günümün aslında bir önceki ile aynı geçmediği, yazmaya, paylaşmaya değer farklılıkların, duygu birikimlerinin olduğu gerçeği idi.

Geçen hafta da böyle yoğun bir gündemle geçti. Ben daha çocuk denebilecek yaşta sigaraya başladım ve yaklaşık 15 sene kadar bu zehri kullandıktan sonra, 6 yıl önce bırakmaya karar verdim. Hala da bırakmaya devam ediyorum. 6 senedir hiç içmedim ama canım hala çekmekte. Bu 15 yıllık sadakatımın karşılığını da aldım: Latince Farenks adı verilen boğaz kısmının kronik olarak iltihaplanması yani bilinen adıyla kronik faranjit. Herkes genelde kış aylarında bu hastalıkla karşılaşabilirken benim karşılaşabilmem için mevsimsel ya da iklimsel ya da herhangi başka bir nedensel bir sebep olması gerekmiyor. Arabada açtığım bir klima, orta derecede bir rüzgar, kapalı havasız ortamlar, hatta uykusuzluk, stres, bu benden ayrılmak istemeyen ve beni çok seven artık kadim diyebileceğim dostumu hemen tetikleyebilmekte. Boğaz ağrısı veya yanması benim için artık günlük sıradan ve blogda konu edilmesine gerek olmayan bir olay. Hayatımıza kendisi yetmiyormuş gibi kuzenini de sokmaya çalışması dahası kuzeninin benden yüz bulamayıp oğluma bulaşma çalışması bu blogun konusu oldu.  Bu yazı bizi mutlu etmeyen, endişelendiren bir tanışmanın hikayesidir.

Bildiğiniz üzere oğlum çok yakın bir zamanda okula başlamıştı ve çok değil okula başladıktan yalnızca 2 gün sonra eve grip belirtileri ile geldi. Yeni bir virüs ile karşı karşıyaydık. Akşam yatmaya yakın hafif de olsa ateşi çıktı. İlk akşam sürekli rahatsızlığından ve sıkıntılarından uyandı, hatta o kadar ki baba oğul eşimi başka bir odaya gönderip beraberce yattık. Bu kötü bir tercih oldu zira tüm geceyi uyanık geçirdik. Ertesi gün çok şükür ki oğlum bol bol uyudu bense önceki seferlerde olduğu üzere kendimi kafeine verdim.

Oğlumun okul hayatı da zorunlu olarak ertelenmek zorunda kaldı. Pazartesi akşamı, Salı ve Çarşamba sabahları, kendi tarzında sürekli okul deyip duran ve sürekli gitmek istediğini hareketleriyle anlatmaya çalışan oğlumun bu konuda ne Çarşamba akşamı ne de Perşembe sabahı ağzını bıçak açmadı. Onun bu doğal kabullenişi bizi nasıl üzdü anlatamam. Diğer taraftan eşimin oğlumun evde öğrenimini sürdürüp sürdüremeyeceği konusunda araştırmalar yaptığından eminim. İyi ki ilk öğretim ülkemizde zorunlu da bu sayede okula gitmeye devam edebilecek. Onun bu gerçeği doğal kabullenişi ise beni hiç üzmedi. Tabi duymamazlığa geldiğim okula gitme olayını Mayısa kadar ertelemeye ilişkin soruları ise bugün bile devam etmekte.

İkinci gün belirtiler hem gripti hem de nezle. Burunu tıkandı ki bu oğlum için tam bir işkenceydi özellikle uyuduğu zamanlarda. Tıkanıklığa bağlı zor nefes alma, çoğu kere nefesinin ağzıyla desteklenmesi, yine tıkalı burun kaynaklı çıkan garip sesler uyku kalitesini oldukça azalttı. Akşama doğru tüm bunlara ek olarak sesi de değişmeye başladı, sonrasında onu takip eden bir öksürük ve yükselen ve gecelerimizi kabusa çeviren bir ateş başladı. Düşünün tıkalı bir burun ve bunun neden olduğu zor nefes alma, alev alev yanan bir vücut, tüm bunlara direnen keyifli olmak için mücadele eden bir yakışıklı ve tüm metanetini kaybetmiş, panik, korkulu, endişeli, ağlamaya hazır anne ve babası. Perşembe akşamı zor bir akşam oldu. Ateş bir ara 40 dereceye kadar yükseldi ki benim için panik eşiği 39 derece idi. Mümkün olduğu kadar ateş düşürücü vermek istemiyorduk ki vücudu antikor üretimi adına, virüs ya da bakterilerle savaşacak avantajlı ortamı bulabilsin. Eşimin uyuduğu bir anda ateş 40 oldu ve ben sirkeli su ile oğlumun savaşına dışarıdan müdahil oldum. İyi ki o sırada eşim uyandı da hemen ilacı verdi ve ateş daha da büyümeden geçici olarak söndürüldü.

Ertesi gün oğlumun tıkalı olan burunu akmaya başladı ama ne akma. Önceleri su ile temizlenmesine izin veriyordu ama sonra vermez oldu. Biz de mendille temizlemeye çalıştık ama mendil ne kadar yumuşak olursa olsun oğlumun derisi kadar yumuşak olamıyor. Tüm bunlara ek bir de burunu tahriş oldu ve bırakın temizlenmesini ellettirmedi bile.

İş hayatlarımızda doğru orantılı ama negatif olarak etkilendi bu süreçte. Eşim işe gitmez oldu son günlerde ve ben de erkenden eve gelir oldum. Bundan önceki hastalık döneminde eşimin ailesi de bizlerleydi. Annemle babam gün içersinde sürekli bize gelseler de akşamları eşimle ben oğlumuzla bir başımıza ne yapacağımızı bilemez bir halde üstelik panik bir durumda acınası bir şekilde kalıyorduk. Gecenin kör saatlerinde telefon görüşmeleri ile aile büyüklerini bilgilendirme bahanesiyle onlardan moral bulacak sözler duymaya çalışıyorduk. Bu şekilde haftasonunu yakaladık. Doktorunu tabi ki sürekli saat gözetmeksizin arıyorduk ama kendisi de şu an için yaptıklarımızın yeterli olduğunu ısrarla söylüyor ve gelin demiyordu. Son olarak daha çok müneccinlere yakşacak bir ses tonuyla Cumartesine geçeceğini, geçmezse gelin dedi. Cumartesi sabahı gerçekten de herşey güllük gülistanlık oldu ve biz vay be ne doktormuş dedik hem içimizden ve hem de daha sonrasında eşimle birbirimize. Ama onun bu ihtişamlı zaferi Cumartesi akşamı artan ateşle bir son buldu. Tam geçti derken kendimizi bir anda cehennem çukurunda buluverdik. İlaç vermemize rağmen inmeyen ateş ki bizi en çok panikleten de bu oldu, sürekli akan ve tahriş olmuş bir burun (uyurken sürülmeye çalışılan pomatlar), öksürme, mafyavari bir ses kısıklığı, her halinden belli bir boğaz ağrısı... Cumartesi akşamı yine uykusuzlukla yine korku ve endişeyle geçiverdi.

Pazar sabahı saat sekizde “Müsaitseniz annemler sizi ziyarete gelecekler”  tadında doktorla bir görüşme yaptık. Aslında cevabını bile duymamıza gerek yoktu, onu çok özlemiştik ve illaki ziyaretine gidecektik ve gittik de. Pazar saat 10:00 gibi oğlumu kontrol etmeye başlamıştı.

Yaklaşık 30 saniye ile 1 dakikalık kontrolden sonra laranjit dedi. Bana faranjit demiş gibi geldi daha çok. Sonradan eşimden laranjit olduğunu, ses tellerinin iltihaplanması olduğunu öğrendim. İşte o an, ezeli düşmanım ya da ebedi dostum olan faranjitin kuzeni olabileceği gerçeğini kafamda oluşturdum.

Akut larenjit genellikle viral bir enfeksiyona bağlı olarak gelişen, soğuk algınlığı ile beraber ortaya çıkan, 1-2 hafta kadar sürebilen ve daha çok 3 yaş altındaki çocuklarda yaygın olan bir hastalıkmış.

Eşim antibiyotiğe şiddetle karşı olan biridir ve mümkün olduğunca vermemeye ant içmişti. Gereksiz kullanımı sonucu ortaya çıkan komplikasyonlarından ve vücudun yine gereksiz kullanım sonucu artık bu türe cevap verememe ihtimaline karşılık haklı bir endişe duymuştur hep. Ben de konu hakkında fikri olmayan ama söyleyecek çok sözü olan biri olaraktan ve eşinin fikirlerini kendi fikriymiş gibi sunan ve gerekirse savunan bir kişi olaraktan bu fikri en az eşim kadar hatta ondan daha çok destekleyip duruyordum. Hayat işte, çok komik ve ironik. Dakka 1 gol 1 der gibi dün akşam saat 8 itibariyle oğlum antibiyotik ile de tanışmış oldu. Üstelik işin trajikomik tarafı ise normalde laranjitte antibiyotik gerek olmayışı ama bakteriyel sebep ihtimali yüzünden doktorun buna gerek duymuş olmasıydı.

Oğlum bir kaç gün arayla 2 yeni şeyle tanışmış oldu, hem babasının belalısı faranjitin kuzeni laranjit ve hem de annesinin belalısı antibiyotik ile.

Gel de insan tüm korkularıyla bir gün mutlaka yüzleşir sözüne inanma ...

0 yorum:

Yorum Gönder