Bu Blogda Ara

6 Ocak 2014 Pazartesi

Mesele Organik Pazar elması olabilmek ...

En son ne zaman kendiniz veya hayatınızın gidişatı için bir karar aldınız?

Dikkat edin dışarı çıkarken ne renk kazak giyeceksiniz, akşam ne yemek yapacak ya da nereye yemeğe gideceksiniz gibisinden kararlardan bahsetmiyorum.  Ne zaman mesela cesaret gösterip kritik ve sizi direk etkileyecek bir karar verdiniz?

Eminim bir çoğunuz işiniz ile ilgili günlük hayatta tonlarca karar alıyorsunuzdur ve buna zaten mecbursunuz da. Gel gelelim iş sizin kendi hayatınız ile ilgili bir konuya geldiği zaman aynı kolaylık ve çabuklukla karar alabiliyor musunuz? Ya da alınacak kararların bir sonucu, bir bedeli olacağından, hiç bu riske girmeyip, alışılmış olan ile devam edip, karar vermelerin yanından, kıyısından geçip zaman mı kazanıyorsunuz?  Bir şeyi seçersem bir diğerini kaybederim korkusuyla kavşakta durmayı ve karar vermemeyi mi seçiyorsunuz? Hatta bunun bile başlı başına bir karar olduğunu mu söyleyip duruyorsunuz kendi kendinize?

Hadi itiraf edin, çekinmeyin. Aslında öyle ya da böyle gözümüzü karartıp bir karar versek saptığımız yolda ne olasılıkların bizleri beklediğini siz de çok iyi biliyorsunuz. Geriye dönüş bile başlı başına bir olasılık mesela. Evet siz de her bir anın, her bir kararın adeta bir doğum, bir başlangıç ya da yeni bir şans olduğunu biliyorsunuz. Biliyorsunuz da ahhh o içinizdeki endişe o korku yok mu değil mi? Oysaki korku diye bir şey yoktur hayatta olsa olsa bir şeyden korkan vardır. Korkuyu yaratan da bizzat bizleriz aslında sevgi ve güven eksikliğinden.

Peki ama neden? Neden karar vermek bu denli zor?

Karar alamıyoruz çünkü sahiciliğimizi yitirdik. Biz olmayı bıraktık. Artık beğenilmek her şey oldu. Nasıl göründüğümüz, ne olduğumuzdan çok daha önemli hale geldi. Algı her şeydir artık yalnızca bir pazarlama terimi olmaktan çıkıp bizzat hayatlarımız oldu. Dönüşüme uğradık ve başkaların beğenileri üzerine yeniden ve yine yeniden ve hatta yine yeni yeniden şekillendik ve biz kalamadık, bunu başaramadık. Olmadı işte. Artık düşüncelerimiz bile bize ait değil. Düşüncesi olmayan adamın hiç bir fikri olabilir mi? Fikri olmayan adamın karar vermesi hiç mümkün olabilir mi? Resmen beyinlerimiz uyuşturulmuş bir durumda. Çok acı ama gerçek biz yavaş yavaş her geçen gün biraz daha yok oluyor.

Ergenlik döneminde sorun yoksa sorun vardır derler. Ergenlik bir dönüşümdür, kişiliğini ortaya koymasıdır. Benim kendime ait düşüncelerim var diye bağırmaktır. Birey olabilmektir. Destansı, epik bir hayat yaşamak için mutlak surette önce birey olunmalıdır. Tecrübe önemsiz mi? Hiç olur mu öyle şey, tabii ki çok önemli, nasihatler mutlaka dinlenmeli ama kişi yine de yaşamalıdır tercihini. Cat Stevens’ın father and son şarkısında olduğu gibi “evet baba haklısın ama önce gitmeliyim”. Evet önce gidilmeli, denenmeli, birey olunmalı. Şarkıda çok çarpıcı, ders niteliğinde bir de söz vardır: You will still be here tomorrow but your dreams may not (yarın sen burada olacaksın ama hayallerin olmayabilirler). Göbek bağı koparılmalı herkes ve her şeyle. Ancak o zaman bir yetişkin bir birey olabiliriz.

Bir de dönüp kendimize bakalım şimdi. Tamam bir Cat Stevens belki olamazdık kolay kolay ama birey olmayı başarabilmeliydik. Kararları kimse ve hiçbir şeyden etkilenmeden alabilmeliydik. Hadi gelin soralım kendimize, biz birer birey olabildik mi? Başkalarının beğenisi için mi karar alıyoruz yoksa istek ve arzularımızı zaten o potada eritiyor muyuz?

Anne baba onayı sadece bir örnek. TV kahramanları gibi yaşamayı istemek, arkadaş beğenisi, moda takibi her şey olabilir peşinden gittiğiniz. Önemli olan kendin olmayı başarabilmek. Sevdiğin işi başkaları beğenecekler diye değil, sen huzurlu olacaksın diye en iyi şekilde yapabilmek. Eşini başkaları seni takdir edecek diye değil, içini ısıttığı için seçebilmek. Bazıları seni beğenecek, takdir edecek bazıları da beğenmeyecek,i takdir etmeyecek. Doğrusu kelimesi belki çok iddialı olabilir ama normali de bu zaten. Eskiden ikiz gibi tümü birbirinin aynısı olan elmalar arasından elma alırken, bugün artık organik pazarlar sayesinde birbirleriyle alakasız elmalardan biraz şekli bozuk, çabuk çürüyen ama kişilikli elmalar alabiliyoruz. Doğa tek tip çalışmaz, doğa da özgünlük, farklılık vardır. Günümüzde ise görsellik hiç olmadığı kadar önemli oldu. Organik pazardaki bir elma kadar olamadık.

Günümüzde artık beğenilmek üzere kararlar alınıyor, seçimler yapılıyor. Ne oldu kendi arzularımıza? Sahi onları diğerlerinden ayırabiliyor muyuz yoksa çok mu geç kaldık? Kendi hikayelerimiz unutuldu ya da günümüz şanslıları için zaten hiç olmamışlardı. Seçimlerimiz hep beğenilmek, onaylanmak ya da puan almak üzere. Başkalarının beğenileri için kendimizden uzaklaşıyoruz. Hepimiz güzel ve bir diğerimizin aynı, doğal olmayan elmalar gibiyiz. Ne acı ki üç aşağı, beş yukarı yok gerçekten de hiç bir farkımız.

Teorisyen olmak kolay da aktivist olup, hayata geçirmek, uygulamak o kadar kolay olmuyor. Konuşan çok oluyor da yapan pek yok. Siz bakmayın yazdığıma, ben yapabiliyor muyum? Hem de hiç. Üstelik işimizi bir hayli zorlaştıran durumlarda var. Bu yazıyı yazarken aklıma Malcolm Gladvewell’in Düşünmeden Düşünebilmenin Gücü adlı kitabı geldi. Hemen açıp biraz bakıp hatırlamaya çalıştım. Kitapta yapılan bazı deneylerden bahsediliyor. Çok basit, okuyunca hadi canım diyebileceğiniz deneyler ama işte insanın bilinçaltını aynı basitlikte etkilemiyor, etkilemede uzay olup çıkıveriyor.

Mesela karışık karışık verilen cümleleri düzenli hale getirmelerinin istenmiş olduğu bir dil testi düşünün. Bu cümlelerin içlerinde gri, bahçe, endişe, güney, yaşlı, tek, bulmaca, buruş buruş gibi kelimelerde serpiştirilmişti. Denekler cümleleri sıralı hale getirdikten sonra odadan çıkarken ve sonrasındaki belirli bir süre normal aktiflikte olamamışlar. Ağır hareketler etmeye, sürekli düşünür durumda olmaya başlamışlar. Siz sadece bir dil testi zannetmiştiniz değil mi? Değil işte. Bilinçaltı sizden bağımsız, şartmış gibi görev edinip bu kelimelerden hareketle yaşlılığı düşünmeye başlamış. Bilinç saf saf neler olduğunun bile farkında değilken denekler bilinçaltıları sayesinde ve ya yüzünden koridorda birer yaşlı gibi yürümeye başlamışlardı. Benzer çalışma bir çok değişik kişi ve çeşitlilikte yapıldı (kitapta örnekleri bir hayli sunulmakta). Sonuçları aslında oldukça rahatsız edici boyutta. Bu sonuçlar en basit ifadeyle özgür irade olarak düşündüğümüz şeyin esas itibariyle büyük ölçüde bir yanılsama olduğunu gösteriyor. Çoğu kere bir otomatik pilotla yönlendiriliyor gibiyiz; düşünüş ve davranış tarzımız, hatta herhangi bir anda ne denli iyi düşünüp, ne denli iyi hareket ettiğimiz, dış etkilere zannettiğimizden çok daha açık. Yaşamımızdaki tüm küçük zihni ayrıntılarla bilinç dışımız ilgileniyor aslında, odaklanmayı ise özgür iradeye bırakıyor. İşte sırf bu nedenle denemeliyiz, bir yerlerden başlamalıyız. Neye odaklanacağımız elimizdeki tek silah. Odaklanmayı kendimize yapalım.

Hepimizin içinde aslında ne nüveler var, yeter ki kendimize biraz daha güvenip,biz olmanın aslında ne de güzel olabileceğini bilelim, ya da en azından hayalini kuralım. Gelin bugün kendinize bir güzellik yapın ve bir karar verin hayatınızla ilgili ve nedenini soran olursa “benim kararımdı ve vermiş olduğum kararların sorumluluklarını da üstleniyorum" deyiverin çekinmeden ve cesaretle. Siz size güvenin çünkü siz buna değersiniz.

Siz kalabilmeniz dileklerimle...

2 yorum:

  1. Bahsettiğin deney çok çarpıcı geldi bana... Bu noktada dış etkenlere bu kadar açıksak çocukluk dönemi daha da bir önem kazanmış olmuyor mu? Aslında diğer deneyleri de çok merak ettim, bu kitaba bir göz atmalı...

    Teşekkürler, yine zihin açıcı ve üzerine düşünülmesi gereken bir yazı yazmışsın ;)

    YanıtlaSil
  2. Hem de nasıl!! Konuşurken kullanacağımız her bir kelimeyi düşünmeliyiz aslında ama buna tabii imkan yok. Ben mesela bunun yerine hareketlerime, yaşam biçimime çok dikkat etmeye çalışıyorum. O kadar her şeye açıklar ki ve bilinçaltı o kadar garip ki çok ama çok dikkat etmeliyiz ...

    Yorumun için ayrıca çok teşekkürler :)

    Selam ve sevgilerimle,

    YanıtlaSil