Bu Blogda Ara

12 Şubat 2013 Salı

Galatasaray Üniversitesi: Yanan yalnızca bir bina değildi


Hoşçakalın çocukluk hayallerim, hoşçakalın anılarım


Eşimin içeriden “Galatasaray Universitesi yanıyormuş, hemen televizyonu aç” diye bağırması ile hemen televizyonu açtım. Eşime ve tabii doğal olarak bir çok insana göre yanan Galatasaray Üniversitesi idi oysa benim için yanan üniversite binası değil, yıllarımı geçirmiş olduğum eski lise binamızdı. Yaşadığım acı yanan binanın üniversite binası olması sebebiyle değil, söz konusu yıllarımı geçirmiş olduğum binanın geçmişte lisenin bir parçası olması sebebiyleydi. Tüm Galatasaray kurumlarına can veren bana göre hep lise olmuştur ve  Ortaköy binası Galatasaray Lisesinin tarihten gelen ayrılmaz bir parçasıdır. Bu bağlamda aslında benim için ilk yangın (içimdeki) daha söz konusu binanın üniversiteye tahsis edilmesiyle başlamıştı. Üç sene araştırma görevlisi olarak üniversitede çalışmama rağmen, üniversiteyi Galatasaray Lisesi ruhunun ortağı hele hele bir üst kurumu olarak hiç görmedim, göremedim. Bundan sonrasında da bu fikrimin değişebileceğini pek sanmıyorum.

Ortaköy binası Mektepli olunmaya başlanan yerdi. Galatasaray’ın giriş kapısı, Galatasaraylılığın başladığı okuldu. Türkiye’nin bir çok yerinden gelen çocukların birbirleriyle ilk karşılaştıkları, kaynaştıklı ve Galatasaray kültürünü ilk gördükleri yerdi. Böylesine sembolik olarak büyük anlam taşıyan bir yer, bir yapı bana göre ritüelik bütünlük açısından hep aynı görevi sürdürmeliydi. Yazık ki sürdüremedi.

Çok kaba bir tanımla, bir toplumun tarihsel süreç içinde ürettiği ve kuşaktan kuşağa aktardığı her türlü maddi ve manevi özelliklerin bütününe kültür denmekte. Başka bir ifadeyle kültür, bir toplumun kimliğini oluşturur, onu diğer toplumlardan farklı kılar. Kültür, toplumun yaşayış ve düşünüş tarzıdır. Toplumsal dayanışma ve birlik duygusu, biz olma bilincidir. İnançlar, gelenekler, normlar ve düşünce biçimleri de etkiler bu biz olabilme sürecini, binalar, her türlü araç-gereç ve giysiler de.

Ortaköy binası - kişisel fikrimdir- bir mektepli olarak yaşantımıza, düşüncelerimize, sembolik dünyalarımıza mal olmuş bir kültür parçamızdı. O kadar ki bu kültürel parça hem maddi ve hem de manevi olarak vücut bulmuş bir kültürel zenginliğimiz, bir hazinemizdi belleklerimizde.

Düşündükçe içim burkuluyor, üzülmeden edemiyorum. Yanan bir ev, bir okul, fabrika veya bir tiyatro salonu yerine, zamanına, konu ve koşullarına göre farklı derecede insanları üzebilir. Kişisel olarak, benim için yanan yalnızca bir bina, bir çatı değildi, çocukluk hayallerimdi, anılarımdı, çocukluğumdu, gençliğimdi, camiamız olarak ise tarihimizdi, kültürümüzdü, biz olabilme bilincimizdi. Yazık hem de çok yazık oldu.

80’li yılların ortalarında güneşli bir Eylül Pazartesisinin sabahında babam, annem ve ben ilk olarak bu muhteşem ortama adımımızı atmıştık. Bugün üniversite kantini olan yerde benim zamanımda basket ve voleybol sahaları bulunmaktaydı.İşte boğazın hemencecik yanı başında, bu sahaların üzerinde, bayrak direğinin hemen altında sıraya soktular bizi. Anne ve babalar kenarda, setin hemen üstünde kümelenmiş bize bakıyor ve el sallıyorlardı. Hepimiz artık onlardan uzakta yeni bir hayata başlıyorduk. Yeni, yepyeni bir dönem bizler için başlıyordu. İyi şeyler olacağını daha hissedemeyecek kadar küçüktüm. Hemen hemen tepkisiz sağa sola bakıyor, zaman zaman annem ile babama el sallıyordum. Daha sonra herkes sıralar halinde sınıflara çıkarıldı. Bugün yanan binaya girişim de sıradaki diğer çocuklarla beraber ilk o gün olmuştu. Tantanalı saltanat günlerinden günümüze ulaşmış süslü tavan geleceğimizin ne kadar da parlak olacağını müjdeler gibi bize göz kırpıyordu sanki.

Sultan Abdülaziz döneminden mimar Sarkis Balyan tarafından 1871 yılında inşa edilen İbrahim Tevfik Efendi Sahil sarayı 1992 yılında da üniversiteye devredilene artık benim okulumdu, en güzel yıllarımı geçireceğim yuvamdı.

1996 yılında ilk kez şaşkın ve ufacık bir öğrenci olarak girdiğim binaya bu kez koskoca devlerin memuru, Galatasaray Üniversitesinin bir araştırma görevlisi olarak girdim. Girdim de girmesine de bu kez girer girmez heyecan yerine yüreğim burkuldu. Bıraktığım yuvam bir hayli değişmişti. Değişmek zorundaydı belki ama görmeyi umduğum gibi değildi. Sınıfların olduğu kattaki büyük tahta salon birçok bölmeye ayrılmış, odacıklar yaratılmıştı. İlerleyen yıllar içerisinde odalar ve odalardaki silme doluluk daha da arttı. Bizim yasak olmasına rağmen top oynadığımız, masa tenisi oynadığımız yerler artık birer oda olmuştu. Her bir alan, her bir metre kare sinekten yağ çıkarırcasına kullanılır olmuştu.

Zaman geçtikçe öğrenci sayısı arttı ve binalar yetersiz kaldı. Hopppppp hemen 2003 yılında Çırağan Caddesi'nin öteki tarafına Yiğit Okur Kampüsü ve Suna Kıraç Kütüphanesi inşa edildi. Sonra da caddenin iki tarafında kalan okulun iki kısmı 2004 yılında Selahattin Beyazıt Alt geçidi ile birbirine bağlandı. Yangın sonrasındaki elimizdeki tek teselli de ana kütüphanenin caddenin öbür tarafında kurulmuş olması. Bu sayede kütüphanemiz kurtulmuş oldu.

Binaya geri dönecek olursak bu kadar oda ve içindekileri düşündüğümüzde bırakın çekip tehlike yaratabilecek elektrik yükünü, yer çekimine bağlı ağırlık bile tehlike yaratır seviyelere ulaşmıştı. Muhteşem boğaz karşısında kim odası olsun istemez ki! Ya da burada odası olan öğretim üyelerini kim suçlayabilir ki?Kablolar, borular, halılar ile iç içe geçmiş adeta dekoru tamamlar nitelik almışlardı. Tüm bunlara bir de özel sobaları ve su ısıtıcıları ekleyin. Aslında gerek yanan binanın ve yanındaki binaların bugüne kadar yanmamaları mucizeydi.

Sonradan okudum öğrendim, elektrik tesisatı tamir edileli neredeyse 30 yıl olmuş.  Fatih Altaylı ne de güzel yazmış köşesinde “yenilendiği zaman daha bilgisayar hayatımızın parçası değildi. Elektrik dediğin lambaları yakardı. Belki bir-iki de elektrikli aleti. Ona göreydi elektrik altyapısı. Söndürme sistemi zaten hiç olmadı”.

Yangın pompaları yoktu, sprinkler sistemi yoktu, elektrik sistemi yetersizdi. Ne bekleyebiliriz ki? Bizim zamanımızda bile bence çok daha güvenilirdi. Koridorlarda  yangın için, 15-20 tane ip gibi dizilmiş, dışı kırmızı boyalı, içi su dolu , üstü kalasla kapanmış kovalar hazır dururdu. Komedi değil mi ama en azından o zamanlar elektrik yükü yalnızca aydınlatmak için güç harcıyordu.

Fatih Altaylı zaten tek bir cümle ile durumu köşesinden anlatmış: “Öğretim elemanlarının  “Günde birkaç kez sigortalar atardı” cümlesi aslında işin anahtarı gibi”.

Oysaki ölçerek kablolama ve elektik sistemini kurmak, güç dağıtımını bu hesaba göre düzenlemek, kablolamayı özel çelik kanallar içerisinde tutmak bu güzel 150 yıllık binayı kurtarabilirdi.

Bir kaç söz de bu tür eski binaların elektrik ve bilgisayar kurulumlarını yapan profesyonel çözüm ortaklarına. Bu bina bu yükü çeker diye yalan konuşanlar, sözüm sizlere.Yazıklar olsun! 3-5 kuruş için güzelim bina ve bir çok kişinin anısı, geçmişi yok oldu. İçiniz hiç mi sızlamaz sizlerin?

Peki New York İtfaiyesi ile ancak karşılaştırılabilen İstanbul İtfaiyesine ne dememiz gerekir. İtfaiye gelmiş, müdahalede bulunmuş, 'yangın söndü' diye zabıt tutup çıkarlarken; yangın yeniden başlamış. Traji-komik için ne de güzel bir örnek. Benzer durum geçen ay yanan yine tarihi bir bina olan İl Milli Eğitim Müdürlüğü için de geçerli. İstanbul İtfaiyesi'nin yetkinliği olduğunu artık söyleyebilir miyiz?  İki aynı hata ve iki kül olmuş tarihi bina. Aktör ise tek ve aynı. 'Yangın yok' diyor ve arkasından bina yanarak yok oluyor. Umarım itfaiye ile ilgili bir soruşturma başlatılır. Yine sonradan okuduk öğrendik, ahşap binalarda söndü zannedilen yangınlar duvarların içinde ilerleyerek daha şiddetli şekilde yeniden alevlenebiliyormuş. Bu nedenle 5 dakikada söndürdükleri yangını 3-4 saat boyunca soğutma yapmaları ve yangının tamamen söndüğüne emin olmaları gerekmekteymiş. Benim için yeni olabilir ama onlar için böylesi temel bir durumu öğrenmemiş ya da atlamış, unutmuş olabilirler mi?

Peki şimdi ne olacak?

Bir otel olacaktır söylentisidir gidiyor. Hoş öyle bir şey olmayacaktır diye demeç verenler şimdiden oldu. Çok değil yalnızca 300 – 500 metre ilerideki Gaziosmanpaşa İlkokulu yandığı zaman da İstanbul Valisi televizyonlara çıkıp “Okul olarak kalacak. Onarılacak. Açılacak” demişti. Malum onarılıp açılacak denen okul artık DOCO ile THY’nin ortak oteli olarak açılacak. Bu bağlamda bu söylentiyi çıkaranlar çok da haksız düşünmemiş olurlar ama diğer taraftan Galatasaray Üniversitesi kurulurken Fransa Hükümeti’yle yapılan anlaşma gereği “Yıkılan, yanan bir binanın yerine başka amaçla yapılaşma yapılamaz” diye bir madde varmış. Bu maddeden hareketle kolay kolay o bina otele dönüşemez diye düşünüyorum. Tabii sanılanın aksine bir Vakıf Üniversitesi değil devlet üniversitesi olan Galatasaray Üniversitesi için kamu yararına bir nevi el konulup başka bir yere mesela Bahçeşehir’e gönderilebilir de. 

Kişisel olarak eminim ki ilerleyen çok kısa bir sürede camia içindeki tepkiler çok daha rasyonelleşecek ve Galatasaray ismi altında tek bir vücut olunacaktır. Kenetlenme artık opsyonel olmaktan çıkmış zorunluluk haline gelmiştir. Gün birlik, beraberlik ve dayanışma günüdür. Yardım kampanyaları ve farklı farklı grupların görüşmeleri başladı bile. Bina çok kısa sürede küllerinden yeniden doğacaktır.

Bu süreçte önemli olan iyi organize olmak ve süreci iyi yönetebilmektir. Sahip olduğu seçkin insan kaynakları yapısı ile bu süreç çok kolay aşılacaktır. Tüm bu yeniden doğuş için fon bulmak ise bizim camiamız için yalnızca bir ayrıntıdır.  

Cazda “mükemmel bir durumda olmak  - being in the groove ” diye bir deyim vardır. Bu deyim bir topluluğun “ tek bir kişi olarak çalmasını ” anlatır. Bir olabilmektir mükemmeliyet.

Dilerim fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür Galatasaray kimliği etrafında kısa sürede toplanabilir ve tek bir kişi gibi çalmayı başarabiliriz ...

Sarıkırmızı sevgi ve saygılarımla,


2 yorum:

  1. Bir Galatasaraylı olarak değil ama bir mimar olarak benim de içim yandı :( Güzelim tarihi niteliği olan yapılar birer birer "yanarak" yerlerini niteliksiz, birbirinin aynısı binalara bırakıyor.Şehri şehir yapan, İstanbul'u İstanbul yapan değerler bir bir yok olup gidiyor :( Galatasaray için umut var mı dersin?

    Bir yazı okumuştum geçenlerde yapılan "kentsel dönüşüm"ün niteliğine ilişkin, belki bir göz atarsın: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/22447382.asp?utm_source=hurriyet&utm_medium=yazarlar&utm_campaign=yazarsonyazi

    Çok kıymetli bir kentin hep beraber canına okuyoruz ne yazık ki... Geçmiş olsun...

    YanıtlaSil
  2. Ne kadar da doğru yaklaştın, yazdıklarına katılmamak mümkün değil. Benim için evet farklı bir anlamı ve değeri vardı ama onun dışında da İstanbul'u İstanbul yapan binalardandı. İstanbul'un bir bir nevi kimliğinin bir parçasıydı. Hele ki benim gibi bir çokları için apayrı bir öneme sahipti. Yazık oldu.

    Yazıyı okudum ve çok da beğendim. Paylaşımın için çok teşekkürler. En çok da "Binaları yıkabiliyorsunuz ama gelişmiş zihinleri yıkamıyorsunuz" sözünü sevdim. Zaten bu söze güvenerekten binanın tekrar aynı şekilde inşa edileceğine inanıyorum. Dilerim öyle de olur.

    Mesajın ve değerli katkıların için çok teşekkürler.

    Sevgi ve saygılarımla,

    YanıtlaSil