Bu Blogda Ara

14 Ocak 2011 Cuma

Keşke’ler olmasın, anılar toplansın ...

1831 yılına kadar Taksim'in ötesinde pek bir yerleşim yerinin bulunmadığı söylenmektedir. Hatta o kadar ki o zamana dek kışları kurtların, geceleri hırsızların dolaştığı kırlar olarak bilinirmiş bu yerler. 1831 yılında Pera’da büyük bir yangın çıkmış ve sonrasında bugünkü Pangaltı, Harbiye tarafına doğru yerleşim yerleri yayılmaya başlamış. Rivayet odur ki o zamanlar, bu bölgede bir han varmış ve çok daha uzaklara mesela Şişli'ye ya da Boğaz'a gidecek olanlar Pancaldi diye birine ait olan bir handa gecelerlermiş. Semtin adı da zaten buradan gelmekteymiş.

1837'de inşa edilen Ermeni Katolik Surp Agop Hastanesi, 1838'e tarihlenen Artigiana Düşkünler Evi'nin ardından, Latin Katolik Cemaati'nin o günkü ruhani lideri Monsenyör Hillereau’nun yoğun çabaları sonucunda yapımına 1845 yılında başlanan ve ibadete 1846 yılında açılan Saint-Esprit Kilisesi, bu bölgede yükselen üçüncü önemli bina olmuştur. Rus Elçiliği, Hollanda Konsolosluğu, San Paulo i Pietro Kilisesini de inşa eden zamanın ünlü mimarı Gaspare Fossati tarafından yapılmıştır. Barok üslupta yapılan ve Vatikan’a bağlı olan kilise 20 Ocak 1876 da katedral statüsünü kazanmıştır. Elmadağ'da, Radyoevi'nin karşı sırasında, Notre Dame de Sion Lisesinin avlusunda yer alan katedralin ön cephesi yine bu lise tarafından kapatılmış durumdadır.

İşte kısaca geçmişini anlattığım Saint-Esprit Katedrali’nde geçen hafta, çalışmalarını son derece profesyonel bir şekilde gerçekleştiren, bünyesinde çok sayıda Avrupa ülkesi vatandaşı ile Türk vatandaşları barındıran amatör bir topluluk olan İstanbul Avrupa Korosu, yeni şefi Sergei Gavrilov yönetiminde bir konser verdi. Korodaki koristlerden bir tanesi de benim kız kardeşimdir.

Kız kardeşim daha ilkokula başlamadan üniversiteye başlayanlardan. 6 yaşında bile değil iken açılan sınavı kazanaraktan İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Piyano bölümünü kazandı ve tüm ilk, orta ve lise eğitimlerine paralel olarak – eş zamanlı olarak bu bölüme devam etti. Daha okuma yazma bilmiyorken nota okuyabiliyor ve dahası bu notaları piyano ile çalabiliyordu.

Ben de mesela piyano çalmak çok isterdim dahası biliyorum eğer zamanında fark edilseydim çok iyi bir piyano sanatçısı da olabilirdim. Bugün tüm parçaları kulaktan çok kolay çalabiliyorum ama iş nota okumaya ya da parmaklarını doğru kullanaraktan çalmaya gelince çuvallıyorum. Evlendikten sonra evimize piyano almadık en azından henüz almadık ama öncesinde saatlerimi piyano ile geçirebilirdim. Hatta bir kaç küçük bestem bile var. Diyeceğim o ki ben piyano konusunda es geçildim ve bunun kendi adıma üzüntüsünü hep yaşadım içimde. Bunun dışında son zamanlarda yaparken keyif aldığım en büyük uğraş blog yazmak. Blog yazmak dışında bulduğum her anımı ise yine yazarak harcıyorum. Hayatımı ise almış olduğum mühendislik eğitimi ile karşılıyorum. Endüstri Mühendisliği sonrasında aynı bölümde yüksek lisans ve üzerine doktora. Üniversitede bu konu üzerine tüm dersleri aldım.

Peki bugün mesleğimden mutlu muyum? Verebileceğim en iyi cevap ise yalnızca zaman zaman evet. Mesleğimle ilgili gelişmeleri takip etmek bana keyif verecek iken ben yazmanın peşine düşebiliyorum çünkü tüm bedenimle ve her bir hücremle yapacağım iş mühendislik değildi benim. Ben sahip olduğum potansiyelimi, yeteneklerimi ve hayal gücümü tam olarak kullanmadım bugüne kadar ya da kullanamadım. Tüm yetenek ve potansiyelimi kullanabileceğim, keyif alacağım işleri yapmak dururken, biraz belki kolaycılıktan ya da belki gelecek korkusundan, toplumun benimsediği genel kabul gören bir yolu tercih ettim. Toplum tarafından empoze edilen bir prototip oldum. Benim zamanımda İşletmecilik bile tam meslekten sayılmazdı. Mühendis ya da doktor olunmalıydı. Ben ikisini de oldum: Mesleğimin adeta doktoru oldum. Hep sınavları kazanmak için çalışıp durdum. Genelde hepsini de kazandım ama bunları kazanırken aslında hep kaybeden ben oluyordum ve yazık ki bunu geç farkettim.

Kız kardeşim bugün çok tanınan bir firmanın Dijital Pazarlama bölümünde çalışıyor bir yandan da piyano dersleri veriyor, zaman zaman konserlere çıkıyor, uluslararası bir çok yarışmaya katılıyor. Hayatındaki kültürel ve sosyal derinlik ve keyif, potansiyelini ve yeteneklerini kullanmasıyla hep doğru orantılı.

Oğlum çok yakın bir zamanda yuvaya başladı. Bu başlangıç ile ilgili yazımdaOğlumuz artık büyüyor. Bugün oğlumuz hayatındaki eşiklerden bir tanesiyle belki de en önemlilerden bir tanesiyle tanışmış oluyor. Tamam bu okulda ağırlıklı olan oyun ama olsun yine de bir formasyon almaya belli bir kalıbın içine girmeye oğlum bugün itibariyle başlamış bulunuyor ” diye yazmış ardından da  “... büyüdüğü ve artık bakıcı ablasının dışında çok daha fazla sosyal olacağı için, yeni arkadaşlar edinip daha keyifli bir zaman geçireceği için çok mutluyum. Ama diğer taraftan da her gün aynı saatte kendine göre kuralların olduğu bir yere başlıyor olmasından ve belki de bu nedenle yaratıcılığının her geçen gün biraz daha azalacağından da onun adına biraz üzüntülüyüm.” diye de eklemiştim.

Eşimin ve benim asıl korkumuz oğlumuz ile ilgili benim yaşadığım tarz bir atlanmanın bir keşkenin yaşanması. Ben oğlumun benim gibi bir prototip olmasını istemiyorum. Ben oğlumun çocukluğunu bundan 40 sene, 50 sene önceki çocuklar gibi yaşamasını istiyorum. Bir yarış atı gibi sınavlar peşinde koşmasını değil, arkadaşlarıyla beraber bir topun peşinde koşmasını istiyorum. Ben oğlumun sahip olduğu tüm potansiyeli, yetenekleri ve yaratıcılığı kullanabilmesini istiyorum. Ben oğlumun yalnızca toplumda genel kabul görüldüğü için değil, kendi istediği için ve yaparken keyif aldığı için, mutlu, huzurlu olduğu için bir işi yapmasını istiyorum. Yaptığı işle övünmesini istiyorum ve kendisiyle her zaman bu anlamda barışık olmasını istiyorum.

Tüm eğitim kurumlarını da bu anlamda ondaki potansiyeli ortaya çıkaracak kurumlar olarak görüyorum.Bunun tek istisnası bir dünya vatandaşı olabilmesi için küçük yaştan itibaren ingilizceyi öğrenebilmesi ve konuşabilmesi. Benim gibi Fransızcadan sonra bu dili öğrenebilmek için aylarca yurt dışında kalmak zorunda kalmaması. Yurt dışına yine çokça gitmesi ama zorunluluk için değil eğlenmek için, görmek için, karşılaştırmak için, belki de eğer istiyorsa yaşamak için.


Hayat tabii ki oğlumun hayatıdır. Benim görevim ona yol göstermektir, yoksa tüm kararlar yine kendisine ait olacaktır. Bana kalsa ben oğlumun şarap tadımcısı (degüstatör) ve aşçı olmasını çok isterdim. Fransa’da lisans eğitimini almasını ve ardından da İtalya ya da İspanya’da yüksek lisans yapmasını. Columbia Üniversitesi'nden mezun bir edebiyatçı, bir romancı olmasını isterdim. Floransa Üniversitesi'ni bitirip bir mimar olmasını isterdim. Avusturya Viyana Müzik ve Gösteri Sanatları Universitesi’ni bitirmiş bir konser piyanisti olmasını isterdim. Mühendis olmak isterse, yanında yine ben olacağım ve ona en büyük desteği yine ben vereceğim. Yeter ki seçimlerini ileriye yönelik bir endişe olmadan, kendi isteklerine göre yapabilsin.


Bu arada oğlum okula başlamasının 3.gününde hastalanmasının faturasını okula kesti ve iyileştikten sonra gittiği ilk gün annesinden ayrılmak istemedi. İkinci gün de aynı şekilde eşim işe gitmek yerine öğlene kadar zamanını yuvada geçirdi. Annesi olunca yanında yuvada bile olsa hastalanmayacağını biliyor benim yakışıklım hani yalan da değil eşim tek tek yakalar havada asılı kalan ve oğluma yönelme gafletini gösteren tüm virüs ve bakterileri.

Konsere geri dönecek olur isek, kız kardeşim sayesinde biz de hem konserden haberdar olduk ve hem de davet edildik. Önceki konserlerine gidip büyük keyif alan kişiler olarak eşim de ben de doğal olarak katılmak çok istedik ama oğlumuzun nasıl bir tepki vereceğini de bilemediğimizden çok da tedirgindik. Sonunda erkenden gitmeye, oğlumuzun konser öncesinde ki ortamı görmesine, karar verdik. Arkada yer alırız ve olur da huysuzluk yapar ise kimseye rahatsızlık vermeden ve dikkat dağıtmadan çıkarız kiliseden dedik. Son zamanların en korkunç cuma trafiğine yakalanmamız sonunda 15 dakikalık yol 1,5 saatlik bir yola dönüştü ve nerdeyse başlamasına 10 dakika kala girebildik kiliseye. Annem ile babam protokol sayılabilecek bir mevkiyi tüm aile bireyleri için tutmuştular bile. Selamlaşma ve öpüşmeler sonrasında konser başladı ve biz bulunduğumuz yerde kalakaldık.

Oğlum ile bir kez daha gurur duyduğum bir 45 dakikaydı. Eliyle tempo tuttu, piyano çalar gibi yaptı piyanist gibi, ağzını bir korist abartısıyla açıp kapadı sürekli ve herkesle beraber alkışlayıp herkes gibi sessizce ve büyük bir şaşkınlık ama aynı zamanda da keyif içinde dinledi neredeyse tüm konseri. Sonra sıkıldı ve gidelim dedi geliştirmiş olduğu kendi özel lisanıyla. Biz de tabi sözünü dinledik, sinirlendirmemiz için uygun bir zaman ve yer değildi. Usulca kalkıp kendimizi hızla dışarı atık ve bizi bu şekilde gurulandırdığı için oğlumuza teşekkür ettik.

Oğlum geçen hafta yine ilkleri yaşadı. İlk defa bir konsere gitti. İlk defa bir kiliseye gitti. İlk defa gittiği kilisedeki ilk konserin benim en sevdiğim besteci olan Antonio Vivaldi’nin Beatus VIR RV 597 adlı eseri olmuş olması ise hayatın bizlere tatlı bir sürpriziydi.

Hayatı çoğu kere aslında hayatın kendisi ile değil ama beynimizde geliştirdiğimiz yargılarla değerlendiririz. Sıradan olan aslında hayatlarımız değil ama belleklerimizdeki imgelerdir çoğu zaman. Ben bu yanılgıya düşmemek için sürekli anı topluyorum. Topladığım bu soyut anıları doğru hatırlamamı tetikleyecek somut eşyalarla ilişkilendiriyorum. Ailemizin anı kesesine güzel bir anı daha ilave ettik. Daha nicelerine ...

2 yorum:

  1. Oğlunuz ve sizin için ne güzel bir deneyim :) Biz de sık sık konserlere gitmeye çalışıyoruz ama çocuklar için olan konserlerin bile geç saatlerde olmaları çok fena, kızım erken uyumayı tercih ettiği için birkaç konserin sonunu getiremeyip uyuyakalmıştı :)

    Çocuklarımız, eğitim ve keşkelerle ilgili sözlerinize tamamen katılıyorum. Sahip oldukları tüm yeteneklerini ve yaratıcılıklarını kullanabilecekleri ortam ve imkanları bulabilsinler ve keşkeleri az olsun :)

    Güzel anılarınız/anılarımız hep artsın :)

    YanıtlaSil
  2. Merhabalar. İnanın yorumunuzu daha yeni farkedebildim. Gecikmeli cevabım için özürlerimi sunarım. Bizim için gerçekten de gurur ve mutluluk verici bir deneyim oldu. Oğlum 45 dakika süresince çok iyi bir dinleyici ve izleyici oldu :)

    Aşağıda eminim sizin de bildiğiniz bir adresi sunuyorum. Belki ilginizi çeker.

    İyi dileklerinize de aynen katılıyorum. Umarım sahip oldukları potansiyelleri en iyi şekilde kullanabileceleri bir hayatları olur ...

    Selamlar,

    http://www.cicicee.com/cocuk-etkinlik-rehberi.aspx?kategoriId=12&sayfaId=15270

    YanıtlaSil