Bu Blogda Ara

2 Ekim 2013 Çarşamba

Gel de kadere inanma 1

Hayatınızın kontrolü sizde mi?

Dört yazıya konu olmasından anlamış olacağınız üzere bu seneki tatilimiz çok şükür güzel geçti. Konu hakkında yeterince yazmış olduğumdan, merak etmeyin tekrar o konuya girme niyetinde değilim. İşte bu güzel tatil öncesinde eşimin annesi bizimleydi. Onun bizimle kalmasından faydalanıp eşimle yapmaktan belki de en keyif aldığımız programlardan bir tanesini gerçekleştirip soluğu Akmerkez Remzi Kitabevinde aldık. Ne keyiftir anlatamam sizlere. Önce gidip onlarca kitap seçeriz. Sonrasında kahve, çay ve kek servislerinin olduğu masalara kurulup saatlerce seçtiğimiz kitapları inceleriz. Kış ise ben kesin salep içerim. Eşim her daim kekini mutlaka alır. İşte bu program sırasında seçtiğimiz kitap yığınından ayırdığımız 10 adet kitap özenle yeni kitaplarımız olarak kitaplığımızda yerlerini aldılar. İşin ilginç tarafı seçtiğimiz kitapların içerikleri idi. Genel olarak hepsi aynı temel soruya cevap arayan ve bu çerçevede yazılmış olan kitaplardı. Hayatımızın kontrolü bizde mi?

Tatil sırasında bu kitaplardan iki tanesini hem eşim ve hem de ben okuduk. Çok güzel oldu zira hem benzer konular etrafında iki farklı yazarın yorumlarını öğrendik ve hem de sıcağı sıcağına konuyu eşimle tartışabilme olanağı bulduk. Hararetle tavsiye edebileceğim bu kitaplardan aklımda kalanları, kendi fikir, yorum ve itirazlarımla beraber harmanlayıp sizlerle paylaşmaya karar verdim. Öncelikle kitapları ve yazarlarını sizlerle paylaşmak isterim ki yazılan her doğru sözün kimlere ait olduğunu bilin. Bunları yazmamdaki amaç  her zaman olduğu gibi hem sizlerle hoşuma giden şeyleri paylaşmak ve tartışmak (yorum muhtemelen yine yazmayacağınızdan kendi kendime tartışmış olacağım)ve bir diğeri geri dönüp özet ve hap haline getirilmiş bilgiyi bir yerlerden kolayca bu sayede bulabilmek . Umarım beğenirsiniz.

İlk kitap Leonard Mlodinow’un Ayyaş Yürüyüşü idi. Aynı yazarın yeni çıkan kitabı olanSubliminal (Bilinçdışınız Davranışlarınızı Nasıl Yönetir?) adlı kitabı yine almış olduğumuz kitaplardan bir tanesiydi. Eşim halen bu yeni kitabı okumaktadır. Diğer okuduğumuz kitap ise Rolf Dobelli’nin Hatasız Düşünme Sanatı idi. Kişisel olarak iki kitabı da çok beğendim. Çok kolay okudum ve kendimce bir şeyler de öğrendim. Ama her şeyden önce büyük keyif aldım. Sizlere de tavsiye ederim.

Hayatınızın kontrolü sizde mi? Hayat sizin dışınızda akıp giderken, siz yanılmaya ve  öyle olduğunu sanmaya devam edin...

Her gün dokuza birkaç dakika kala kırmızı kapüşonlu bir adam bir yere dikilip kepini ileri geri sallamaya başlıyor. Beş dakika sonrada ortadan kayboluyor. Günlerden bir gün karşısına bir polis memuru geçiyor ve ne yaptığını soruyor. O da zürafaları kovalıyorum diye cevaplıyor. Polisin burada zürafa yok ki şaşırmasına karşılık da işte işimi iyi yapıyorum da ondan cevabını veriyor.

Hayatınızın kontrolü sizin elinizde mi? Büyük ihtimalle sandığınızdan çok daha az. Aslında hepimiz az veya çok kırmızı kepli adamlarız. Kimimiz belki saflıktan ya da belki aydınlanmış olmaktan bu yanılsamanın doğruluğa inanmakta kimimiz ise bitip tükenmez arayışlarını ama ümit dolu ama ümitsiz azimle ya da farkında bile olmadan sürdürmekte.

İnsanlar çevreleri üzerinde kontrol sahibi olmak isterler. Olayları kontrol etme isteğimiz aslında düşünülenin tersine nedensiz de değildir. Kişisel bir kontrol duygusu, benlik kavramımızın ve öz saygı duygumuzun ayrılmaz bir parçasıdır. İşte zaten bu nedenle yarım şişe viski içtikten sonra araba kullanmakta bir sorun görmeyen bir çok insan var. Bu hem kendi hayatlarını ve hem de başkalarının hayatlarını sorumsuzca tehlikeye atan bir çok insanın içinden de yine bir çokları içinde oldukları uçak ufak bir hava boşluğuna girdiği zaman paniğe kapılırlar. Neden aslında hep aynı. Kontrol ben de olmalı, kontrol kaybedilmemeli. Aslında kendimiz için yapabileceğimiz en yararlı şeylerden bir tanesi, yaşamımızı kontrol altına almamızı, ya da en azından öyle hissetmemizi sağlayacak yollar aramamızdır. Alkollü araba kullanmak sebebi ne olursa olsun tabii ki bırakın yapılmasını düşünülmemeli bile.

Başımızdan geçen olaylar eğer rastgele ise, o zaman olaylar üzerinde bir kontrolümüz doğal olarak yoktur. Yok eğer olaylar üzerinde bir kontrolümüz varsa da, o zaman olaylar rastgele değildir. Dolayısıyla, kontrolün bizde olduğunu hissetme gereksinimiz ile rastlantısallığı algılayabilme yeteneğimiz arasında temel hatta yaman bir çelişki vardır. Laboratuvar ortamlarında yapılan deneylerde rastlantısallığın rolü yabana atılmayacak kadar belirgindir oysaki günlük hayatlarımızda yukarıda belirtmiş olduğum nedenden ötürü çok daha az belirgindir. Bizleri daha çok olayların rastgele olup olmaması değil ama daha çok bunların sonuçları ile onları etkileme becerilerimiz ilgilendirir. Böylece gerçek hayatta, olayların kontrolümüz altında oldukları yanılsamasına karşı koymak çok daha zor olur.

Bu yanılsama da bizi başarı ya da başarısızlık dönemi geçiren bir kişi veya organizasyonun bunu o organizasyonun durumunu betimleyen sayısız etmene ve şansa değil de, en tepedeki kişiye atfetmesine götürür. O kişi eminim yeteneklidir. Bir işte uzman olmak için 10.000 saat çalışmak kuralından hareketle eminim en az 10.000 saatlik bir tecrübesi de vardır. Dahası tecrübelerinin yanı sıra doğal Allah vergisi bir yeteneği de olabilir. Ama işte tüm bunlar başarı için yeterli midir? İşte demeye çalışılan yalnızca bunların yeterli olmadığı gerçeği.

Yalnız başarı ya da yalnız başarısızlık için değil, hayatın kendisi için insanın sahip olduklarının, planladıklarının ve kontrolü altına aldığını sandıklarının dışında da bir çok etkenin olduğu ve bu etkenlerin aslında hayatlarımızda sahip olduklarımızdan, planladıklarımızdan ve kontrolü altına aldıklarımızdan çok daha belirleyici olduğu gerçeğini kitaplar savunmakta. Genelde insanların yanılgıya düşmesini de öyle izah etmekteler:

Düşünür Francis Bacon’un 1620 yılında dediği gibi, “insan zihni bir kere bir görüş oluşturursa , onu onayan her türlü olayı toplar ve aksini gösteren olaylar daha çok ve önemli olsa bile, bu görüş geçerli kalsın diye ya onları görmezden gelir, ya da reddeder”.

Ya da Einstein’ın dediği gibi “Ön yargıları yıkmak, atomu parçalamaktan zordur” sözünde olduğu gibi insan bir kere yanılsamanın etkisi altına girmeye görsün , düşündüklerimizin yanlış olduğunu gösterecek kanıtlar aramak yerine , genelde onların doğru olduğunu kanıtlamaya çalışırız. Psikologların onama eğilimi olarak adlandırdıkları bu olay, rastlantısallığın yanlış yorumlamaktan kendimizi kurtarmamızın önünde ciddi bir engel oluşturur.

Bazen daha kötüsü olabiliyor. Sadece ön yargılı kavramlarımızı destekleyecek kanıtlar aramakla kalmıyoruz, ama aynı zamanda belirsiz kanıtları da bu fikirlerimiz doğrultusunda yorumlayabiliyoruz. Bu da başımızı derde sokmaya ya da kibirli ve yanlış kararlar almamıza fazlasıyla yetiyor ve artıyor bile.

Siz ister şans,  ister alın yazı, ister kader olarak tanımlayın ne fark eder ki? Nobel ödüllü Max Born bakın ne demiş: “Şans, nedensellikten daha temel bir kavramdır.”

Yaşamlarımız için, bizler de rastgele olayların etkisinde sürekli bir o yöne, bir bu yöne savrulup dururuz. Sonuç olarak, her ne kadar sosyal verilerde istatistiksel düzenlilikler bulunabilse de, tek tek kişilerin geleceklerini öngörmek olası değildir ve kendi başarılarımızı, işimizi, dostlarımızı ve parasal durumumuzu çoğu insanın kavradığından daha fazla oranda şansa borçluyuz. Boşuna su yolunu bulur, ya da gelin ata binmiş ya nasip demiş dememişler.

Peki ne oldu hepimizin birer küçük yaratıcılar olduğu gerçeğine? Hani kendi kaderlerimizin efendileri ve kendi ruhlarımızın kaptanlarıydık? Hani başımıza gelen tüm olumlu ve olumsuz şeylerin sebebi ve sorumluları yine bizlerdik? Yoksa olanların tümü bizlerin kendi seçimidir düşüncesi de mi yalandı?

Ben kendi adıma tüm bunlara yine aynı şekilde ve gönülden inanmaya devam ediyorum. Açıkçası bu anlamda bir sarsılma yaşamıyorum bilakis aslında bunlar düşüncelerimi daha da pekiştiriyor. Tam bu sıralarda mesela dört elle sarıldığım düşünce "insan şansını kendi yaratır" düşüncesi. Bir kere tüm bunlara cevaplar bulmaya dahası soruları daha da artırmaya devam edeceğim ama çok kısaca yazmak gerekirse her şeyden önce ırmakların bir hızları vardır ve doğasından daha hızlı akıtamazsınız. Yani her şey kendine uygun zamanda gerçekleşir. Ben bilgi toplamaya devam ediyorum. Farklı farklı yollara girip çıkıyorum. Araştırıyorum, deniyorum, çözümler bulmaya çalışıyorum. Sorular soruyorum, cevaplar karanlıkta bile olsalar yoluma devam ediyorum. Kişisel fikrim tüm olanları gerçekleştirecek olanların yine bizler olduğu düşüncesi ama sandığımızdan çok daha karışık bir yapıda. İstedik ama olmadı, hani efendi bizdik ikilemleri işte bu nedenle hep karşımıza çıkıyor. Anlam arayışım tabii ki devam ediyor. Çoğu kere kaybolabiliyorum ama devam ediyorum. Ediyorum çünkü bu arayış hoşuma gidiyor. Güzel olan bu kitaplarla bir kaç perde daha kalktı gibi sanki. Hani sanki ışığa biraz daha yaklaşmış gibi hissediyorum ya da belki yalnızca delirmeye başladım.

Bir delinin notları bir sonraki yazıda devam edecek. İlginizi çekti ise beklerim. Sorularınıza cevaplar bulabildiğiniz aydınlık yollar dilerim.

2 yorum:

  1. Elbette ilgi çekici bir konu bu...

    Ben şunu anladım; şans faktörü var bizden bağımsız değil. :)) Çok kısa oldu ama, madem şans hayatlarımıza düşündüğümüzden daha çok yön veriyor, hem de bir yandan aslında durumu kontrol altında tutamıyoruz, fakat bir şekilde yön verebiliyoruz... Acaba kimin ne kadar etkisi olabiliyor bu konuda, ya da bazılarımız kendi şansını yaratmada daha mı "şanslı" ya da başarılı? Tartışmaya, konuşmaya değer bir konu...

    YanıtlaSil
  2. Kitap da çok ilginçti ve daha okurken yazacağımı biliyordum :)

    4 yazılık bir dizi oldu. Sonunda bir çıkış yolu yok çünkü aslında her insanın kendince bir çıkışı var. Ben mesela çıkışı hala arayanlardanım. Evet şans tabii ki var ve belki de sandığımızdan çok daha fazla ama insan kendi şansını da kendi yaratmaz mı zaten? Dizinin sonunda tekrar konuşalım, bakalım bir sonuca varacak mıyız? :)

    YanıtlaSil