Takip edenlerin hatırlayacağı üzere geçen sefer ki yazı
konum Kadim Teknik’lerdi. Yazımda da belirtmiş olduğum üzere aslında ben bu
teknikleri seven bir kişiydim. Peki ama söz konusu bu teknikleri seven bir kişi
olarak neden ben eleştirisel bir yazı yazma ihtiyacı duymuştum? Yararı evet
bunca zamandır dokunmamıştı ama neden sadece bu muydu benim için? Buraya bir
mim koyun geri döneceğim.

Yine de konu hakkında size fikir vermek adına gerek kendi
fikirlerimden, gerekse makaleden harmanlanladığım bazı noktaları sizinle
paylaşmak isterim. Ama öncesinde sizlerle daha önceden paylaştığım ve konuyla
direk ilgili olan bazı düşüncelerimi yinelemek isterim.
“ ... Orijinallikten
her geçen gün biraz daha fazla uzaklaşıyoruz. Sıradan, sıkıcı ve daha az çekici
insanlar oluyoruz her geçen gün biraz ve biraz daha. Nedeni belki bizzat
bizleriz, belki bilinç altlarına sürekli olarak verilen mesajlar, belki de artık
varlığını kanıksadığımız ve bizi her gün biraz daha öldüren stres dolu
yaşamlarımız. Öyle ya da böyle monoton, orijinallikten yoksun hayatlar yaşıyoruz
çünkü sahiciliğimizi yitirdik. Biz olmayı bıraktık. Artık beğenilmek her şey
oldu. Nasıl göründüğümüz, ne olduğumuzdan çok daha önemli bir hale geldi. Algı
her şeydir artık yalnızca bir pazarlama terimi olmaktan çıkıp bizzat hayatlarımız
oldu. Dönüşüme uğradık ve başkaların beğenileri üzerine yeniden ve yine yeniden
ve hatta yine yeni yeniden şekillendik ve biz kalamadık, bunu başaramadık.
Olmadı işte. Artık düşüncelerimiz bile bize ait değil. Düşüncesi olmayan adamın
hiç bir fikri olabilir mi? Fikri olmayan adamın karar vermesi hiç mümkün
olabilir mi? Resmen beyinlerimiz uyuşturulmuş bir durumda. Çok acı ama gerçek
biz yavaş yavaş her geçen gün biraz daha yok oluyor.
Anne baba onayı,
TV’nin hayali kahramanları gibi yaşamayı istemek, arkadaş beğenisi, moda takibi
her şey olabilir peşinden gittiğimiz. Önemli olan kendimiz olmayı başarabilmek.
Sevdiğin işi başkaları beğenecekler diye değil, sen huzurlu olacaksın diye en
iyi şekilde yapabilmek. Eşini başkaları seni takdir edecek diye değil, içini
ısıttığı için seçebilmek. Bazıları seni beğenecek, takdir edecek bazıları da
beğenmeyecek, takdir etmeyecek. Doğrusu kelimesi belki çok iddialı olabilir ama
normali de bu zaten. Doğa tek tip çalışmaz, doğa da özgünlük, farklılık vardır.
Günümüzde ise görsellik hiç olmadığı kadar önemli oldu. Organik pazardaki bir
elma kadar olamadık.
Günümüzde artık
beğenilmek üzere kararlar alınıyor, seçimler yapılıyor. Ne oldu kendi
arzularımıza? Sahi onları diğerlerinden ayırabiliyor muyuz yoksa çok mu geç kaldık?
Kendi hikayelerimiz unutuldu ya da günümüz şanslıları için zaten hiç
olmamışlardı. Seçimlerimiz hep beğenilmek, onaylanmak ya da puan almak üzere.
Başkalarının beğenileri için kendimizden uzaklaşıyoruz. Hepimiz güzel ve bir
diğerimizin aynı, doğal olmayan elmalar gibiyiz. Ne acı ki üç aşağı, beş yukarı
yok gerçekten de hiç bir farkımız ... ”
Hepimizin en azından çok büyük bir çoğunluğumuzun bu hayatta
da tek bir gayesi var: Çalışmak. Daha çok çalışmak. Kazanmak, daha çok
kazanmak. Para ve hep biraz daha fazla para. Hep ve sürekli çok işimiz var
deriz, işlerimiz hiç ama hiç bitmez. Öyle bir dünya ki her şeyi sürekli yapmak
için didinir dururuz. Sürekli bir çabalama, durmak bilmeyen ve dahi bitmeyen denemeler.
Sizce de tam bir delilik değil mi bu? Dünyaya sahi bunun için mi geldik? Durmadan
çalışmak ve daha çok çalışmak ve elde etmek ve sonra daha çok elde etmek için
mi?


Diğer bir konu ise bir önceki konunun türevi aslında. Sahip
olmakla ilgili. Bir şeye sahip olmadığımız zaman, o şeye, onun vereceği mutlak
değerden çok daha fazla anlam yüklüyoruz. Bir şeyi yapamadığımız zaman o
yapamadığımız, ya da o göremediğimiz, ya da o yiyemediğimiz şey birden çok daha
önemli bir hale geliyor. Bir şeye sahip olmadığımız zaman onu olduğundan çok
daha değerli hale getiriyoruz. Oysa bunu yapmak başlı başına bir hata.
Bir gün hepimiz öleceğiz. Hayatlarımızdaki tek gerçek ölümün
kendisi aslında. Ertelediğimiz, zaten her an yapabiliriz diye ötelediğimiz ve
yapmadığımız, hep birer set çektiğimiz dürtülerimiz, hem hayatın coşkusunu yok
etmekte ve hem de aşkı öldürmekte. Siz siz olun üst benliğinize bu kadar kulak
asmayın. İçinizdeki çocuğu da zaman zaman dinleyin. Tercihlerinizin birer
zorunluluk haline dönüşmesine engel olun. Annem
ne der, babam ne der, etraf ne der, sosyal olarak ne kaybederim, çocuğum var
onu düşünmeliyim gibi şeylerin ardına saklanmayın.
Azla yetinmeyi, yetinebilmeyi ve dahası bundan mutlu
olabilmeyi öğrenin, en azından deneyin. Çokun
peşinden şuursuzca ve deli gibi koşmak yerine az ile mutlu olabilmeye çalışın.
Hayatımızın her alanında daha fazla
olgusu hakim. Bunun geri dönülmez bedelleri olduğunu bilin. Bir haftalık
hayatınız kalsaydı mesela bunu gerçekten yine yapmak ister miydiniz sorusunu
sorun ve öyle kararlar verin. Tamam her şeye kolay ulaşılmaz ama sizin için
değerli ve gerekli ise buna katlanın.
Mesela iş hayatınızda önemsiz toplantılara katılmayın. Gerçekten değer katacaklarınıza katılın. Sırf
katılmış olmak için ya da alışkanlıktan katılmayı bırakın. Yardım tabii ki edin
ama eskiden yaptığınız alışkanlıkları tekrar sorgulayın. Değer üretebileceğiniz
konulara yönelin. Yalnızca sizin için önemli olan konulara zaman ayırın. Farklı
olup fark yaratın. Sıradanlaşmayın. Unutmayın ki siz zaten kendiniz olarak çok
özelsiniz. Buna öncelikle siz inanın. Başkalarının değil sizin ne düşündüğünüz
önemli.
Hayır demeyi
mutlaka ama mutlaka öğrenin.

Practice makes perfect.
Az ile mutlu olabilme bir sanattır. Ama her şeyden evvel bir mindset
değişimi, bir hayat tarzıdır. Bunu sürekli yapın ki işe yarasın. İç ve dış
sesleriniz arasındaki uyumsuzluğu yok edin, en azından birbirlerinden
farklarını ayırt edin. Ve mümkünse iç sesinize daha çok itimat edin. Böylelikle
hayatınızı bir başkası için değil kendiniz için yaşar ve onun kontrolünü
elinize almış olursunuz.
Sevgi ve saygılarımla,
0 yorum:
Yorum Gönder