Bu Blogda Ara

18 Ekim 2011 Salı

Bugün benim doğumgünüm ...


Bugün benim doğum günüm. 39 sene önce babam artık beklemeye ara verip tost yemeğe bir büfeye gittiği bir arada dünyaya merhaba demişim. Bir Salı günüymüş ve öğlene vaktine daha 50 dakika varmış. Halam babama haber verdiği zaman tostunun yarısında bile değilmiş. Ben aynı hataya düşmeyip oğlumun doğumunda eşimin elini tutuyordum. Yoksa yemeğimi yarıda bırakıp apar topar bir yere yetişmeye çalışmak kesinlikle beni kızdırırdı J. Bir daha ki sefer olur mu olursa bu mucizevi olaya tanıklık eder miyim bilemiyorum ama ikinci çocuk olursa ve erkek olursa bildiğim bir şey var: Ya 3 günlük iken sünnet ettirmeyeceğim ya da sünnet sırasında ben orada olmayacağım. Ben bu kadar etkilendiğim ve çıkışta hemen ve üstelik bu yaşta ağlamaya başladığım başka bir durum yaşamadım.

Eskiden doğum günü bana çok önemli görünmezdi. Tamam tabii ki sembolik bir önemi bir anlamı vardı ama beni kimin aradığı, kimin aramadığı hiç ama hiç etkilemezdi. Arayanı da aramayanı da düzenlediğim buluşmalara çağırır, bol bol içki içip, deliler gibi eğlenirdim. Artık belki de böylesi buluşmalar düzenlemediğimden, belki artık yaşlanıyor olduğumdan aranmak neden bilmem çok istiyorum. Sorun şu ki bir kaç yakın arkadaşım ve aramaya kendini mecbur hisseden akrabalar dışında ne arayan var ne de soran.

Bizlerin başarısızlığı başarısı olan Facebook’dan gelen mesajlar ise hiç fena sayılmaz. Günlük hesaplarına bakan ve sayfanın sağ üstte beliren bugün bilmem kimin doğum günü uyarısını dikkate alan bazı arkadaşlarım benim sanal duvarıma genelde aynı mesajları bırakıp durmuşlar. İlkokul arkadaşım da mesaj bırakmış, iki oda yanımda çalışan iş arkadaşımda. Bir önceki ve son iş yerindeki aynı hedef için bir yerde zorunluluktan ya da rastlantısal olarak bir araya geldiğimiz bir kaç  çalışma arkadaşımın da birbirinin kopyası mesajları yine duvarımı süslemekte.  Aslında yüzlerce arkadaşım içinden bu uyarı mesajını dikkate alanların sayısı az olsa da gün daha sona ermedi belki arar ya da mesaj çekerler. Ben beklemeye devam ediyorum. Aslında kimi ve neden bekliyorum onu da bilmiyorum. Davetiye göndermem zorunlu birçok arkadaşım var ama görüştüklerim el parmaklarımın toplamından daha az. O halde neyi bekliyorum?

Tüm hayatını kimseyi kırmama üzerine kurmuş ve bu uğurda aslında birçok kereler hem de hiç hak etmeyen insanları ve en başta da kendimi bir çok kereler kırmış biri olarak sanırım geride bıraktığım senelerin ne kadar işe yaradığını, kendimle ne kadar gurur duyacağım işler yaptığımı, kendimi ne kadar da çok sevdiğimi bana hatırlayacak telefonları bekleyip duruyorum. İyi olmak kolaydır, zor olan adil olmayı başarabilmektir. Kendime ve hayata adil davranabildiğimi gösterecek telefonlar aslında beklediğim ama dediğim gibi ne arayan var ne de soran :-)

Doğum günüm artık benim için sıradan bir gün olmaktan çok uzakta. Hesap günü gibi oldu çıktı. Kendimi sorguladığım bir gün adeta. Aklımdan geçirdiğim düşünceler, vermiş olduğum ya da vereceğim kararlar, sürdürdüğüm, dört elle tutunduğum hayatım, tercih ederek, sözde bilinçli bir şekilde girdiğimi sandığım yollar, benimle, gerçek nüvemle, hani bir an yüz yüze geldiğim ama sonra hemen korkarak arkalara ittiğim gerçek benimle ne kadar uyumlu? Bunlar benim tercihlerim mi yoksa yalnızca kendimi bunlara mı uyarlamaya çalışıyorum? Urfa’da Oxford vardı da biz mi gitmedik düşüncesindeki gibi daha iyileri vardı da ben mi seçmedim mi diyorum yoksa halimden memnun muyum? Yaşadığım hayatım ne kadar gerçek? Gerçekten içimden geldiği gibi, kendimle barışık olarak mı yaşıyorum yoksa yalnızca tüm bunların benim kendi seçimim olduğu rolünü mü oynayıp duruyorum? İşte belki de beklediğim telefonlar bu sorulara, bu içsel tartışmalara cevap verebilecek nitelikte ki telefonlar.

Mazeret mi? Hem de tonla, ne kadar istersen ... Zamanım tabii ki yok. Yoğunluk had safhada. Sorumluluk hemi de istemediğin kadar çok. Ahh biraz daha varlıklı olacaktım da beni görecektiniz ... Mazeret mi yoksa utancımı, tembelliğimi, üzüntümü bohçalayıp saklayan ya da saklamaya çalışan birer sis perdeleri mi?

Doğum günlerim artık benim için tehlikeli olmaya başladılar çünkü dedim ya kendimi sorgulamaya başladığım günler haline dönüştüler. Sorgulama sonucunda ise ortaya çıkan ulaşılmayan hayaller ve vazgeçilen hobiler. Benzer bir yazıyı yine sizler ve kendim için yazdığı hatırladım birden. Şaşırmadım. Bu konu canımı çok sıkıyor ve sürekli bir şekilde çözüm arayıp duruyorum. Yazmış olduğum o yazıdan sizler için küçük bir bölüm alıyorum:

“ ... Mutluluyum mutluyum diye etrafa gülücükler saçarak dolaşıyorum ama sonra trafikte ilk fırsatta küfür edebiliyorum, hatta cesaretli olsam çıkıp yalnızca önüme geçti diye birini dövmeye bile kalkabileceğim. Siz buradan ne kadar mutlu olduğumu düşünün artık.

Ya siz mutlu musunuz?

Cevabınız öncesinde yapılan dedikoduları düşünün.. Zenginin malı züğürdün çenesi misali sermayeye olan düşmanlıkları düşünün. Terfi edenin hiçbir zaman hak etmemesini ve daima yöneticilerden birinin tanıdığı olduğu gerçeğini düşünün. Değişen hayatların suçunu insafsızca o bir tanecik bebeklere atıldığını düşünün. Bu doğal alışma dönemindeki zorlukların nedeninin nasıl kolayca onlara yıkıldığını düşünün. Hayatımı geri istiyorum diye bu yönde yazılan haksız ve insafsız yazıları düşünün. Eurovizyonu düşünün ya da. Siyasi nedenlerle bize oy verilmemesini ve elenmemizi düşünün. Birinci, üçüncü olmamız önemli değil, bizi sevmiyorlar işte diye söylenmelerimizi düşünün. İncir kabuğunu doldurmayacak sebeplerden evlerde edilen kavgaları, kırılan kalpleri düşünün. Basılmamış kitaplardan suçlananları düşünün. Suçları dahi açıklanmadan içeriye atılan aydınları düşünün. İçimiz bu kadar öfke doluyken, söyleyin, sahi biz mutlu muyuz?

Eskiden iki kadeh ile çakırkeyif olurdum. Şimdi aynı miktarı içtiğim zaman muşmula gibi oluyorum. Başım ağrıyor. Yorgunluk çöküyor. Yine eskinin gecelerinde önce hayaller dünyasında gezinir sonra mışıl mışıl uyurdum. Birbirinden güzel de rüyalar görürdüm. Şimdilerde ise ne gezindiğim bir hayal dünyam var ne de öyle eskisi kadar kolay uykuya dalabiliyorum. Hemen uyanıyor olmamda işin bir başka kötü yanı.

İyi bir işim var. Ortalamanın üzerinde bir kazancım ve kendime göre rafine diyebileceğim zevklerim var. Sevgilerini hissettiğim ve ne zaman ihtiyacım olsa yanımda yer alan ve alacak olan bir ailem var. Eşim hem hayat arkadaşım ve hem de en iyi arkadaşım. Hiç kimseye ve hiçbir şeye değişmeyeceğim oğlum ise hayatımın nuru, ışığı, her şeyi. Daha ne isteyebilirim ki? Doyumsuz muyum? Şımarık mıyım?
Peki ben mutlu muyum?

Fado gecesi de olabilirdi, operaların dinlendiği bir gece de. Alaturka da olabilirdi, rum gecesi de. Sonra baktım böyle tek bir gecemiz bile olmamış. Tek bir organizasyon bile yapamamışız bu şarkıları dinleyebileceğimiz. Ben boş bir hayal için saatlerimi harcayıp durmuşum.  Böyle tek bir toplantı bile olmamış çünkü böyle bir toplantıyı gerçekleştirmek içimden bugüne kadar gelmemiş. İçimden gelmemiş çünkü hayatımda öncelikle bir duruma hiç gelememiş. Hep bir koşuşturmaca ve birbirine kopya günler geceler içinde tek bir geceyi dahi özel kılamamışım, kılmak için çaba sarf etmemişim.  Ben de bıraktım toplamayı. Yeni hoşuma giden parçaları her duyuşumda bir an içim acıyor sonra geçiyor.

Briç kursuna arkadaşlarımla Jack içip briç oynayabilmek için gitmiştim. Hepimiz biraz biliyorduk ama geliştirmeliydik. Ben geliştirip durdum yıllar içinde ama bırakın briçi, king bile oynayamadık. Üç kişi bir araya gelip 3-5-8 bile oynamadık ve ben briç kursunu da bıraktım. Dedim ya hobilerim hayallerimle desteklendiler mi vardılar hayatımda. Hayallerim sona erince hobilerimde yok oldular. Hobiler ve hayaller yok olunca da mutluluk ancak yalancı yarim oldu...”

Doğum günleri sanırım belli bir yaştan sonra artık yalnızca takvimden koparılan bir sayfadan öteye geçiyorlar. Bir durum değerlendirmesi ister istemez yapmaya başlıyorsun. Ben nerede olmak istiyordum sorusunun cevabı ile ben şu an neredeyim sorusunun cevabını ister istemez karşılaştırmaya başlıyorsun. Sonuç çoğu kere parlak çıkmıyor. Çünkü çocukken her şey, gençken de bir çok şey yapılabilir sanılıyor.  Arkadaşlarım hala 35 yaşına girdiğim zaman onları götüreceğim Paris gezisini hatırlatıp duruyorlar. Hem de çok net hatırlıyorum. Çiçek Pasajı’nda vermiştim bu sözü. Üstelik yazılı olarak ve imzalı olarak bu sözü vermiştim. Çok şükür ortada bu yazılı ve imzalı kağıt dolaşmıyor. Kim bilir kimdeydi ve kim bilir ne zaman annesi pantolonunu yıkamak için ceplerini boşaltıp çöpe atmıştı. Oysaki bana o kadar yapılabilir geliyordu ki! Kazın ayağının öyle olmadığını gördüğünüzde de duvara toslamış gibi kala kalıyorsunuz. İster istemez başlıyorsunuz kendinizi suçlamaya. Suçlama hem de kendini suçlama kötü hem de çok kötü bir şey. Hani içki gibi tüm kötülüklerin belki de ikinci anası. Nasıl ki bir insanı ve özellikle de kendimizi sevmekle başlayacaksa her şey ve tüm güzellikler, yok oluş da bir suçlama ile kendimi suçlama ile başlıyor. Doğum günümde kendime verdiğim hediye işte bu: Tüm değerlendirme boyunca ne olursa olsun, sonuç ne çıkarsa çıksın, kendimi suçlamayacağım :-)

Yolun yarısının hem de çok geride kalmış olması ve değerlendirme sonucunun pek de parlak çıkmaması ve hatta hayalini kurduğum hayat için sürenin sürekli azalıyor olması beni zaman zaman üzüyor olsa da umutsuzluğa kapılmıyorum. Başarılı olduğum şeyler de hiç yok değil hani. Önemli olan değerlendirme sonrasında olumsuzların peşinde koşmak değil, olumlu noktalara tutunabilmek. Ben bu sene bunu yapmaya çalışıyorum. Arkadaşlarıma Paris gezisi sunamadım ama oğluma iyi bir eğitim sunmaya çalışıyorum. Profesyonel bir briç oyuncusu hala olamadım ama iyi bir kurs buldum. Bu hafta yine ve üstelik en alt seviyeden başlıyorum.

İnsan hayatı insanı mutlu eden mucize anlarla dolu. Bazen oğlunuzun bir gülüşünde bazen eşinizin bir dokunuşunda. Önemli olan bunları fark etmek ve kaçırmamak. Mutluluk bu anlar sonrasında zaten kendiliğinden gelecektir.

Kendime nice güzel yıllar diliyor ve doğum günümü en içten dileklerimle kutluyorum... :-)

2 yorum:

  1. Nice mutlu yıllara :) Ben de doğumgününüzü en içten dileklerimle kutluyorum, gecikmiş de olsa :)) Bağlantıyı epey kopardım blog dünyasıyla maalesef, bazen geriden takip edebiliyorum, canım isterse ;)

    Yaş ilerlerken kala kala elimizde yalnızlık ve mutluluğu aradığımız birkaç an mı kalıyor... Siz yine umutla bitirmişsiniz yazınızı, ama bazen umut için de ekstra bir çaba gerekiyor. Mutluluk ve umut için çabalamak da kimi zaman epey yorucu, değil mi?

    Sevgilerimle, mutlu anlarınız hep çok çok olsun :)

    Berna (ekinvebiz)

    YanıtlaSil
  2. Çok teşekkürler :-)

    Senin de belirtmiş olduğun gibi, belirli bir süreden sonra, elimizde kala kala yalnızca tebessümle hatırladığımız, içimizi ısıtan anılar kalıyor. Şanslı olanlarımızda bu anılar çokken, bazılarımız bir kaçı ile yetinmek zorunda kalıyor. Kişisel fikrim sonunda mutluluk olacak ise benim çabalamayı da ve hatta yorulmayı da göze alabileceğim yönünde. İnsanın bence dünyaya gelme nedeni kendisiyle barşık yaşaması ve kendisini sevmesidir. Bu konuda ki başarı seviyesi ise içindeki mutluluk ve huzurdur. İnsan kendisini kandıramaz. Bu nedenle mutluluk için çabalamaktan kaçmamalıyız. Belki de bu nedenle bu kadar umutlu bitirdim. Bitirmek zorundaydım.

    Yukarıdan bakınca herşeyi bu kadar basit olarak yazabilmek işte bu kadar kolay. Ama bizi bu yönde hareket ettiren dürtümüz nedir? Benimkisi sanırım korku.

    İnsan her yaşa ve her ortama çok çabuk uyum sağlıyabiliyor. Ben bu yaşımı ve sonrasını geçmişten kalan bir kaç anı ile yaşamak istemiyorum. Hayatımın geri kalanını beni mutlu eden, gülümseten, içimi ısıtan bir kaç anı ile sınırlamak istemiyorum. Yeni anılar toplama isteğim, hayata bağlılığımdan geliyor. İşte bu sınırlama içersinde kalma korkumu yok etmek için umudumu korumayı tercih ediyorum. Güçlü olan ne geçmiş ne de gelecek, güçlü olan şimdi. Herbir anımızı heybemize yeni bir anı katmak için uğraş veriyor olduğumuz müddetçe hayat sanki daha mutlu, daha huzurlu, daha yaşanabilir kılınır gibime geliyor. Belki yanılıyorumdur ama herkesin kurtuluşu kendisine özgü :-) Zor da olsa umudumu korumayı bilinçli olarak seçmeyi tercih etmem korkumu azaltıyor :-)

    Dilerim yarınlar heybelerimize girmeyi bekleyen yığınla anı ile doludur ...

    Sevgilerimle,

    YanıtlaSil