Ne zamandır yazmıyordum. Yazamıyor değildim, yalnızca
yazmıyordum. Zamanım vardı, aklımda bir kaç konu da vardı ama neden bilmem bir
şekilde yazmadım. Belki aklımdaki konuların yazılacak kadar değerli
olmamalarından ya da belki yalnızca tembellikten. Aslında biraz düşününce ki
ben genelde düşünmeyi sevmem asıl yazmama sebebimin kendimde yarattığım sürekli
yazma baskısından kurtulmaya çalışmak olduğunu anladım. Evet yazmayı çok seviyorum ve yine
evet konu belli olmasa da yazmaya çabalamam hoşuma gidiyor ve yine ve yeniden
evet zamanımın dar olduğu anlarda, boşluklarda bir kaç kelime dahi olsa yazsam
oldukça keyifleniyorum ama işte zaman
zaman metal yorulması denen durumu fazlasıyla içselleştirip bir balonun
patlaması gibi patlayıp, hiç yazı yazmadan ama sürekli yazmayı düşünerekten
günlerimi geçirebiliyorum. Bazen en sevdiğim uğraş hayatımı aynı zamanda en çok
kısıtlayan durum haline gelebiliyor. Beynim ya da bilincim, kalbimden aldığı
kesin ve mutlak bir emirle, bana yazma konusunda emirler yağdırırken,
bilinçaltım belki kılını bile kıpırdatmadan, beni bu emirler yağmurunda kılını bile kıpırdatmama durumuna
sokabiliyor. Tabii olan yine bilinçli ben’e oluyor ve yazmak isterken yazamıyor
ve dahası bunun ben de sıkıntı yaratmasına yalnızca seyirci kalıyorum.
Aktiflikten pasifliğe kesin geçiş bu olsa gerek.
Bu belki de çok gereksiz yazmama
konusundaki mazeretimi gösteren girişten sonra söz konusu dönemde neler yazmak
isterdim onları sıralamak isterim. Hatta belki bir adım daha ileri giderek bir
kaç satır yazsam çok daha mutlu olabilirim. Sanırım bilinçaltı’m ile bilinç’li
tarafımın kapışması sonrasındaki kaçırdıklarımı bir nevi telafisi olacak bu
yazı.
Öncelikle mutlak surette futbolun ilk
ve son ve tek ordinaryüsü olarak kabul edilen Lefter’in artık aramızda
olamayacak olması hakkında bir kaç kelam etmek isterdim. Onu seyretmemiş ama
hakkında çok şey duymuş bir Galatasaraylısı olarak, günümüzün Fenerbahçe takımı
oyuncularına bakıyor ve bir takımın nasıl bu kadar görüş değiştirmiş olabileceğine
ya da fair play konusunda nasıl bu kadar körleşebileceğine şaşırıp kalıyorum.
Alex’i bu arada ayrı tutmam gerekiyor.
Alex’e çok saygı duyuyor ve çok da beğeniyorum. Bizim takımda olmasını
çok da isterdim. Varsın koşmasın hatta varsın oynamasın, Böylesi efendi,
böylesi centilmen bir oyuncunun yalnızca varlığı bile Sabri ve benzeri
oyuncuların olduğu bir ortamda bize yeter hatta artardı. Alex bulunduğu ortama
değer katan bir futbolcu. Metin Oktay’lı bir Galatasaray’dan nasıl Sabri’li bir
Galatasaray’a geçişi kabullenemiyorsam aynı şekilde Lefter’li bir
Fenerbahçe’den günümüz Fenerbahçesine geçişi de kabullenemiyorum. Emre
Belezoğlu’nun gözlerinde gördüğüm hırs, nefret ve sevgisizliği görmek beni
kızdırmaktan çok üzüyor. Hem onun adına ve hem de bizler adına. Çok daha
iyilerini hakkettiğimizi düşünüyorum. Daha güzel, çok daha efsanevi günler,
takımlar, oyuncular olabilir ve bizler de onları çıplak gözle izleme şansına
kavuşabilirdik. Lefter,
maçların bir arada seyredildiği, futbolcuların maçlar sonrasında beraber yemek
yedikleri ve maçı tartıştıkları, ezeli rekabet kadar ebedi dostlukların
yaşandığı, bir anlamda bir görüşün ve anlayışın son temsilcilerindendi. Işıklar
içinde uyusun!
Bir
veda da Mr. No yani Rauf Denktaş için olmalı. Belki de ona Mr.Kıbrıs da desek
hata olmazdı. Kıbrıs halkının babası artık aramızda değil. Annesiz geçen
hayatında Kıbrıs’ı belki de hiç tanımadığı annesinin yerine koydu ve tüm
sevgisini ve ilgisini ona verdi. Kaybettiği oğlunun acısını ve yasını hep
kendini adadığı biricik adası için öteledi. İlk büyük başarısı Türk cemaatinin
iki önemli ismi olan Faiz Kaymak ve Fazıl Küçük arasında ara buluculuk rolünü
üslenmesiydi. Yazarlık, gazetecilik, fotoğrafçılık, öğretmenlik, tercümanlık,
avukatlık, hatiplik, Türk Cemaat Meclisi Başkanlığı, Cumhurbaşkanı Muavinliği,
Türk Yönetim Başkanlığı, Devlet ve Meclis başkanlıkları, Cumhurbaşkanlığı ...
Kıbrıs için hayatını adadı ve her kademede Kıbrıs için hizmette bulundu. Bence
ama en büyük başarısı 1964’deki Londra Konferansı'nda Makarios tarafından “istenmeyen adam” ilan edilmesiydi. Bu
ilan aslında onun Kıbrıs için neler yaptığının ve yapacağının ilanıydı ve bu
ilana hep layık olarak yaşadı. Bu değerli mücadele adamı da Lefter gibi 87
yaşında hayata veda etti. Işıklar
içinde uyusun!
Birazda
evden haberler vereyim sizlere. Eşimin çalışmama konusundaki kararlılığı tüm
hızıyla devam etmekte. Hayatımızda para
harcama anlamında ise hiçbir değişiklik olmadı. Gelirler ise bildiğiniz
üzere yarı yarıya azaldı. Endişeli miyim? Hayır çok daha kötü bir ruh
halindeyim. Paniğim ve hayatımın bu bölümünde cesaretle titreyip bu korkumu
çaktırmamaya çalışıyorum. Eşim ise hatırı sayılır bir rakamı hem de peşin
olarak almanın haklı gururu içerisinde durumun tadını çıkarıyor. Ev ve içindeki
ahali, ben bilmem kaç aylık maaşımı ev
bütçesine soktum, daha ne yapayım hırçın, küstah, yüksek özgüvenli
rahatlığı ile güzelim, birtanem, hazıra
dağ dayanmaz değil mi ama sessiz, terbiyeli, uyumlu, cana yakın, sıcak, samimi
ve dostane panik görüşünün kanlı bıçaklı kapışmasına tanıklık etmekte. Kazan'da hep dostluk oldu (Beşiktaş Çarşı içerisindeki Çarşı gurubunun genelde
maç öncesinde toplandığı ve benim hayatımda ilk alkollü içeceği içtiğim Kazan
isimli birahanenin girişinde yazan özlü söz. Neden bilmem birden bu aklıma
geldi ve ben de sizi bundan mahrum etmeyeyim dedim). İki görüş arasındaki
kapışma son derece uygar bir ortam içerisinde devam etmekte.Bir kere ben çok
doğal olarak hiç direk konuya girmiyorum. Daha çok harcamalarımızın artık nasıl
kontrol edilemez boyutlara geldiğini laf aralarında söylüyorum. Bir nevi direk
çarpışmalar girebilecek güce sahip olmayanların uyguladığı vur kaç yani gerilla
taktiğini tercih ediyorum. Hayatın pahalılığı hakkında konferanslar veriyorum.
O ise getirdiği büyük miktardaki parayı acaba nasıl değerlendirsek edebiyatını
giriyor. Hayatın stres ve yükünü tek başıma karşılıyor olmamdan sebep artan
omuz, sırt ve bel ağrılarımı gündeme getiriyorum. O ise daha çok ya geçmiş
olsun dileklerinde bulunuyor ya da oğlumu artık daha az kucağıma almam gerektiğini
söylüyor. Ben ülkede ve dünyada büyümenin bittiğini, daralan ekonominin
yarattığı etkilerin bizim haneye kolay kolay teğet geçemeyeceğini söylüyorum, o
sanki beni duymamış gibi Christmas’da
Hamburg ne de güzel olur, bir Hollanda yapma zamanı gelmedi mi cevaplarını
yapıştırıyor.
Farklı
şeyler konuşup, farklı cevaplar verip, farklı şeylere gülüyoruz. Bu gırgır
dönemde genel de bol bol da şarap tüketilmekte. Genelde o tadında bırakıp çakır
keyif olarak yatarken ben muşmula olmuş bir şekilde yatıyorum. Geçenlerde hele
bugüne kadar yalnızca zap yaparken tesadüf eseri ya da kazara geçilebilen bir
televizyon kanalında, çok doğal olarak daha önce hiç izlemediğimiz bir diziyi,
üstelik içerik olarak hem de hiç bize uymayan bir diziyi (köy, ağalık, sömürü,
abartı, iç kapama, daralma,drama, ağlak...)sonuna kadar seyrettik. Hiç keyif
almadık ama seyrettik. Neden mi? Bilmiyorum. Muhtemelen eşim de bilmiyordur.
Üstelik bir yandan diziyi eleştirdik, bol bol güldük, eğlendiğimizi bile
söyleyebilirim. Ey bütün kötülüklerin anası olan büyük alkol, sen nelere
kadirsin ...
Bu arada Gülse Birsel’in yeni dizisini de çok beğendik. Hem de pek
çok beğendik. Bizim Yenge’nin ani yayından kaldırılışının haklı üzüntü ve kederini üzerimizden atmaya çalıştığımız bu sıkıntılı
dönemimizde bu dizi bize ilaç gibi geldi. Hele Laz Dursun karakterinin tekrar
bizlerle beraber olması sevincimizi ve mutluluğumuzu taçlandıran bir etken oldu
(Ofisum Tirabzondadur ama İzmirde de olabilur yok orada da değulsa eğer en kötü
ihtumalle İstanbuldadur... Garanti). Başta Gülse Birsel olmak üzere tüm ekipten
Allah razı olsun!
Bu
arada gelirlerin azalması ve harcamaların aynı kalması yetmiyormuş gibi ev
sahibemiz kirayı da arttırdı. Geçen sene ekonomi demiş, kriz demiş, teğet
demiş, birlik, beraberlik demiş ve kirayı aynı tutmayı başarmıştık. Bu sene ise
kendisi tefe dedi tüfe dedi ve kirayı bir anda hem de geçen seneki olmayan
artışı da içine alacak şekilde arttırdı. Abarttı. Biz de zaman kaybetmeden
hemen hem kem dedik ve hem de küm dedik ama olmadı. Gömme dolapların ilk
icatları sırasında ev sahibemiz tarafından yaptırılan dolaplarımızın artık
piyasa da bulunmayan mekanizmaları da bu kadar seneden sonra belki de çok haklı
olarak benden bu kadar, artık bu git gel
işinde yokum, emekliye ayrılıyorum dedi.
Mekanizmadır canım ne var demeyin,
ateş pahası. Marangozla pazarlıklarımız halen devam etmekte. Değişik
stratejilerle rakamı azaltmak için yoğun çalışmalarım devam etmekte. Tüm
bunlara bir de salonun tüm aydınlanmasından sorumlu olan lambaderin bozulmasını
ekleyin. Paşa paşa tüm işleri bırakıp önce lambader tamiri için sonrasında da
yeni bir lambader için koşuşturup durduk. Lambader değip de sakın ha geçmeyin.
Lambader var lambader var. Yeni aldığımız lambader salona ışık saçsın diye
paraları resmen saçtık. Mekanizmanın ve lambaderin aynı anda bozulmaları ve
kiranın arttırılması beni biraz üzdü ama öldürmedi. Öldürmeyen güçlendirir
felsefesinden hareketle güçlendiğimi bile düşünüyorum. Buna rağmen uzun
zamandır almayı planladığım halıyı almayı biraz daha erteledim ama birgün
alacağım. Bir gün evet bir gün güneş batarken elimde kırmızı bir halı ile eve
gelip mevcut halıya hoşçakal
diyeceğim.
Tüm
bunlar yaşanırken çok güzel şeyler de olmakta. Eşim zamanının bir kısmını evine
adadı ve fazlalık neyimiz var neyimiz yok ya atmaya ya da ihtiyacı olan
kişilere vermeye başladı. Meğer evimiz ne kadar da büyükmüş ve yine meğer biz
ne çöpçüymüşüz. Atılan şeylerin ne olduğunu bile sormadım çünkü şimdiye kadar
aradığım ve bulamadığım tek bir şey dahi olmadı. İnsanın evde koşası geliyor o
kadar yer açıldı. Atılan ya da farklı bir düşünce ile gereksiz yere evde
tutulan eşyaların miktarın siz düşünün artık. Hala yapılacak yerler varmış ama
şu an için eşimin bu işte çok başarılı olduğunu söyleyebilirim. Tüm gücümle
destekledim ve hatta motive dahi ettim.
Evimiz için belirlediğimiz daha doğrusu
esinlendiğimiz (hatta çaldığımız bile olabilir) motto, Philips’in mottosu oldu: Sense
and simplicity. Basit ve yalın bir ev için eşim kolları sıvadı. Kimse
artık tutamaz onu. Ben bile. Ok yaydan çıktı bir kere, sonumuz hayır olur
İnşallah.
Ne zamandır yazmıyordum. Şimdi ise durmak istemiyorum.
Tekrar aktif olmak çok keyifli. Yazmadığım dönemlerle ilgili bir kaç kelime
etmiş olmanın dayanılmaz hafifliğini yaşıyorum. Hafta ortasındayız ve bu akşam
briç kursum var. Yollar açılmış. Bir yazı daha yazmışım. Biraz sonra da öğle
yemeği yemeğe gideceğim. İşler çok da yoğun sayılmaz. Bugün keyifliyim ve günün
tadını çıkaracağım. Size tavsiyem hayata bir kez geldiğimizi ve en iyi şekilde
tadını çıkarmamız gerektiğini unutmamanız. Basit yaşayın ve çok fazla şeyi
kendinize dert etmeyin.
Keyifli, mutlu, huzurlu, sağlıklı ve bol kazançlı günler
dileklerimle ...
Hiçbir çeşit ve hiçbir miktarda alkol bana yerli dizi izlettiremez :))) Muşmula da olsam farketmez :P İçimi kıyım kıyım yapan berbat oyunculuklara hiç tahammülüm yok. Filmlerden şaşmayayım ben, en iyisi bu :)
YanıtlaSilBen de evi arıtma işine giriştim ama kızımın odasını bir türlü sadeleştiremiyorum. Onunla ilgili hiçbir şeyi atamadığım için koridora dizdiğim kolilere doldurdum. Evde her an taşınıyormuşuz gibi bir hava oluştu bu nedenle :))) Eşinize kolaylıklar dilerim, delirtici bir iş bu :)
Keyfiniz daim olsun, en yakın zamanda kırmızı halınıza ulaşmanız dileğiyle :))))
Selamlar. Bir kere şeytana uyduk, alkolünde etkisiyle ve nedensiz yere seyrediverdik. Çok pişmanız :) Gerçekten ama gerçekten çok kötü idi. İşin ama daha kötü tarafı bu diziyi seyreden insanlar var. Onlar için mi üzüleyim yoksa kendim için mi bilemedim. Buna karşılık Gülse Birsel'in dizisini tavsiye ederim. Biz ilk bölümü çok sevdik. Bir de Bizim Yenge vardı ki artık yok :(
YanıtlaSilOğlumun eşyaları ve oyuncakları kendisine de sorularak ve izin alınarak ihtiyaç sahiplerine verildi. Bir kaç tane hatıra niteliğinde numunelik giysileri ise tabii ki saklandı: Kıyamadık :) Ama bizim evdeki yalınlık operasyonunun tüm hızıyla ve başarılı bir şekilde devam ettiğini çok rahat söyleyebilirim. Herkese de tavsiye ederim.
Kırmızı halı almam engellenemez. Bir gün biliyorum alacağım:)Dileğiniz için ise ayrıca çok teşekkürler.
Sevgiler,