Bu Blogda Ara

4 Şubat 2014 Salı

Ödem dolu karanlık geceler 1

O gün aslında her şey ne de güzel başlamıştı. Uzun zamandır beklenen kar yağışı başlamış, etraf bir anda bembeyaz olmuştu. Dışarıda olanlar için pek olmasa da bizim için etraf bir anda romantikleşmişti. Çalıştığım firma rahat rahat evlerimize dönebilelim diye paydos saatini hatırı sayılır bir oranda geri çekmişti. Tüm bunlar bir yana Galatasaray bir önceki gün başladığı işi başarıyla tamamlamış ve Juventus gibi bir devi elimine edip bir üst tura adını yazdırmıştı. O gün aslında her şey o kadar güzeldi ki maçın tek golünü bile eve yetişip kendi televizyonumdan oğlum kucağımda seyretmiştim. Dedim ya o gün her şey o kadar güzeldi ki taçlandırılmalıydı. İşte bu nedenle iyi b.. yiyip, oğlumla eşime hadi aşağı inip kar topu savaşı yapalım dedim. Yaptık da. Çok da eğlendik. Oğlum ve karımın içten gülüşlerini seyretmek başlıca bir mutluluk kaynağı zaten. Eve çıktık. Ayakkabılarımı çıkardım. Paltomu çıkarırken bir şeyler şüphelenmeye başlamıştım ama hiç dokundurmadım. Odama girip üstümü değiştirirken bir şeylerin ters gitmeye başladığı anlamıştım. Anlamak da zor olmamıştı zira belim de büyük bir baskı, basınç ve sancı hissetmeye başlamıştım. Canım hem de bir anda ve hiç bir şey yapmamışken öyle bir ağrımaya ve beni hareketsiz bırakmaya başladı ki ilk hissettiğim şaşırma olmuştu. Yavaşça kendimi yatağa bıraktım. En başta bizzat ben, şahsım, kendim olarak olanlara bir anlam verememiştim, siz bir de evdekileri düşünün. İnansalar ve bana hakkettiğim üzere hizmet etmeye başlasalar bir türlü, inanmayıp hadi canım sen de deseler bir türlü. Çok şükür ki doğru olan oldu ve ben yatmaya başladım. Yapılan servisin kalitesine rağmen güzel başlayan ve güzel devam eden gün bulutlanmıştı artık.

Geçtiği onca filtre sebebiyle oldukça hijyen olmasına rağmen, toplum tarafından hak ettiği saygıyı yeterince görmeyen ve dahi işe bile yaramayan içinizdeki sıvı atıklarını siz hiç pet şişesine tahliye ettiniz mi? Bu dönemde hayat bunu da tecrübe etmemi istedi ve ben de ettim efendim. Bırakın banyoya gitmeyi yatakta sağdan sola dönemiyordum bile. Güç bela nefes nefese kalarak ve büyük acılarla doğrulup yine güç bela pet şişeye tahliye işlemini gerçekleştiriyordum. Gerek bu işlem ve gerekse eşimin çoraplarımı giydirmesi ve dahi çıkarması evdeki karizmamın tükendiği an olarak kişisel kayıtlarıma geçmiştir. Ama siz siz olun yine de bu iki işlemin başınıza gelebilecek en kötü olay olduğunu düşünmeyin. Başınıza gelebilecek daha da kötü şey, içinizdeki sıvının pet şişenin alabileceği hacimden çok daha fazla birikmiş olması. Çektiğim acıdan ve olayın zaten yeterince sevimsiz olmasından sebep ben tahliye işlemini tutabildiğim kadar tutuyordum her seferinde. Doğal olarak bazı zamanlarda ufak bir pet şişesi tüm tahliye için yeterli olamıyordu. Böylesi berbat anlarda zorunlu olarak tahliye işlemini sonlandırıp bu seferlik bu kadar yeter mantığı içerisinde ve yine ağrılar eşliğinde yatağımdaki yerimi alıyordum.

Belimin ağrısı iştahımı kesemedi ve ben yapmamam gereken bir şeyi yaptım: Yemeğe devam ettim. Malumunuzdur, her tahliye sıvı olmuyor. Zamanı geldiğinde işe yaramaz atıkları da vücuttan atmak gerekmekte. İşte kabus böylesi anlardaydı. Yataktan kalkmak başlı başına bir ızdırapken, banyoya kadar yürümek tam bir işkence oluyordu. Üstelik tüm bu acıları yaşarken oğlunuz hiçbir şeyi anlamasın ya da en az şekilde etkilensin diye hem kan kusup kızılcık şerbeti içtim tadında rol kesmeniz ve hem de birbirinden yaratıcı oyunlar bulmanız gerekmekteydi çünkü ben bırakın dik olarak yürümeyi dik olarak ayakta duramıyordum bile. Çocuk dostu tatil köylerine gidenleriniz bilirler, çocuk kulüpleri akşamları çocuklar için eğlenceler düzenlerler. Her eğlencenin olmazsa olmazı ise köprü ve altından geçen trendir. Siz ve diğer anne babalar el ele verip köprü oluşturursunuz ve müzik eşliğinde dans etmeye başlarsınız. Birbirinden yakışıklı ve güzel vagonlar da tren olup köprünüzün altından geçerler. Katı atım projesinde de biz bunu gerçekleştirdik. Suratımda büyük bir mutluluk ifadesiyle iki büklüm olmamı minimum gösterecek şekilde eşimin ardına takılan bir vagon olup söz konusu çocuk şarkısını mırıldanarak banyonun yolunu tuttum(k) her defasında. En büyük korkum ise oğlumun hoşuna gidip de bize katılabilecek olmasıydı ki yeterince ilgisini çekmeyi çok şükür başaramadık. Bir başka pembe yalanım ise oğluma sürekli olarak dinleniyorum dememdi. Ne yorulduysam artık bir türlü tam olarak dinlenemedim.

Çarşamba yatışım sonrasında Perşembe biraz hava şartlarından biraz da yatayım nasılsa geçer vurdumduymazlığından evde kaldım. Cuma günü sabahı değişen ve geçen hiç bir şeyin olmaması sonucundaki karamsarlık ve dehşetimden hastanenin yolunu tuttuk. Hastane girişindeki tekerlekli sandalyeye oturmam mecburiyeti durumun vahametini gösterir nitelikteydi. Acil kısmından bu şekilde girişim doğal olarak tüm dikkatleri üzerime topladı. Kısa bir ilk kontrol sonrası konu ile ilgili bir Prof.’a gönderildim. Oysaki ben bir iğne yapıp beni düzeltirler sanıyordum. Oysaki çilem daha bitmemişti. Yaşarken tabuta girmek gibi gördüğüm MR beni bekliyordu. Sanırım ben de klostrofobi var. Hem sancım vardı ve hem de oradayken oldukça gerildim. İlk MR’ım değildi ama en çok bu kadar gerildiğim MR’ımdı. MR neticesinde disk kaymasına bağlı bel fıtığı teşhisi kondu. Bildiğiniz fıtık işte. Hani bazı hastalıklar alengirli, fiyakalı olurlar, bu bildiğiniz fıtıktı işte. Sonrasında bana bir serum bağladılar. İçine artık ne koydularsa kalp atışımı dinlemeye aldılar. Zaman zaman oldukça hızlandı kalp atışım. Meğer koydukları ilaç narkozda da kullanılan oldukça ağır bir ağrı kesiciymiş, hani fillere yapılanlardan. İster inanın ister inanmayın serum bitti ağrım bitmedi. O kadar ödem yapmış vücut. Gören de bir şey kaldırdım çok zorladım sanır. Bildiğiniz aşağı eğilip kar topu savaşı için kar almaktı suçum.

Sonrasında evime ve yatağıma geri döndüm. Tüm hafta sonu yine yataktaydım. Zaten ne gücüm vardı yataktan çıkacak ne isteğim. Moral de gitmişti, neşem de mutluluğumda. Hasta olmak zor zanaat. İnsan asla iyileşemeyecek gibi geliyor bazen. Her şeyin başı sağlık diyor başka da bir şey demez oluyorsunuz bir kaç gün sonra unutacağınızı bilmenize rağmen. Keşke unutmasak, keşke tek gerçeğin bu olduğunu hep hatırlayabilsek.

Pazartesi işe başlarım diyordum ama ben yine kendimi Pazartesi sabahı ofis yerine hastanede buldum. Değişen bir şey yoktu. İki büklümdüm, acılar içerisindeydim. Prof. vah vah demek geçmemiş dedikten sonra beni Ağrı bölümüne gönderdi. Bölüm zaten adından belli, ağrıyı kendine arkadaş edinmiş kişilerden oluşuyordu. Her yer sıkıntısı yüzüne yansımış kişilerle doluydu. Ben de tekerlekli sandalye üzerinde onlardan biriydim işte. Tek farkım ben neredeyse ağlayacak bir ruh haliyle aralarına katılmıştım. İlgilenecek doktor henüz gelmemişti. Öğrendiğimiz kadarıyla trafikte mahsur kalmıştı. Tüm randevular birbirine girmiş, acı çeken bir çok insan ve onların yanında yer alan eş, dost, ve akrabaları sıralarını kaptırmamak için aportta beklemekteydi. Biz o kadar sefil ve bir o kadar da zavallıydık ki bırakın sıramızı kaptırmayı bizden önceki adam yerini bile bize önermişti. İçimdeki şövalyelikten olsa kabul etmedim. Sıra bize geldiğinde olayları kısaca anlattık. MR’ımıza bakan doktor, abim benim, sen hiç dert etme tadında ve umursamazlığında, eğer yemek yememişseniz, önce sizi uyuturuz, sonra omurilikten iğne ile girer ödemi yok ederiz. Üstüne bir de size özel ozon tedavisi yaparız. Nasıl ama? demez mi. İnanın dedi. Bu kadar soğukkanlılıkla bu zalimce yaklaşımı bana öneri olarak sundu. Bu kadarıyla korkutmuş olması yetmiyormuş gibi bir de kafatasına girmiş koca, koskoca bir iğne röntgen resmini bana gösterdi. O noktadan sonra adamo tam duymuyor, çevremde olanları tam duyumsayamıyordum. Adam konuşmaya devam ediyordu. ... “riskleri tabii ki de var, bunları söylemek zorundayım ama bunca senedir başarıyla...” Uzaklardan hem de çok uzaklardan doktoru duyuyordum sanki. Kafa sallıyordum ama işte öylesine. Ya eli kayarsa, titrerse, ya hapşırırsa, ya da öksürürüse, o iğne nereye doğru yol alırdı. Diğer yandan sancım dayanılmaz boyutlardaydı. Bir ara nasıl oldu bilmiyorum, titrer bir ses tonuyla tamam hemen bugün yapalım şu işi zaten yemek de yemedim dedim. Eşim şaşkınlık dolu bir ifadeyle bana bakakalmıştı. Belki de hayatında beni ilk defa bu kadar cesaretli görüyordu. Doktor tamam öyleyse hemen sigortadan onayları alalım dedi. Eşim beni kafetaryaya doğru itmeye başladı. Yerleştikten sonra farkında mısın suratın bembeyaz dedi. Tüm kanım bilmediğim bir yere çekilmişti ve geri dönecek gibi görünmüyordu. Neden dedi? Neden istedin, hem de bugüne? Bir araştırsaydık ... Sonra babamı arayıp gelişmeleri anlattım. Benzer cümleler ondan da geldi. Neden dedi? Neden istedin, hem de bugüne? Bir araştırsaydık ... Bir günde bu kadar kısa süreyle aynı cümleleri duymak bana fazla gelmişti. İnsanların cesaretlerinin bir anda geldiği anlar olduğu gibi bir anda yok olduğu anlarda vardır. Ne ilginç benim bu gelgit aynı günde başıma gelmişti. Hemen bir şeyler yemeliyim diye düşündüm. Öyle ya iğne girişini ancak yemek girişi ile engelleyebilirdim. Bu parlak fikrimi eşime açtım: “Şimdi bol sucuklu bir yumurta yerim sonra da doktora gidip bol sucuklu yumurta yemekten sayılır mı diye sorarım, ne dersin?”. Cevabı alıştığım tarz bir laf sokmaktı. Ooo hoşgeldin yine aramıza bay cesaret. Ben de şaşırmıştım bu kahraman gözüpek tavrına. Kırıcı oluyorsun diye sitem edip, esip gürleyecektim ama onun yerine onu açıklama yapması için doktora gönderdim. Gelişi ile de hastaneden belimde yine sancılarla güzelce uzaklaştık. Eve kurt gibi acıkmış bir şekilde girdik. Tahmin edin ben ne yedim? Evet tabii ki de bol sucuklu bir yumurta.

Anlatacak daha yığınla şey var. Başlarken tek yazı ile tamamlayabilirim diye düşünüyordum ama olmadı işte. Ağrılı ilk iş günlerim ve Fizik Tedavi anılarım mutlak surette yazılmalı diye düşünüyorum. Bu nedenle aranızdan şimdilik ayrılıyorum.


Sizlere ödemden uzak, sağlıklı ve mutlu bir ömür dilerim ...

0 yorum:

Yorum Gönder