Geçenlerde televizyonda Aşk Mektupları (Letters To Juliet) diye bir film izledim. Mutlak surette yalnızca bu filmi anlatan bir yazıyı ayrıca yazacağım. İddiasız, sıradan ama kesinlikle sıkıcı olmayan ve insanın içini ısıtan bir filmdi. Nasıl aradan istifade şansa izledim inanamazsınız. Film için ilk söyleyeceğim şey muhteşem manzaralar içerisinde İtalya’da geçiyor olması. İtalya’da ağırlıklı olarak Verona ve Sienna’da geçiyor. O kadar güzel yerlerde, o kadar sıcacık çekilmiş ki insanın hemen tüm işlerini bırakıp oralara gitmesi geliyor.
Filmin İtalya'da geçiyor olması bile, tek başına benim filmi beğenmem için yeterli bir sebep. Hep söylemişimdir İstanbul dışında yaşayabileceğim hatta yaşamak istediğim tek bir ülke var o da İtalya. Arya ve operalar, pizza, amaretto'lu espresso, limoncello, karafta kırmızı şarap, Venedik, Floransa ve artık Verona ve Sienna, Aşıklar çeşmesi, İspanyol merdivenleri, Verdi, Vivaldi, uzun ve neşeli yemek masaları, yüksek sesli sohbetler, kahkahalar, yavaş ve bir o kadar keyifli hayat, mahalle baskısız din motifli bir düşünce yapısı bu ülkeyi sevmemi sağlayan unsurlardan yalnızca bir kaçı.
Ben şarap içmesini çok severim. Fırsat buldukça da içmeye özen gösteririm. Bazen akşam yemeklerinde içerim bazen de yemek öncesi aperitif olarak alırım. Bunu alkole olan ihtiyacımdan değil, bir hayat tarzı olarak tercih ediyor olmamdan dolayı kutsal bir ritüel gibi uygularım. Hoşuma giden müziklerimi açarım ve günün yorgunluk ve sıkıntılarını bu şekilde üzerimden atmaya çalışırım. Benim gibi insanlar illaki vardır ama olmayanlar oldukça çoğunlukta ve çoğunluk beni anlamaktan çok uzakta. Bırakın dışarıdaki yabancıyı (olayın siyasi boyutuna hiç ama hiç girmiyorum bile) evimde bile bir iki kadeh içtim diye eşim tarafından alkolik muamelesi görüyorum.
Bunları niye mi yazdım?
Filmde herkes ama herkes benim gibiydi. Tanrım ne büyük bir mutluluk olurdu çoğunluğun bu tarz insanlardan oluştuğu bir yerde yaşamak. Her geçen gün İtalya’ya yerleşme isteğim daha da artıyor.
Eşimle birlikte iki sene kadar Hollanda’da Haarlem diye küçük, minicik ama muhteşem bir şehirde yaşadık. Amsterdam’a trenle yalnızca 15 dakika mesafedeydi. Bulunduğumuz süre boyunca eşime inat ben her fırsatta geri dönmek için çabaladım durdum. Sonunda döndük de ve ben o günden sonra eşimin sözünden bir daha dışarı çıkmadım. Dönüşümüz büyük çok büyük bir bir hataydı.
Düşünüyorum da hayatımın en güzel iki yılı idi. Çok ama çok eğlenip, çok gezdik. İşimizi de aksatmadık ama. Yalnızca oradaki şartlar, imkanlar, özel-iş hayat dengesi ve insana verilen önem çok ama çok farklıydı. Ben tüm bunların önem ve kıymetini geç anladım. Oysaki kalmalı ve oradan da belki İtalya’ya geçiş yapmalıydık ama ben sürekli Ortaköy’ü çok özledim diye ağlayıp durdum. Rakı vardı, balık da vardı ama ben yine de rakı balık diye söylenmeye devam ettim. Sonunda mızmızlanmalarıma dayanamayan eşimi de bezdirip İstanbul’a kesin dönüş yaptık.
Döndüğümüzde hayallerim vardı benim ve hayallerimi destekleyen hobilerim. Birbirleri için vardılar. Sonra baktım ki ikisi de çıkmış gitmiş hayatımdan. Elimde ne yatmadan önce kuracak bir hayal ne de uğraşacak bir hobim kalmış.
Peki ama neden tüm bunlar başıma gelmişti? Elimin adeta içine kadar gelen mutluluğu hangi akla hizmet elimin tersiyle itmeye kalkmıştım? Yavaş yavaş onu da çözdüğümü düşünüyorum. Kısaca özetlemek gerekirse size şunları söyleyebilirim:
Sahip olduğumuz sevinç ve mutluluk ancak dayanabileceğimiz acı ve sıkıntı oranında mümkündür. Bunlardan birini reddetmek, ötekini de yok eder. Huzur ve mutluluk dolu bir hayat ilk başta cennet gibi görünse de gerçekte cehennemden bir farkı olmayacaktır.
Hayattaki tüm zıtlıkların, bir dengesinin olması gerekir. Tüm acıların ve sevinçlerin, nefretin ve sevginin, tüm çirkinliklerin ve güzelliklerin, korku ve çatışmalarla dinginlik ve barışın bir bütün olarak kabul edilmesi gerekir. Önce başımıza gelen iyi ya da kötü her şeyi kabul etmekle başlamak gerekiyor. Başımıza gelmiş ise bir nedenden ötürü gelmiştir. Bir kere bu kabulü yapmışsak ikinci adıma geçebiliriz.
İkinci adım ise iyi ya da kötü tüm yaşadıklarımız, tüm başımıza gelenler, gelişebilmemiz için bizlerin seçimleri olduğu gerçeğidir. Eskinin kadim inançlarına göre tüm insanlar Tanrı'nın birer yer yüzündeki suretleridir. Varolan her şey Tanrı’dan oluşmuştur. Evren ve Tanrı birdir. Tanrısal ışığın bir parçası olan bizlerin farkında olalım ya da olmayalım yegane amacı ayrıldığımız ana kaynağa, yani Tanrı’ya dönmektir. Bu dönüşü de ya da bu birleşmeyi de ancak ruhun tekamülü, yani kendini geliştirebilmesi, aydınlanabilmesi ile olabilecektir.
İşte hayatta başımıza gelen her şey bu nedenlidir ve bizlerin seçimidir.
Hayallerim için savaşmalıyım. Bu nedenle ben bu kabullenmeleri gönülden yapmaya karar verdim. Bir şekilde, nedenini anlayamadığım akıllara ziyan bir sebepten bu kararları vermişim. Şimdi bir şekilde bunları temizlemek yine bana düşüyor.
Blog tutmak benim için işte bu nedenle çok önemli. Uzun bir süreden sonra ilk defa bir hayal tekrar kapımı çaldı. Onunla dolaşan hobi de fırsatı kullandı ve hayatıma tekrar girdi. Mümkün olduğunca yazıyorum ve yazmaya da devam edeceğim. Bu sefer seçimimden ve hayalimden vazgeçmemeye kararlıyım. Hikayeler de yazmaya devam edeceğim.
İtalya’ya gidene kadar evimde şarap içmeye her türlü olumsuz tepkilere rağmen devam edeceğim.
Ama en önemlisi kendimle ters düşmeyeceğim. Barışık yaşamak için elimden geleni yapacağım. İyi ve cici çocuk olmaktan ziyade adil bir yetişkin olmaya çalışacağım.
Tüm bunları yapabilir miyim?
Bilemiyorum. En azından deneyeceğim. Yapamazsan bir süre sonra size bambaşka bir şekilde zaten açılırım, içimi dökerim ve rahatlarım. Muhtemelen yeni hareket planımı açıklayıp yeniden uğraş veririm. Başarabilirsem yazılarıma İstanbul yerine İtalya’nın bir şehrinden devam ederim :-)
Önemli olan aynada gözlerimin taaaa içine korkusuzca, sıkılmadan, huzur içerisinde bakabilmemdir. Bunu başarayım bana zaten yeterli gelecektir.
Gözlerinizle korkusuz, mutluluk dolu buluşmalar dilerim ...
şu an yazınızda geçen filmi izliyorum bugün ikinci izleyişim.. kesinlikle italyada yaşama fikri bencede süper:)
YanıtlaSililk izlediğimde bi ağlayıp bi güldüğüm muhteşem bir film olduğunu düşündüm. çok sıcak herşey ve doğal, hatta sıradan ama öle işte hani içimin aktığını hissettim bu filmde.. aşk, hayallerin peşinden gitme fikri, italya, taş evler, neşeli uzun yemekler.. bayılıyorum bende..
Belki de filmi bu kadar etkili kılan da içerdiği basitlik ve sıradanlık. O kadar doğal ve sakin ilerliyor ki izleyici ister istemez kendini içinde buluyor.
YanıtlaSilİtalya benim yaşadığı ekonomik sıkıntılara rağmen İstanbul sonrası yaşamak istediğim hala tek ülke.
Umarım birgün orada ya da burada filmdeki basit ama keyifli hayata erişebiliriz ...
Profil ismimi yani İçimdeki4mevsim'i bir türlü yazdıramadım, bu nedenle Adsız olarak cevap yazıyorum, bilginize ... :)